Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.360

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Ocak 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Babamla Dans!..


Merhabalar,

Geçen hafta mücbir sebeple ertelediğim tiyatro seyrini dün akşam yaptım. İsrail'li yazar Itzcik Weingarten tarafından yazılan, ünlü bir dansçı babanın himayesinde yaşayan spastik gencin, babası öldükten sonra bakımevine atılışını, orada geçmişi ve babası ile yüzleşmesini anlatan, Nedim Saban'ın yönettiği, Suat Sungur tarafından kuyumcu inceliğinde oynanan "Babamla Dans"ı nihayet seyrettim. Zor ama çok anlamlı bir metni, hiç dozunu kaçırmadan, spastik bir adam olarak oynuyor Suat, bir buçuk saat boyunca. Tek kişilik oyunları oynamakta izlemekte zordur. Ama Suat'ı seyrederken gözünüzü bile kırpmak gelmiyor içinizden. Suat Sungur'u, canlandırdığı o birbirinden güzel komik karakterlerin ötesinde, çok değişik ve zor bir rolde seyretme şansını sakın ola kaçırmayın. Nerede derseniz, panoya bakmanız kafi derim, başka da birşey demem.

...

Bugün bir onurlu insanın katledilişinin 15. yıldönümü. Araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu, 1993'ün bir karlı Ankara sabahında karanlık ellerin yerleştirdiği bombayla darma dağın olmuştu. Bugün yaşasaydı, mutlaka şu meşhur bez bezirganlara söyleyecek epeyce lafı olurdu. "Unutma bizi" deyişi kulaklarımızda, bugün benzer yaşadıklarımız aklımızda, hiç unutmadan, saygı ve özlem ile anıyoruz Uğur Mumcu'yu. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Ümit Özkaya


UĞUR'LAR OLSUN

Uğur Mumcu Bir pazar sabahıydı, Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı, yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı, kalemim düştü kana
Zalımlar pusudaydı, bedenim paramparça

Uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun

Çevirdim anahtarı, apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları, saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı, kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne

Ne çok kalmıştık karlar altında, kıpkırmızı! Yolumuzu aydınlatan kitaplarla bombalandık evlerimizde. Hayatlarımız bir kontak anahtarına bağlıydı, arabalarımızda! Kurşunlar patladı cadde boyu, kulaklarımızda! Bıçaklandık daha yaralarımıza tuz basmadan! Kaldırımlara uzandık, yırtık ayakkabılarla… Kurtarmıştık biz bu ülkeyi karanlıktan. Güneş hiç parlamadığı kadar çok parlıyordu üstümüze. Doğusunu batısını ayırt etmeden! Türk-Kürt, Laz-Çerkez, Ermeni-Boşnak, Alevi-Sunni demeden her yere, herkese aynı parlıyordu! Sapsarı saçlarıyla, gökyüzü gözleriyle ışık saçıyordu bir adam!

''İsimsiz korkuları katmadım yüreğime/ Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne.''

Bembeyaz doğrular… Evet, tek dertleri buydu. Hiçbir karaltıya yer olmayan, bembeyaz doğrular. Aydınlık saçan, çağdaşlaşma saçan, medeniyet saçan doğrular… Ama ne diyordu Özdemir Asaf, ''Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler…''

Biz sessiz kaldıkça, beyazlarımız hiç bembeyaz kalmayacak. Bembeyaz doğrularımızı onlar kapkara yanlışlarıyla kirletmeye devam edecekler… Daha ne kadar susacağız? Daha kaç şarapnel saplanmalı ciğerimize? Bırakalım artık bizi bize kırdıranlara karşı sessiz kalmayı, bırakalım…

''Ben yanmazsam/ Sen yanmazsan/ Biz yanmazsak/ Nasıl çıkar bu karanlıklar/ Aydınlığa…'' der Nazım Hikmet. Yeterince yanmadık mı? Demirkürekler, Kubilaylar, Mumcular, Aksoylar, Üçoklar, Kışlalılar, Hablemitler… Ömrünün baharında hemen hemen her gün yitirdiğimiz kınalı kuzu şehitler…

Neden uyanamıyoruz hâlâ, neden açamıyoruz gözlerimizi? Neden 'isimsiz(!) korkuları' kovmuyoruz yüreğimizden, neden? Yeter artık… Yeter!

15 yıl oldu sen gideli… Ben ve benim gibiler, seni ve senin gibileri unutmadı, asla da unutmayacağız. Bembeyaz doğrularınızın, yılmaz savunucusuyuz… sussak da, ölsek de!

Ümit Özkaya


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,559,559,559,559,559,559,559,559,559,55
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Derya Ongun

 Deryaneval : Derya Ongun


  YEŞİLYURT KÖYÜ VE BEN

Direk konuya giriyorum, bu bir seyahatnamedir, İstanbul'dan Kazdağları'na gidiliyor, efendim şimdi şöyle:

Buradan Atlasjet'e biniliyor ve tam tamına 35 dakika sonra (bir servislik süre yani, sandviçin son lokmasını yutarken kemerlerinizi bağlayın inişe geçiyoruz diyor pilot abi - ve evet bu pilot abinin de sesi buğulu falan,- öyle) şıkırttadanak Edremit Havaalanına iniliyor, uçaktan inilip 18 adımda Havaalanı!!! na giriliyor, 5 dakika sonra bagaj alınıyor ve karşılamaya gelmiş olan elemanın arabasına binilerek yaklaşık 35-40 dakikalık bir araba sürüşü neticesinde Yeşilyurt köyüne varılıyor.

Akşam saat 23:30 suları, köy meydanında araba duruyor, limonata gibi bir hava , ama da hafif serin, minnacık bir rampayla soldaki konağa giriliyor ki, sanırsınız arkadaşınızın evine geldiniz. Sağda mutfak, karşısında bir yemek salonu, şömine çıtır çıtır yanmakta, loş ışık, teypte George Dalaras sonrasında da Cafe del Mar müzikleri çalıyor,

Çok şeker bir hanım ve birkaç köy kelebeği etrafınızda pervane, çanta odaya çıkartılıyor, baş köşeye buyur edildikten sonra "ben bir kahve alabilir miyim" soruma, "biz size mercanköşk çayı hazırlamıştık, ama arzu ederseniz kahve verelim" diyorlar, ben "ayıya bal sormuşlar, hüngür hüngür ağlamaya başlamış , verdiniz de yemedimmi" demiş misali, ama tabii ağlamadan!!!!! "şahane valla, onu içerim" deyip, gecenin geri kalanını Otel sahibesi Filiz Hanım, onun arkadaşı Aytaç Bey ve mahallenin kahvesini işleten bir delikanlının sohbeti eşliğinde 5-6 fincan mercanköşk çayı içerekten ruhumu temizleme işlemine nefis bir giriş yapmış oluyorum.

Sonra, odama çıkıyorum, ahşap ve gıcırdayan merdivenlerden, odam şahane, içinde şömine, yatak kocaman, kendimi yatağa atıyor ve nefis bir uykuya dalıyorum.

Sabah kuş sesleri içinde o caanım yatakta uyanma, gerinerek yataktan kalkıp bir duş, giyinme ve kitaplarımla bahçeye kahvaltıya inme,

Güneş sımsıcak, karşımda bir köy meydanı, kendisini en son Hayat Bilgisi kitabında görmüştüm sanırım İlkokul 3. sınıf falandı, o işte, ta kendisi, sağda cami, onun yanında meydana nazır bir Cafe, karşısında bakkal, zeytinci, köy kahvesi,

Kadınlar kapının önüne birer tahta taburemsi atmışlar, kimi pirinç ayıklıyor, kimi tığ işi yapıyor, kimi kızının saçını örüyor, ben ayakta dikilince "hoşgeldiniiizzz" diyorlar,

Gündüz çalışan kıdemli kelebek Teslime bana mükellef bir kahvaltı getiriyor, köy meydanına nazır bendeniz kekikli mis gibi zeytinyağlı zeytin, nefis beyazpeynir, nane ve zeytinyağına yatırılmış mis kokulu domates, iki çeşit reçel (portakal ve incir - ev yapımı haaa), bal, birkaç çeşit peynir, taze kızarmış köy ekmeği, ince belli bardakta tavşan kanı çay, ve bir de "ısırgan otlu omlet" le kendimden geçiyorum. Teslime herhalde beni gizlice gözetliyor ki, çayımın sonu yudumunu içterken daha o boş bardağı elimden alıyor ve dolusunu bırakıyor.

Güneş pırıl pırıl ama güneş gözlüğümü takmak istemiyorum çünkü renkler o kadar güzel ki, etraf ağaçlık, karşısı dağlık, güneş gözlerimi sadece okşuyor şefkatle, takmıyorum gözlüğümü.

Köy meydanında yatan köpeklerden biri kalkıp biraz kaşınıyor sonra da karşı köşeye gidip bu kez de oraya yatıyor, onun yaklaştığını gören beyaz patili karakedi yerini değiştirip sağdaki duvara tırmanıyor,

Kitap okuyorum biraz, kahvaltıyı topluyor Teslime ve bana taze elden taze pişmiş taze kahve getiriyor, tazeleniyorum ve yürüyüşe çıkmaya karar veriyorum.

Bir ormana giriyorum ve bakın ekte kimlerle karşılaşıyorum...

Ruhum, hani şu şehirdeki koşuşturma sırasında hep geride kalan ruhum, ormanda yürürken nasıl keyifli, nasıl mutlu, önde koşturuyor ama arada bir de arkaya dönüp bana bakıyor geliyor muyum diye...

Bir çeşmenin yanından geçiyor ve çeşmeden su içiyorum, su şekerli mi ne...

Miniminnacık bir derenin üstünde atlıyorum, atlarken de dilek tutuyorum (neden mi, bilmem, içimden öyle geldi.....), zeytin ağaçlarının, çılgınca açmış dağ anemonlarının, lavantaların, kekiklerin arasından hepsine selam vererek ve adını bilemediğim , seslerini orada hatırladığım birsürü kuşun sesini dinleyerek, ve en önemlisi YAVAŞ YAVAŞ, ayağımın altındaki toprağın çıtırtısını bile duyarak yürüyorum da yürüyorum.

Yürüyüşümün rahvan temposuna taban tabana zıt süratte kelebekler uçuşuyor etrafımda, birkaç metre biri eşlik ediyor bana, derken bayrak yarışı sanki, kenara konuyor oradan yeni bir kelebek düşüyor önüme, hangisine bakacağımı şaşırıyorum, derken hayatımda gördüğüm en küçük kelebeği görüyor ve çığlık atıyorum küçüğünden bir tane...

Sonra bir dereye daha geliyorum, ama bu gerçekten bir dere, üstünde köprü var, artık keyiften aklımı kaçıracak hale gelmişim, "Allahım delirsem de bu köyde deli bir kadın olarak ihtiyarlasam" diyesim geliyor, demiyorum, köprüden geçip hoop soldan derenin yanına iniyorum, orada ne kadar oturduğumu hatırlamıyorum, su bana bakıyor, ben suya bakıyorum, bunun da suyunu çıkartmamaya karar verip, iki çocuklu bir anne olduğumu hatırlayıp oradan kalkıp aynı güzergahı aynı keyifle geri yürüyorum.

Bu yürüyüşüm toplam 2,5 saat sürmüş, konağa vardığımda beni mantı-köfte-bonfile-salata- ne istersiniz ifadesiyle karşılıyorlar, ağzımda yayık bir sırıtmayla "sadece salata" diyebiliyorum ve köy meydanının gözlerinin içine bakmak üzere bahçeye gidiyorum. Bir salata geliyor ki, aman da aman, bütün o yürüyüşte kokusunu duyduğum, rengini gördüğüm, üstlerine basmamak için akrobasi yaptığım yeşillikler salatanın içinden bana bakıyorlar.

Özür dileyerek hepsini mideme indiriyorum,

Hava biraz serinledi mi ne, içeri geçeyim diyorum ve içerde şöminenin karşısında konuşlanıyorum. Bir kadeh "otlu şarap" ikram ediyorlar bana, haydaaaaa, demin salatadaki koku ve lezzetler şimdi de şu "koyu yakut-bordo ve kıvamlı" şarabın içinden sesleniyorlar bana. Aklımı kaçırmaya karar veriyorum ve elimde otlu şarap, karşımda şömine, elimde bir maşa, bir taraftan şarabımı yudumluyor, bir taraftan ateşi dürtüklüyor, kendimce yarattığım şahane ve büyülü dünyanın içinde keyifle eşeleniyorum anlayacağınız.

Bam Teli Konağı'nın kelebekleri Derya (ben değil, bu sahiden ikinci bir Derya..), Gülcan, beni havaalanından arabayla alan Emrah ve esas kelebek Teslime teker teker yanıma uğrayıp sessizce soruyorlar "iyi misiniz, bir isteğiniz var mı" diye, tuhaf bir yer burası, kelimelerle konuşmuyor insanlar, gözlerle de değil, sessizce girip çıkıyor ve o arada bu konuşmalar geçiyor, kelimesiz, sessiz, sahiden tuhaf bir yer burası...

Biraz sonra, Derya mezeleri (bütün o otların farklı farklı versiyonları, anlatılmaz, damağa yerleştirip hissetmek lazım, henüz o lezzetleri tarif edecek kelimeler söylenmemiş, düşündüm ama ı-ıh yok vallahi..), Gülcan şöminedeki yanmamakta direnen koca kütüğü tutuşturacak çıraları, Emrah kızarmış ev yapımı köy ekmeğimi, ardından gene Derya "tavuklu ve ısırganotlu ve yeşilzeytin garnitürlü sigara böreklermi getiriyor. Yedikçe keyifleniyor, keyiflendikçe yayılıyor, yayıldıkça suratımdaki anlamsız sırıtmadan gurur duyuyor, ezcümle ruhum ve kalbim bedenimle "elim sende" oynuyorlar. Tek başımayım henüz ama sıkılmak ne kelime, belki hissettiklerim gürültü bile yapıyor yemek odasının sukunetinde.

Kapı çalıyor, bir gece evvel tanıştığım, aslen Tekirdağ'lı, babası çingene Bodur Hasan'ın oğlu Aytaç Bey geliyor. Kendisi otel sahiplerinin çocukluk arkadaşı, oradaki can yoldaşları, saçları neredeyse beline kadar uzun, kocaman da bir Borsalino şapka takıyor, tip bir adam. Sahiden de tip. Tatlı sohbetimiz esnasında anlatıyor, Erol Simavi'nin yadigarı berbere kestirirmiş saçlarını, ama da kestirmek değil, kazıtırmış kafasını, derken berber ölmüş, "işte ondan sonra bir daha berbere gitmedim, böyle oldular, amaaan bana ne, saç da neymiş," deyiveriyor.

Filiz Hanım da katılıyor bize ve "akşam ekibi toplandı" ismi altında akşam sefasına tatlı bir geçiş yapıyorum. Hiç soru sormuyorlar, ortaya konuşuyorlar, ben de atıyorum ortaya laflarımı, bir güzel dans oluyor ki ortada, serbest laf dansı, yok yok kesin bir efsun var bu memlekette, yahu herşey bir tuhaf, mühür vuruyor insanın hatıralarına.

Ben otlu şarabıma devam ediyorum, onlar rakıya, "güneş rakı burcuna girdi çoktan" diyorlar, vakt-i kerahatin Kaz Dağları versiyonu bu olsa gerek. Nitekim ben de ertesi gün akşamüzeri "güneş otlu şarap burcuna girdi kanımca" diyerek bu jargonu ne kadar benimsediğimi belirtiyorum gururla ve beni aralarına "kabul" törenini derhal koca bir kadeh otlu şarapla oracıkta yapıveriyorlar.

Hayatlar, mutluluklar, hayalkırıklıkları, aslında neyi ne kadar istemediğimiz ama da neyi ne kadar çok isteyip söyleyebildiğimiz/söyleyemediğimiz, iyi ki de sustuğumuz ya da keşke konuşsaydıklarımız, hepsi ortada gecenin sonunda...... Hiçbir ortak tarafı olmayan ama bir şekilde birbirine dokunmuş farklı hayatların içinden kendilerini ortaya atmış kelimelerin serbest dansı sanırım herkes ayrıldıktan, ben gıcırdayan merdivenlerden odama çıkıp kendimi o güvenli ve ama yumuşak yatağıma atıp uykunun bedenime girişine müsaade ettikten sonra bile devam ediyor. Sabah uyanıp gene kendimi bahçedeki köşeme, köy meydanıyla biran evvel gözgöze geleceğim noktaya atmak üzere merdivenlerden indiğimde beni "günaydın Deryaanım, hemen kahvaltınızı getiriyorum" derken hınzırca gülümseyen Teslime'nin gözlerinden anlıyorum ki sabah o geldiğinde dans devam etmiş, ya da en azından ayak sesleri kalmış geceki sohbet dansının...

Bu kez köy meydanındaki kadınlar bana şakalar yapıyorlar, Muhtarın karısı keçi peyniri yapıveemiş de, acep tadarmıymışım, bizim uralarda bulamazmışım böylesini, Teslime'ye de sitem ediyor Muhtarın karısı, "dün muhtarı (kocasından Muhtar diye bahsediyor, şeytan diyor ki git kadını kucakla, yahu biz bu adet ve örnekleri en son Sadri Alışık-Fatma Girik filmlerinde bırakmamış mıydık..?) yolda görmüşsün, selam vermemişsin, sana gönül koymuş" diyor. Teslime gülüyor kıkır kıkır, "e ozman o deyvereymiş selamını gönül koyasıya!!" diye cevap veriyor. Hep beraber gülüyoruz, beni de alıverdiler köy meydanı kadın sohbetlerinin içine birden. Yaaa ben burada yaşlanıp ölmek istiyorum.

"Bugün farklı bir yere yürü Deryaanım" diyor Teslime. Tarifi alıyorum, sahiden de farklı bir yere yürüyorum, bu da çoook güzel, bu da çamların arasında bir yürüyüş, ama hayır, beni dünkü çeşme ve devamındaki anemonlu, kelebekli, kuş cıvıltılı, dalına dilek tutup ot bağladığım zeytin ağacının olduğu yol ve sonundaki dere çağırıyor. Arada köy meydanında bir mola veriyor, Kader, Mevre (kendi adını söyleyemiyor bir de "r"leri , keşke resmini çekeydim!!) ve Ece sırayla gelip önümde ip atlıyorlar, bir tanesinin saçının örgüsü açılmış, "gel düzelteyim" lafımı daha tamamlamadan gelip yaslanıveriyor göğsüme, ben aslında buraya mı aitim ne...

Bir gün evvelki güzergahıma tekrar koyuluyorum moladan sonra, bu kez tanışıyoruz artık, hem tabiatla, hem de köy ahalisiyle, "genemi aynı yola gidiyon" diyor çakır gözlü yaşını tahmin edemeyeceğim ama da Muhtarın karısı olmadığından emin olduğum bir kadın. "Evet" diyorum ve devam ediyoruz, yüzümdeki salak gülümseme ve ben. Kuşlar, kelebekler, üstünden atladığım dere, çeşme, çeşmenin tatlı suyu, patikanın kenarındaki anemonlar, a-aa bu dün açmamıştı diye farkettiğim yeni açanlar, çok yeni ama hep tanırmışım kadar tanıdık yeni yarenlerimin arasından yürüyorum gene. Gene yavaş yavaş yürüyorum, gene köprüden hoop sola geçip suyun yanına iniyor, gene aynı anlamsız ama ruhuma bin anlam kattığından emin olduğum suyla bakışma ritüelimi yapıyorum.

Geri dönüyorum, ama hiçbiriyle vedalaşmıyorum, bir daha geleceğim biliyorum...

Cafe de Filiz Hanım beni bekliyor, "güneş otlu şarap burcuna girdi mi?" diye soruyorum, koşarak gidip şarabımı getiriyor, Aytaç Bey karides ve fener balığı almış, içerde mutfakta bize özel hazırlamakta onları. Arada gelip , "tamam, karidesleri lüpletirken fener güveç pişecek, zamanlama süper" diyor ve gene kayboluyor. Ayrılmama saatler kaldı ama ruhum kendini çivilemiş oraya, yüzüme bile bakmıyor "kız kalk hazırlanalım" dediğimde...

Ece geliyor, muhtarın kızı. Kolumun altına giriyor, bana rüyalarını anlatıyor, yemek için içeri çağrıldığımda ise bana küsüyor, gözlerim dolu dolu giriyorum içeriye...... Karidesler nefis, ballı hardallı sosa batırıp batırıp yiyoruz bata çıka.... Derken fener balığı güveçte geliyor, bu kısımda hafif bir şuur kaybı yaşadım herhalde zira bir sonraki duyduğum laf "Deryaanım yola çıkalım mı, geç kalacaksınız", Filiz Hanım ise diyor ki" noolur gitmeyin, bir güncük daha kalın"..... Çantamı topluyorum , Derya ve Gülcan ellerinde su kapları, önce bir sarılıyoruz birbirimize, "sizi çok sevdik" diyorlar, "gene geleceğim" diyorum onlara, sesim biraz çatladı mı ne, Aytaç Bey'le sarılıyor ve öpüşüyoruz "illa ki geleceksin kız" diyor bana, Filiz Hanım bebek baykuşların seslerini dinletiyor arabaya binmeden Hayat Bilgisi kitabında kaldığını zannettiğim köy meydanının bol yıldızlı lacivert gecesinde, ruhum köşedeki ağacın dalına tünemiş bana dil çıkartıp el sallıyor, arabaya biniyorum, arkamdan su döküyorlar, sonra kendime geldiğimde Edremit Havaalanında Atlasjet görevlisinden azar işitmekte olduğumu farkediyorum "Hanımefendi insaf, uçağın kalkmasına 4,5 dakika kaldı, lütfen yani, aaaaaaa...", "çok özür dilerim, bir daha yapmam" diyorum yüzümdeki yılışık sırıtmayla, uçağa biniyorum ve ama bakıyorum ki bu bir rüya değilmiş, hatta şu anda da kendimi çimdikledim, sahiden de rüya değil, gerçek...

Derya Ongun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Erhan Tığlı

 GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


  EN GÜZEL ŞEY NEDİR?

Toplumda değerli olarak görülen, herkes tarafından değeri kabul edilen maddi ve manevi din, ahlak, namus, para, mevki, rütbe, makam, vicdan gibi kavramlar vardır. Bunlardan hangisinin diğerlerinden daha iyi, daha değerli olduğu kişilere, toplumsal yapıya göre değişir. Zamana ve zemine göre kimi değerler alçalır, önemsizleşir, kimi değerler ön plana çıkar, yükselir.

Kimi insanlar değer kazanayım, değerimi herkes takdir etsin derken alçalırlar, kimi de kişiliğini erdem ve özveri gibi değerlerle donatarak gönüllerde taht kurar. Aşk, sağlık, özgürlük çok değerli şeylerdir ama ne yazık ki değerlerini onları yitirdikten sonra anlarız. Bir insan paraya çok önem veriyorsa eğer, para kazanmak için ister istemez başını eğer. Bu da onun değerini düşürür. Başı dik olarak gezmek istiyorsak maddi değerlerden çok manevi değerlere yönelmeli, üç kuruşluk çıkar elde etmek için beş kuruşluk adamların önünde eğilmemeliyiz. Bir kişinin değeri değer verdiği şeyler kadardır.

İnsani ilişkilerde içtenlik, dürüstlük, dostluk en değerli kavramlardır. Bu kavramlara uyanlar daha çok değer kazanırlar; bencil, çıkarcı, duygu ve düşünce yoksulu kişiler ise var olan değerlerini azalttıkları gibi zamanla dibe çakılırlar. Değerimiz giyim kuşamla, rütbeyle, makamla artmaz. Ziya Paşa'nın dediği gibi, altın işlemeli palan vursan eşek yine eşektir. Değerin eski adı kıymettir. Altının kıymetini sarraf bilir. Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi'nde yere düşmekle cevher kıymetinden bir şey kaybetmez diyor.

Günümüzde ne yazık ki iş ayağa düştü, ayaklar kafanın yerine geçti, değer yargıları değişti; Bilim ve sanat adamları yerlerde sürünürlerken, futbolcular, artistler, şarkıcılar el üstüne tutuluyorlar, hayranları tarafından omuzlara alınıyorlar. Bilginlerin, sanatçıların değerlerini ancak onlar öldükten sonra anlıyoruz...

En değerli şey nedir sorusu çoğu zaman kafamızı kurcalamıştır. Değer güzellik açısından ortaya konulduğuna göre, gelin, değerli nesneleri bu açıdan dile getirelim:

En güzel köprü
Gönüller arasında kurulandır
En güzel göz
Her şeye sevgiyle bakandır
En güzel söz
Yalansız olandır
En güzel ateş
Benliğimizi ısıtandır
En güzel çiçek
Sevgiliye armağandır
En güzel ırmak
Dost bahçesine akandır
En güzel ağız
Gerçekleri konuşandır
En güzel yol
Hasret kavuşturandır
En güzel kol
Zalime karşı kalkandır
En güzel el
Bilgiye, kültüre uzanandır
En güzel kapı
Mutluluğa açılandır
En güzel kalem
Doğruyu, iyiyi, güzeli yazandır.
***

Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nurcan Candan


MİDASIN KULAKLARI VE GÜLÜ

Yapılan arkeolojik araştırmalarda Trak kökenli halklar arasında soyluluk simgesel olarak uzatılıp sivriltilen kulak kıllarından anlaşılırdı. Günümüzde kullanılan ve oldukça yaygın olan flütünde ilk bulunuşu Frigya devletine işaret eder. Şimdiyse Midas'ın kulakları adlı efsaneye dönelim; Midas'a Apollove Satyr Marsyas (Silenus) (kimi kaynaklara göre eğlence neşenin ve müziğin seven pon) arasında düzenlenecek müzik yarışmasında jüri üyesi olması teklif edilir. Midas Satyr ve Apollo tarafından sürekli tehdit edilir. Yarışma sonunda Midas kararını adaletli bir krala yakışır şekilde verir. Sonuçta Apollo yarışmayı kaybeder. Çok öfkelenir ve Midas'ın kulaklarını eşek kulağına çevirir. Midas kulaklarını bir şapkanın altında herkesten gizler. Fakat sonunda berberi görür ve Midas'ın isteği üzerine bu sırrı saklayacağına yemin eder. Ancak bir süre sonra berber bu sırrı içinde tutamaz ve sazlıklara haykırır. Çünkü berber sırrı söyleyememekten iyice rahatsızlanmıştır ve o zamanki kahinlerde berbere sırrını boş bir kuyuya söylemesini söylerler. Bunun üzerine berber gider sazlıkların arasında usulca kral Midas'ın kulakları eşek kulakları diye bağırır. Aradan zaman geçti çukurun çevresindeki büyüyen sazlarda rüzgar estikçe kral Midas'ın kulakları eşek kulakları diye bağırmaya başladılar. Böylece herkes gerçeği öğrenir.

Kral Midas Bu trajedi Apollo'nun Midas'ı affetmesiyle son bulur ve Apollo Midas'a eski kulaklarını geri verir. Böylece tarihin en popüler kralı olur. Çağdaş Türk piyesi yazarlarından Güngör Dilmen bunu Midas'ın kulakları olarak oyun haline getirdi. Ayrıca Ferit Tüzün ise bu konuda Kral Midas operasıni bestelenmiştir. Kral Midas Türkiye' de olduğu kadar diğer ülkelerde de ünlüdür.

Ünlü tarih yazarı Heredot'a göre sadece Midas'ın kulakları ünlü değildir. Pan'ı gül bahçesinde uyurken kendinden geçmiş bir halde diye başlayıp anlatır. Midas'ın altın eli, Hititlerden aldıkları gül kültürünü de kendi medeniyetin de değerlendirmiş ve misler ülkesi yapmışlardı ülkelerini.

Günümüzde Avrupa da çiçeklerin kraliçesi olarak kabul edilen gül, İslam ülkelerinde peygamberlerin terinden oluştuğu inancı nedeniyle büyük bir beğeni ve üne sahip olmuş ve süs bitkileri arasında çok önemli yer kazanmıştır.

Sevgililer gününde mahsun sevgilinin bakışıdır gül, manilere konu olmuştur sevgilisine kavuşmayan bülbüller ağıtlar yakmıştır.

Bülbül güle gül dedi
Gül gülmedi gitti
Bülbül güle,gül bülbüle
Yar olmadı gitti.

Kavuşamayanların ardından bir bakıştır bazen de…
Fakat arkeolojik araştırmalar gülün varoluşunun insanlık tarihinden daha da önce olduğunu söyler.
Gül adı Farsça kökenlidir. Hitit döneminde sıla adıyla tanınmakta ve ilaç hazırlanmasında kullanılmakta olduğu çivi yazılı kaynaklarda kayıtlıdır.

Frigya ve güller arası bağıntıyı Heredot (MÖ 490-420)'un eserinde bazı bilgiler bulunmaktadır. Akdeniz çevresinde R.Galiçya, R. Phoencia, R.Moserota ve R. Canina gibi yabani türlerin yanında bunların bahçe çeşitleri de yetiştirilmiştir.

Anadolu da Milet (Söke) ve Eskişehir yakınlarında gül bahçeleri kayıtlıdır. Gordion da ise Kral Midas gül bahçeleri dönemimde büyük üne kavuşmuştur. Bu bahçede katmerli ve kokulu gül çeşitleri yetiştiriliyordu.

Heredot, Frig krali Midas'ın Perslere yenilmesi sonucu ülkesini terk edenlerin Makedonya'ya göçmesi sırasında güllerini de beraberinde götürerek Makedonya da yeni gül bahçelerinin kurulduğundan bahsedilir. Bu olay kişilerin güllere karşı olan bağlılığının ilginç bir örneğini vermiştir.

Kim bilir belki kral Midas eşini Kyma kralından isterken gül götürmüş ve bugün Anadolu'da yaygın olan kız istemelerde gül götürme geleneğini de başlatmıştır.

Yine sonraki yıllarda Roma egemenliğine giren Frigyalılar bu sessiz ve eşsiz kokuyu Romalılara tanıtmışlar. Romalılar döneminde de önem kazanmıştır. İmparator Neron (MS 37-681)'un ziyafetlerinde büyük miktarda gül kullandığı ve misafirlerinin altına gül çiçeğinden yapılmış döşekler serdiği rivayet edilir.

Sivas ve cevresinde benzer bir uygulama halen Anadolu'da görülmektedir. Kurutulmuş güllerden yastık doldurulur ve evler mis gibi kokar.taze gül petallerinin yatakların içine konulduğu da olmaktadır.

Dünyanın 7 harikasından olan Babil' de Mezopotamya'yı o yıllarda büyüleyen gül bahçelerinden söz edilir.

Anadolu İran üzerinden gelen bahçe gülü çeşitlerinin bir geçit yolu olmuştur ve ülkemiz üzerinden Avrupa'ya ulaşmaktadır.

Midas'ın ünlü gülü yediveren mayısta bülbül ötüşleri ile açmaya başlar ve adeta kral gülü olduğunu bilircesine sonbaharda bahçelerde çiğ tanecikleri ilk kez düşmeye başlayana kadar sürekli açmaya devam eder.

Yediveren Şam gülü sık ve kuvvetli bir çalıdır. Çiçekleri çok katmerli pembe orta kısım daha koyudur. Bazı Anadolu şehirlerinde yetiştirilmektedir. Çok eski bir gül çeşitidir. Midas'ın MÖ 6.yy Eskişehir civarındaki sarayının bahçesinde yetiştirildiği bilinmektedir. Bu nedenle kral gülü adıyla da anılır.

Nurcan Candan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


Sesleniş...

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal' den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi. Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...

Uğur Mumcu - Cumhuriyet 25.8.1975


<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Mehtap Yıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


İstasyon

Zaman istasyonunda bekliyoruz.
Bir adam ve bir kadın var yanımda...
Adamda kirlimi kirli bir ceket,
Leş gibi bir koku
Ve biraz da üzüntü var.
Teyze de yaşlanmış biraz.
Belli ölüm zamanını bekliyor.
Adam da sevgi zamanının gelmesini bekliyormuş.
Anlatıyor da...
Nelere nelere binmiş;
Acınma zamanımı dersin, suç zamanı mı
Her şeyin tadına bakmış o.
Biz onunla böylece konuşurken,
Soğuk bir rüzgar esiyor zaman istasyonunda.
Teyze biraz kederli,
Hafif gözleri dolu...
Binip gidiyor,
Sevdiklerine son bir bakış atıyor.
Elveda diyor, size
Ölüm zamanına merhaba.
İki kişi;
O adam sevgiyi,
Ben seni bekliyoruz.
Ne sen geliyorsun,
Ne de onun sevgisi...
Ve bir zaman geliyor;
Güçsüz ve yavaşça
İhtiyarlık diye...

Bizim zamanımızmış.
Birlikte binip gidiyoruz.
Ben sana,
O sevgiye hasret...

Erman Akçay

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Babamla Dans - Suat Sungur



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"

 
Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Müyap, Mesam, Müyorbir ve Msg tarafından lisanslanan www.hitklip.com , bu yanıyla Türkiye'deki ilk yasal video klip sitesi. Kullanıcılar şuan itibariyle sitede bulunan 738 sanatçının 1672 klibini istedikleri kadar izleyebiliyorlar. Sitede arka arkaya izlemek istediğiniz klipler için çalma listesi hazırlamanız mümkün. Site gelirini kliplerin başında ve oynatımı sırasında gösterilen reklamlardan sağlıyor. Sitenin sloganı ise "İnternette korsan klip izlemeye son". Üyelik kaydı yaparken gerekli alanların tamamını eksiksiz olarak doldurduğunuzdan emin olun, en ufak eksiklik ya da hatanız listeyi yeniden doldurmanıza neden olabilir.

Bilgisayarınızın psikolojisinden anlamak için http://www.pckoloji.com/ web sayfasını ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum. Birlikteliğinizin daha verimli (?) ve daha uzun soluklu olması için böyle şeylere önem vermeniz gerekiyor. Şaka bir yana bilişim teknolojisi alanındaki yenilikleri takip etmenin bir yolu da böylesi internet sitelerini takip etmekten geçiyor.

Cep telefonlarınıza ücretsiz indirebileceğiniz oyunlar, temalar, zil sesleri ve programlar için http://gallery.mobile9.com/ Telefonunuzun marka ve modelini seçip size uygun dosyalara ulaşabilirsiniz. Önce bilgisayarınıza indireceğiniz bu dökümanları, cep telefonunuza aktarıp kullanabilirsiniz. Artık cep telefonu ile bilgisayar bağlantısı konusundaki bilgileri de benden istemezsiniz umarım.

Son olarak yasaklı olduğu halde youtube web sitesine girmenin kolay yolu http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://www.youtube.com Youtube takıntısı olanlara duyurulur

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe
Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Ah İstanbul
Sezen Aksu









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080124.asp
ISSN: 1303-8923
24 Ocak 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com