|
|
|
19 Şubat 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu işte bir hayır var!.. |
Merhabalar,
Bugün sekizinci gün. Uçak kapısında kararname imzalayan Sayın Gül sekiz gündür bekliyor. Önüne konan dosyaya bakıyor ha bakıyor. İyi ki de bakıyor. Kendisine tanınan onbeş günlük süreyi inşallah sonuna kadar da kullanır. Neden mi? Onun imzalamadan geçirdiği her gün tansiyon düşüyor, tehlikenin farkında olmayanlar bir bir uyanıyor, değişikliğin mimar mühendisleri bile artık aralarında tartışıyor. Akla karanın arasına gri tonları serpiştiriliyor. İşte bu durumu gören devlet adamına yakışan, sürenin sonunda bu değişikliği veto edip meclise geri göndermesidir. Cumhurbaşkanından beklenen büyüklük budur. Bunun aksine yapacağı her davranış, sönmeye meyilli ateşin üzerine gazyağı dökmek olacaktır.
Bir diyanet yetkilisi bugün çok doğru birşey söyledi. Kuran'da saçı tek tel göstermeyecek şekilde kapatmak varmıdır yokmudur tartışmalarına açıklık getirmek için özetle şöyle dedi; "Bu tartışma anlamsızdır. Böyle kapanan insanların varlığı bir gerçektir. Kavga onların Kuran emri olarak kapanmalarından değil, simgesel olarak başlarını bağlamalarından ve onlar gibi olmayanların laiklik adına bu işten rahatsız olmalarından kaynaklanmaktadır. Şöyle düşünelim, Kuran'da aynen türban tarifi yapılmış olsaydı, bugün türbana karşı çıkanlar, aaa bu Kuran'da yazılı demekki Allah'ın emri, tabi buyrun ne isterseniz yapın mı diyeceklerdi?" Doğru değil mi? Karşı çıktığımız, dini referans alanların devlet yönetimini ele geçirme teşebbüsleridir. Bu da bir gerçektir. İşte o yüzden o yetkilinin dediği gibi zarftan ziyade mazrufa bakılmalı ve bu işe Kuran alet edilmemelidir.
Bir diğer süregelen tartışma konusu da, "Türkiye İran olur mu?" sorusuna verilen cevaplar. Yanıbaşımızda bir örnek olduğu için hepimizin ortak korkusu İran'a benzemek. Oysa, hem dini hem de sosyolojik açıdan aramızda büyük farklılıklar var. Tabi ki, Türkiye'nin İran olması bu anlamda zordur. Çünkü doğru olan, Türkiye'nin İran'dan beter olacağıdır. Bir kere, İran demokratik ve laik bir yönetimle ömrü hayatında yönetilmemiştir. İran İslam Cumhuriyeti Şah yönetimi devrilerek kurulmuş ve devrimi yapanlar muhalif sesleri kesmişlerdir. Böylece halk sinmiş ve halk arasında tevekkül hakim olmuştur. Oysa benim memleketimde durum çok farklıdır. Seksenbeş yıllık laik cumhuriyet geleneği vardır. Buna bir de yadsınamaz ordu gerçeğini eklemek gerekir. Yıllarca bölünmeye çalışılmış, halen çalışılan ama bir nedenle başarılı olunamamış bir memlekettir benim memleketim. Ama dinin devleti ele geçirmesi söz konusu olunca tepki İran'dakinden çok farklı olacaktır. Çünkü laik cumhuriyetten yana olanların refleksleri ön plana çıkacaktır. Memleketin laik ve dindar olarak bölünmesi işten bile değildir. Durumu fırsat bilen diğer unsurların da araya katılmasıyla iş çığrından çıkabilir. Muhtemel bu bölünme memleketi bir iç savaşa dahi sürükleyebilecek güçte olabilir. Bunu yabana atmak aymazlıktır. O nedenle Türkiye belki hiçbir zaman İran olmaz ama pekala bir bez parçası yüzünden, yok yere kardeşin kardeşi kestiği bir Ruanda olabilir. Onun içindir ki, Allah'ın mevcut devlet büyüklerine akıl ihsan etmesi gerekir. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Hasan Demirpaz En büyük sorunumuz Türban |
|
Türkiye'nin gündeminde olmasa da türbana dair ben de birkaç şey söyleme ihtiyacı hissediyorum nedense(!). Türbanın veya başka bir kıyafetin yasak olmasından yana değilim öncelikle. Ama türbandan yana böylesi bir pozitif ayrımcılığı anlayamıyorum. Anlamaya anlıyorum aslında ama kabul edemiyorum galiba.
Bugün kullanılan kıyafet ya da aksesuarlardan herhangi birini kastederek düzenlenmiş bir maddesi yoktur sanırım Anayasanın. Simgelere olan merakımız başımıza ne işler açıyor yıllardır. Mavi gömlekten yeşil gömleğe, haki parkadan bıyıklarımıza nelerle uğraştık yıllar boyu. Bunlardan biri veya bir başkası ile ya sahiplenildik ya da dışlandık, hatta kimi zaman kavgalar edip kimi zaman da kaçacak delik arayışı ile yollarımızı değiştirdik.
Türbanın hakkını vermek lazım şimdi, başka hiçbir simge ile ilgili anayasal bir düzenleme yapmayı düşünemedik. Kim bilir belki de beceremedik. Kısmet türbanaymış.
Hani derlerdi ya eskiden "yahu millet aya gidiyor bizim uğraştığımız işlere bak" diye. Bu laf da eskide kaldı, millet aya gideli kırk yıl oldu, biz başımızı göğe erdirmenin yolunu türban meselesinde bulduk.
Kamplaşmakta, kutuplaşmakta mahir olduğumuzu yine, yeniden gösterdik cümle âleme.
Yadsınamayacak bir kesim kullanıyor türbanı ve türban diye bir sorun yoktur demek ülke gerçeklerine Fransız kalmaktır, kabul ediyorum. Zaten böyle bir şey de söylemiyorum. Ancak, tek sorunumuz bu muydu şimdi? Küresel bir ekonomik kriz kapıda beklerken, etkilerini muhtemelen derinden yaşayacağımız birçok ekonomist tarafından dile getirilirken, enerjimizin neredeyse tamamını bu kamplaşma çabasına ayırmak neden?
Kamplaşma çabası diye nitelendiriyorum, çünkü bunu görmemek için akıldan, izandan yoksun olmak gerek. Yaygın işsizliği, ekonomik sıkıntıları, her türlü derdi tasayı bir kenara bırakıp birbirimize düşme eğilimine girdik. Ve maalesef ki en aklı başında hareket etmesini beklediklerimiz de yangına körükle gitmekte.
Başını örtme ya da açma durumunda olan kadınların değil sadece, erkeklerin de tek derdi bu oldu. Biz bu insanların diğer temel ihtiyaçlarını tamamen hallettik de "gerginlik de olsa bunu halledelim, başka yapacak iş yok" noktasına mı geldik? Açlık sınırında yaşayan(!), yardımlarla ayakta durmaya çalışan ve maalesef yardımın yönüne göre oy verdiği anlaşılan geniş halk kitlelerinin olduğu bir ülkede değil miyiz yoksa biz? Ben mi yanılıyorum?
Balık tutmayı öğretmek yerine balık vermek bilinçli bir tercih mi yoksa? Böylesi bir karlı alışveriş uğruna mı türbanla unutturulmaya çalışılıyor işsizlik ve açlık?
Üyesi olmayı "güya" hedeflediğimiz AB'nin neredeyse onda biri olan kişi başına düşen milli gelirimizi arttırmanın yolu bu da ben mi anlayamıyorum yoksa?
Herkese verildiği söylenen standart sağlık hizmetlerinden yararlanmayı aklından dahi geçirmeyen insanlar tarafından yönetilen, mevcut sağlık güvencelerine inanırsa yüzüne bakılmayacağının, kuyruklarda perişan olacağının bilincinde olan halkın ülkesinde değil miyiz biz? Türban takmak veya bunun için kutuplaşmak her derde deva mı yoksa?
Aslında türbanlı ya da türbansız, ortak dilimiz ne kadar güzel. "Pire için yorgan yakmak" deyimi ile "pireyi deve yapmak" deyimleri bizi ve yaşadıklarımızı nasıl da iyi anlatıyor.
Hasan Demirpaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"GÜNDE"LİK
Herkes bir kayanın ucunda yaşıyor sanki. Düştüm düşecek geliyor insanlara hayat.Hep riskliler günümüzde. "Dün de böyle miydi?" diye sorulmuyor şimdilerde. Hep bir koşuşturma hayatlarımız. Yapacak hiçbir şeyimiz kalmadığı zamanlarımız, bize göre hiç olmuyor. Boş vakit diye adlandırılan vakitlerimiz vardı eskilerde. İnsanlara vakit ayırdığımız,değerlerini gösterdiğimiz... Sevgilerimizi daha çok sunduğumuz.. Fakat artık; karşımızdakini dinlemiyoruz; dinlenilmeye anlatmaya ihtiyacımız olduğunu savunuyoruz. Bir kısım akımların peşinden gidiyoruz.Hatta koşturuyoruz her zaman olduğu gibi;acelemiz var hep.Kendi düşüncelerimiz yerine başkalarınınkini düşünce kabul ediyoruz. Anlatacağımız zaman başkalarının savunduklarını onlardan daha ateşli savunuyoruz. Görmüyoruz, olup bitenleri üstelik. Etrafımıza bakınmıyoruz. Bakıyoruz diyoruz. Yada okurken ben yapıyorum oluyor; fakat bakarken inen perdelerden kimsenin haberi yok. Her şeyi kapatıyor o perdeler. Gün ışığına çıkarmıyor bizleri. Gene bir inat; görmeyeceğim diye.
Çıkmıyoruz kayalıkların üstüne ama altında ezildiğimizi iddia ediyoruz. Yaşam bize bir kayanın ucunda başka bir kayanın altında geliyor. Böyle çelişkilerle, yorgunluklarla yaşıyoruz. Mutlu olmamaktan şikayet ediyoruz. Az düşünüyoruz. Farkına varmaktan çekiniyoruz diğer yaşamların. Saygının en alasını bekliyoruz yeri geldiğinde;yeri geldiğinde hiçe sayıp saygıyı bağırıp çağırıyoruz.Sükutun değerini bilmeden sükunet içinde yaşıyoruz.Kendimizi anlatmak değil marifet, ama sadece kendimiz diye 'bir şey'leri anlatıyoruz.İnsanlar yaşamları konuşmak yerine çekiştirir olmuşlar yaşamları. Her şeyi çekiştiriyorlar ya, öyle bir hayatları oluyor işte. Ucundan bucağından yaşıyorlar her şeyi.
Dayatmalara boyun eğiyoruz ya da eğmiyoruz. Tepkimiz kendimizin değil,bize ait şeyleri yapamıyoruz ;bize ait çok az düşünce var. Çünkü karakterimiz derinde saklı. Uzun zaman olmuş insan içine çıkmayalı. Bir türlü kendimiz olamıyoruz. Oysa hayata tepki vermek gerekli. Tepkinin özgün olması yada bize ait olması gerekli. Farklı düşünceler lazım hayata. Bunun için de önce düşünmek lazım. Ne olacak diye düşünmek karar vermek bize ait bir şeyler yapmak lazım.Boş vermemek lazım. Umduğumuzu bulmak için umursamak gerekli hayatı. Yoksa o umduklarımız 'bir zamanlar'la başlayan cümlelerimizin nesneleri olabilirler. "Bir zamanlar vardı" deriz.
Hücrelerimizin hepsi yasta şimdilerde. Bedenlerimiz yorgun argın hep. Beynimiz meşgul. Bir sürü şikayet dillerde hep, çözüm bulana aşk olsun. Günde yaptığımız tonlarca şikayetin içine bir başkasını da ben ekliyorum ; kendinize ne zaman geleceksiniz? Bu şikayetlere çözüm aramaya ne zaman başlayacaksınız?
Öznur Can
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ŞEYTAN AĞLADI
Yağmur yağdı şehre o giderken. Tabur yağmurdan, gözyaşından sırılsıklam olmuştu. Herkes tabutla yol alırken durdu küçük kız. Minik avuçlarına dokunun yumuşak gözyaşlarına baktı. "Neydi ölüm? Giden kimdi bu dualar eşliğinde? O beyaz kefen yeşil örtü ne anlama geliyordu? Giden nereye neden gidiyordu? Bu ölüm amca ne kadar acımazsızdı böyle. Azrail de bir melekti annesi ona böyle öğretmişti. Meleklerde can alır mıydı? Alıyormuş demek ki baksana; Azraillin emriyle ölüm gelmiş küçük yüreğinden kocaman bir parça alıp götürüyordu." Çocuk aklı karıştı cevabı zor sorular çıktı ortaya. Ne beyaz kefen ne yeşil örtü cevap bulamadı küçük kıza.
Küçük kız eve anne sesleriyle girerken, ev iğne olsun iplik olsun ya da daha küçük bir cismin kendine yer bulamayacağı kadar kalabalıktı. Küçük kızın içeriye girmesiyle gözyaşları bir fersah daha arttı. Dökülen yaşlara yakılan ağıtlara bakmadan annesini arıyordu. ANNE ne kutsal bir kelime yedisinde bir kız için bile. O gün ilk defa babasını ağlarken gördü. Babasını ağlayamadığını sanırdı. Oysa o gün babası ağlıyor oda gözyaşlarını siliyordu. " baba annem yok mu? Gene terliklerini giymemiş. Kapıda duruyor." Hani melekler ağladı derler ya, küçük kızın yeşil gözlerindeki can çekişen ağır anne kaybını görenleri ağlattı. Bu öyle bir can çekişti ki şeytanın bile gözlerine iki damla gözyaşı bıraktı. Kim söyleye bilir ki gidenin annesi olduğunu. Kimse söyleyemedi ama anladı kız. Terliklerin kapıda olması, insanların ağıtları, ama en büyük kanıtı ise babasının gözyaşlarıydı. Ağladı kız, ağladı şehir, ağladı hazreti âdeme secde etmeyen şeytan…
Götürülüyordu tabut, tabutun içinde kefen, kefenin içinde annesi, yüreği, hep çocuk kalabileceği tek yer. Küçük kızın her şeyini götürüyorlardı da yüreğinde ki sızı ağır acı gitmiyordu bir türlü. Ağlıyordu küçük kız…
"Durun" dedi. "son bir kez bakayım anneme" sanki son bir kez görse acısı dinecek ya da annesi şakaydı deyip kalkacak, sonlar acıtıyor. Son bakış son öpücün son bir "gitme" gitmeyeceği sanılarak. Oysa tabut gerçek, kefen gerçek ölümse yalandan da gerçek.
Açıldı kefen, yanakların dokunup ağladı." Hoşça kal anne. Seni seviyorum, babam duymasın ama seni babamdan da çok seviyorum. Şimdi gidiyorsun y,a git, ama geri gel."
Gitmek geri gelmek üzere; monoton bir aşk hikâyesi için uygun bir faaliyet beklide. Ama giden sılaya değil, dönülmez ufka gidiyorsa. Ve bırakılan sevilmeyen bir sevgili değil de, daha yedi yaşında dünyalar güzeli kızıysa, nasıl dönebilir? Gidiyor ve belli ki bu elinde değil, gidiyor dönmemek üzere. Bir çocuk işte küçücük kalbinde koca bir ümit geri gelebilir belki…
25 Kasım ölüm amcanın en kötü yüzünü gördüğü dün. Şimdi on sekiz yaşında onbir kötü 25 Kasım geçirdi. İyi kötü ne fark eder ki zaman savurup kömür karası saçlarını geçiyor içiyor işte. Zaman kafiyesiz şiirlerde edepsiz küfürlere maruz kalmasına rağmen geçiyor işte. Ne ıslak şehir durabiliyor zamanı ne de yedi yaşındaki bir çocuğun yanaklarının ıslaklığı.
Büyümeye direnmiş, çocukluğunun bir tabut sahnesine saklanmıştı. Ama artık hayat onu kolundan tutup ortaya atmaya kararlıydı. İyi bir malzeme gerekiyordu. Ve ölüm bütün heybetiyle tekrar geliyordu, büyüyemeden ölen, öldüğü halde yaşadığı iddia edilen küçük ama onsekizindeki kızın hayatına. Doktorlar ilaçlar çare olmadı. Sadece saçlarını aldılar ondan kaşlarını kaşlarına değen kirpiklerini. Kaybı gün geçtikçe büyüyordu.
Bir pazartesi insanların insanları görmediği günlerden biri. Annesinin en sevdiği renkte bir balon alıp mezarına gitti. Orda balonu annesine sevgisini götürmek üzere gökyüzüne bıraktı. Odasını annesinin resimleriyle donattı. Yıllar geçmesine rağmen kabul etmek istemiyordu.
25 Kasım saat gece yarısını bulmak üzere. Kız hazırlık yapıyordu. Tertemiz bir banyo pembe pijamaları. Pembe yatak örtüsü. Masasına geçip annesine bir mektup daha yazdı. Ne zaman yalnız kalsa annesine mektup yazardı onda annesine gönderilmeyen çok mektup var. Bu bir veda mektubuydu. Hastalığı dolayısıyla aldığı özel reçeteli ilaçlardan içti içti içti …
"Biliyorum senin yanında olamayacağım. Ama seninle aynı günde ölebilmek istedim anne. En azından aynı gün olmalı dedim. Belki cehenneme giderken cennetin kapısında seni görürüm diye cesaret verdim kendime. Sen gidince ruhum ölmeye çalıştı anne. Beden tek parça olabilir ama ruhum kan revan sana geliyorum annem."
Kübra Albayrak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş ŞEKER ORDU, TÜRBAN PEKMEZ! |
|
" İslam haini yaftalı cumhuriyet çocuğu olmak!.."
Gazeteler artık yazılamayanları yazabilen köşe yazarları,
Televizyonlar ise söylenemeyenleri
söyleyebilen yorumcularla dolup taştı vallahi!..
Hepsi de " Dindar" hepsi " Hükümet haklı" diyenlerden...
Askere alerjili Nazlı Ilıcak başta olmak üzere
TMSF'nin elindeki mevcut medya parçalarından binlerce dolar
Karşılığında yararlanan ebabil yazar takımı;
Argümanlarını " İslam" sentezi ile kullanarak,
Başbakanın takdiri şayan lütuflarına sırt veriyorlar...
Yani medya " Güler yüzlü" yazarlar ise " Pembe gözlük" takmış
Yarenler!..
Anlayacağınız, Ülkede herşey güllük gülistanlık!
Öteden beri söylüyorum. Şimdi yine yineliyorum.
Ülkede bir " Sessiz Devrim" yapıldı!..
Mevcut önemli ne mevkii var ise ellerine geçti.
Her köşe başında "Sessiz Devrim"in militanları var.
2 yıl içersinde İRAN olmazsak, bende "ayaklarından asılmış
İslam haini "Yaftalı cumhuriyet çocuğu olmam!.. "
İran devrimi ile ilgili argümanlara ulaştım.
Gidişatımız çok yakın benzerlikler taşıyor.
Artık nesli tükenmekte olan bizlerin
Son atımlık barutları kaldı işte
biz de onları kullanıyoruz.
Kaç tane daha " Kahve Molası" var???
Kaç tane Cem Özbatur kaldı???
Korkusuzca gidebilecek bu yobazların üzerine
Ben birde neden mi bu kadar çok inandırdım kendimi
İran'a benzeyeceğiz diye?
Söyleyeyim...
Benim memleketim Sinop
Sinop'a gelenler görenler bilirler.
Sinop Paris gibi bir kenttir.
Bir bayan gece saat 03 te tek başına dolanır
Bir Allahın kulu dönüp te bakmaz bile
Gençler yaz akşamlarında sokak ortasında istedikleri gibi
özgürce eğlenebilirler. Otoların kapıları açıktır.
Hırsızlık hiç olmaz Sinop'ta.
Ve 12 Eylül ihtilaline kadar da
hep sol kazanmıştır seçimleri Sinop'ta
Bugün 30 bin merkez nüfusta 10 bin oy çıkmaktadır CHP'ye
Ama bütün bunlar iki sene önceye kadardı.
Türbanlı ne görmezdik, bilmezdik
Fakat bugün en işlek caddelerimiz
Türbanlılarla dolup taşmış durumda
Kafeterya'da, disko'da, barlarda bile varlar...
Çember sakallı, yeşil sarıklu adamlar
dolanıp duruyor içerimizde
Türkiye'nin en modern şehri
Karadeniz'in incisi Sinop bu hale gelmişse
İnanın dostlar İran olmamız yakındır.
Rahmetli Alparslan TÜRKEŞ bile
Samsun mitinginde yaptığı bir konuşmada
" Ne zaman ki Sinop'ta MHP bir milletvekili çıkartır
İşte o zaman Türkiye'nin kaderi değişir" diyerek
Bu şehrin önemini belirtmeye çalışmıştı.
Bende Sinop'u doğduğum içinde büyüdüğüm
ve halen yaşadığım bir şehir olarak övünmeye çalışmıyorum.
Türk toplumunda kimliği çağdaş,
modern bir kent olarak bilinen ve hep örnek gösterilen
Bir şehrin içersindeki
korkunç ve hızlı değişimini anlatmaya çalışıyorum.
Kıssadan hisse ve bir paye çıkartılsın işte
Şeker gibi ordu dururken, ne olacaktı
Türban'dan pekmez yapacaklar elbette!..
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bİ BAVUL LAZIM ! KIRMIZI …
Kafamı herhangi bi yerden uzatıp böyle bi yarım saat falan bağırasım var...
Görmediğimin farkındayım nasıl olsa , yeter ki bir yerden çıkıyormuş hissi yaratsın. Belki içim rahatlar. Hani bir şeylerden kaçıp kaçıp kurtulamazsın ya bir türlü ,öyle gibi bir şey sanki. Yok yok kabus gibi birşey ! Bir pisliğe bulaşırsın kurtulamazsın , rüyanda Tarantula'larla dolar etrafın , ittirirsin gitmez , öldürürsün ölmez, söversin anlamaz…
- Eeee n'olcak böyle hocam ??? Hayatımızın sonuna kadar hep kabus mu göreceğiz biz ?
Cevabı yok bu sorunun. Böyle soruların cevabı olmaz çünkü. Varsa bile ben duymak istemem zaten o ayrı. Duymak istemediğim cevaplar oldu hep hayatımda ve hiç birini de duymadım zaten. İnadına sorsam da soruları o benim çıldırmamak için hayata attığım bir çığlıktır ve kimse buna cevap vermek zorunda değildir. Çünkü cevabını bildiğim sorulardır hep hayatımda çığlığa dönüşenler. Biri buna cevap verecek olursa kiii hiç tavsiye etmem ... Yani bir şey olmaz tabi de , sadece attığım çığlık bir saate falan çıkmak zorunda kalır demek istediğim ;)
Neyse bi on dk gitti galiba ....
Hava parçalı bulutlu sabahtan beri , yağmur yağsa da kurtulsam diye çok bekledim ama yağacağa hiç benzemiyor. Gök gürültüsü var bol bol , bir de sorular beynimde ebelemece oynayıp duruyorlar. Kovalayan da yok sanki bu kez ama kimden kaçıyorlarsa ? Alışmış kudurmuştan betermiş. Alışan da benim herhalde , kuduran da ...
- " Başedemiyorum seninle , çıkıp bi nefes alayım dedi Tuba" ,
- " Ben n'apiyim dedim , 24 saat kendimleyim "
Bi on dk. falan kaldı herhalde ya...
Hani filmlerde ya da kliplerde falan olur ya hep… Kadın bavulunu alır eline , çarpar kapıyı çıkar. Yol boyunca koşar bi de nefes nefese. Hani gideceği yer çok önemli değlmiş o anki acısı önemliymiş hissi yaratılır ya, ona da bir şey dediğim yok. Yol boyunca koşturması da gideceği yere kadar ayaklarını kullanmak istemesindendir belki, ona da saygı duyarım. Ama o bavulun içine ne koyarlar allah aşkına ? Nedir yanlarında taşımak istedikleri şey ? Hep merak etmişimdir. İki T-shirt , beş çorap , bi de fondöten gibi bir şey mi acaba ? Hangi kadın çekip giderken bavulunda "kimliğini" taşır ki ? Ben bile taşımam. (bile de takılmayalım)
Slayytttt Lütfeen !!!!
Son üç dakika ...
Şu Bavulun içindeki nesnelere takılınca fotoğraf makinam geldi aklıma. İstanbul' da ne zaman vapura binsem (ki bayılırım o zavke , bi de akşam saatleriyse) yanımda hep Canon'um olur ve ben yol boyunca o güzellikleri seyrederken film kopar yarıda ve "batsak acaba makinamı nasıl koruyabilirim" diye ütopik şeyler üretmeye başlarım kafamda. O zaman dilimi içinde çekilmiş bir tane bile fotoğrafım yoktur bu yüzden. (zaman ancak hayal kurmaya yetmiş çünkü yine ) Bu yazıyı bir paragraf olarak düşünürsem eğer , bu cümleyi de paragrafın anlamını bozan cümle olarak aktarmış oluyorum. C şıkkı diorum ;) ve devam ediyorum.
Aslında bavulumu alıp dışarıya çıkasım geldi bugün hep. Sırf imaj değişikliği olsun diye . Aslında hayatım boyunca hiç kaçamadığım ve kaçamayacağım ama hep kaçıyormuş rolü oynayacağım bir senaryonun başrolünde hissettim kendimi. Çok kapılar çarptığım oldu ama hiç bavulla koşamadım sokaklarda. Çarptığım kapılar zaten bana ait değillermiş onu farkettim. Ben dışarıda olduktan sonra ne kıyafetlerimin , ne çoraplarımın , ne de Canonumun içeride kalıyor olmasından hiç tereddüt duymamışım. Kaçtığımda , yanıma almak istemediklerim de hep benimle gelmişler işin kötü tarafı ve asıl yanlış da oradaymış zaten. Ne düşüncelerimi arındırıp kafamı boş bırakabilmişim , ne anlar eriyip yok olmuş , ne de unutabilmişim hatırlamak istemediklerimi ...
İllaki bir bavula ihtiyaç duymuşsam bugün , ya da canım öyle istemişse bir zahmet "boş" olsun benimki … Kaçarken düşüncelerim ağır gelirse yarısını da bavulun içine sıkıştırırım diye düşündüm.
heeyy ! bi de "kırmızı" olsun benim bavulum , kaçarken iddialı dursun ki kendime şaşırayım ;)
Ve Son ...
Yarım saat olsun bağırmak her zaman iyi gelir , tıpkı yağmur yağmış gibi. Özellikle de cevaplarını bildiğim ve asla o cevabı duymak istemediğim sorular varsa hayatımda...
Ve Bitti.
Ne mi değişti ki ?
Sabahtan beri sorduğum soruyu unuttum.
Aydan Kılınç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Bu Zaman Yaşamdır
Kendi kendime indiğim yoldur bu,
Dinlendiğim,
Hazırlandığım,
Vazgeçtiğim,
Umut ettiğim,
Azalttığım,
Çoğaltmaya çalıştığım,
Bu yaştan sonra deyip,
Şaştığım,
İçimi daralttığım ama
İnandığım,
Çalıştığım,
Kendime kestiğim, dikmek istediğim mintan,
Bedenimi unuttuğum,
Rengini veremediğim,
Henüz sadece prova yaptığım,
Teğel attığım,
Keskin ve kesin dünyada umut etmekten,
Zorlandığım,
Utandığım,
Direndiğim,
Yine de başucumda olanlara,
Sarıldığım,
Güvendiğim,
Onlarla çoğaldığım
Zamandır.
Bu zaman, yaşamdır...
Aslı Sarıoğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Sevgili KM Dostu,
Sağlığınız bizim için önemlidir,
Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.
Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.
Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.
Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...
Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
Randevu için: Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)
IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr
Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.
Yazarlarımızın Kitapları
Merih Günay "Martıların Düğünü" |
Nesrin Özyaycı "Işık -II-"
|
Temirağa Demir "Her kardan Adam Olmaz"
|
Şadıman Şenbalkan "Şehit Analarımızın Çığlıkları" |
Hatice Bediroğlu "Düş Kuruyor Gece" |
|
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
"Must Love Dogs" Türk sinemalarındaki ismiyle "Aşkla Randevu". Bu filmin orjinal web sayfasında bulunan http://www2.warnerbros.com/mustlovedogs/downloads.html ve bilgisayarınızın monitörünü hiç üşenmeden temizlemeye aday dört sevimli köpek var. Siz istediğiniz bir tanesini alıp bilgisayarınıza indirmeye ne dersiniz? Yok ben bilgisayarıma ekran koruyucu indirmem derseniz http://www.pcworld.com.tr/resim/ekran_temizligi.swf kısayolunda bu ekran koruyucunun nasıl çalıştığını gösteren flash versiyonu seyredebilirsiniz. Hem de indirmenize gerek olmadan. Ben bilgisayarım için daha canlı ve gösterişli ekran koruyucuları istiyorum diyenler için ise http://www.wallpapers.com/ web sayfasını tavsiye edebilirim. Bu web sayfasında bilgisayarınızın ekranına farklı bir boyut getirecek ekran koruyucular ve duvar kağıtları bulacaksınız.
Bu kadar yeter ya, ben n'olacağım diyenler için tabi ki flash oyun sitesi tavsiyemizi unutmuyoruz. Bu defa http://www.marmaraoyun.com web sayfasını denemenizi tavsiye ediyorum. İyi eğlenceler.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3752 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))
|
|
|
|
|
|