Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.381

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Şubat 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : KIRK YILLIK FAİZ OLDU MU SANA İŞLEM ÜCRETİ?!..


Merhabalar,

Son üç haftadır perşembe akşamları 32.gün'de din tartışılıyor. Dün gecenin sorusu "Muhafazakarlaşıyor muyuz?" du. Sorunun cevabı verilmiş zaten. Tartışılan ise nedeni. Gençleri bu konuda kafa yorarken izlemek güzel ama hâlâ neyi neden savunduklarını anlayamayan ya da anlamazlıktan gelen genç beyinleri görmek bir o kadar düşündürücü. Örneğin, dini gerekçelerle başını öreten genç kızlara "Neden kredi kartı kullanıyorsun, faiz yasak değil mi?" diye soran öğretim üyesini yuhalamak gibi bir meziyetleri var. Ve bunların hepsi erkek. Bu daha da dikkat çekici. Muhafazakarlaşmıyoruz, zaten muhafazakarız. Bulaç isimli coni hoca yalakası AKP'yi liberal demokrat, CHP'yi muhafazakar olarak tanımlıyor aynı programda. Yani bu memlekette dini istismar edip hasadını almak, mirasyediler gibi satıp savıp ekonomi iyi yaygarası yapmak, bir avuç beze özgürlük diye bağırıp diğerlerine kulak tıkamak liberallik ama 85 yıllık cumhuriyete, Atatürk ilkelerine, laikliğe sahip çıkmak muhafazakarlık. Başka söze ne gerek var, işte asıl soytarılar.

Söylemezsem çatlarım. Hele patronun verdiği son demeçle ekonomiyi göklere çıkarmasından sonra hiç dayanamam. Garanti Bankası'nın yeni bir bonus reklamı var radyolarda. Kartınızla tek seferde parayı ödüyorsunuz, arkasından cebinize bir mesaj geliyor, tamam derseniz dört eşit taksite bölebiliyorsunuz. Ne güzel değil mi? Halka destek böyle olur, helal olsun. Ama reklam devam ediyor. Dış ses "Aylık sadece 1,25 İŞLEM ÜCRETİ ödeyerek bu hizmetten yararlanabilirsiniz." diyor. Bankacılık sektörünün beş şartından biri olan FAİZ reklamda oluyor sana İŞLEM ÜCRETİ. İşte Türkiye'nin geldiği nokta burası. Türkiye'nin en ileri sayılabilecek bankası, kimbilir ne uğruna, AKP yönetimindeki memleketimde FAİZ dememek için İŞLEM ÜCRETİ diyor. Bunlar yakında vadeli hesaplara KÂR PAYI vermeye de başlarlar, dediydi dersiniz. Aranızda bankacılar epeyce çok biliyorum. Biri bana bunun açıklamasını yapabilir mi? Çekiniyorsanız eposta da gönderebilirsiniz, kabulümdür. Hepinize güzel bir hafta sonu dilerim. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  KAR YAĞIYOR

Geceden beri kar yağıyor. Öğle üzeri bir ara kesiliyor ve güneş açıyor. Sonra yeniden yağıyor. Tam üç gündür ara ara kar yağıyor. Televizyonlar "beyaz afat yolları kesti" diyorlar. Sibirya soğukları ülkeyi baştan başa teslim almış. Sanki kışın ortasında kar yağması tuhaf, anlaşılmaz bir şeymiş gibi söylüyorlar. Birkaç gün sonra da kuraklıktan ve küresel ısınmadan dem vuracaklar. Karı lanetledikleri haber bültenlerini unutuverecekler. Okullar bazı illerde bir gün bazılarında iki gün tatil edilmiş. Kar yağıyor ve bütün kasabayı bembeyaz bir ferahlığa boyuyor. Doğa ana bütün beyazlarını yıkamış ve kurusun diye kasabaya üzerine sermiş gibi görünüyor. Üşüyorum ama içim hafifliyor. Yürüdükçe ayaklarımın altındaki yumuşaklığı bütün bedenimde hissediyorum. Ve inanılmaz bir rahatlama duyuyorum.

Kar yağıyor. Sokağın başında çocuklar kardan adam yapıyorlar. Kızlar yapıyor, erkekler bozmaya çalışıyor. Bir kaçı da naylon poşetler üzerine oturarak kaymaya çalışıyor. Kar çok yumuşak ve eğim yeterli gelmiyor. Poşetleri atıp kartopu oynayanlara katılıyorlar. Kızlar oğlanlarla oynamayı bırakıyor. Çünkü onlar kartopunu çok sıkıyorlar. Kardan adam yıkılıyor. Yeniden yapmaya başlıyorlar. Melike'nin yanakları elmalar gibi kıpkırmızı olmuş. Burnu da öyle… Saçları beresinden fırlayıp dağılmış. Üşüyor ama eve gidemeyecek kadar da çok eğleniyor. Yanlarından geçip gitmeden onlara kartopu atıp oyuna katılıyorum. Bunu bana pahallıya ödetiyorlar. Kulağıma, gözüme, boynuma hatta ağzıma bile kar doluyor. Hızlı adımlarla uzaklaşıyorum.

Kar yağıyor. Dıranaz'da otobüs kaymış diyorlar. Çeşmeyi geçtikten sonraki dönemeci tırmanırken geri geri kaymaya başlamış. Durduramamışlar, bereket ki dereye yuvarlanmamış. Yan yatıp karlara saplanmış. Öylece kalmış. İçindekiler ağlamaya, bağırmaya başlamışlar. Camları kırıp çıkmışlar. Arabada hiçbir şey yokmuş. Sadece muavin yaralanmış. Sabaha karşı kahve, çay servisi yapıyormuş. Otobüs kayınca elindeki termosu üzerine dökmüş. Elleri, bacakları yanmış. Yarın Boyabat'a geçecektik. "Sakın gitmeyin." dediler. "Sakın ha, canınızı yolda mı buldunuz? Kar lastiği falan kâr etmez. Aklınızı peynir ekmekle yemediniz ya."

Kar yağıyor. Gece buza da kesmemiş. Hatta sabaha karşı birazı erimiş bile. Gemiler limanda kıpırtısızca bekliyor. Sarıasmalar şehre inmiş. Parktaki ağaçların köklerini eşeliyorlar. Ne kadar çok kuşları düşünen insan varmış? İşte bu kasabayı bunun için seviyorum. Merhametlidir bizim insanımız, düşünceli… Geçtiğim bütün sokaklarda karları kürenmiş ve ekmek kırıntıları serpilmiş yerler görüyorum. Kuşları sevenler insanları da severler gibi bir genelleme elbette yapmayacağım. Çünkü kuşları sevmeyenler de kedileri, insanları ya da ne bileyim çiçekleri sevebilirler. Gemileri, kedileri, beyaz örtü altında soluklanan yokuşları ve ağaçların dallarında şehri suskun gözlerle seyreden kar yığınlarını da sevebilir.

Kar yağıyor. Neredeyse dördüncü gün bitecek. Ara ara, iri parçalar savurarak kar yağıyor. Son atımlık barutunu da sokaklara saçar gibi tek tük… Adım gibi eminim. Yarın rüzgâr çıkacak. Sahilden başlayarak adaya doğru beyaz örtüyü parça parça yırtıp, silip süpürecek. Kütüphane ile parkın arasında kalan sahilin suları bulanacak. Sokaklarda sadece belediyenin tuz niyetine attığı iri çakıllı kumlar kalacak. Birkaç gündür kapıların önünde çakılı kalan bütün otomobiller yeniden yollara dökülecek. Gözlerimiz güle, oynaya kartopu oynayan çocukları arayacak.

Kar yağıyor. Önümde duman gibi bir örtü var. Bir iki sokak sonrası görülmüyor. Zeytinlik'e giden yolu kesen filmciler dizi çekiyor. Etraflarında meraklı ama seyrek bir kalabalık toplanmış. Görevlilerden biri "Nereye gidiyorsun kardeşim? Yol kapalı görmüyor musun?" diyor. "Evim işte şu sokakta ama," diyorum. Sanki kötü bir şey söylemişim gibi yüzünü ekşitiyor. Azıcık göstermelik acemi bir öfke takınıyor. Şimdi tersleyecek ve atışacağız diye düşünüyorum. Suratının ifadesini bir kez daha değiştiriyor. Tamam, çabuk geç, çabuk hadi," diyor. Sanki babasının tarlasından yer bağışlıyor. Canım sıkılıyor ama akşam akşam uğraşmak istemiyorum. Yürüyüp sokağın yukarısına doğru yoluma devam ediyorum. Tam dört gündür kar yağıyor. Her sene bu karlı manzarayı unuttuğumu, sokaklar yeniden beyaza boyanmadan anımsayamadığımı düşünüyorum. Keşke fotoğraf makinemi çıkmadan alsaydım diyorum. Tam üç gündür bunu sürekli yineleyip her sokağa çıkışımda yeniden unutuyorum. Eve dönmeden Şeçkin ekmek fırınına uğruyorum. "Bana bir kara, bir de normal ekmek ver," diyorum. Kapının önüne yine çocukları görmeyi umuyorum. Sadece belden yukarısı kopmuş, kafası ezilmiş kardan adamı yerde yatarken buluyorum. Ekmekleri duvarın üzerine bırakıp kardan adamı birleştiriyorum. Kafasını yerine yerleştiriyorum. Kavgadan yeni çıkmış bıçkın bir delikanlı gibi bana bakıyor. Kuşlara biraz daha ekmek ufalıyorum. Duvarın arkasına saklanıp bekliyorum. Ama kuşlar sanki gizlendiğimi biliyormuş gibi davranıp hemen gelmiyorlar. Sıkılıp eve giriyorum.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


ENGİNAR DOLMASI

Hüseyin Burmalı, emekli olduktan sonra, tüm zamanını evinin bahçesine adamıştı. Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneğine üyeydi. Aidatlarını hiç sektirmez; ama cuma namazlarında bile pek görünmezdi. Emeklilik günlerini kahveyle cami arasında geçiren arkadaşları:

- Be Müslüman, yaşın kemale erdi. Hiç değilse cumaları aksatma, dediklerinde:

- İnşallah, der geçerdi.

Kuyucak'ın dağ köylerinden kopup gelmişti bu kömür kasabasına. Halim selim bir adamdı. Ömrünce ne gönül koymuş ne de gönül kırmıştı. En kızdığı zamanlarda bile sesini çıkarmaz, döner giderdi. "Neden sesini çıkarmıyorsun?" deseler, "Haklıysam, zaman haklı olduğumu gösterir." der geçerdi. Haklılığı çıkınca da karşısındakine: " Bak ben haklıymışım" deme gereği duymazdı.

Buralardaki Türkler, her ramazanda, devletin gönderdiği görevlilere iftar yemeği verebilmek için adeta yarışırdı. Evini barkını yurtta bırakıp gelen görevliler, bu davetlere pek sevinirdi. Yurtta hiç camiye uğramamış, oruç tutmamış olanlar bile ramazanda orucunu tutar, namazını kılar, bu davetlere katılırdı.

Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği, ramazana on beş - yirmi gün kala panoya bir kâğıt asar; isteyenler, görevlileri ağırlayacağı günün karşısına adını yazardı. Ancak görevlileri öyle her isteyen yemeğe alamazdı. Önce dernek yöneticileri ve sözü geçenler seçerdi günleri. Hanımların istediği günü alabilmek için ağız dalaşı bile yapılırdı. Geri kalan günler, derneğin uygun gördüğü kişiler arasında paylaştırılıverirdi.

Hüseyin Burmalı, ramazanlarda orucunu tutar, teravihlerini kılardı; ama şimdiye dek bu davet yarışına hiç girmemişti. Bu ramazana birkaç ay kala hanımı: "Biz de davet verelim. Konu komşu, siz nasıl Müslümansınız, haliniz vaktiniz de yerinde, diyorlar." demeye başlamıştı. Önceleri hanımını duymazlıktan gelmişti. Ancak onun: "Ben de şöyle hünerlerimi gösterecek güzel bir Ege sofrası hazırlamak istiyorum" demesiyle hanımlar arasında bir şeyler geçtiğini düşünüp görevlileri davet etmeye karar verdi.

O hafta cuma namazına gitti. Uzun zamandır kendisini göremeyen dernek başkanı, hemen ellerine sarıldı. Ramazan girmeden dernek genel kurulunun yapılacağını, oyunu kendisine vermesini söyleyince Hüseyin Burmalı da isteğini söyleyiverdi.

Böyle bir istek başkanın canına minnetti. Ancak söylemeden de edemedi:

- Emrin olur, istediğin günü sana ayırırım. Ancak sen de camide biraz daha sık görünüver, cemaat lâf etmesin.

Pek sevinmişti. O günden sonra işi sağlama bağlamak için vakit namazlarını bile kaçırmamaya gayret etti.

Hüseyin Burmalı, evinin bahçesinde her türlü mevsim sebzesini yetiştirirdi. Bahçenin bir köşesine elleriyle kurduğu serayı özellikle farklı uluslardan komşularına göstermekten çok hoşlanırdı. Çünkü serada, Ege'den getirdiği çiçekler, sebzeler vardı. Onları gösterirken: "Bunlarla uğraşırken kendimi oralarda hissediyorum" derdi.

Daha bir ay vardı davet gününe. Baklalarda henüz çiçeklenme yoktu; ama enginarlar davet gününe belki yetişebilirdi. Davetlilere eşi, bol tere otlu bakla pişirse, yanına da enginar dolması... Hanımının yaptığı enginar dolması da harika olurdu. Parmaklarını yerdi konuklar.

Gün boyu serada enginarların, baklaların gözüne bakıp iftara yakın eve dönüyordu. Mutsuzdu. Enginarların davet gününe yetişmeyeceğini düşünüyordu.

Hanımı bu mutsuzluğu anlamakta gecikmedi.

- Aman adam, dedi, düşündüğün şeye bak. Eller ne koyuyorsa sofraya, biz de onu koyarız. Allaha şükür her şeyimiz var.

Hüseyin Burmalı, hanımının hiç de alışık olmadığı bir tonla:

- Hiç olur mu, dedi, kırk yılın başında görevli ağırlayacağız. Benim yetiştirdiğim ürünlerle hazırlanmalı sofra. Sen hünerlerini gösterebilmelisin. Hem konuklara özledikleri memleket yemeklerini sunsak daha iyi olmaz mı?

Hanımı:

- Merak etme sen, senin yüzünü hiç kara çıkardım mı, diyerek yatıştırdı kocasını.

Bir sonraki gün görevlilere iftar verme sırası Hüseyin Burmalı'daydı. Dernek başkanı:

- Hüşeyin Amca, hocalar yarın sende. Güzel ağırlayacağından hiç kuşkum yok, derken onun aklı seradaki enginarlardaydı. Enginarların kesimi için en az on beş gün daha gerekirdi. Keşke ramazanın son günlerine yazdırsaydım adımı diye geçirdi içinden; ama olan olmuştu bir kez.

Achen, buraya en yakın Alman şehriydi. Orada, büyük marketler vardı. O marketlerden birinde bulurum nasıl olsa diye düşündü. Sabahleyin kimselere haber vermeden arabasına atladı, Achen'ın yolunu tuttu. Gün devrilene dek tüm Türk ve Yunan marketlerini, manavlarını dolaştı; ama hiçbirinde enginar bulamadı.

Bu kadar çok aradıktan sonra eve, enginarsız dönmeyi istemiyordu. Evden çıkarken, orada bulamazsam Köln'e geçerim diye düşünmüştü. Öyle yaptı. Köln'e vardığında ikindi olmuştu. Bildiği birkaç yere baktı, bulamadı. Açlık iyice başına vurmuştu.

"Kısmet değilmiş, dön!" dedi kendine.

Arabaya bindiğinde içinde tanımsız bir kırıklık vardı. Keşke biraz daha arasa mıydı?

Kaçıncı caddeyi geçtiğini unuttu. Kentten çıkıyor muydu, yoksa kent caddelerinde tur mu atıyordu, farkında bile değildi. "Afrodisyas Market" tabelasını görünce içinde bir umut belirdi. Arabasını alelacele bir yerlere park edip markete koştu.

Manav çalışanı genç kız güler yüzle:

- Yok, dedi.

Tam kapıdan çıkacaktı ki, döndü:

- Sahibi kim buranın, diye sordu genç kıza.

- Herr Yorgo…

Manavın arka bölümünden çıkan adam Rum ağzı Türkçeyle:

- Buyurun, dedi.

Hüseyin Burmalı, Belçika'dan buralara enginar almaya geldiğini; ama bulamadığını, anlattı bir çırpıda. Yorgo, şaşırdı. İkisi de yaşam öykülerini anlatıverdiler ayaküstü.

Yorgo'nun ailesi Kuyucak taraflarından mübadelede Selanik'e göç etmişti. Yorgo, Selanik'te doğmuştu. Ama hangi işe girdiyse başarılı olamamış; Almanya'nın yolunu tutmuş, buralarda tutunmaya çalışmıştı. Babası ölünce de annesini yanına almıştı.

Hüseyin Burmalı, sanki bir eski dostu bulmuş gibi sevinmişti; ama yolu uzundu. İzin istedi, kapıya yöneldi. Yorgo:

- Bir dakika, bekleyin, deyip dükkânın arkasına geçti. Birkaç dakika sonra kucağında dört iri baş enginarla döndü.

- Annem zeytinyağlı enginarı çok sever, onun için getirtmiştim. Size vermeyi önerdim, kabul etti, dedi.

Hüseyin Burmalı, çocuklar gibi sevindi. Nasıl teşekkür edeceğini bilemedi. Elini cebine attı. Cebinden çıkan tüm paraları, Yorgo'ya uzattı. Yorgo, gülümsedi.

- Annemin hediyesi, dedi. Evde hamile biri mi var?

Hüseyin Burmalı güldü, başını öne eğdi.

Eve döndüğünde iftar vakti çoktan geçmişti, Bütün aile telaşla kendisini bekliyordu. Onu kucağındaki enginarla görünce hiçbir şey söylemediler.

O gece, çok huzurlu uyudu. Sabahleyin kalkar kalkmaz seraya gitti. Baklaları tek tek inceledi. Emzik dediği birkaç küçük bakladan başka bakla bulamadı. Hiç değilse bir pişirimlik olsa öyle sevinecekti ki.

- Varsın bakla yemeği de olmayıversin. Nasıl olsa enginar dolması var. Bir de bakla yaprağı salatası koyduk mu, sofranın görünümü bile iç açar.

Baklaların, rokalardan, maydanozların en güzel yapraklarını seçe seçe topladı.

Eve döndüğünde eşi ve gelini mutfakta hazırlıklara başlamıştı. Enginarların yapraklarını ayıklayan gelinine seslendi:

- Aman ha kızım! Sen iyi yemek yaparsın biliyorum; ama ben yine de söyleyeyim. Kart yaprağı kalmasın, bol limonlu suya yatırın.

Eşi, onun böylesine mutfağa karışan biri olmadığını bildiğinden şaşırdı.

- Bey, bey! Benim gelinim ne yapacağını bilir, çık bakayım dışarı, dedi.

Eşinin bu uyarısına ulak asmadı. Bir şeyler daha söyleyecek oldu. Gelin, biraz yüksek sesle: "Baba!" deyince kapıya yöneldi. Kapıdan çıkarken dayanamadı. Dönüp:

- İçindeki tüyleri iyi temizleyin, acı olur sonra, demeden alamadı kendini.

İftara on - on beş dakika kala, oğlu, iki din görevlisi ve iki öğretmeni alarak geldi. Konuklar, bahçeyi görünce şaşırdılar.

İmam: "Maşallah, Hüseyin Efendi!" dedikçe, diğerleri de övgülerini esirgemediler. O, övgüleri duydukça gururlandı. Konuklarını seraya yönlendirdi. Seranın içi yoğun gübre ve nem kokuyordu. İçeri giren iki dakikada dayanamayıp:

"Maşallah, maşallah!" sözleriyle kendisini dışarı attı.

İftara üç beş dakika kala sofraya oturuldu. Kâselerde, buğusu tüten yeşil sıvı konukların garibine gitmişti; ama kimse ses çıkarmadı.

Yerel radyodaki Türk sunucu ezanı yayımlamaya başlar başlamaz, imam kısa bir sofra duası yaptı, bismillah deyip kâseden bir kaşık aldı. Çorba daha midesine inmeden de sordu:

- Bu nedir, Hüseyin Efendi?

Hüseyin Burmalı, hanımına baktı. Hanımı, bahçeden topladığı kereviz, pırasa ve ıspanakları ayrı ayrı haşladığını, mikserlerden geçip süzgeçlerde süzdüğünü; içine biraz da tereyağı koyduğunu, sağlığa ne kadar yararlı bir çorba olduğunu anlattı. Konuklar dinler göründü. Kimisi karabiber, kimi pul biber ekleyerek içti çorbasını.

Hüseyin Burmalı gelini kâseleri toplarken seslendi:

- Getirin bakayım, şu enginarı!

Her tabağa bir enginar dolması yerleştirmiş, çevresine de iki dal maydanoz ve bir kaşık bakla salatası koyarak tabakları süslemişlerdi. Tabaklar gerçekten güzel görünüyordu.

Evin oğlu, ilk tabağı imamın önüne koydu. İmam, tabağa doğru yüklendi; ama eli tabakla ağzı arasında öylece kalakaldı:

- Hüseyin Efendi, bu ne?

Hüseyin Burmalı, imamın sesindeki şaşkınlığı fark etmedi. Eseriyle övünen bir sanatçı edasıyla anlattı:

- Hocam, sizler memleket yemeklerini özlemişsinizdir diye yaptırdım bu enginarı. Afiyet olsun. Gerçek bir karaciğer dostudur. Sağ olsun hanım da pek güzel yapar.

İmam çatalıyla yaprakların arasındaki kıymalı pilavdan almaya çalıştı; ama çatalın üstünde kalan birkaç pirinç tanesini ağzına götüremeden döktü.

- Ya bismillah, çekti.

Sanki bu da nereden çıktı der gibiydi. Sağına soluna bakındı. Önündeki su bardağına uzanırken sofradan kalkmayı düşündü. Sonra tabağını aldı. Arkada hizmet etmek için bekleyen delikanlıya uzattı.

- Yavrum, dedi, bilinmedik aş ya karın ağrıtır ya baş. Alıver benim tabağımı. Başka bir şeyler varsa yiyelim; değilse bize izin.

Diğer konuklar da peş peşe uzattılar tabaklarını.

Hüseyin Burmalı, teleğine saçma değmiş güvercin gibi yalpaladı. Gözleri doldu. Ümüğüne dolan kocaman yumruğu yutmaya çalıştı. Konuklardan hiçbiri onun durumunu anlamadı. Karısı, mutfağa koştu. Göz açıp kapayana dek bir kocaman tencereyle geldi. Tabaklara bulgur pilavı ve etli nohudu servis ederken öğretmenlerden biri:

- Kusura bakmayın, ben hiç enginar görmedim, nasıl yenileceğini bile bilmem, deyince;

- Ağzına sağlık hocam, diye söze katıldı genç din görevlisi. Biz bulgura, nohuda kaşık sallamadıkça doymayız.

Hüseyin Burmalı, yemek boyunca ağzını açmadı. Onun, o günden sonra ne camiye gittiğini, ne kahvede oturduğunu gören oldu.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
10 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Her yerde kar var

Artık tam tamına 62 adet çocuğum var. Geçen haftasonu için yaptığım organizasyonla bu çocukları kar kış demeden, kendi başlarına büyüyebilsinler, ayakları üzerinde durabilsinler diye yerlerine yerleştirdim. Şaraplık üzüm fidanlarımdan sözediyorum. En az 3-4 yıllık bir süre beni bekliyor çocuklarımdan verim alabilmem için. Beklerim, yeter ki onlar sağlıkla büyüsün, bol bol üzüm verebilsinler. Tam 16 tane B ( Boğazkere ), 15 tane C ( Cabernet Sauvignon ), 15 tane M ( Merlot ), 15 tane de S ( Syrah ) var. Aralarına 1 adet yemelik üzüm Misket diktim. Yaz gelince inşallah üretim tesislerine de el atacağım. Abartmıyorum, sadece 560 Lt. hedefim var. Şişesine 0,70 Lt derseniz, 800 şişe yapar, size de yeter bana da inanın...

Fidanlarımın dikim işleri de kazasız belasız bitince, geçen Pazar günü düştüm İstanbul'un dönüş yollarına. Akhisar'a gelince etraf yavaş yavaş beyazlanmaya başlamıştı bile. Bir şarkı geliverdi dilimin ucuna : "Her yerdeee kar var". "Olsun" dedim içimden, "Benim de zincirim var". Radyoyu kurcaladım eFeM FM. Balıkesir'e yaklaştıkça gerçekten de yolun her yeri kar olmaya başladı, hatta kar olmayan yer kalmamıştı. Oflaya puflaya araba sağa çekile, olmadı yana yakıla, zincirler çaresizlikten derhal takıla ..! İyi de daha önce zincir takmamışım, hatta nasıl takarlar gibilerinden bakmamışım bile. Bir yandan şaşkın ördek gibi etrafıma bakınıyorum, bir yandan da havuz problemi gibi zincirleri nasıl takacağımı hesaplamaya çalışıyorum ( Kafasında koca bir soru işareti eşliğinde saçlarını mıncıklayan karikatür adamı pozunu da vermeyi asla ihmal etmiyorum ). Bu pozumdan etkilenmiş bir kamyoncu bitiverdi yanımda, zaten zincir takma fikri ne kanımda ne de canımda. "Hay ellerine sağlık !" sözcüklerim eşliğinde takıverdi şıpın işi. Dikkatle gözledim aslında ama becerefobi ( beceriksizlikten ötürü duyulan korku ) var işin içinde...

Radyo çekmedi ya dağların arasında, varsın olsun Balıkesir'e ne kaldı ki şunun şurasında. Balıkesir'in içine girmeden çevreyolu üzerinden Susurluk yoluna bağlanacağım ki o da ne ? durduk. Daha doğrusu herkes durmuş. Derhal saatime bakıyorum, umarım gece ayazına kalmadan Yalova yokuşunu geçerim diye. Süpürgelik dedikleri bir yer var ki; yıllar önce 7 dakikalık yolu 7 saatte geçmiş idim. Kıpırdamıyor trafik. Radyo çalışmaya başladı ama benim keyfim iyiden iyiye kaçtı. Saatler geçiyor ama trafiğin gıkı çıkmıyor. Bir de ne olmuş bilebilsek, yok, mümkün değil, zaten bir problem varmış, peki neden çevreyolunun başında önlem alınmaz bir türlü anlamıyorum. En azından; "Susurluk yolu kapalı, haybeye gitmeyin, sizi şehrin içine davet ediyoruz" diyen bir yönlendirme olamaz mıydı ? Bir yandan Alo-155'e bir yandan KGM'e ( Karayolları Genel Md.lüğü ) açtığım sayısız telefon işe yaradı, Balıkesir yoluna dönebilme şansı doğdu. "Kaderde Balıkesir'de bir gece konaklamak varmış" diyerek daldım şehrin içine. Oteller karaborsaya düşmüş, fiyatlar da kardan almış başını üşüşmüş. Tam bir Türkiye resmi, fırsatlar ülkesi, madem her yerde kar var, o zaman çıkar olmalı. Günlerden Pazar olsa da, oto sanayi kapılarına kilit vurulsa da, karlı bir durumu çıkarlı bir duruma dönüştürmeyelim diyenler düşmüş yollara. Zincirler kapış kapış satılıyor, ayağınıza kadar hizmet, "Acaba 2 tane de arka lastiklere taktırsam daha mı iyi olur ?" diye kendime sormadım değil hani ..!

Balıkesir sokakları karlar altında. Sora sora Bağdat bulunurmuş, boş otel mi bulunmaz, buldum bir tane işte ! Şimdi sırada zilliği kırmak var, zira öğlen yemeği de yememişim, karnım zil çalıyor. "Otelin arka sokağında güzel bir lokanta var" dedi otel görevlisi. "İyi de, içki var mıdır ?" dedim, "Yok !" dedi "Ama istersen karşı büfeden birşeyler alırsın, odanda içebilirsin" diye eklemeyi de ihmal etmedi. Dediği gibi yaptım ve yattım, sıcacık odada günün yorgunluğunu ve stresini attım. Rüyamda Susurluk yolu yine kapalı idi, açtırmak için epey mücadele ettim, yorulmuşum, uyandım, meğer gözüm açıkta kalmış, kapattım.

Sabah kahvaltısında mis gibi bir omlet istedi canım. Telefon önümde duruyor, ellerim tir tir titriyor, acaba Susurluk yolu açılmış mıdır ? "Uğraşıyoruz, 1-2 saat içinde açılacağını tahmin ediyoruz, siz yine de bizi aramadan yola çıkmayın" dediler. Pazar gününden kalma Cumhuriyet Dergi'min bulmacası var nasılsa ! Yola da yarım yamalak çıkmış olayım diye düşünüp, Balıkesir çıkışındaki o büyük çarşıya gittim. Bir sabah kahvesi bir de bulmaca, var mı benden keyiflisi, bir de yol açılsa. Telefon saati geldi, yine titreyen ellerle sarıldım tuşlara; "Yarım saattir açık Susurluk yolu" dediler, bastım gaza. Lakin kamyon gazı haline gelmiş arabanın gazı. Seyir hızı 20 km. Çaresiz, yolun altı buz, üstü cız, şöförlerin çoğu huysuz mu huysuz. "E be uyuz, neden sollamak istersin beni ? Görürsün birazdan ebeni" dedim o buzlu yolda beni sollayan hergeleye. Nitekim biraz sonra ebesi ile beraber yoldan çıkmış arabanın köşesinde nasıl da çaresizlik içinde dertlerşiyorlardı. Saatler sonrasında Susurluk'a geldim ve fakat ne ayranı düşünebiliyorum ne tostu. Aklım takıldı Yalova'nın süpürgelik yokuşuna. Sonunda; Alo-155 de sinirlendi; "Kardeşim, bütün yollarımız açık, tek tek sormayın" dedi ve benim daha fazla kontür harcamamı da bir anlamda önledi.

Korka tırsa karşıma çıktı Yalova'nın süpürgelik yokuşu. Kardan, açlıktan üşümüş gördüm o minik kuşu. "Emniyet kemerini tak !" dememe de gerek kalmadan aldım yolcuyu şöför koltuğunun yanına. Kaloriferin sıcağı ile toparlamaya başladı. "Yolculuk nereye ?" dedim, cevap bile vermedi. "Yalova'ya mı ?" dedim, "Kim takar Yalova Kaymakamı'nı ?" gibi cik cik ötmeye başladı. "Terbiyesizlik yapma" dedim. "Zaten o cümlenin de kıymeti harbiyesi kalmadı, Yalova artık il oldu, Kaymakam'dan büyük Vali geldi" dedim. Sahiden de Vali durur iken Kaymakam'a kim bakar ? Nereden de bilmişler Yalova'nın birgün il olacağını ? Gülüşmeye başladık, daha doğrusu ben güldüm, o ise öttü. Yalova-Pendik feribot saati 20:15 imiş, "Yetişir miyiz ?" diye sordum, "Ya feribotun adı RTE ise ?" biçiminde cikledi. En sevmediğim yalakalıklardan birisidir bu yaşayan bir kişinin adını ota, feribota vermek, ne büyük saygısızlıktır. Tartışır iken 20:15 feribotunu kaçırdık, bir sonraki 21:30 imiş. "Beklerken birer kadeh alır mıyız ? Hem de laflarız memleket meselelerinden, mesela merak ediyorum ONAYLAYACAK mı ?" dedim. "Ciiik cik dışında bir cevap alabileceğime inanmıyorum ama ..." diye de ekledim. Evirmece çevirmece, buz üstünde kaydırmaca :

Onaylayacak...
Oy yalanacak... Oy yakala can... Oyala yak can... Yan yola caka... Ya koca yalan...
Ya ocak yalan... Ya onca yalak... Ya anca kolay... Ya ancak olay... Olay kanca ya...
Olay canak ya... Olay can yaka... Olay cankaya... Oyla cankaya... Ayol cankaya...
Onaylayacak...

Çıkar var mı; var ! Kar var mı; var ! Hem de; "Her yerdeee kar var..."

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


BİR KEÇİ HİKAYESİ

Yıl: 850
Yer: Yemen

Siyah keçi: - Sessiz ol, şimdi sahip Kaldi uyanacak!
Kızıl Keçi: - Ne yapayım, bir türlü uykum yok, meeee.
Siyah Keçi: - Niye meliyorsun gecenin bir vakti. Şimdi bütün akrabaları uyandıracaksın. Gündüz bol bol melersin. Boynundaki çıngırağa da dikkat et ses çıkarmasın.
Kızıl keçi: - Boynumdaki çıngıraktan kurtulabilsem keşke. Geçen yanına yaklaştığım dişi keçi "zilli soytarı mee, gelme üstümeee" deyip kaçtı yanımdan.
Karizma sıfır yani. Şıngır şıngır ötüyorum gittiğim her yerde. Akrabalar da peşimde, ben nereye onlar da oraya. Bir rahat yok. Ayrıca geçen gün keşfettiğimiz şu kırmızı yemişleri görüp yiyecekler diye korkuyorum. Bize kalmaz valla, silip süpürürler açgözlüler. Zıkkımın kökünü yiyesiceler.
Siyah Keçi: - Zaten zıkkım mı ne yiyoruz bilmem. Allah sonumuzu hayır etsin. Kırmızı yemişleri yediğimizden beri uykusuz tepiniyoruz sabaha kadar. Bak gözüme! Kan çanağı valla!
Kızıl Keçi: - Sahip Kaldi görse halimizi "Hasta bunlar, hastalığı diğer keçilere yayarlar." diye bizi keser alimallah. Etimizden de bir güzel keçi pastırması yapar. Dervişlere yedirir. Derimizden de heybe ve pabuç yaptırır.
Siyah Keçi: - Hay Allah ağzını hayra aç birader. Yaşayacak daha dolu dolu yedi senem var. Kırmızı yemişler belki de zıkkım ama bana sanki iyi geldi. Uykum kaçsa da kendimi kızgın bir boğa gibi hissediyorum.
Kızıl keçi: - Ha ha ha. Meeeeee. Ay yine meledim, genimde var melemek. Seni duyan da sığır soyundan geldiğini sanacak.
Siyah Keçi: - Melemeyi bırak ve gülme. Doğru söylüyorum ben, büyük büyük dedelerimiz sığır soyundan gelmiştir. Biz en küçük boylarıyız.
Kızıl Keçi: - Ştttt. Duydun mu? Sahip Kaldi geliyor. Uyuma numarası yap.

Çoban Kaldi, keçilerin bulunduğu yerden sesler geldiğini duyunca, omzuna yeleğini atar ve keçilerin yanına gider, fakat bir şey göremez. İlk gecelerde birkaç keçinin hareketli olmasının ardından sonraki gecelerde diğer keçiler de hareketlenmeye başlar. Çoban Kaldi, keçileri uyutmayan şeyin ne olduğunu bulmak için gündüz de takibe başlar. Keçilerin kırmızı yemişleri olan ve çalılığa benzeyen bir bitkinin yanına gidip, kırmızı yemişleri iştahla yediklerini görür. Kırmızı yemişlerden biraz toplar ve dervişlere gösterir. Yemişlerin suyunu kaynatıp içtiklerinde ilk önce acı gelse de kendilerini iyi hissederler. Sonra da tiryakisi oldukları bu sıvıya "dinçleştiren" anlamında "kahveh" demeye başlarlar.

Kıssadan hisse, kızıl ve siyah keçi kahveyi buldukları için ünlü olur. Kızıl keçi, sivri bir kaya parçasında ipini kopararak kurtulduğu çanından sonra dişi keçilerin gözdesi ve oniki yıllık hayatında toplam yirmisekiz oğlağın babası olur. Siyah keçi ise kendisini bilime adayarak farklı bitkilerin yararlarına düşer ve bir gün çokça yediği adamotundan zehirlenerek ölür.

Her gün yudumladığımız kahveyi bulan bu keçilerin anısına… (Bilgi: Sorborne 17.YY Antonius Nairone)

Nevriye Hamitoğlu
nevriye.h@hotmail.com



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Melis Mine

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


  Zargana

Zargana Yazan: Hakan Günday
Baskı Tarihi: Mayıs 2002 (1. Basım)
Yayınlayan: Doğan Kitapçılık / Türk Edebiyatı Dizisi
190 s. -- 3. Hamur -- Ciltsiz -- 14 x 20 cm

Sadece üç dört yaş büyük benden. Ama çok kıskanıyorum onu. Daha ben ne yapmak istediğimi bilmezken kâğıt kalemle, onun kitapları varmış… Sene 2000. Ben okul yollarını arşınlıyorum Barbaros Bulvarı'ndan; bir aşağı, bir yukarı. O kitap yazmış. Kıskandım. Böyle kıskanmamın sebebi, yaşının bana yakın, yazdıklarının, hissettirdiklerinin, düşündüklerinin düşündüklerime yakın olması elbette, biliyorum, ama yine de kıskanıyorum. Durduramıyorum kendimi. Rodos'ta doğmuş, bir daha kıskandım. Böyle çarpıcı yazmayı isterdim. Kıskanıyorum. Çok… Dayak yemiş gibiyim. Çarpıldım. Ne yazmış "Kinyas ve Kayra"da? "Omnes vulnerant ultima necat *". Zargana da öylesi bir vuruş oldu.

Bir çocuk, 12 yaşındayken ailesinin öz ailesi olmadığını anlayıp evden kaçar, Berlin sokaklarındadır. Küçük bir çocuktan zarganaya dönüşür; insan olmayan, insan gibi görünen başka bir canlıya.
17 yaşında, öfkeyle dolu, kendilerini arayan çocuklar vardır diğer tarafta. Öfkeli, hırçın, farklı olmak isteyen, farklı görünen, farklı olan… Koma'yla Zo. Rio ile Bos vardır sonra. Daha önce hiç olmadıkları kadar kendilerine güvenle dolu, yapacaklarından ve olacaklardan emin…
Çocukluğundan sıyrılmamış bir fahişe vardır sokaklarda, bir adamın bir diğerine, bir çocuğun diğer bir çocuğa duyduğu aşk vardır sayfalarında kitabın…
Hayat birilerinin yazdığı bir oyun mudur hep birlikte oynadığımız? Kim ne kadar kendisidir gerçekten, kim ne kadarını oynuyordur? Eğer oyunsa bu yaşanan, sadece yazanın yönlendirdiği bir oyun mudur peki? Oyuncuların kuralları kendilerince esnettikleri, değiştirdikleri olmaz mı hiç?
Kurguyu anlatmak haksızlık olur kitabı okumayanlara, anlatmamak ise suya yazmak gibi olur okumayanlar için.
Desem ki tüm insanlar yazılmış bir oyunu mu oynuyor diye soruyor insan kendine… Aslında toplumsal hayatın tamamı bir oyun değil mi, zaten hepimiz üstümüze düşen rolleri oynamıyor muyuz? Ya da bu role itirazımız varsa işte o zaman boyalı kuşları olmuyor muyuz bu kafesin? Ne zaman kayboluyor içimizdeki ile dışımızdaki arasındaki çizgi? Ne zaman bir oluyoruz dışımızdaki insanla? Ya da ne zaman ele geçiriyor bizi ve zafer bayrağını dikiyor tam da orta yerine kalbimizin? diye sordurtuyor bu kitap insana… Yeter mi sizce bu sorular bir kitabı anlatmaya?

Güzel bir hafta sonu dileklerimle…

Melis Mine
*"Omnes vulnerant ultima necat" ayrıntılı bilgi için bknz.
http://www.kmarsiv.com/sayilar/20070119.asp#melismine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Çetin Yalçın
http://www.kaktusrehberi.com/default.asp?id=83&mnu=83
Yaklaşık 25 yıllık bir kaktüs tutkunu olan Avukat Çetin Yalçın'ın kendi koleksiyonundan çekilmiş diğer fotoğrafları görmek ve Kaktüslerle ilgili pek çok bilgiye ulaşmak için www.kaktusrehberi.com adresini ziyaret edebilirsiniz.


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Çakallar Ulutan Çılgın Issızlık

yorgun bir ırgat gibi gün çömeldi dağlara
bulvarlar acıdı
elinde poyraz bir hançer
çakalları ulutan yalnızlık kaldı bozkırda

tekinsiz patikalardan
mağlup kentlerden yontulmuş yüzüm
şimdi yanında olsam..

bir yanım
mezarlıklara açılan bütün sokaklar..
yaralı birinin son sözleri..
asılanın haykırışı..
yıllardır ot bitmeyen yangın yerleri...
bir daha kavuşmayacak olanların bakışı..

bir yanım çığlık çığlığa kuş sesleriyle
      her an bir yerlerde sürekli doğan hayat
gelip kapında dursam...

seni aradım sis basmış varoşlarda
puslu dağlarda
kaldırımlarda ölü düşler topladım
gecelerin en mecalsiz yerinde
seni aradım

kadınlar gördüm gülüşünde kırlangıçlar uçuşan
gözlerinde bakışı olmayan kadınlar gördüm
bakışında ışıkları sönmüş
öksüz kadınlar gördüm
aradım seni...

sınırları ömrümle çizilmiş değil
neyleyim
tüm zamanlar
      yüreğimin yarıklarından akar
bir yanım gazel döker durmadan
döver kerpiç duvarını gecelerimin
            fırtınalar-sağnaklar
neyleyim
yıldırımları çeken
bir belalı yürek var

bir yerlerim
"bütün meyhaneleridir İstanbul'un"
kadehler kırılır sabaha kadar
hüzzamdan cümle şarkılar
bir yerlerim ayrılıklar tarlası
göynük göynük yakan uzun havalar

serçeler çıldırır coşkudan
bir karınca türkü söyler ayışığında
bir yanım ki
tomurcuklar patlar
büyür de büyür yüreğimde durmadan
sevinç kelebeğinin konduğu dallar

elimi uzatsam yarın
uzansam dudakların

şimdi sonsuz denizlerde senin adana çıksam
gövdemde zından yorgunluğu
gülüşümde yaşanmamış düşlerin dargınlığı
yüzümde yenilgi kırgınlığı

mecrası önceden açılmış hayatlar
akarken gecenin karanlığında
çakalar ulutan çılgın ıssızlık
çöreklenmiş dağlarda
bir yanımın ellerine kelepçeler vurulmuş
asılır sehpalarda
bir yanım yenik düşmez
direnir kavgalarda
bir çılgın anka...
gelip kapına dursam

sırtımızda acıların kanlı gömleği
öfkelerde yana yana
uçurumlar düşe düşe
zulümle dövüşe dövüşe
kan ter içinde yaşadık

ben sana iklimim deyip sarıldım
kimliğim oldu düşün
nere gitsem
sana giden bir yolcuydum aslında
seninle ısınmak nedir
bilmezsin
      karlı dağlarda
sen ki
mahpus damlarını ışıtan düşüm

her sevdanın bitişinde
yolum kimle ayrılmışsa
onun da sen olmayışına
yeniden
yenibaştan ölüşüm...

her ayrılıkta seni çoğaltmak
ve seni her hasretin içine katmak
bir sapkın umut
bir çılgın hülya

trenlerden inmedin
bekledim tüm istasyonlarda
binmedin vapurlara
yaşadığım hiçbir yere gelmedin
en yaralı yanım oldun
kanadın
yandım gitti her soluk da
bilmedin...

şimdi gelsem kapına
böyle yıkık
böyle yorgun
yaralı
gözlerimden tanır mısın

tut ki körpe şafak uykulardayım
bir yanım uykuda
bir yanım uyanık
uzanmışım gül pembesi buluta
zamandışı sonsuz yolculuktayım
tül yüzgeçli bir balığım
ışıktan okyanuslardayım
bir martıyım mavilerle sevişen
bir damlayım güllerin dalına düşen
bir yanım uyur
bir yanım uyanık

öyle uyursun da bir türkü nasıl uyursa
bir ağaç nasıl uyursa çiçekler aça aça
sevdalar nasıl uyursa
bir yanım düş
bir yanım umut
yanıbaşındayım
bir yanım uykuda
elimi uzatırım sana
yana yana
bir yanım uyanık
yokluğunun buz dalları gelir parmaklarıma

uyanırım
yalnızlığın dudakları dudaklarımda

şimdi neredesin bilsem
ahh yorgun sular gibi gelsem
ovalarına yayılsam
dinlensem

Adnan Durmaz

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Çizer : Ahmet Ercan

 


 Kıraathane Panosu



Babamla Dans - Suat Sungur



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

"Must Love Dogs" Türk sinemalarındaki ismiyle "Aşkla Randevu". Bu filmin orjinal web sayfasında bulunan http://www2.warnerbros.com/mustlovedogs/downloads.html ve bilgisayarınızın monitörünü hiç üşenmeden temizlemeye aday dört sevimli köpek var. Siz istediğiniz bir tanesini alıp bilgisayarınıza indirmeye ne dersiniz? Yok ben bilgisayarıma ekran koruyucu indirmem derseniz http://www.pcworld.com.tr/resim/ekran_temizligi.swf kısayolunda bu ekran koruyucunun nasıl çalıştığını gösteren flash versiyonu seyredebilirsiniz. Hem de indirmenize gerek olmadan. Ben bilgisayarım için daha canlı ve gösterişli ekran koruyucuları istiyorum diyenler için ise http://www.wallpapers.com/ web sayfasını tavsiye edebilirim. Bu web sayfasında bilgisayarınızın ekranına farklı bir boyut getirecek ekran koruyucular ve duvar kağıtları bulacaksınız.

Bu kadar yeter ya, ben n'olacağım diyenler için tabi ki flash oyun sitesi tavsiyemizi unutmuyoruz. Bu defa http://www.marmaraoyun.com web sayfasını denemenizi tavsiye ediyorum. İyi eğlenceler.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3752 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe
Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




La rivière de notre enfance
Michel Sardou









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080222.asp
ISSN: 1303-8923
22 Şubat 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com