|
|
|
18 Şubat 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kısa Kısa!.. |
İyi haftalar,
Çağırdık çağırdık, işte geldi sonunda. Kar yağmazsa kuruyacağız dedik, Sibirya sesimizi duydu, ne var ne yok gönderdi sağolsun. İki gündür evin içinde besiye çekilmiş süt veren şirin yaratıklar gibiyim. Tek farkım, yerken başka şeylerle de ilgilenebilme yeteneğim. Şöyle bir toparlarsam, dört tane DVD seyretmişim, pekçok gazeteyi hatmetmişim, çokça koltukça uzun oturmuşum ama hepsine ağız ve mide ile eşlik etme becerisini ziyadesiyle göstermişim. Bravo bana. Tabi dünya nimetlerinden bunca yararlanırken gündemi de takip etmeyi unutmadık. Her daim görevimizin başında, kulağımız elverdiği ölçüde delik, gözümüz dört izledik olanı biteni.
Bir efsane daha göçtü bu diyardan. Deliydi, doluydu ama çok renkliydi yahu Aysel Abla. Onu aklına getirip gülümsemeyen kaç kişi vardır acaba şu memlekette. Sadece dopdolu geçen yaşantısıyla değil, yaratıcı kişiliğinin ürünleri olan şarkı sözleri ile de bir kendine özgü divaydı tartışmasız. Mekânı cennet olsun, nur içinde yatsın.
Bez üzerinde tartışmalar, sertleşmeler sürüyor. Tam bez demişken bir konuya açıklık getirmek isterim. Bazı arkadaşlarım bez diyerek saygısızlık yaptığımı söylemişler, onların takdiridir birşey diyemem ama o örtünün bez olduğuna ben yemin edebilirim de acaba onlar "Bu türbandır" diye iddia edebilirler mi orası meçhul. Takiyye yapıp başörtüsü demeyi de içime sindiremiyorum kusura bakmayın. Zira o kafalarına doladıkları bezin benim anneannemin sokağa çıkarken başına bağladığı baş örtüsüyle uzak yakın bir âlâkâsı yok. Var diyenin de alnını karışlarım. Her neyse...
Aslında bir çözülme başladı. Ve tuhaftır çözülme bez yandaşlarında. En ilginci de, bazı başı bağlı kızlarımızın, konuyu özgürlükler adı altında değerlendirmeleri ve diğer tüm özgürlüklerle birlikte ele alınması gereken bir gerçek olduğunu savunmaları. Kulağa hoş geliyor ama samimi olup olmadıkları bir yana, altına imza atanların cüzi miktarda kalması düşündürücü. Çünkü "Velev ki..." kapsamına giren bezi takanların büyük çoğunluğu her yerde beze özgürlüğü savunurken diğer konularla ilgileri bile olmadığını artık büyük bir cesaretle zikredebiliyorlar. Diğer bir çözülme ise, bezi savunan aydınların arasında imam hatiplerin gereksizlerini kapatıp kız öğrencilere tamamen yasaklanmasını isteyenlerin artmasıyla kendisini gösteriyor. Bakın bu hiç te yabana atılacak bir fikir değil. Memlekete başbakan, cumhurbaşkanı veya vekil yetiştirmek için değil, imam yetiştirmek için açıldığı iddia edilen bu liselerin gerçek işlevlerine dönmesi tansiyonu olağanüstü bir şekilde düşürecektir, buna kalıbımı basarım.
Terörist başı aponun derdest edilip memlekete getirilişinin yıldönümü tüm memlekette molotof kokteyleri ve biber gazıyla kutlanmış. Şaka bir yana, pkkya baş olma kavgası dağda sürerken İstanbul'un göbeğinde çoluk çocuğun yaptığı eylemler, şu kafasını beze gömmüş iktidarı uyandırmış mıdır acaba? Uyanmadılarsa da artık uyanmalılar. Yoksulluk sınırının bindokuyyüzküsur, açlık sınırının altıyüzseksenyedi lira olduğu bir memlekette bu işi gücü olmayan gençleri oyalamanın bir yolu mutlaka bulunmalı. Üç tane başı bezli kızın üniversiteye girmesi ile uğraşacaklarına, her yıl sınavdan dönüp ne yapacağını şaşıran bir milyon küsur gencin derdine deva olmaya çalışsalar, belki de başaracaklar. Ama nerede o kafa? İşte asıl tartışılması gereken soru bu. Hepinize bembeyaz bir hafta diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Rana Marcella Özenç KUPA DOKUZLUSU |
|
Sanırım yazlıktaki üçüncü günümüzdü. Yani sakinliğimiz doğal olarak o gün bozulmuş olmalı. İlk gün dokuz saatlik yolculuktan yorgun gelmiş olurduk ve yemeği dışarıda yedikten sonra hemen yatardık. Anadolu'nun havasından birden Akdeniz'in havasına geçince benim hemen gözlerim şişer, sinüslerim dolar ve suratım bir palyaçonun burnu kadar kırmızı olurdu. İkinci günün sabahı bir gece önce yatmadan ilaçladığımız ev süpürülürdü. Ne de olsa yerlere ve özellikle köşelere attığımız zehirden ölen akrepleri ve başka çeşit böcekleri süpürmek gerekliydi. Diğer böcek türlerini bilmiyorum ama akrep ölünce bile tehlikelidir, eğer üstüne basacak olursanız tabii. Sonra o gün ev iyice temizlenirdi. Tabii gene bir yorgunluk… Yemek gene civar pansiyonlardan birinde yenirdi, zira bu küçük köyde sadece pansiyonlar vardı. Erkenden yatılırdı. Tatilin en güzel günleri bunlardı benim için. Çünkü üçüncü gün yorgunluk biterdi ve asıl tatil başlardı. İşte o zaman kendimi yine bulurdum annem ve babam arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen huzursuzlukların içinde…
Aslında seviyorlardı birbirlerini. Çok şeyden vazgeçmişlerdi birlikte olmak için. Başta her şey çok güzelmiş. Ama ben büyüdükçe ve onlardan uzaklaştıkça sorunlar ortaya çıkmaya başladı tabii. Ne de olsa bir kültür ayrıcalığı vardı ve bu hep görmezden gelinemezdi ki. Gençken bazı şeyleri görmezden gelmek ve 'seviyorum' diye haykırmak ne kolay. Sonra yaş denen o elleri buruşuk, kaşları çatık yaşlı adam gözlerimizi açıyor zaman geçerken. Zira birlikte çalışıyor bu çirkin yaşlı adam ve zaman denen illet.
Annem ve babam New York'ta öğrenciyken tanışmışlar. Uzun hikâye. Belki bir gün onu da anlatırım. Şimdi konumuz o değil. Öyle bir aşk yaşamışlar ki sınır tanımamış aşkları. Aileler tabii üstlerine düşen görevi yapmışlar ve başlangıçta uyarmışlar onları siz çok farklısınız diye. Ama nafile. İki genç birbirini severse kimi dinlerler ki? Onları birbirlerine bağlayan bir de bebek doğunca ayrılmayacakları resmi olmuş. Ama ben büyüdüm ve büyüdüğüm her adım içinde acı çeken onlar oldu. Ben yaşımın getirdiği zorlukları yaşadım sadece; ergenlik sorunları, ilk aşk… Onlar bölündüler git gide ve yaptıkları dönülmez hatayı anlamadan huzursuzca evliliklerine devam ettiler.
Neyse; yazlıktaki üçüncü günümüzdü. Babam yine içmeye öğlenden başlamıştı, zira tatildeydik. Annem onu görmezden gelerek bahçeye attığı şezlongda kucağından inmeyi reddeden köpeğimizle güneşleniyordu. Ben ise elimde iskambil kâğıtları, fal bakıyordum ikinci katın balkonunda, yani öğlen gölge alan ve tek yerde. Kâğıtları keserken dilekler diliyordum. Aslında hep aynı dileği diliyordum. Henüz on üç yaşımdaydım ama ilk aşkımı yaşıyordum. O benim varlığımın bile farkında değildi ama olsun. Adını bile düşününce midemde bir gıdıklanma oluyordu. O da bu köydendi. Nasıl da yakışıklıydı, anlatamam. Sarışındı. Yem yeşil gözleri vardı uğruna şiirler yazabileceğim. Ama bir de çapkındı ki… Sahil pansiyonlarında kalan her İngiliz kızla flört ediyordu. Yaşı da büyüktü benden. Bizimkiler duysa beni öldürürlerdi. Zaten neden bana baksın ki diye içim içimi yemişti o yaz ama olsun ilk aşkımdı. Yalnız tuhaf bir şey yaşadım o öğlen boyunca. Her soru soruşumda ve kâğıtları ikiye kesişimde çıkan kâğıt aynıydı. Kupa dokuzlusu… İyi karıştıramadım galiba diye düşündüm. Bu falı bana sınıf arkadaşım öğretmişti. Kâğıtlara dilek dileniyordu veya cevabı evet ya da hayır olacak şekilde soru soruluyordu. Kesince çıkan kâğıt kırmızı ise cevap evet, siyah ise hayırdı. Tabii bazı rakamların da anlamı vardı. Mesela iki çıkarsa üzüntü, üç çıkarsa mutluluktu. Dokuz ise kavuşmak anlamını taşıyordu. Kâğıtları masaya bırakıp deniz kenarına gittim.
Akşam annemler pansiyonlardan birinin barında otururken ben her yaz ki arkadaşlarımla kahvede televizyon seyrediyordum. Herkes yıl boyunca başına gelenleri anlatıyordu. Ne sıkıcı… Aklım tek bir insandaydı ama o ortalıkta yoktu. Fallara devam… O sene ilk defa gelen bir kız vardı. Adını bile hatırlamıyorum. Aslında tatil köylerinde tatil yapan ve bu tür gerçek köylerden uzak duran bir ailenin çocuğuydu. Nasıl olmuş da olmuş o sene oraya gelmişlerdi. O Anadolu'dan değildi zaten. İstanbul'dandı. Bir kere orda farklıydı bizden. Şivesi bile farklı geliyordu bize o zamanlar. Bizimle aynı yaştaydı ama bizden çok daha fazla şey yaşamışlığı vardı. Okulda faldan ziyade yaptıkları bir şey varmış. Kalp çağırmak… Bize bunu önerdi. Hepimize cazip geldi ne yalan söyleyeyim.
Ufak kâğıtlar kestik ve üstlerine harfler yazdık. Bir fincan istedik kahvenin sahibi teyzeden. Kuytu bir masa seçtik biri kimsenin göremeyeceği ama bizim ne yaptığımızı görebileceğimiz kadar aydınlık. Sorular başladı.
Fincana ben parmağımı değdirdiğimde müthiş bir elektrik hissettim. Bu hepimizin ortak enerjisi olmalı diye düşündüm. Ama bana soru sorma zamanı gelince cevaplar hep tuhaflaşıyordu. Fincan aynı şeyi yazıp duruyordu. Kim itiyordu merak ediyorum. 'SARA' tekrar tekrar bu kelime…
Sıkıldım. Erkenden eve gittim. İstediğim tek şey aşkımın adının yazılmasıydı ve karşılık alacağımın. Ama hep o anlamsız kelime 'SARA' yazılmıştı benim şansıma. Annemler evde değildi. Gece dörtten beşten önce gelmelerini beklemezdim zaten. Keyifli keyifli içerlerdi ve gecenin en son saatlerinde çirkinleşip kavga ederlerdi. Zira bu bizim sıradan bir gecemizdi.
O gece rüyamda bir gemide olduğumu gördüm. Dışarıda fırtına vardı. Yağmur var gücüyle savaşıyordu dalgalarla. Rüzgâr bir yandan gemiyi sıkıştırıyordu, dalgalar diğer bir yandan. Zavallı gemi ayakta kalabilmek için ne kadar savaşsa nafile, dört bir yandan sarılmıştı felaketle. Bir o yana bir bu yana savruluyordu, bir zamanlar dost bildiği dalgaların kuvvetiyle. Ağladığını ve yalvardığını duyar gibiydim. Gözyaşları karışıyordu şiddetle yağan yağmura. Oysa birkaç saat öncesinde ne kadar sakindi deniz bir annenin şefkatli kucağı gibi. Değişmişti birden rüzgârı gören ve gerçek aşkını unutan sevgili misali. Ölüme doğru yolculuk ediyordu gemi sevgilinin kucağında son dakikalarını yaşarken. Tek bir ümit ister gibiydi. Hava almak için başını göğe doğru uzatıyordu ama sevgili onu hep itti denizlerin derinliğine bir an önce boğmak istercesine, zira sonu kaçınılmazdı ve belki sevgili yalnızca son bir merhametle acı çekmesini engellemek istiyordu, çabuk bitmesi için çaba harcarken ve var gücüyle gemiyi sular altına gömmeye çalışırken. Artık geri dönüşü yoktu. Güvertede bir kız gördüm o sırada. Ne kadar da güzeldi. Islanmıştı gemiye vuran dalgalardan ve yağan yağmurdan ama sakindi ve siyah gözleriyle bana bakıyordu. Yardım istemiyordu aksine ben ondan yardım istiyordum ve elimi ona doğru uzatıyordum beni oradan, o korkunç rüyadan çekip çıkarması için. Üzerinde beyaz bir gecelik vardı. Geceliği kadar beyaz yüzü soğuktan kızarmıştı ve sarı saçları geceliği kadar ıslanmıştı. İşte böyle tanıştık ve arkadaşlığımız böyle başladı. Hayali arkadaşım Sara ilk defa o gece rüyamda beni buldu.
Gözlerimi kapadığımda onu zihnimde görebiliyordum, şefkatli sesini duyabiliyordum. Bana benim o çok sevdiğim Akdeniz sularında bulunduğu geminin nasıl battığını ve o sularda nasıl öldüğünü anlattı canım arkadaşım. Onun yanımda olduğunu anlamak için yapmam gereken tek şey iskambil kâğıtlarını kesmekti. Sara yanımdaysa çıkan kâğıt hep aynıydı. Kupa dokuzlusu. Sara bu kâğıdı seviyordu. Aramızdaki bir şifreydi kavuşma anlamını taşıyan bu kâğıt bizim kavuşmamızı ifade ediyordu.
Beni hep dinledi. Yaz boyunca yanımda oldu. İlk aşkımı ona anlattım. O yaz yaşadığım ilk kalp kırıklığımı onunla paylaştım. Çok canım acımıştı ama elimden tuttu ve yaralarımı sardı. İlk defa adet sancısı çektiğim o yaz gene yanımda o vardı ve bana korkulacak bir şey olmadığını anlattı. Öyle yalnızdım ki kendi dünyamda, içimdeki boşluğu o doldurdu. Odama kapanıp saatlerce onunla sohbet ediyordum. Anlatacak öyle çok şeyi vardı ki. Paylaşacağı şeyler hep yarım kalmıştı onun. Sadece ben artık onu dinleyebilir, anlayabilir ve yanında olabilirdim. Onun yaşadığı boşlukta sadece ben vardım. Biz birbirimizi tamamladık, zira ikimizin de öyle çok eksiği vardı ki hayatta. Onun hayatı elinden alınmıştı erkenden, benimse yaşadığım hayatın farkına bile varmayan bir ailem ve konuşamadığım arkadaşlarım vardı. Ama yaz kısa sürdü ve her güzel şey gibi o yaz tatili de sona erdi. Ailem odama kapandığım saatlerden dolayı kaygılıydı. Bir şeylerin yolunda gitmediğini sanıyorlardı oysa ben hayatımın en güzel yazını Sara ile geçirmiştim ve hiç olmadığım kadar huzurluydum. Ama yetişkinler hiçbir zaman mutluluğu mutlulukla sona erdirmeyi kabul etmezler ki. Hep işin içinde iş ararlar ve her şeyi kurcalarlar. En sonunda bana Sara ile olan arkadaşlığımı itiraf ettirdiler. Oysa anlayamayacaklarını ve beni yanlış anlayacaklarını biliyordum. Eve döner dönmez bir uzmandan görüşme için saat alındı ve Sara ile olan dostluğumun yerini artık her hafta ofisindeki koltuğuna beni oturtup yüzüme bakan ve bana sorduğu sorulara kaçamak cevaplar vermeye çalıştığım bir yabancı aldı. Sara ait olduğu yerde, denizde kalmıştı ve yılın geçmesini iple çekiyordum onu yeniden görmek için. Uzmanla görüşmeler uzadıkça uzadı ve ben bir yıl daha büyüdüm. Yazlığa bir sonraki gelişimde Sara beni beklemiyordu, artık o yoktu. Ben de yetişkin olmaya doğru adım atmıştım ne de olsa…
Şimdi yıllar geçti. Hala merak ediyorum onu ben mi uydurdum yoksa gerçekten kısa bir süre içinde olsa biz bu dostluğu paylaştık mı? Yazlığa işten vakit bulursam gidiyorum ve gözlerimi kapatıp o beyaz gecelikli, kırmızı yanaklı, siyah gözlü ve sarı saçlı kızı, Sara'yı düşünüyorum üst kat balkonunda. Onu eskisi kadar net göremiyorum zihnimde, hatta her sene daha da silik bir hale geliyor. Galiba unutuyorum ben de zamanla. Hayatımdaki yetişkinlerin sağlıksız bulduğu bu hayalin silikleşmesi zaten istedikleri şey değil miydi? Ben de artık bir yetişkinim ne de olsa…
Uzun süredir ilk defa bu akşam onu zihnimde daha net görebildim. Canım arkadaşım benim, bu satırlarda hala var olduğunu hissetmek içimdeki bir boşluğu yeniden doldurdu. Sıcaklığını hissedebildim yine. Şimdi elimdeki iskambil kâğıtlarını keseceğim. Sizce ortadaki kâğıt onunki olabilir mi? Yani kupa dokuzlusu? Sadece umuyorum. Masum bir çocuk gibi, yine bir dilek diliyorum. Huzur içinde uyu Sara…
Rana Marcella Özenç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Zühre Meryem Kaya Ben Böyle Şey Gördüm! (3) |
|
…Yıllar geçtikçe yerini koruyan ve ulaştığı kitle sayısını arttıran tek şey televizyon oldu. Televizyon biraz daha bilinçli kullanılsaydı, televizyonun hayatımıza adım adım girdiğini hatırlayan bizler çok daha farklı olurduk. Olmadı. İstenildiği gibi kullanılmadı, kullanılamadı…
TV'de bilgi yarışmaları "Bir Kelime Bir İşlem." başladı. Biz üç kardeş TV'nin karşısına geçip, sorulan soruya kim daha çabuk cevap verecek diye yarışırdık ve inanın çok keyifliydi. Daha sonra birçok yarışma girdi hayatımıza ve hepsini pazar gününe yığdılar. Sonra bilgi yarışmalarına da eğlence yüklendi. Bununla yetinmeyip, yarışmaya katılan yarışmacıyı bilgisiyle değil, karakteristik özellikleriyle diğer insanlarla yarıştırıp sevgili bulmaya başladılar. Sanırım programın adı "Saklambaçtı" ve sadece tiksindiriciydi. Zaman geçtikçe insanlara bu eğlencelerde yetmez hale geldi. Artık insanları TV karşına bağlamanın başka yolları bulunmalıydı. Eee yavaş yavaş eğlence morfininin etkisi geçmeye başlamıştı.
Her ne kadar farkında olmasak da maddeci anlayışın hızla yayıldığı bu yüzyılda, her birimiz aslında birer "SAVAŞÇIYIZ", muhatabımız yel değirmenleri bile olsa savaşmalıyız…
Yarışmalar da eğlence programları gibi haftanın her gününü sardı ve yarışmalarda para dağıtılmaya başlandı. Bu da yetmeyince, televizyon, çamaşır makinesi, tencere takımları, yemek takımları, altın takılar, -erkeklerde unutulmadı tabi- motorlu bisiklet, ev, araba… Televizyona bağımlılık bir şekilde - başarıyla - sağlanıyordu. Ne yazık ki reklâmlarla da desteklenerek insanlar maddeci anlayışın tam ortasına doğru sürüklendi. Oysa maddecilik, bizim hayatımızı kolaylaştıran, yeteri kadarı iyi olan, fazlası bağımlılık yapan bir yaşam tarzıdır.
Yarışmaların da izlenme oranı düşünce, baktılar kumsallardaki deniz suyu çekiliyor. Bi'şey yapmalı… Gece yarılarına kırmızı noktalı programlar konuldu. "On sekiz yaşından küçükler izleyemez." denildi, tüm on sekiz yaşından küçük olanların daha çok ilgisini çekeceğini hesaba katmadan. Ya da amaç buydu ve "amaca ulaşıldı" Arkadaşımın telaşla; "Gece televizyon izledik, erkek erkeğe ilişkiye giriyorlardı!" dediğini, hatırlıyorum. Aradan on yıl geçti, şimdi ise etrafımda cinsel kimlik sorunu ile yaşayan ve nefes alamayan insanlarla yaşıyorum. Oysa öpüşme sahnesi dahi çıksa başını öne eğen çocuklardı bu neslin çocukları. Utanmayı biliyorlardı, utanmayı bilmeyen büyüklere inat.
Şimdi ise ayakta alkışlıyorum sizleri; ama protesto için. Amacınıza bu kadar başarılı ulaştığınız, utanmayı bilen (akıl, irade ve utanmadır insanla hayvan arasında ki çizgiyi koruyan) bir nesli kırmızı noktalı programlarla ve daha sonra özel şifreli kanallarla ruhlarını geri çağrılmayacak şekilde satın aldığınız için, ayakta alkışlıyorum sizleri.
Şunu bilin! Ne kadar net bir görüntü ile yayın yapsanız da benim için renginiz hep karanlık kalacak ve bir gün ümit ediyorum ki "YOK" olacak…
Zühre Meryem Kaya z.meryemkaya@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
HANGAR
Hafta sonuna girerken hep böyle olurdu. İçi sıkılan bir insan oluverirdim. Genelde de öyleydim zaten. Ama tatile girme hissi ve son çalışma saatleri çok sıkıcı oluyordu işte. Ve bazen çekip gitmek geliyor içimden. Ama gidemezdim. Masamdaki son işleri de toparladım ve çıkmaya hazırlanıyordum. Hafta sonlarını göl kenarındaki evimde geçirmek beni rahatlatıyordu. Oraya gidince başka bir boyuta girmiş bir zaman yırtığından geçmiş gibi oluyordum.
Ailemle hiç bir zaman anlaşamadım. Babam ölünce iyice koptuk zaten. Yalnızlık tek dostumdu. En iyi dostum. Günler bu şekilde geçip gidiyordu. Ve ben hayatım boş boş akarken sadece sinemada dev ekrana bakan bir seyirci gibiydim. Tepkisizce filmi seyrediyor ve filmin kahramanına bir müdahalede bulunamıyordum. Hani bazen kendinizi kahramanın yerine koyarsınız ya. Ben bir türlü o kahraman olamıyordum. İşte bunları düşünürken saatin altı olduğunun farkına vardım. Bir bardak su içip kaçarcasına iş yerinden fırladım. Arabama geldiğimde içimde garip bir tedirginlik vardı. Arabam mavi bir BMW ydi. Ve onu her şeyden çok severdim. Hayatta tek benim olan şey oydu. Kapıyı açıp direksiyonun başına geçtim. Kontağı çevirdim ve yola koyuldum. Anayola çıktığımda hava harikaydı. Ve uzun yolda kimse , hiçbir kıpırtı yoktu.
Korna sesini duyduğumda bir anda yolda olduğumu anımsadım. Sanki boşluktan derinlerden dünyaya dönüyordum. Sertçe frene bastım. Radyoda george michael'in careless whisper adlı şarkısı çalıyordu ve ben uyumuştum. Hava yavaş yavaş gündüzü alıp götürmeye başlamıştı. Ve ben göl kenarındaki evime gelmiştim. Buraya nasıl geldiğimi hiçbir zaman anımsayamadım ve hayatımdaki en büyük bilmece olarak kaldı. Müziği kapattım ve arabadan çıktım. Evin çevresini saran çitlerden atlayarak bahçeye doğru yöneldim. Ama bir gariplik vardı. Sanki uzayda bir karadeliğe doğru sürükleniyordum. Cep telefonumdan evi aramak istedim fakat hatlarda bir problem vardı sanırım. Birden birinin bana bağırdığını duydum. Bağıran , ben evde olmadığım zamanlar ufak tefek işlerle uğraşan eric ti. Eric iyi bir adamdı. Biraz sinirliydi ama iyiydi. Fakat işin garip yanı eric sanki başka biriydi. Bana bağıran o seste nefret vardı. Nefreti sezmeyi çok iyi öğrenmiştim. Ericin karısı anabel ise evin temizlik işlerine bakardı. Fakat ev sanki yıllardır temizlenmemiş gibiydi. Sanki kirli bir zarla kaplıydı. Her şey çok garipti. Eric yanıma yaklaştı. Elimi sıktı.
-bugün buraya geleceğini biliyordum .. dedi.
Bu söz tüylerimi diken diken etmişti. Sadece bu değil. Hava. Çok garipti.
Eric arkasını dönüp yaşının göstermediği bir çeviklikle koşmaya başladı. Ve kayboldu. Yavaşça kapıya doğru yürüdüm. Sarhoş gibiydim. Sanki bir şişe votka içmiştim. Midem bulanıyor başım lunaparklardaki o dönme dolaplar gibiydi. Durdum. Etrafıma baktım. Derinden çok uzaklardan gelen çığlıklar duyuyordum sanki. Annemin çığlıkları. Acı. Hissettiğim duygu buydu acı. Birileri acı çekiyordu. Ben de.
Kapıyı açtım. İçerisi mezbahalarda bulunan büyük buzdolapları gibiydi. Nefesimi görebiliyordum. Çok soğuktu. Ölüm gibiydi. Küçükken ölümü hissetmiştim.
Gül Uysal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç PIERRE LOTI BİZDEN BİRİ |
|
Gerçek adıyla Louis Marie Julien Viaud, bilinen takma adıyla Pierre Loti… Kendisine 1867 yılındaki Okyanusya seferi sırasında, Tahitili yerliler tarafından "Pierre Loti" ismi verilmiştir. Loti, Büyük Okyanus'ta yetişen bir çiçeğin adıdır, gül anlamına gelir. O, bir Fransız yazarı… Denizci bir aileden gelen Pierre, çocukluğunda Latince, Yunanca ve İngilizce dillerini öğrenmiştir. Türkiye'de, özellikle İstanbul'da onu tanımayan, bilmeyen aydın yok gibidir. İstanbul'da Divanyolu'nda bir caddeye, Eyüp'te bir kahvehaneye ve o kahvehanenin bulunduğu tepeye adı verilen bu meşhur yazar Türk dostu olarak bilinir.
Pierre Loti asker kökenli bir yazardır. Fransız Deniz Kuvvetlerinde albaylığa kadar yükselmiştir. İlk romanı Aziyade'nin ilhamını İstanbul'dan almıştır. İstanbullu bir güzele gönlünü kaptırmıştır. Eserde Osmanlı'dan kesitler bulmak mümkündür. Loti birçok defa İstanbul'da bulunmuş, bu şehri çok sevmiştir. İlk gelişi bir subay olarak görev sebebiyledir. Daha sonra İstanbul'a defalarca geldi, Eyüp'te ikamet etti. Eyüp'e, genel anlamda İstanbul'a hayran kaldı. Osmanlıların insanî yaklaşımları ve hayat tarzları onu fazlasıyla etkiledi. Türkler de onu sevdi, o da Türkleri sevdi. Osmanlı Türkiyesinin haklarını değişik çevrelerde müdafa etti. "Can Çekişen Türkiye" adlı eserinde Batılıların ikiyüzlülüğünü dile getirdi. Fakat bizler onun kırk kitabının dörtte birini bile Türkçeye kazandıramadık.
Batı âleminde biz Türklere destek çıkan, bizi savunan şöhretli şair, yazar ve aydınların sayısı birkaçı geçmez. Pierre Loti bunların başta gelenidir. O, İstanbul'da bulunduğu zamanlarda Türk gibi giyinmiş, Türk gibi düşünmüş ve Türk gibi yaşamıştır. Hatta bunlarla yetinmeyip yeri gelince tespih çekmiş, fes takmıştır. O aradığı huzuru bu topraklarda bulmuştur. İstanbul onu büyülemiştir. Bu şehrin gerçek âşıklarından biri olup çıkmıştır.
Pierre Loti'yi bir kısım Türkler sömürgeciliğin ajanı olarak görmüş, Fransızlar ise Osmanlı'yı savunduğundan, ona alaycı ve şüpheci gözlerle bakmıştır. Şair Nazım Hikmet, Pierre Loti'yi duygularında samimi olmamakla suçlamış, ona tepkiler yağdırmıştır. Ama onun Osmanlı Türklerine yakınlığı saraydan yankı bulmuştur. Batının çifte standartlı politikalarını eleştiren ve Osmanlı'dan yana görüş belirten Loti, Tophane Rıhtımı'nda büyük bir törenle karşılanmış, Sultan Reşat tarafından sarayda ağırlanmıştır. Sultan Abdülhamit tarafından da kabul edilmiştir. O, İtalyanların Trablusgarp'a saldırması üzerine Osmanlı'dan yana görüşler ileri sürerek İtalyanları yermiştir. Gerçekleri söylemeyi insanlık gereği olarak görmüştür.
Onun Ermenilerle ilgili görüşleri de enteresandır ve tarihî gerçeklerle bağdaşır. Ermenilerin yaptığı çirkefliklere ve katliamlara değinen Pierre Loti, Osmanlı'nın tutumunu doğal tepki olarak görür. O 'kim olsa hainlere sert davranır' anlayışındadır. Doğduğu topraklar olan Fransa'nın Ermenilerle birlik olup Anadolu'yu işgal etmelerini eleştirir. Pierre Loti'nin yeni Türkiye tarafından saltanatın kaldırılmasını yersiz bulması şimşeklerin üzerine yönelmesine sebep olur. Biz böyleyiz işte… Herkesin bizim gibi düşünmesini isteriz. Bizim gibi düşünmeyenleri, bizim düşüncelerimize sırt çevirenleri bir kalemde sileriz.
Kadim Türk dostu Pierre Loti savaş karşıtı bir insandı. O, her insanın hayat hakkına saygı gösteriyor, bunu engellemeye kalkanlara karşı tepkisi sert oluyordu. Hayata hümanist gözlerle bakıyordu. O dönemlerde, dünyanın Osmanlı'ya topyekûn saldırdığı bu zaman diliminde Loti'nin mazlumdan yana bir tavırla bize sahip çıkması az bir şey değildir. O aynı zamanda göğsünde Osmanlı nişanı taşıyacak kadar duygularında samimidir. Atatürk bu büyük Türk dostunu onurlandırmış ve ona olan şükran ifadelerini kendisine iletmiştir.
O, İstanbul'a geldiğinde şehrin manzarasına hâkim Eyüp sırtlarındaki tepeye sürekli uğrardı. Çay kahve içer, şehri seyrederdi. Burada halkla kaynaşır, sohbetler ederdi. Bu yüzden onun ölümünden sonra bu tepeye ve burada bulunan kahveye 'Pierre Loti' adı verilmiş, bu büyük yazarın ve Türk dostunun adı yaşatılmıştır. Bu davranış, milletimizin vefa duygusunu gösterir. Pierre Loti o tepeyle, üzerindeki tesislerle ve özellikle kahveyle hep yaşayacaktır.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Uzun süredir verdiğiniz bir mücadelenizin mükafatını çok yakında alacaksınız koçlar. İşte şimdi güçleri birleştirmeniz gerekmekte. Bilhassa ekip çalışmalarında özveri ve itina göstermelisiniz. Yanlış gururla dolu bakışlarınız başkalarının yeteneklerini görmenizi engellemekte.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Sevgili boğalar yeni haftanızda doğru seçimleri yaparsanız önemli bir hayalinizi gerçekleştirmeniz işten bile değil inanın. Enerji kayıpları ve azalan özgüveniniz son zamanlarda epeyce sıkıntılı anlar geçirmenize yol açtılar. Gerçekçi olmalısınız.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Yeni haftanızda özellikle gerçek hedeflerinizi dikkate almalı ve kalbinizin sesini mutlaka dinlemelisiniz sevgili ikizler. Ancak bu şekilde endişelerin azalacaklarını ve başarıların gittikçe artacaklarını göreceksiniz. Ani ve heyecan verici gelişmelere hazırlıklı olun.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Sevgili yengeçler hayli önem verdiğiniz bir projenize dair gelişmelerin gündemlerinize oturacağı günlerdesiniz. Beklediğiniz yardımları alacağınız güzelim bir hafta sizleri beklemekte. Sezgilerinizi takip ederseniz başarılara daha çabuk ulaşacaksınız.
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Yeni haftanızda yakın dostlarınız fikirlerinize destek verecekler sevgili aslanlar. Orijinal atılımlarda bulunacaksınız. Belkide liderlik vasıflarınız kabul görecekler ve bunun neticesinde ustalıklarınızı göstereceksiniz. Aşırı ihtiraslara kapılmamaya gayret edin.
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Sevgili başaklar yetenek ve ihtisaslarınız sayesinde mesleki alanda memnuniyet verici gelişmelere tanık olacaksınız. Belirli bir proje üzerinde çalışma içinde olmayanlarınıza ise gelecek günlerde kazançlı bir ilgi alanı doğmakta. Sürekliliğe önem verin.
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Tanıdığınız birinin fikirleri sayesinde mesleki alanda yeni atılımlara yöneleceksiniz sevgili teraziler. Büyük bir istek içinde olacağınız kesin. Değişimlere son derece açık olacaksınız. İlginç ve yeniliklerle süslü bir hafta sizleri beklemekte.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Mizah, yaratıcılık ve çeviklik sizlerde bolca mevcut sevgili akrepler. Fakat nedense şu sıralar kendinizi küçümsemeye sanki yeminli bir haliniz var. Özellikle bu yeni haftanızda geçerli.. Durduk yerde tek başınıza girdaplara girmektense yarı yoldan dönün. Doğru kararları alın.
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Bakın sevgili yaylar yeni haftanız müthiş önem taşımakta sizler için.. Bir teklif gündeminizi tamamen değiştirecek sanki. Geri çevirmeyin, hatta karanlık gibi görünmesine rağmen bilinmeyene doğru cesaretle kendinizi bırakın. Yaratıcı enerjilerinize güvenin..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Sevgili oğlaklar yeni haftanızda gerçekten ısrarcı olursanız bir hayaliniz gerçekleşecek. Yeteneklerinizi bezgin davranışlar içerisinde bulunarak körletmektense onlara ihtimamla sarılın. Mesleki bir başarıya çok az kaldı. Yeni ufuklara doğru korkmadan ilerleyin.
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Sevgili kovalar elde edeceğiniz başarılar yeni haftanızın sizlere getireceği mükafatlar olacaklar. Bir hayaliniz gerçekleşecek ve böylece yeni başlangıçlara yöneleceksiniz. Ayrıca heyecan verici bir seyahata çıkma ihtimaliniz oldukça yüksek.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Yeni haftanızda yakın bir dostunuzun tavsiyelerini dikkate alın sevgili balıklar. Gelecek günlerde yaşamınızda müthiş ilerlemeler kaydedeceksiniz. Güzel haberler alacak ve ruhsal olarak adeta canlanacaksınız. Büyük çabalarınızın sayesinde hakkettiğiniz yeni yaşamlara az kaldı..
Nurettin Özdemir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Kırık hayalet parçaları
Kırık hayalet parçaları batıyor ayağıma
Görünmezim,canım acıyor.
Seninle aramızdaki boşluk tek varlık.
Koca bir hava kütlesi,ağır.
Ve sen öyle ifadesiz,öyle umursamazsın.
Karşılıklı donmuşuz sanki.
Karnından konuşan iki cin gibi,
Bütün söyleyeceklerimiz karnımızda.
İştahsızlığımız bundan,
Dünya tatsız geliyor bundan.
Sen de siliniyorsun hareketsizliğinle,
Dünya siliniyor gözümde.
Yılanlara basıp kaymak korkusu,
Bir tüye takılıp uçmak korkusu
Ve suskunluk hayata inat…
Tüm kahkahalara çorap tıkamak vardı,
Bütün fil ayaklarını kırmak.
Ellerimdeki lekeler çıkmıyor
Ama temiz eller arıyorlar daima
Tutunup çamurlamak için.
Kırgınım sadece ama çok kırgınım.
Bihter SORNA
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Sevgili KM Dostu,
Sağlığınız bizim için önemlidir,
Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.
Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.
Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.
Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...
Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
Randevu için: Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)
IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr
Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.
Yazarlarımızın Kitapları
Merih Günay "Martıların Düğünü" |
Nesrin Özyaycı "Işık -II-"
|
Temirağa Demir "Her kardan Adam Olmaz"
|
Şadıman Şenbalkan "Şehit Analarımızın Çığlıkları" |
Hatice Bediroğlu "Düş Kuruyor Gece" |
|
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
"Must Love Dogs" Türk sinemalarındaki ismiyle "Aşkla Randevu". Bu filmin orjinal web sayfasında bulunan http://www2.warnerbros.com/mustlovedogs/downloads.html ve bilgisayarınızın monitörünü hiç üşenmeden temizlemeye aday dört sevimli köpek var. Siz istediğiniz bir tanesini alıp bilgisayarınıza indirmeye ne dersiniz? Yok ben bilgisayarıma ekran koruyucu indirmem derseniz http://www.pcworld.com.tr/resim/ekran_temizligi.swf kısayolunda bu ekran koruyucunun nasıl çalıştığını gösteren flash versiyonu seyredebilirsiniz. Hem de indirmenize gerek olmadan. Ben bilgisayarım için daha canlı ve gösterişli ekran koruyucuları istiyorum diyenler için ise http://www.wallpapers.com/ web sayfasını tavsiye edebilirim. Bu web sayfasında bilgisayarınızın ekranına farklı bir boyut getirecek ekran koruyucular ve duvar kağıtları bulacaksınız.
Bu kadar yeter ya, ben n'olacağım diyenler için tabi ki flash oyun sitesi tavsiyemizi unutmuyoruz. Bu defa http://www.marmaraoyun.com web sayfasını denemenizi tavsiye ediyorum. İyi eğlenceler.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3752 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))
|
|
|
|
|
|