|
|
|
8 Şubat 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : BU GİDİŞATA DUR DEYİN!.. |
Merhabalar,
İş artık çığrından çıktı. İktidarın, temsil ettiği İslami referansın 40 yıllık özlemini hayata geçirmesine az kaldı. Üniversitelere bez özgürlüğü adıyla piyasaya çıkılan yolda, istenen tüm adımlar atılmış, devamının getirilmesi için de tüm önlemler alınmıştır. Beni ciddiye alın ya da almayın umurumda değil, ama bu memlekete biçilen elbiseye n'olur dikkat edin. Birkaç saattir üniversite öğrencilerinin kavgasını izliyorum. Bölünmüşlük her yanıyla canlı ve kanlı olarak kendini hissettiriyor. İşin sadece bir özgürlük meselesi olmadığı, aksine bir var olma, kendini kabul ettirme, karşıdakini bezdirip, itaat ettirme kavgası olduğu ortada. Takiyyeci iktidar ve onun yalakalarının savunduğu, sadece yüksek öğretimde safsatasına, bu işin asıl sahipleri bile inanmıyor. Hemen hepsi, istisnasız her yerde beze özgürlük istiyor.
Zaman, durma, seyretme, görelim bakalım deme zamanı değil. Açıkça, lafı döndürüp dolaştırmadan söylemek ve bilmek durumundayız. Cumhuriyet bir karanlığa doğru sürüklenmektedir. Laik Türkiye Cumhuriyeti Anayasa teminatına rağmen arkadan dolanmak yoluyla yıkılmak üzeredir. Atatürk devrimleri karşı devrimcilerce yerle bir edilmeye çalışılmaktadır. Yüksek öğrenimle sınırlı tutulacağı sanılan bez özgürlüğü koskoca bir aldatmacadır. Buna inanan, bunu kişisel özgürlükler çerçevesinde değerlendiren herkes birer potansiyel vatan hainidir. Çünkü 85 yıllık cumhuriyetin dibine dinamit koymakta ya da koyanlara alkış tutmaktadırlar. Eğer bu durumdan rahatsızsanız, sesinizi çıkarınız. Diliniz döndüğünce, eliniz erdiğince duygularınızı dile getiriniz. Rahatsız değilseniz, sizin için yapılabilecek bir şey yok üzgünüm. Gün gelip yanlışınızı anladığınızda iş işten çoktan geçmiş olacak. İşte o zaman sizi biz bile kurtaramayacağız. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ŞAŞKIN |
|
Bana bir haller olmaya başladı. Bazen bütün aksilikler kocaman bir ordu kurup bütün cephelerden aynı anda saldırıya geçiyor. Her adımım sinsi bir mayına basıyor. Akşam olmuyor, gün bitmiyor. Zaman lastik gibi sündükçe sünüyor. Bütün günüm izleme ve icra toplantılarına dönüyor. Sesler aynı, yüzler aynı, bütün cümleler cak cek ile meliı malı ile bitiyor. Kendimi fotokopide ışığı yanlış ayarlanmış, yazıları siyahlara gömülmüş bir evrak gibi hissediyorum.
Oysa ertesi gün her zamankinden daha erken bir güneş doğuyor. Limana bakıyorum. Evlerin duvarlarına denizden ışıklar yansıyor. Sonbaharın sokaklara saçtığı sarılar, kırmızılar, yeşiller kucaklıyor daha kapımda. Ben ayırdına bile varmadan, neren geldiğini hiç bilmediğim şarkılar düşüyor dilime. Çocukluk bayramlarından kalma coşkular yüreğimde. Bütün gün salıncak, tahterevalli, atlıkarınca, yirmi beş kuruşa bindiğim kiralık bisikletler tadında. Elimde uçan balonum, uzun bir ip bağlamışım. Ben yürürken o bulutlarla konuşuyor. Kuşları kıskandırıyor ve bütün çocukları. İşler birikmiş, param tükenmiş. Sevgilim her şeye mırın kırın ediyormuş. Olsun... Bu gün bana kurşun değmez, su boğamaz, ateş yakmaz.
Yürüyorum.. Bakıp görmeden, duyup anlamadan. Kasabadaki bütün evleri, sokakları geçmişim, köprünün korkuluklarına yaslanmışım. Irmağa bakarken kendimi yeniden buldum. Ne zamandır buradayım anımsamıyorum. Köprü ayaklarının az ötesinde ergen bir delikanlı kocaman bir sazanı temizliyor. Bu ırmakta böylesine iri sazanların olabileceğini bilmiyordum. Elinde ağaç saplı bir ekmek bıçağı vardı. Balığın karnını yardı. İçinden çıkardıklarını suya bıraktı. Irmakta kandan kırmızı bir iz oluştu. Kıyıdaki otlara, sazlara sürünerek akıp gitti. İşini bitiren delikanlı balığı çuvala koyup köprüye çıktı. Mırıldanır gibi selamlaştık. Kasabanın içine doğru ilerleyerek kayboldu. Köprünün sonundaki betona oturdum. Su sesi ve yavaş yavaş inen akşam gitmemi istemiyordu.
Hep kahır, hep keder, hep hüzünlü şarkılar, sevgi yoksulluğu, umut tefecileri, buzdan bakışlı insanlar... Akşamla ben sizi istemiyoruz. Söğütler gölgelerin bittiği yerde suya değdiler. Irmağın yüzünde akşamın resmi yırtıldı. Yüzlerce su damlası, yüzlerce halka oldu. Yapraklar serin bir esintiyle ürperir gibi titredi. Sürekli ağaçtan ağaca uçun kuşlar ötüyordu. Irmağın en kuytu yerinde balıklar atlıyordu. Akşam, ırmak, söğütler, kuşlar, balıklar ilmek ilmek tezgahlarında binlerce yıllık bir şiiri dokuyordu. Dizeleri annemin ak sütü, dizeleri anemin kucağında uyuyakaldığım bir kuşluk uykusu...
Bulutlar dağların üstünde deli bir kırmızıya yakalandılar. Ağcakayadan Çerçiler'e doğru süzüldüler. İçimden kuş olmak, uçmak geldi. Ah şimdi o bulutlara uçsam. Bulutlar, çeltik tarlaları, kuşlar ve akşam şaşırıp kalsa. Şimdi ayak sesimi kendime arkadaş edip yürüdüğüm sokaklardan çok uzaktayım. Rengini çoktan unutmuş duvarlardan, evlerden, hiç susmayan çeltik değirmeninden uzaktayım. Öfkelerimi, kinlerimi, acılarımı, hesaplarımı, çıkarlarımı kaldırıp ırmağa attım. Ne duyan oldu, ne de gören... Önce suya gömüldüler, yüze çıktılar, yine daldılar, yine çıktılar ve boğulup gittiler. Kurtar bizi diye yalvarmadılar. Yüzlerinde son kez kocaman bir şaşkınlık gördüm. Cesetleri köprünün altından geçip gittiler.
Söğütlere, akşama , ırmağa kendimi anlattım. Suda uzayan gölgelere ağladım. Sevdiklerime benzediler, bırakıp gidenlere ... Şimdi her şey daha kolay, daha anlaşılır.
Büyüdüğüm sokaklar şimdi pekmez kokar. Karanlığı meşe dumanı, üzüm kokar. Ter içinde Cemile üzüm çiğner. Ağzında da sakızı... Daracık sokaklarından Konya yaylıları geçer. Atları huysuz, atları çocuklardan ürkmüş. Recep'le Ali Mestan Amca'nın bahçesinden nar çalmışlar. Tüh Allah kahretsin! Narlar ekşi cinsinden... Hepsini geri götürüp bahçe duvarından içeriye attılar. Sakın kimse görmesin. "Cemal anama söyleme. Söylersen bozuşuruz, sonrasını sen düşün..."
Gökırmak ağladığımı sakın kimseye söyleme. Sana gücüm yetmez. Amanı bilir misin sen? Söylemezsen sana çocuklar getiririm... Ellerinde kağıttan kayıklarıyla, sevinçlerini, gülüşlerini, şarkılarını getiririm. Söz, vallahi erkek sözü...
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
SİZE ÇİÇEKLER GETİRECEĞİM
Çalar saatin uzun uzun zırlamasından sonra Nuri üstündeki yorganı ayaklarıyla itti. Bir süre öyle kaldı. Oda dayanılmaz nem kokuyordu.
" Bir an önce kalkmalısın, tuvaletlerin önünde sıra beklemek istemiyorum. " dedi kendi kendine.
Tuvaletlerin önü yine doluydu. " Ne kadar erken kalksam yine sırada bekliyorum. Bu ahıra, bu kadar insanı tıkarsanız..." duvara yaslandı, kestirmeye başladı.
" Gene akşamdan kalmasın."
Rokko'ydu kendisine takılan.
" Kalmadığımız gün mü var ki?"
" Akşamüstü Maastricht'e gidelim, ayılırsın."
" Paralar senden olduktan sonra niye olmasın!"
...
Bu gevezelik Nuri'yi kendine getirir gibi gibi oldu.
Kütahya Emet'tendi Nuri. Gediz depreminin ardından gelmişti buralara. Kimi kimsesi var mıydı, kimse bilmezdi. İzine giderdi birkaç yılda bir. Ağabeyinden annesinden söz ederdi; ama gerçek mi, öz mü oldukları karışırdı çoğu kez.
Kendi deyimiyle bir baltaya sap olamamışlardandı. 14 yıldır kömür işçisiydi. 8-10 yıl iyi çalışmıştı. Sonra bıkmıştı. Bir yolunu bulup emekli olmak istemişti, olamamıştı. Birkaç yıldır da hastalıklarla boğuşuyordu. Bir gün bel ağrısı, bir gün ciğerler, bir gün siyatik... Haftanın üç günü çalışırsa geri kalan günlerde de doktor doktor gezerdi. Tek dileği malulen emekli olmaktı.
" Sağlamlar bile becerdi bunu da; bir biz beceremedik." Nerede emeklilikten söz edilse hep bunları söylerdi .
Aslında biliyordu emekli olamamasının nedenini. Daha sağlamken çürük raporu almak istemişti. Anlaştığı bir doktora yüklüce para vermişti; ama emeklilik bürosu emekliliğini uygun görmemiş, daha üst makamlara havale etmişti işlemlerini.
Hastalandıktan sonra da ona hep sahteci gözüyle bakmışlardı. Artık çalışamıyordu; iş bürosu kolay işler öneriyordu; ama o, madenden de ayrılmak istemiyordu. Madenin parası çoktu. üstelik yıpranmaya bağlı erken emeklilik olanağı vardı.
Kolay değildi yerin bin metre derinliklerinde toz içinde kazma kürek sallamak. Bu yüzden kollardı arkadaşları. Otur soluklan derlerdi.
" Karışmayın. " derdi, " Yapabildiğim kadar yaparım ben."
" Yahu Nuri, çoluk yok, çocuk yok. ölüp gideceksin. şart mı madende çalışmak." dediklerinde ;
" Yoo!" derdi, "İnadım inat! Ben de Kütahyalı Nuri'ysem, bu madenden emekli olacağım."
Kaç yıldır bu işçi barınağında kaldığını unutmuştu. Bir ara çarşı içinde Cemal'in kahvesinin üstünden bir oda tutmuş, orada kalmayı denemişti; ama yapamamıştı. Soğuktu, gürültülüydü; üstelik küf kokuyordu. Burası kalabalıktı kalabalık olmasına; ama sıcaktı. Hem daha temiz sayılırdı.
Lavabodan mutfağa geçti. Ocaklardan birinin üstüne çaydanlığı koydu. Bir iki bardak çay sıkı bir kahvaltı, güne başlarken vazgeçmediği şeylerdendi.
Çaydanlık kaynarken bir köşeye çekildi. Bir sigara yaktı. O ana kadar selam bile vermeyen Konyalı Hacı Hasan, hışımla döndü:
"Be Müslüman! İçmişsin, leş gibi kokuyorsun. Hadi Allah'a havale ettik. Sabah sabah bu dumanı savurmanın alemi ne ?"
Nuri gülümsedi.
" Efkârdan be Hacı, efkârdan."
" Allah bir size vermiş derdi, tasayı. Biraz şükredin halinize."
Hacı'nın zılgıtlarına karşılık vermeyi aklından bile geçirmiyordu. Çünkü, biraz üstüne gitse on gün kendisiyle konuşmayacağını biliyordu:
" Hacı, bu sabah misafirim ol!"
Hacı, bu dostluk çağrısına yanıt vermedi.
" Bak, Bakkal Muzaffer'den çok güzel pastırma aldım. Sana pastırmalı yumurta da yaparım."
Hacı pastırmalı yumurta lâfını duyunca sesini yumuşatarak:
" Yahu kardeşim, hem kendinize, hem kesenize yazık, üstelik Allah indinde..."
" Hacı… Pastırmalı yumurta..." dedi Nuri.
Hacı başını kaşıdı, sakallarını sıvazladı:
" Pastırmalı yumurtaya varım. Ama benim misafirim olacaksın."
Nuri, Hacı'nın neden kendisini misafir etmek istediğini gayet iyi biliyordu.
" Tamam, dedi, ben şimdi iki dakikada duş alır, sonra da pastırmalı yumurtayı pişirip sana gelirim."
Nuri'nin odası karmakarışıktı; masasının üstü de akşamdan kalmaydı. Hacı, böyle bir yere adımını bile atmazdı. üstelik altı ay da konuşmazdı.
" Konuşmazsa konuşmasın!" diyenlerden değildi Nuri. Birinin kendisine selam vermeden geçmesinden rahatsız olurdu. Kim olursa olsun, ister Türk,ister Yunan, Flaman, Marok, İtalyan... hiç kimsenin kendisine kırgın olmasını istemezdi.
" Kendi yüküm, bana yetiyor, bir de başkasının gönül yükünü çekemem." der, savuştururdu küçük sataşmaları.
Kahvaltılarını bitirdiklerinde vakit bir hayli ilerlemişti. Kahvaltı boyunca Hacı, Konya' da aldığı daireleri, iki kızını ilahilerle kocaya verişini, buğdayı ofise kaça sattığını..." anlatmıştı.
Nuri hiç konuşmamıştı. Yalnız kahvaltı masasından kalkarken:
" Yahu Hacı, bunca mal mülk var. Kızları da evlendirmişsin. Bizim gibi ipsiz sapsız biri de değilsin. Ne işin var buralarda? " demekten kendini alamadı.
Kafası iyi olsa Hacı'nın vereceği yanıtın " Karı dırdırından kaçıyorum, karı dırdırından!" diyeceğini biliyordu. Ama bu kez başka bir yanıt aldı:
" Buraya gelip de kopabilen mi var?" dedi Hacı ve güldü.
Üstelemedi." Anlaşılan Hacı, yine bir sarışın buldu." diye geçirdi içinden. Ama aklı grevdeydi. Bu yüzden konuyu açmak istemedi:
" Masayı sen toplarsın ben kahvelere kadar gideceğim. Grev ne alemde bakacağım." dedi
Hacı şaşırdı.
" Yahu, delirdin mi sen? Hem hastasın, çalışamıyorsun. Hem madenler kapanmasın diye grev yapacaksın."
Nuri:
"Emekli hakkı kazanmadan madenler kapanırsa ne yapacağım Hacı? Kütahyalı Nuri'ye köpekler bile güler buralarda." diyerek kapıya yöneldi.
Hacı:
" Hadi, git öyleyse, bana da anlatırsın." dedi.
Nuri, kapının arkasındaki bisikletini aldı. Avluyu geçmemişti ki bir durup üç yağan yağmur birden şiddetlendi. İçeri girip yağmurluğunu alması gerekiyordu.
Yağmurluğunu alıp çıkacaktı ki odasının karışıklığından rahatsız oldu. Ranzasına oturdu. İçinde bir sıkıntı vardı. Canı ne kahvelere gitmek ne de etrafı toplamak istiyordu. Ama odanın kokusu genzini yakıyordu.
" Akşamları ayı inine girer gibi giriyorsun. Biraz kendine gel, artık." dedi ve masayı toplamaya başladı.
Bütün işçi odaları gibi küçücüktü Nuri'nin odası. Köşede bir ranza, karşısında küçük bir masa ve bir elbise dolabı. Bir de küçük bir buzdolabı almıştı geçen yıl; ama odaya zor sığdırmıştı.
Yatağı düzeltirken kaç gündür tavandan sarkan örümcekleri anımsadı. Odayı iyice temizlemesi gerektiğini düşündü.
Ranzayı ortaya çekti. Belki iki belki üç yıl önce ta köşeye yerleştirdiği küçük valizi gördü. "Şimdi sırası mı?" diye mırıldandı.
Hacı'nın: " Yahu, küçük kız ben düğün isterim diye tutturur..." sözü geçti aklından. Eğildi valizi aldı, özenle açtı.
" Gel bakalım…"
Bu söz bir gizin dillendirilmesinden çok bir isyanın sönmeyen korunu ateşler gibiydi. Yüreği yine göğüs kafesini parçalarcasına atıyordu.
Küçük bir çantayı aldı. Bir süre elinde tuttu. Açmaktan korkar gibiydi. Anılar kanayacak, canı yanacaktı. Acıların düdenlerinde kıvranacaktı yüreği.
" Ah, keşke kanasa! İçime üğünen, şorlayıp aksa."
"Hacı yaptığını görüyor musun? Sabah sabah acıları uyandırmaya ne gerek vardı."
Sözcükler, sözler fırtına gibi geçiyordu içinden. Fermuarı açmaya yeltendi. Titredi elleri. Gözyaşları yüzünden süzülüp bağrının kılları arasında kaybolup gidiyordu.
" Şimdi sen de on sekizinde olacaktın Hatçe Kız. Bak başka Hatçeler evleniyor. Sen hep iki yaşında kaldın. Büyümedin...
Hayır hayır, büyüttüm ben seni, hayallerimde büyüttüm. Okullara gönderdim başka çocuklarla, karneler aldırdım sana da. Genç kız oluşunu, oğlanların sana bakışını gördüm."
"Ne düğünler yapardım, bilsen sana. "
Çantayı açmadı Nuri. Temizlik yapmaktan da vazgeçti. Valizi yerine koyup ranzayı itti. Akşamdan kalan yarım şişeyi gördü. Uzandı, şişeyi aldı, gülümsedi. Yerinden kalkıp çöplerin arasına bıraktı usulca:
Hiç kimsenin fark edemediği kararlılığıyla adeta tısladı.
"Ölmeyeceğim. Kimse beni uçağın kıçında götüremeyecek memlekete. Emekli olacağım ve her gün size çiçekler getireceğim."
Yağmurluğunu giydi, dışarı çıktı, yağmur olanca şiddetiyle yağmaya devam ediyordu.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir -Ötenazi- |
|
Anlatılmış ve yazılmış olanları okumayı defalarca deneyip bazen becerecek, bazı beceremeyecek kadar sonu gelmeden sıkılgan Cuma'lar oldu. Namaza gidenler içindi günün bütün mübarekliği. Secdeye durmayanlar için boğucu bir bitiştir Cuma…
Öyle şarkılar oldu ki sonra, güldürdü bazen. Bilinmeyen bir coğrafyanın sadece hikayelere konu olacak kadar yalan zannedilen ama gerçek olan; kanlı, canlı, aslı, astarlı gerçek insanları ve ayak gezdirilmiş kara parçaları vardı. Parçaydı ve karaydı evet. Simsiyahtı. Kar yağardı. Sonra güneş. Kara mı aç, güneşe mi tok bilinmeyen bir kara parçasında hep öyle değişik duyguların hasıl olduğu bir hayat. Bir süreliğine. Ama güzel. Bazen acıklı. Kendine kendini anlatan, küstüren, özendiren, sevdiren hatta aşık ettiren bir parça; kara…
Yollar buz tutar. Kar yağar bir kez. Ceremesini çekmeye yetecek kadar uzun uzun haftalar sonra. Jilet gibi yollar. Kimine göre kayganlığından mütevellit bir tanımlamadır jilet, kimine göreyse acının tarifinin en kestirme kelimesidir. Ani kesiktir. Tasarlanmadan. Pat diye. Çok anlık bir küçük hatanın hediyesidir. Kanı durdurmak mı zor gelir, kanı görmek mi, gömleğinin lekelenmesi mi bilmiyorum…
Her takkesi olanın sözü dinlenebilir. Söz söyleyebilen insan suretlidir. Bu nedenle kulağını vermen gereklidir. Her takkelinin sözü ne doğrudur ne gerçek. İnsanlar tanıdım. Dimdik, dosdoğru, tertemiz ama takkesiz…
İnsanlar gördüm, eğriliği kapak altı,sözü hep adamına minnet, kir içinde. Kimsenin çok şey bilmediği ama çok kişi dinlediği yerlerdi. Takkesi var diye inanmışlardı. Ne dese "tamam" buyuruyorlardı. Ve günlerden Cuma'ydı…
Konuştum. Anlatmak isteyecek kadar sabırlı zamanlar bahşetti tanrı bazen. Anlatmalısın dedi. En azından bildiklerini. Anlattım o zaman. Ama çabuk sıkıldım. Benim sabrım o kadar yeniyetmeydi ki; senden tek halt olmaz, sen kendini kurtar dedim, sustum…
Kara parçaları vardı. Zemini ıslak. Yolları ıslak, içleri kurutulmuş. Her aşkı, bir kadın- erkek yol boyu yürüyüşüne yakıştırabilecek kadar içi kuru zamanlardan da geçtim. Anlattım ben. Yanımdaki anlıyordu, gerisini önemsemiyordum, ha önemsedim çünkü bir zaman ve bu önemseyiş bizi yıpratmaktan öteye gitmedi. Ben de vazgeçtim, önemsemedim…
Kara parçası…Siz çok bilmezsiniz. Benim bilirliğim de öyle ulvi bir halden hasıl değil. Gittim. Gördüm işte. Anlatılanlar kadar komik değil. Ama acı da değil. Hayat işte. Her karanın parçaya düşürdüğü acı dik olmayabiliyor. Bunu öğrenmek de güzel. Buna şahit olmak da tecrübe, bu acıyla yoğrulurken vazgeçebilmek de referans. Bu donanımlı hali anlatamam hiçbir şirkete herhangi bir iş başvurusu için ama zaten başı vurmak istersem eğer bu işe olmuyor bende çok defa. Bu nedenle korkmuyorum büyük kara parçalarında parça başı şeklinde bana bahşedilmiş bu yalnızlık zamanlarından.
Dilini bilmediğin bir şarkıda oynayabilirsin evet. Oynamak ve eğlenmek, kalakalmak ve hüzünlenmek kadar konsantre duygular değildir. Dilini bilmeden eğlendiğin çok şarkı oldu. Bazen oynadın. Ama bilmediğin bir dilde ağlamaya başlamak ve hüzünlenmek için illaki o hayatın içinde olmak zorundaydın. Yoksa anlayamazdın. Anladım…
"Sabah gecesi"gibi bir tanım olmalı. Belki de vardır, bilmiyorum. Ama ben en azından yeni buldum bu tanımı. Gece desen değil, sabah hiç değil; öyle anların vardır. Bir sokağa çıkma isteği. Ama herkesin uyumasını bekleyecek kadar tevekkül içinde bir dört duvarın varken. Herkes uyur. Usulca sıyrılırsın. Topuk uçlarında bir hayat, parmak uçlarında biraz ürkmüş diye okunan okunaklı dualar gibi ezberinde. Gölgen kendine büyük. Sesin paranoyak bir hasta görünümü kadar korkutulmuş. Anlatma o zaman. Sadece yürü…
Çok tanırsan çabuk yabancılaşırsın. O kadar çok tanıdım ki ben, şimdi sesini hep bir başkasının sesinde bulacak kadar; yüzünü artık hiç görmemeye yemin ederek, en dönülmez kitaplara el basacak kadar… Görürsem artık seni; emin ol, iyi bil tanımayacağım. Kırılma, üzülme sakın, sen de tanıyamazsın artık beni. Tanrı söyledi. Tanrı seni görmememi istedi, ama kırılır dedim. Bunu düşünmememi emretti. Çünkü eğer sen de bir yerlerde görürsen beni tanımayacakmışsın, sahi öyle mi...
Acının ağrının paylaşılma hadisesini çözenler yoktur. Hep aynı cümlelerdir başka ağız kenarlarını ıslatacak kadar başka ömürleri yakanlar. Sıkılmak budur. Kalabalıklaşmak ve aynı oranda kirlenmek de bu…
'Anlatırsan açılırsın' diyenler anlattıkça açtıkları açıklıklardan büyük fireler veririler. Telafisi olmayacak açıklıklara girme, körleşecek kadar kapalı da kalma .Anlat, sadece anlat, dinleyecek birileri olsun; dimdik, omzu destekli, ama açılmak için değil; devasızlığına merhem için değil, anlatmış olmak için, anlatmak için anlat. Biri 'neden anlattın tüm bunları' demesin sen anlattıktan sonra. Dinleyicin anlatına şaşkınlık beslemeyecek kadar bilsin deliliğini. Akıllı rolünü giyindiklerine anlatma içinde birikenleri. Sığ yanında kulaç olanlar nasıl bilir senin derinliğini. Nasıl anlar. Emin ol anlamaz. İyi bil bocalar, bu derinliği kaldıramaz, yapamaz…
Yarış boyu koşmuş, yorulmuş, ama yenilmiş, takdiri esirgenmiş bir at. En az yenenler kadar salyası ağzında birikti. Ama önünde olanları geçememek bütün yenilgisiydi. Ömrünü yedi…
Yarın varsa bir sonraki yarının umudu da var. Raylar hep aynı yola götürüyor olabilir. Korkma artık, trenler son tercihtir toplu taşıma araçlarında…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Tuhafiye |
|
Her gün büyük bir merakla, vitrininden gözlerini ayıramadığı o tuhaf dükkana geliyordu. Pek birşey anlamsa da vitrinde gördüklerinden o da tuhaf bir poza bürünüp bakıyordu. Çocuktu, ufacıktı, henüz alfabeden anlamıyordu. Günlerden birgün, mahallenin ablaları tutuverdiler elinden, sonra da doğruca o tuhaf dükkanda alıverdi soluğu. Küçük bir zilin iliştirildiği kapıdan ilk adımın attığında rengarenk incik, boncuk kutularına takılıverdi. Birbirinden güzel renklerde düğmelere şaşkın şaşkın bakakaldı gözleri. Sonra tanıdık bir koku geldi burnuna, saçlarına sürüvermişlerdi ablaları kocaman şişeden fıs fıs sesleri çıkartarak aldıkları kolonyayı. Evdeki kolonya şişesinin yanında kocaman bir cam balondu burada gördüğü. Fıs fıs eden lastik şeye dokunmak istedi ama yetmedi boyu. Zaten dükkancının gözlerinin üzerinde olduğunu farketti.
"Yüksük ve iğne verir misin ?" dedi mahallenin ablalarından biri. Ufacık aklının bir köşesine kocaman harflerle kazıdı "Yüksük" diye.
"Çıt çıt ve fermuar da gerekli" dedi diğer ablalardan biri. Hemen "Yüksük" kelimesini biraz kenara ittirip yanına "Çıt çıt" ve "Fermuar" sözcüklerini ekledi. Sonrasında yağmur gibi yağdırmaya başladı ablaları.
"Kaç numara bu tığ ?"
"Don lastiği de istiyorum ben. Hem yassı olsun hem de yuvarlak"
"Su taşı, fiyonk ve göbek bağı da var mı ?"
Hangi birini o ufacık aklına sığdıracağını bilemedi.
"Şu dantel ipliklerinin güzelliğine baksana şekerim"
"Üç metre ekstrafor istemişti annem"
"Bir de kırmızı kurdela, ama ne kadar alınır bilmiyorum" diye kikirdemeye başladı ablalardan biri.
"Ooo, unutulur mu ?" dedi koro halinde diğer ablalar.
"Bana 10 tane çengelli iğne" dedi birisi.
"Onu kendine batır, çuvaldızı yeni geline" dediklerinde herkes başladı yine gülmeye.
Ne tuhaf şeyler söylüyorlardı. Gözleri bu kez irili, ufaklı makaralara takıldı. İçlerinden birini aldı, evirip çevirmeye başladı.
"Oynama çocuk !" sesiyle irkildi.
"Az kalsın unutuyorduk, iyi ki çocuk hatırlattı, kızlar ne renk olsun makara ?"
"Makaram sa-rı bağ-lar looo, kız söy-ler ge-lin ağlaaar" diye hep birden başladılar türkü söylemeye.
Günler, günleri kovaladı, o çocuk serpildi, büyüdü, büyüdü, büyüdü. Büyüdükçe o tuhaf şeyler satan Tuhafiye dükkanı geliverdi aklına. Yandaşlarıyla beraber hemen her gün tuhaf şeyler getirmeye başladılar kapanmış gitmiş Tuhafiyeci dükkanlarına nispet.
"Satamazsın !" diyenlere inat "Babalar gibi satarım" dedi içlerinden bir tanesi. Kırmızı kurdeladan nefret ediyordu zaten hepsi.
Makarayı da yeşil bağladılar. Vatan topraklarından kaçıp, yeşil sermaye ile başta medya olmak üzere tüm kapıları birer ikişer açıp, salya sümük edebiyatı ağladılar.
İşsizlikten insanları aç, don lastiğine muhtaç bıraktırıp, kapılarına çuval çuval yaldız taşıdılar.
Çıt çıt başladıklarını, arka bahçeden dantel dantel ördüler. Soros'un çocuklarını yeşil sermaye ile gördüler.
Memleketin en önemli değerleri incik boncuk misali üç kuruşa sattılar. Dünyada bizden başka müşterisi kalmayan IMF ile sabah kalkıp akşam yattılar. Karanlığa giderken, sanki istiyormuşcasına AB'ne çengel attılar.
Her satışın komisyonunu "Ekstra for ...." diye göbek bağı yandaşlarına kayırdılar.
Sonunda; dinin gereği diye yutturulan, fiyonk misali tutturulan bez parçasını velev ki siyasal simge sayıp ( ayıp ki ne ayıp ) milleti birbirinden ayırdılar.
Tuhaf işleri başardılar velhasılı. Tuhafiye işlerini, Manifatura sildi.
Money'si ceplerine, fatura'sı millete kesildi.
"Oynama çocuk !" diyenlere artık kulak bile asmıyorlardı...
Laik Cumhuriyeti'n altını oymak için pek de kasmıyorlardı...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kırmızı Koltuk
"Yanlışla başlayan bir yanlışa devam etmekti
Aslında sen haklıydın en başından beri
Sen ve ben hataydık. Yıpranmıştık..
Tıpkı eskiciden evimize severek aldığımız şu koltuk gibi..
Yeniden başlamak bizi yormaz sanmıştık..Yanılmışız sevgili…
Kırdık,yaraladık birbirimizi. Ve "gitmek" istedik bu sefer ikimizde.Hepsinden farklı bu kez.:
Artık yaralarımız bant tutmazken bitirelim dedik.. Bir daha dönmeden…
Ayrılırken bölüştük evimizdeki her şeyi:
Sen bırakırken bana sensiz bir evin ilk kapı sesini,
Arka bahçeye attığımız koltuğa bakıyordum camdan
Ne kadar da renkli duruyor yıpranmış aşkımızın yorgun "kırmızı" hali...
Dilek Adıgüzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan ÇİVİSİ ÇIKMIŞ BU MEMLELEKETİN… ÇİVİSİ |
|
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi
uzanan bu memleket bizim.
Bu mısraları henüz bir ilkokul öğrencisi iken duyduğumuzda boğazımız düğümlenir, gözlerimiz nemlenirdi. On kasım törenlerinde şiir okuyan ince gür sesli kızlar, şiirlerini tamamlayamadan hıçkırıklara boğulurlar, bacak kadar boyları ile kolonyalı, mendilli, fenalık geçirmiş muamelesine tabi tutulurlar, öğretmenleri onları teselli etmeye çalışırlardı. O denli içimize işlemişti Atatürk. Devrimler. Kurtuluş savaşı.
Medeniyet. Şehitlerimiz. Cepheye cephane taşıyan kadınlarımız. Bilim. Sanat. Özgürlük. Bağımsızlık.Bu büyük memleketin bir ferdi olmanın verdiği, onur.
O zamanlar umudumuz vardı çünkü. Ve umut yaşamın kardeşiydi.
Sonraları ne oldu ne bitti, anlayamadan, umut yatağa düştü. Can çekişmededir. O günlerde hıçkıra hıçkıra ağlayan kızlar, acaba şimdi ne yapmaktalar. Her biri birer tüccar karısı olup, başlarını bağlayıp, dizlerini kırıp, oturdular mı bir köşede, yoksa hala gönüllerinde bir tel titriyor mu On Kasımlarda.
Sanmıyorum. İnanmıyorum. Umut son nefesini vermemek için direnememektedir ve büyük ihtimal bu gün, ecel günüdür.
Memleketin bu kadar konuşulacak mevzusu varken, türban meselesine takılıp kalmamak gerektiğini savunan aydınlara bir çift sözüm var.
Bu gün memleketin, en önemli meselesi budur. Ecel gelip kapıya dayanmıştır. Umut yitirildiğinde, yaşam bambaşka sürecektir. Medeniyet, karın tokluğu demek değildir. Bir miktar yükselmiş Gayrı safi milli hasıla hiç değildir.
Bu gün TBMM 'nin alacağı karar, ya medeniyet yolunu açacaktır ülkeye (ki hiç de olası görünmüyor), yada din devleti yolunu. Bunun lamı cimi yoktur. Laf kalabalığı veya sonuna ulaşıldığında başı unutulan uzun cümlelerle meselenin özü saptırılamaz.
12 Eylülde Lisede, Üniversite okuyanlar hafızalarını yokladıklarında benim söylemimi anlayacaktır. Ancak ne var ki, ne bu günkü idareye vekaleti verenlerin çok büyük bir kısmının, okul ile alakaları olmadığından, çabamın boşuna olduğunun bilincindeyim.
Okuma özgürlüğü nasıl yerle bir edilirmiş asıl bundan sonra göreceğiz. Boykotları, forumları, militarizmi, okumaktan başka hiçbir amacı olmayan medeniyet yolcularının nasıl kimvurduya gideceğini düşündükçe içim ürperiyor. Allah hepimizin ve gençlerimizin yardımcısı olsun.
Avrupa Türk toplumunun yüzde yetmişinin mutlu olduğunu ilan etti. Tabi böylesi ahkamlar Türkiye'deki gibi laf ola beri gele söylenmez Avrupa'da. Mutlaka ciddi bir araştırmaya dayanıyordur.
Eğer buna seviniyorsak, utanmalıyız. Millet olarak mutluluğun ne anlama geldiğini de unuttuk demektir. İnsanı diğer canlılardan ayırtan özelliklerini göz ardı etmeden düşünmek gerekir mutluluğun tanımını.
Argo'yu bolca kullanan bir dostum; "Keyfin nasıl ?.." diye sorduğumda..
" Keyif eşekte olur .." derdi. Şimdilerde anlıyorum , ne demek istediğini.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
TREN YOLCULUĞU
Bir gün giderim uzak yolculuklara,
Eski bir trenin nemli vagonunda bulurum kendimi,
Gözlerim dalar tozlu pencerenin ardındakilere,
Düşünürüm neyi düşündüğümü bilmeden.
Yemyeşil kırlar görürüm, tepesi karlı dağlar,
Kıvrılarak gider köyün tozlu yolları,
Kuşları seyrederim masmavi gökyüzünde,
Eski trenle sanki yarışırlar.
Haykırışla korkutur, trenin yaşlı sesi,
Geçici bir yolculuk olur tünelin karanlığında.
Sonra aydınlanır nemli vagonum,
Huzura kavuşmuş gibi çıkar aydınlığa.
Dağların ardında masmavi bir deniz,
Yakamozları kamaştırır gözlerimi,
Yön verir gemilere martı çığlıkları,
Kulağımda hayali, dalganın hırçın sesi…
"Merhaba" der trenim küçük bir köye,
Görürüm kuyudan su çeken yorgun elleri,
Çığlıkları yarışır kırda oynayan çocukların,
Çember çevirirken çamur olmuş yüzleri.
Sıra sıra uzanır köyün tarlaları,
Meyve ağacıyla dolu bereketli toprağı,
Sessizce uzanır taşlı, ince deresi,
Flüt çalar çayırda köyün aşık çobanı.
Elveda derken köye kapanır gözlerim,
Huzur verir bana tren yolculuğu,
Uykuya dalar yorgun bedenim,
Canlanır anılarda uzak memleketim.
Nevriye Hamitoğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Sevgili KM Dostu,
Sağlığınız bizim için önemlidir,
Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.
Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.
Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.
Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...
Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
Randevu için: Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)
IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr
Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.
Yazarlarımızın Kitapları
Merih Günay "Martıların Düğünü" |
Nesrin Özyaycı "Işık -II-"
|
Temirağa Demir "Her kardan Adam Olmaz"
|
|
Şadıman Şenbalkan "Şehit Analarımızın Çığlıkları" |
|
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Müyap, Mesam, Müyorbir ve Msg tarafından lisanslanan www.hitklip.com , bu yanıyla Türkiye'deki ilk yasal video klip sitesi. Kullanıcılar şuan itibariyle sitede bulunan 738 sanatçının 1672 klibini istedikleri kadar izleyebiliyorlar. Sitede arka arkaya izlemek istediğiniz klipler için çalma listesi hazırlamanız mümkün. Site gelirini kliplerin başında ve oynatımı sırasında gösterilen reklamlardan sağlıyor. Sitenin sloganı ise "İnternette korsan klip izlemeye son". Üyelik kaydı yaparken gerekli alanların tamamını eksiksiz olarak doldurduğunuzdan emin olun, en ufak eksiklik ya da hatanız listeyi yeniden doldurmanıza neden olabilir.
Bilgisayarınızın psikolojisinden anlamak için http://www.pckoloji.com/ web sayfasını ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum. Birlikteliğinizin daha verimli (?) ve daha uzun soluklu olması için böyle şeylere önem vermeniz gerekiyor. Şaka bir yana bilişim teknolojisi alanındaki yenilikleri takip etmenin bir yolu da böylesi internet sitelerini takip etmekten geçiyor.
Cep telefonlarınıza ücretsiz indirebileceğiniz oyunlar, temalar, zil sesleri ve programlar için http://gallery.mobile9.com/ Telefonunuzun marka ve modelini seçip size uygun dosyalara ulaşabilirsiniz. Önce bilgisayarınıza indireceğiniz bu dökümanları, cep telefonunuza aktarıp kullanabilirsiniz. Artık cep telefonu ile bilgisayar bağlantısı konusundaki bilgileri de benden istemezsiniz umarım.
Son olarak yasaklı olduğu halde youtube web sitesine girmenin kolay yolu http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://www.youtube.com Youtube takıntısı olanlara duyurulur
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3752 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))
|
|
|
|
|
|