|
|
|
14 Mart 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Uyarılar anlayana!.. |
Merhabalar,
Bugün epeydir hasret kaldığımız bir toplu eyleme tanık olacağız. Her ne kadar büyüklerimiz tarafından yalancı damgası yeseler de, işçilerimiz, özellikle bayramlarını uyarı eylemi ile kutlayacak sağlık çalışanlarımız, güdülmekten hoşlanmadığımızı yöneticilerimize göstermek için bir dizi eylemde bulunacaklar bugün. Kısa bir süre için belki sıkıntı çekeceğiz ama bu eylemlerin yediden yetmişe herkesi yakından ilgilendirdiğini aklımızdan çıkarmadan serzenişleri önlemeliyiz. Bunca çizilen güllük gülistanlık tabloya rağmen ayaklanan bu insanları yermek yerine dediklerine kulak vermek zamanı şimdi. Sosyal güvenlik yasası diye dayatılan yasanın gerçek marangozların elinde sallanmayan sağlam bir masa olmasını istiyorsak, bu seslere kulak vermeli, destek olmalıyız.
Sağlık sektöründe çalışan herkesin 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor, işçi ve emkçilerimizin haklı eylemlerinde mesajlarının yerine ulaşmasını canı gönülden diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan TARZAN KEMAL |
|
Çizgi film kahramanı Tarzan, kararlı ve bilgiç bir tavırla yüzünü dönerek "Senin adın Tarzan, benim adım da Tarzan. Bu böyle olmaz dostum. Bundan sonra senin adın Tarzan Kemal olsun" der miydi? Tahmin etmek o kadar kolay da değil. Tarzan Kemal'le gerçekten karşılaşsa belki de ormanları terk eder haksız ününden utanırdı. Bütün tanınmışlığına rağmen sonuçta o bir sanatçının çizgilerinden ibaret. Yani sizin anlayacağınız altı üstü bir kağıt bebek. Bütün orman etinden sütüne kadar onun emrinde. Bir eli yağda diğeri balda. Beyimize düşen ise ayda yılda kurgulanmış bir kahramanlık. Onun yaşadığı ormanlara hiç kış gelmiyor. Bir parça aslan derisi örtse edep yerini yeter de artar bile. Beyimizin tropikal ormanda bin bir çeşit meyve yemekten canı mı sıkıldı. Kolayı var. Amerika'nın en kalabalık kentlerinden birine gidilir. Sarışın bir afetin uçak yolculuğu tam bu ormanın üstünde sona erdirilir. Kaza bu geliyorum demez. Üstelik bu kazada tek sağ kalan da o olmalıdır. İlahi takdir elden ne gelir? Ceyn artık uçakla yolculuk yapmasın ne çıkar? Tarzan'ın hızlı tren gibi saatte üç yüz kilometre hıza ulaşabilen sarmaşıkları var. Hepsi yerli yerinde, şaşmaz bir düzenle bağlanmış binlerce sarmaşık.
Bizimki dünyaca ünlü falan değil. Kimden mi söz ediyorum. Siz de çok cahil kalmışsınız. Kendi yurdunuzun yaşayan efsanelerini bile tanımıyorsunuz. Sözünü ettiğim Sinop Tarzan'ı Kemal Abi. Tarzan Kemal da kim? Buyur burdan yak. Benden bir sokak aşağıda oturur. Ahşap iki katlı bahçe içinde eski bir evde. Bakkal Ali'nin hemen üstünde. Öyle kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadığına bakmayın. Bu kentin bütün sokaklarından, bütün ağaçlarından, bütün çiçeklerinden sorumludur.
Anladım sanıyorsunuz ama anlamadığınızı gözlerinizden okuyorum. Tarzan Kemal'ı ilk kez 1982 yılında gördüm. Şimdiki Sinop Limanının gümrük kapısının yanında küçük bir kumsal vardı. O kumsalda gördüm. Elindeki kavak fidanlarını o kumsala dikmeye çalışıyordu. Üstünde sadece kısa bir şort vardı. Kumsala dikilen kavak fidanları şimdi büyük ağaç olmadılar. Ama O hala bu kentin her sokağına ağaç dikmeye, bütün parklarına, bahçelerine canı pahasına bakmaya devam ediyor. Sinop Tarzan Kemal'in sadece şortla gezmesine yıllar önce alışmış. Bu kente yeni gelenler için ise hep şaşırtıcı olma özelliğini koruyor.
Park, ağaç, çiçek dedim ya. Ben izin vermeden aklınızdaki bir soruya yanıt buluyorsunuz. Acele ettiğinizi, yanıldığınızı söylemekten başka çarem yok. Tarzan Kemal belediyede falan çalışmıyor. Hayvanları sevmeyi, ağaçları ve çiçekleri, bu kenti sevmeyi yaşam ile arasındaki en büyük bağ, amaç edinmiş. Kimseden ne beş kuruş para alıyor ne de istiyor. Söylentinin bini bir para. Hakkında her sokakta bir öykü anlatılır. En yaygın olanı en klasik öyküdür. Üniversiteyi bitirdiği yıllarda bir kız sevmiş. Kızın ailesi bu evliliğe izin vermeyince mutlu sona ulaşmak ahirete kalmış. Kara sevdaya tutulmuş, aklın yitirmiş diyeni çok. O gün bu gündür böyle yaşarmış. Yani sizin anlayacağınız Tarzan Kemal resmen deli. Ben de O'nun deli olduğuna katılıyorum. Benim gibi yaşamadığı için, benim ölçülerime uymadığı için, devlet kapısına kapağı atıp bir ev, bir araba, bir eş ve iki çocuk planlamadığı için, taksitlerle yaşamadığı için deli. Aslında daha söyleyeceğim çok şey var ama bu kadarı yeter.
Lokantalardan topladığı yiyeceklerle hem kendi karnını, hem de sokak hayvanlarını doyurur. Sokaklarda rastladığınızda yanında hep üç-dört köpeği vardır. Sırtında küfesi, kucağında davulu yada akordeonu. Küfesinde günün mana ve önemine en uygun slogan yazılıdır. Davul gündüz, akordeon ise gece sokaklardan geçerken çalınır. Davul gündüz sokakları ve insanları uyarmaya (yazılı slogan çerçevesinde) akordeon ise gece daha uygundur. Sloganlar ise hep çevre temizliği, denizler, hep doğa ve hayvanlarla ilgilidir. Burada düzenlenen panayır ve mahalli güreşlerde kuzu çevirmek, kebap yemek vazgeçilmez bir alışkanlıktır. Tarzan Kemal, mutlaka oraya önceden gitmiş "Kuzu bebektir, yenilmez" sloganını yazmıştır. Mutlaka görürsünüz. Eğer O'nun gözü önünde bir ağaç fidanını kırmıyorsanız, bir kediyi taşlamıyorsanız yada çiçekleri koparmıyorsanız sorun yoktur. Sigara içerek dolaştığınız için "sende mi iki ayaklı fabrika bacası oldun" deyip geçer. Sigara izmaritini yere atarsanız iş değişir. Mutlaka izmariti yerden almanızı isteyecektir. Çiçekleri koparıyorsanız yüksek desibelli bir azar sizi bekliyor. Sakın aklınızda çıkarmayın.
Bir mahalli dergide okumuştum. Yazar neden çıplak gezdiğini sormuş. "Benim güneşe saygım var, doğaya saygım var. Ondan gizlenmeden, korunmadan, barışık yaşamak istiyorum" diyor. Sıra dışı olmak, yada dikkat çekmek gibi bir sorunu olmadığına ben de katılıyorum.
Tarzan Kemal ile benim ve diğer ortalama insanlar arasında önemli bir fark var. Ben yaşadığım kentte gördüğüm olumsuzlukları gördüğüm yerde bırakıyorum. O ise gerekirse valiye, belediye başkanına gidiyor. Geçenlerde ilköğretim çağında çocukları sigara içerken görmüş. Onları uyarmış, okula gidip öğretmenleriyle konuşmuş. Çocuklar gidip evinin camlarını kırmışlar. Polise şikayet etmiş, Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmiş. Polisler deli diye şikayeti ile ilgilenmemişler. Oysa bir delinin bile evine zarar verilmesini engellemek polisin görevi. Mülkiyet, hakkı, barınma hakkı. Yoldan geçerken karşılaştık, benimle dertleşti. Kendisine hak vermekten başka yapacak bir şey bulamadım.
Tarzan Kemal sen delisin. Bu senin suçun da değil. Diogenes ölürken sana kutsal bir miras bırakmış. İçinde yaşamak için bir küp, gündüz bile insanlığı aramak için bir fener, bilgece bir çilekeşlik ve duyarlılık. Kemal Abi sen delisin. Bu kenti ve sokakları hepimizden çok seviyorsun. Kemal Abi sen delisin. Bütün kolaycılığımızı ve hazırcılığımızı dalgaya alıyorsun. Çok derinlerdeki sefaletimize dokunuyorsun. Deli olmak içimizde en insan olana yakıştığı için. Abi itiraz etme, sen delisin.
Bu yazı arkadaşım Pervin ULDAĞ'ın Sinop'ta yaşadığı eski günlerin anısına yazılmıştır.
Not: Tarzan kemal 2006 yılında hayata gözlerini yumdu. Sinop'un başı sağolsun
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
GÖRMEYEN BİR ÇİFT GÖZÜN GÖSTERDİKLERİ
Televizyon izlemede eşin dostun söylediğine göre gereğinden fazla seçiciymişim. Ne yapayım, silahlı adamların cirit attığı diziler, kerameti kendinden menkul akıl hocalarının ahkâm kesmeleri bana göre değil. Hele Menemen bardağı gibi dizilen anlı şanlı sanatçıların ağız dalaşlarını dinlemeye ayıracak hiç zamanım olamaz.
Evren yarışacakmış.
Evren kim?
Görme engelli bir genç.
Olabilir, diyorum kuzene. Dünyada o kadar çok engelli var ki? Hele hele sosyal engelliliğin bedensel ve zihinsel engelliliği fersah fersah geçtiği bir dünyada bedensel engelli gencin özelliği ne ola ki?
Yarışma sırasında engelliler için bir yardım kampanyası da düzenlenecekmiş.
Hükümetin, sosyal güvenlik reformu adı altında emeklileri ve çalışanları daha da aç bırakma harekâtının, PKK gündemiyle kamufle edildiği şu günlerde, kelin merhemi olsa, diyeceğim; ama diyemiyorum.
Evren'in, ( soyadını bilmediğim için böyle yazıyorum, bağışlasın.) ne kadar para kazanacağıyla hiç ilgilenmedim. Çünkü bu tür şans oyunlarının kaliteli afyon olduğunu bilenlerdenim. Sadaka toplumu yaratıp insanların yardım duygularını allak bullak edenlerden ne denli hazzetmiyorsam, insanların umutlarını lotaryalarla sömürenlerden de hazzetmiyorum. İnsan kazandığının bedelini ödemeli.
Haber 1. "İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 13 ilçe sınırı içerisinde 18 bin kişiye her gün sıcak yemek dağıtırken, 16 ilçe belediyesi ise 12 bine yakın kişiyi doyuruyor. "
Haber 2. "Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, günde 10 bin insana yemek verilebilecek kapasitedeki aşevinin 1 ay içerisinde hizmete gireceğini söyledi.".
Haber 3. "Her ramazan belediyeler tarafından kurulan iftar çadırlarında şampiyonluk İstanbul'un elinde. İzmir'de bu yıl hiç çadır kurulmazken Ankara'da Büyükşehir Belediyesi günde 20 bin kişiye yemek dağıtacak."
Haber 4. "Vali Muşmal, bu yıl il merkezindeki fakir ve muhtaç ailelere hane başına 625 kilo olmak üzere, toplam 10 bin ton kömür dağıtımı yapılacağını belirtti."
Haber 5. "20 ilde yapılan araştırma, bu illerde iki kişiden birinin yeşil kartlı olduğunu ortaya çıkardı."
Bunca karamsar haberden sonra iyi haber vermemiz gerek.
" Belediyelerimizin borcu silindi."
Kimin cebinden?
" Geçen yıl Forbes'in geleneksel zenginler listesine Türkiye damgasını vurdu. Dolar milyarderlerimizin sayısı 35'e yükseldi. Milyarder sayımız bakımından Japonya'yı bile solladık."
O dolar milyarderimizin cebinden mi?
Yanıtı ben verirsem ayıp olur. Buyurun sevgili okurların yanıtı siz verin.
…..
Çinli Kuan Tzu ne güzel söylemiş. Kaç kez yazdım, yine yazıyorum ve yazacağım.
Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,
Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.
Bir kez ürün verir ekersen tohum,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir
Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,
Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.
Halkı eğitmek de neyin nesi oluyor şimdi. Onlar doğuracak, devlet doyuracak. Sonra "Allah sizi başımızdan eksik etmesin!" diye efendilerine dualar edecekler. Bu duaların Allah katında kabulü için de dini bütün olmak gerekir. Bir tel saçın bile günahlara vesile olabileceği asla akıldan çıkarılmayacak. Elektriklerin kesilmemesi, topun kaleye girmesi için yatırlara kurban kesilecek, nefesi keskin hocalardan okumalar üflemeler istenecek.
Ya açar Nazm-ı Celil'in, bakarız yaprağına;
Yâhut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
Mehmet Akif mi söylemiş bunu? Sahi Mehmet Akif, Mısır'a neden gitmişti, kaçımız biliyor? Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ve arkadaşı Akif'in hazırladığı Kur'an mealini yakarken salt bir vasiyeti mi yerine getirmişti?
Tanzimat dönemi yazarlarından Direktör Ali Bey, Lehçe't -ül Hakayık adlı mizahi sözlüğünde "cüce" sözcüğünü "Büyük adamların yakından görünüşü."olarak açıklar. Bir dev gibi gördüğümüz birçok ünlüyle yüz yüze geldiğimizde ne denli sığ, sıradan olduğunu görüp büyük hayal kırıklıkları yaşayanımız az değildir.
Kamera karşısına geçenlerin çoğunun en sağlam maskelerini takındıklarına inanmışımdır hep. Günlük yaşamda karısına kızına, kardeşine akıl almaz baskıları yapanların, orada ne denli özgürlükçü, demokrat, feminist kesildiklerini, üstelik insanların gözüne baka baka ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün demelerine kaçımız tanık olmamışızdır ki!
Satır araları, maskelerin en zayıf noktalarıdır ve kişi gerçek kişiliğini buralarda ele verir. Bu yüzden konuşmaların satır aralarına takılırım sık sık. Bir de "Yüz, yüreğin aynasıdır" deyip yüze bakarım. Sokakta, otobüste, iş yerinde veya toplantılarda yıkık kaşlı, asık suratlı insanlara hep kuşkuyla bakarım. Bilirim ki o kişinin içinde bir kavga vardır. Her an sizi de öfkesinin düdenlerine çeker. Biz Yunus'un:
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Yol oldur ki doğru vara,
Er oldur alçakda dura,
Göz oldur ki Hakk'ı göre,
Yüceden bakan göz değil.
dizelerini okusak yağmur sonrası çıkıveren güneş edasıyla, öfkenin bir sanat olduğunu söyleyiverir. Kafamız allak bullak olur.
Evren o gece, milyonları kazandı, kazandırdı. Eşiyle iletişimi tam bir sevgi iletişimiydi. Yarışmanın kırılma noktalarında bize bir eşle yaşamı paylaşmanın özgün örneklerini yaşattı. Kaybettiğimiz anda, bizim için üzülen dostlarımızı teselli etmenin ne büyük bir güç olduğunu gösterdi.
Görmek, sevgi kantarının topuzudur. Sevgimiz bolsa, en uzak, en yabancı bildiklerimiz bile yakınımızdadır. Sevgimiz çıkarlara bağlıysa yakınımızdakiler bile bize uzaktır: yalnızızdır.
Körlük, görme organı görmeyenlerin değil, kalp gözüyle göremeyenlerin özelliğidir. Evren gibiler, sosyal özürlülerin cirit attığı bir toplumda bize ışık tutan, yol gösterenlerdir, acıyıp yardım ettiklerimiz değil.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Şevki ile Şevkiye |
|
"Bugün çaylar benden" dedi Şevki Bey, gülümseyerek kahvenin kapısından girerken. "Yine ne mikropluk var acep aklında ?" diye düşündü kahveci Dursun Efendi ve seslendi :
- Sabah şeriflerin hayrola Şevket Bey Amca, lakin nasıl ödeyeceksin o bir türlü aysonunu denkleştiremediğin emekli maaşınla ?
"Bu ay denkleştireceğiz Dursun Efendi, merak etme sen" diyerek her zaman oturduğu masasına ilerledi. Kendisi gibi emekli arkadaşlarıyla her sabah mahalle kahvesine uğramadan güne başlamazdı zaten. Tam 45 yıllık eşi Şevkiye Hanım sabah kahvaltısını hazırlamaya başlar iken o; mahalle bakkalından gazetesini, mahalle fırınından ekmeğini almak üzere evden çıkar ve kahveye uğrayıp bir çay içmeden de evinin yolunu tutmaz idi.
- "Sahi Şevki, sabah sabah bu ne neşe ?" dedi, kendi gibi emekli dostlarından biri.
"Bakkal Mümtaz Efendi söyledi, kişi başına düşen milli gelirimiz artmış imiş. Bakalım şimdi şu gazeteye.."
- "Hah hah haa ..! İlahi Şevki Bey, yine yemiş seni Mümtaz Efendi. Geçenlerde de emekli maaşları artıyormuş diye gaza getirmişti seni. Vergi iadesini kaldırıp maaşa eklemişlerdi ya çekirdek parası niyetine, işte o hesap ! İyi oku da tersine kuşa çevirmesinler emekli maaşını"
"Olur mu öyle şey yahu ! Bak işte, meğerse biz aslında 68 milyon imişiz. Böl 68'e, hesap tamamdır. Yani kişi başına düşen gelir 7.500 dolar ediyor" diye şevkle sarıldı çayına ama kahveci takımı makaraları koyvermişti bile.
"Adamlar hesaplamış işte, siz daha mı iyisini bileceksiniz ?" diye sinirle kalktı masadan, üstelik sabah çayının yarısından fazlasını bardakta bırakarak. Dursun Efendi ardından seslendi :
- "Şevki Bey Amca, yazdım hesabına çayları, unutmayasın. Artan fark senin cebine de yansıyacak olursa oradan ödersin, olmadı Allah ne muradın varsa versin. Benim gözümde kişi başına düşen gelir dağılımının kahvehanemize yansıyan sıralamasındaki yerin hala değişmedi haberin olsun. Hah hah haa ..!"
"Her seferinde kandırıyorlar seni, 45 senedir inandın gittin şu asparagas haberlere ya, ne diyeyim sana !" dedi Şevkiye Hanım, sabah kahvaltısında gazetesini okuyan Şevki Bey'e.
"Sen anlamazsın politikadan Şevkiye Hanım, atmasın yine tepemin tası !"
- "Aman aman al da başına çal, senin olsun bu işin politikası."
"Sen öğretmen emeklisisin hanım, bilirsin hesabı kitabı. Ülkemizin toplam GSMH'nı alıp, bölmüyor muyuz 68 milyon küsür nüfusumuza ?"
- "Bölüyoruz da, neden 4-5 milyon gibi telefatımız olmuş ? Hani 72-73 milyon idik ?"
"Adrese bağlı nüfus sistemine göre değilmişik demek ki ..! Sahi, sen bu akşama güzel bir sofra hazırlasan da kişi başına düşen milli gelirimizi ağız tadıyla bir kutlasak ya ! Ne dersin ?"
- "Hayrola Şevki Bey, nedir bu şevkinizin Emekli Borsası'ndaki artışı ? Duyan da; cebinizdeki hisselerin tavan yaptığını zannedecek, hıh !"
"Hani diyorum, nüfusumuz bile 4-5 milyon azalmış iken... Ha 7.500, ha 7.499 dolar, ne fark eder ?"
- "Ee ..?"
"Gerçi; kişi başına düşen milli geliri biraz azaltmış olacağız amma velakin..."
- "Eee ...?"
"Bir yandan da vites yükseltmiş olurduk diyorum hani !"
- "Vites mi ?"
"Yani biz de 2'den 3'e geçerdik. Zaten büyüğümüz; "En az 3 olmalı !" demedi mi ?"
- "Şevki Bey, sen iyi misin ? Ne vitesi, ne 3'ü ?"
"Hayatım, yani Şevket oğlumuza 1.vites, Şevval kızımıza da 2.vites diyecek olursak ..?"
- "Haaa, şimdi anladım. Akşama börek açacaktım ama daha iyi bir fikir geldi aklıma, nasılsa aynı aleti kullanacağım. Bittin sen Şevkullah Efendi !"
"Şevkullah deme Şevkiye Hanım. Bütün şevkimi ve zevkimi kırdınız yani ..!"
- "Dua et başka bir tarafını kırmadım.. Hem sen Şevçenko mudur nedir, hep sevdiğini söylemez misin ? Şevket, Şevval, Şevçenko. Oldu mu sana üç, hadi canım bundan sonra bu işler güç. Sen aç bakayım şu haberleri de; yeni Sosyal Güvenlik yasa tasarısı gibi bir şeyler söylüyorlardı"
"Ne gibi şeyler ? Yoksa, emekli maaşları da GSMH gibi artıyor muymuş ?"
- "Yok. Sanırım emekli maaşlarının fazla oluşu bu hükümete batıyormuş. Hatta; mümkünse kimseyi emekli etmeden.. Yani; yolcudur Abbas hesabı !"
"Deme yahu ! İyi ki emekli ikramiyesi ile aldığımız başımızı sokacak bir evimiz varmış."
- "Haa, onunla da ilgili de nurtopu gibi bir vergimiz varmış ! Sakın öleyim deme bu arada, yeni yasa tasarısında Dul Emekli Maaşı kuş kadarmış..."
"Desene GSMH denen şey de : Gayri Sahi Milli Hasılat"
- "Aramıza hoşgeldin Şevki Bey'ciğim... Gayet Sabunlanmış Matematik Hesabı... da diyebilirsin, Güya Süper Memleket Halleri... de diyebilirsin. Hatta; TÜİK'na ( Türk İstatistik Kurumu ) TÜrevi alınmış İstatistikler Kurumu de. Asgari Ücret'e de Az gari bu Ücret yakışır."
Alavere dalavere, 9.9 milyon işsiz sayısı başka bir hesaba göre 4.1 milyona indirile, vergi üstüne vergi bindirile, don ile yatıla, türban ile kalkıla, kadeve kaldırıla, emekli maaşlarına 3 kuruş zam yapıla, "Padişahım çok yaşa !" diye tapıla, hatta "Ne iyi yaptık değil mi ?" diye memlekette teneke çaldırıla. Emeklinin Emlak Vergisi muafiyeti kaldırıla, burnundan fitil fitil getirile, maaş kuyruklarında birer birer eritile. Ülke orasından burasından yarıla, yoksullaşan halka torba karşılığı vereceği oyu sorula. Her kim ki Atatürk'ün sözlerine sarıla, derhal fetvaya sorula, laiklik hayra yorula, Anayasa hamur gibi yoğrula yoğrula.
Azmi'nin herşeye rağmen azmi, Şevki'nin incir çekirdeğini doldurmayan şevki tez kırıla...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Sözüm Meclisten İçeri! |
|
Giderken durdurulamayan her şeyin acısı ığıldır. Ve en derin izleri ığıl akan yaralardan alır insan. Çok küçük bir sancı vücudunda hiç bilmediğin bir sinirin ucunu sızıldatmıştır. O zaman anlamışsındır hem sızın vardır aynı yerde hem anatomik bir ucun.
İşime gücüme bakmadığım ve hatta bakamadığım günleri yaşarken ben üzgünüm. Aptal bir üzülme hali bendeki. Yangından hasar almış bir evde aynı anda yitmiş ve kül olmuş bir aile ardından ne için ağlamadığını bilemiyor olmanın verdiği bir aptallaşma hali gibi. Oturduğum her masadan omzumda, kalbimde, gözümde, özümde, sessizliğimdeki bir yığın ağırlıkla kalkıyor olmak. Benim için çok ağır…
Ben çocuk olduğumda elde edemediğim hiçbir şey için ağlamazdım diyebilirim. İstediğim yapılmadığında beklentilerim beklediklerim olmaktan çıkamadığında bir diğer yanıyla hüsran oluşturduğunda vücudumda, susardım. Kaprisim azdı, inadım fazla. İstediğim yapılmadığında benden isteneni yapmazdım. İlk gençlik denilen zamanlarımda büyük yaralar aldığımda, -büyük yaralar aldığıma inanarak içimde büyüttüğüm küçük sıyrıklardı onlar ya da-, yine ağlamadım. Beni ağlatamayan şey genelde kahredendi. Yıllar oldu sonra. Değişen, değişmesine izin verdiklerim oldu. Değişmelerine izin vermek istemediğim halde değişenler. Bazen de değişmesine izin vermediklerimin beni umursamadan değişmek zorunda oldukları evrimler yaşadım. Bana bebekliğim, çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımdan kalmış en değişmeyen gerçek bu oldu. Kanıksanmış, değişmemiş, belki en iyi ihtimalle birkaç yerinden gelişmiş, törpülenmiş bir haleti ahval… Beni ve içimi derin, derin kazıyanlar karşısında ağlayışsız tavrım. Beklentilerim yapılmadığında beklenenleri yapmamak. Kapris konusunda neredeyse fukara, inat hususunda bir dünyaya servet sayılabilecek ölçüde zengin olmak…
Bu durumun çok avantajlarını da yaşantım. Bazen bana yüklediği veballer ağırdı, ama onları da her seferinde ödeyerek, borçsuz ve başı dik biçimde yaşamayı başardım…
Geri dönüşümü bulunan bütün gidişleri sevmişimdir. Hüzünlüdür ama lokaldir. Mutlaka biteceğinin inancı vardır. Bu nedenle çok korkutmaz gideni, kalanı çok acıtmaz. Bir yol ayrımında iki ayrı yöne yürümüş çok insan tanıdım. Bazen o kadar tanıdıklardı ki, biri bendim diğeri o. İki başka yol ayrımına gidenler oldu. Bazen de biz gittik. Yol ayrımlarından sonra arkasına bir kereden fazla dönüp bakmış her insan için henüz yaşanmak istenilenler bitmemiştir. Gidilen yoldan mutlak suretle, bir şekilde geri dönülecektir. Biz iki ayrı yol ayrımında iki ayrı dünyaydık. Bir kere ayrıldık. Bir daha hiç arkamıza bakmadık. Bunu yapmadık…
Canıma derin izler açmayı başaramayan, ani ağrılarda ağladım. Ağlarım. Beni çok yaralamayan konuşmalarda karşılık olduğum çok olmuştur, konuşmuşumdur. Ömrümü yakan hiçbir ağrıda ağlamadım ben, önümü göstermeyecek kadar gözümü karartan hiçbir konuşmaya cevap vermedim…
Bir gün soğuk bir ev. Öyle soğuktu ki yakılan hiçbir ısıtıcı aman olmuyordu bu ilikten başlayıp kalbe yayılmış buzulsal ayaza. Kadın eşyalarını topluyor, adam engel olmuyordu. Bir ev vardı. Biraz önce uzundur susulmuş olanları en olmaz zamanda, bir akşam sofrasında saçıp dökmüş, konuşmuş bir ev. Tabaklar vardı yerde. Kırık, küskün. Dolmaların her biri acıyla savrulmuştu. Bardaklar vardı. Kırıktı. Dışarıda yağmur yağıyordu. Biraz önce tabakların kırılarak konuşulduğu sofrada kadın ve adam dışında olanlar da bulunmaktaydı. Evin çocuklarıydı…
Ne zaman anne ve babası kavga etse hızlı kalp atışlarına engel olamamış ve içinden bu acının dinmesi için yalvarıp 'derslerime çalışıp, tüm karnemi beş getireceğim' diyen bir çocuk. Gözlüklerinin altından gözyaşını silmeyi hep alışkanlık etmiş, gözü yerdeki kırık tabaklara takılıp gitmiş, güzel ve kömür gözlü bir çocuk daha. Bir ev vardı soğuktu. O soğuktan ömrümüze sızmış çok ısıtamadığımız günler oldu. Bazen bir ölüme sebebiyet verecek kadar bize telaş ettiren zamanlardı. Kadın gitmek istiyordu, adam engel olmuyordu. Ve oysa soğuktu. Ve oysa dışarıdaki yağmur kadını ıslatacak, bacak ağrılarını azdırdığında, onu sinirli ve bazen de hatta, çekilmez kılacaktı. Susulmuş olanlar konuşurken, kırılanlar oldu. Havaya saçılmış dolmaların yanına iliştirilmiş küçük iki kalp oldu. Sessizce boşaldı masa. Doyulmamış bir masanın açlığını ve acısını yaşamak için henüz yetersiz iki çocuk vardı. Umursanmadı. Adam da aldırmadı. Kadın da. Uzun zamandır netameli şekilde susulmuş olanlar hiç kusulmaması gereken bir yerde kusulmuştu, akşam sofrasında…
Adam engel olmadı. İstese olamayacağını bildiğindendi belki bu kararlılığı. Kadın gitti. Dışarıda yağmur vardı. Ev soğuk. Yerde tabaklar, halıda üzgün birkaç pirinç tanesi, betonda süzgün biberler…
Odasına gitti çocuk. Diğer çocuk mutfakta kaldı. Gözlüklerinin altından gözyaşını silerek, kırılmış hangi tabak kalbine en benzeyen onu bulmak içindi bu kalışı. Kulaklarını kapadı odadaki çocuk. Her ayrıntı günün anlamını yıllar sonra girse odasına, salise farksız anımsatacak sandı. Annesi hiç dönmeyecek. Babası bir daha hiçbir zaman masal okumayacak mıydı. Kalbinden bütün kısa, çocuk ömrüne yayılmış bir acı vardı. Ama ağlatmıyordu onu. Böyle durumların hiçbirinde ağlamıyordu. Ağlayamıyordu. Bir süre ısınmayan, ısıtmayan soğuklar yaşandı. Herkesten farklı ve çelişik biçimde yaşanmış soğuğundan mütevellit bir çetin yaz. Sonrası güzel oldu…
Kaybetmekten korkarım der çok sevdiğim bir ses. Ne güzel söylemiş. Kaybetmekten korkmanın korkusuyla korkutulmuş, korkutmuş, korkmuş çok kafile oldu. Çoktu…
Söylenecek bir dolu şey var, söylenecek hiçbir şey yok.
Yolunda gitmeyen bir yığın hadisenin içindeki iyi ve rayınında seyreden neredeyse hiçbir gerçek yok. Sıkıldım. Hep aynı sözler. Yoruldum hep aynı yadırganmış gibi yapılanların ardında daha başımı çevirdiğimde desteklenenlerden, destekleyenlerden. Yolunda gitmeyen ömrümü yakanlar olunca konuşmuyorum. Cevap olamıyorum. Bunu yapmıyorum. Gereksiz buluyorum. Benim beklentilerim beklenti olmaktan öteye gidemediğinde benden beklenen hiçbir gerçeği uygulamıyorum. Bu doğru mu yanlış mı olur mu olmaz mı sorgulamıyorum, sorgulatmıyorum. Direkt uygulamaya alıyorum. Devamını beklentilerim cevap bulana dek sürdürmeyi marifet biliyorum. İnadımı seviyorum. Kabullenip, benimsiyorum.
Bir gün bir ev vardı. Çok soğuk. Beni ağlatamayacak kadar tüm uçlarımı tutuşturmuş kararların alındı sanıldığı ama bitmeyenlerin olduğu anlaşılan bir ev. Dışarıda yağmur. Halıda leke. Betonda üzgün pirinç. Elleriyle kulaklarını tıkamış bir çocuk vardı. Kulaklarını açtığından bir süre sonra güzel şeyler duymuş ve hayata dönmüş bir çocuk vardı.
Şimdi de bir ülke var. Susulanların en zamansız yerde kusulduğu bir akşam sofrası kadar yanlış kusulduğu bir ülke. Haklıyla haksızın, yol ile yolsuzun, gerçek ile yalanın, şerefle şerefsizin, namusla namussuzun, suçluyla suçsuzun, örf ile adetin birbirine karıştığı, karıştırıldığı bir ülke. İnsanlarının konuşarak laf üretmeyi çok sevdiği ama genelde fikirlerini düşünceleri etmediği bir ülke. Özgür olmakla özsüz olmak ne demek bu mefhumları sindirememiş, başındaki yalan, ortasındaki yalan, sonundaki en temiz ama en çok yıpranan, yıpratılan, hırpalanan bir halkın varolduğu o ülke. Basit bir sıra kavgasından sonra işin tatlıya bağlanmadığı olmamıştır. Barışılır. Bir üçüncü kişiyse kavgayı çıkartıp geri çekilmiş olduğuna inanan, derdine çoktan yanmaya başlamalıdır. İçteki kavga tatlıya bağlanır. Bu tatlıya varış sürecine değin yaşatılmış bütün acıların halksal oranı kavgayı çıkartılana yaşatılır, yaşatılmıştır. Çok soğuk bir ev vardı. Dışarıda yağmur. Ağlatmayacak kadar ömür uçlarımı tutuşturmuştu. Şimdi de bir ülke var, üç beş kendini bilmezin bir şeyler yaptığına inandığı ama tek halt yapamayacağı alnı temiz, yüreği temiz, beyni temiz Mustafa Kemal Atatürk'ün izinde, laik, demokratik, ilkesine ve inancına inançlı bir gençlik var. Bir ev vardı çok soğuktu. Isındı. Bir ülke var çok karanlık, ama aydınlık. Gecenin en karanlık yaşandığı an, sabahın en yakın olduğu zamandır. Sabaha çok yok. Gece fazla karanlık zira. Sevgimle kalın…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahvenin Köpüğü : Melis Mine Acı kahve |
|
Halet - i ruhiyem sebebiyle, acı bir yazı oldu, her kim ki kafasını karıştırırım, huzursuz ederim; peşinen affına sığınırım. Göremediklerim, düşünemediklerim olmuştur kuvvetle muhtemel. Zira diyeceğim üzere, düşünemiyorum artık.
Bir yandan düşünüyorum, "en az üç çocuk doğurun" lafını. İyi niyetle bu cümlenin sarf edildiğine inanmıyorum yürekten çünkü güvenmiyorum artık bu sahnedeki insanlara ben. Bir yandan bangır bangır ana çocuk sağlığı diye parçalanırken insanlar, anneler ücra köşelerinde yurdun doğum sırasında ölürken, çocuklar sokaklarda açlık sınırının altında hırsız - tinerci - hastalıklı - dilenci olarak büyürken; sağlık ocağı doktorları, yeri geldiğinde Türkçe konuşamayan, yeri geldiğinde okuması yazması olmayan, nüfus planlamasına hâşâ günah diye bakan kadınları aşılamaya ve bunun sadece sağlıklı çocuklar ve sağlıklı hamilelik için olduğunu iknaya çalışırken ve erkekler çocuk doğurmuyor, kısır diye kuma getirirken kadınların üstüne ve kadınlar; gelinlerine - görümcelerine ve kardeşlerine "aynı eziyeti o da çeksin benden ne farkı var" şeklinde çorak, çatık ve yırtıcı bir zihniyetle yaklaşırken, kadının karnından sıpayı sırtından da sopayı eskit etmemeyi öğütleyen atasözleri varken… Bu sözün iyi niyetli bir söz olduğuna inanasım gelmiyor. Sözün özünde, "nüfusumuz çoğalsın, yücelelim, hızla ilerleyelim Avrupa'da genç iş gücümüz artsın" denmek istendiğini inanmak istiyorum bu cümlelerle. Ama bütünü düşünmeden, söylenen sözün nerelere varıp neleri kapsayacağını düşünmeden söylediklerine inanamıyorum. İnansam o da ayrı bir üzüntü zaten…
Sen - ben iyi bir gelecek vaat etmek için çırpınır ve ona göre bir hayat kurmak için çocuk getirmez ya da taneyle getirirken dünyaya, bir batında 10 tane doğuran fareler gibi "üreyip" her yana salmak bu eğitimsiz, öğretimsiz, sağlıksız, güvencesiz çocukları; hayat kalitemizin neresini nasıl etkiler diye düşünmeden edemiyorum… Kafam karışıyor.
Bu söylevlere önce o bilmem kaç çocuklu ailelerde zor koşullarda büyüyen adamların ve kadınların isyan etmesi lazım belki. Oxford'a değil ama ilkokula giderdik belki daha az çocuğu olsaydı ailemizin demeliler mesela…
Öte taraftan sürekli artan bir kötümserlik bürüyor içimi. Sokakta kavga edenleri keyifle seyreden memleketim insanı, aynı sokakta öpüşen insanları bir kaşık suda boğuverme ihtirasıyla tutuşuyor, görüyorum çünkü. Çünkü kendi yapamadıklarını başkasının yapmasından mutlu değil, çünkü kendisinde olmayan cesareti, inancı başkalarının göstermesine öfkeleniyor. Çünkü korkuyor, çünkü düşünmüyor, sorgulamıyor, sevgisizleşiyor, ruhu da fakirleşiyor bedeniyle birlikte. Sadece yargılıyor. Ve evet, pek çoğumuz kötülüğün başkalarının da başına gelmesini yalnız olmamayı diliyoruz başımıza gelen olaylarda, fırsatını bulunca da bu kötülüğün başka insanlara sıçramasına keyifle yardım ve yataklık ediyoruz hatta.
Bu memlekette böyle bayağı, basit, kötücül yürekli, "ben mutlu olamadım başkası da olmasın" zihniyetinde öyle çok insan var ki, insan umudunu yitiriyor bu ülkeye, çekip gidesi geliyor. Ama yine de gidemiyor, bir şeyler bağlıyor çünkü. Ailen, evin, arkadaşların, çocukların, dilin, yemeklerin, sokağın, İstanbul'un, İzmir'in, Mersin'in, Ankara'n…
Bir başka taraftan ekonomi diyor biri. Özelleştirmeler, vakıf yasası, belediye yasaları, sosyal güvenlik yasası diyor… Katilleri maktulün ailesi affeder diyor… Dediğimi bir kez daha düşünüyorum. Ya lafın nerelere uzanacağını hesap etmeden konuşuyorlar ki devlet adamlığının buna müsamahası yoktur; olmamalı en azından, ya da gerçekten kestiremiyorlar söylediklerinin nasıl büyüyebileceğini, bir çığ olup pek çok insanı ezip geçebileceğini bu memlekette ki bu da apayrı bir vahamet.
Kafam karışıyor, düşünüyorum, düşünüyorum. Çözüm yolu bulamıyorum. Komplo teorileri yazar oldum sokakta yürürken bile. Güvenemiyorum kimselere, düşünemiyorum. Okuyamıyorum, yazamıyorum. Haber dinleyemiyorum. Rüyalarım hep gergin, huzursuz uykularım. Yorgunum. Dinlenmek istiyorum…
Kahvenizin köpüğü bol olsun dilerim. Ağzınızda tat tuz kaldıysa tabi…
Melis Mine
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
• Erdoğan, Güneydoğu çözüm paketini New York Times'a anlattı.
TERE (LEPIDIUM SATIVUM) : BRASSICACEAE (TURPGİLLER) FAMİLYASINDAN, YAPRAKLARI SALATA OLARAK YENEN BAHARLI BİR BİTKİ. VÜCUTTAKİ YAĞ YAKIMINI HIZLANDIRIR. İNCE YAPRAKLARI PİŞİNCE ACILAŞTIĞI İÇİN ÇİĞ YEMEK GEREKİR. AYRICA İÇİNDE BİRÇOK VİTAMİN BARINDIRIR.
• Başbakan: Sendikalar yalan söylüyor.
YALAN MAKİNESİNE GEREK KALMADI.
• Yabancılara vize yok. Anayasa Mahkemesi Mülk Yasası'nı iptal etti.
"EN GÜVENİLİR KAMU KURUMU" ARAŞTIRMASININ TAM SIRASI.
• DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, "AKP paketinden çıkan bir kilo makarna, üç-beş kilo şeker. Halkı aldatmaya gerek yok" dedi.
DEĞİŞTİRELİM. EZO GELİN ÇORBA, ACILI LAHMACUN, AYRAN... BAŞKA ARZUNUZ?
• Nedir Türkiye'de parlamenter demokrasinin verdiği seçim imkânı? Müslüman muhafazakârlık, Kemalist muhafazakârlık, faşizan muhafazakârlık. Ki ezeli rekabet araya girmese, bu son iki muhafazakârlık birleşip Kemalist Hareket(sizlik) Partisini kurabilecek kıvama geldiler. Radikal / H. Gökhan Özgün / 12.03.2008
BİR İNSANIN 57 YILLIK YAŞAMINA, BATI SÖMÜRGECİLİĞİ İLE İŞBİRLİKÇİSİ İSLAMCI-KOZMOPOLİT OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN ORTAK ÇABALARI SONUCUNDA YOK EDİLMESİNE RAMAK KALMIŞ TÜRK ULUSUNU KURTARMAYI SIĞDIRMIŞ OLMASI NEDENSE BAZILARININ CEVİZCİĞİNE SIĞMIYOR.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
ZOR İNANIR
Kendini unutur mu insan
Atarken son kurşunu
Derken bir silah patlar
İnsandan kaçar insan
Resimler düşerken çerçeveden
İnsan insanı düşler
Nasıl anlatılır bilmem
Amaçsız yaşayanlar
Neden köpek kediyi sevmez
Isırır en yakınını
Riyakar olan insan
Menderes Samancılar
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Beraber gülmek bir iletişim yoludur fakat iyi bir mizah duygusu çocuğunuzu daha akıllı, daha sağlıklı ve zorluklarla daha kolay başa çıkabilir hale getirebilir. Bizler mizah duygusunun mavi gözler ya da büyük ayaklar gibi genetik şifremizin bir parçası olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Oysa mizah duygusu çocuğunuzun doğduğunda sahip olduğu veya olmadığı bir şey değildir. Aslında çocuğunuzda geliştirebileceğiniz öğrenilebilen bir yetenektir. Daha fazlası ve çocuklarla ilgili akıllıca fikirler için http://www.akillibebek.com/
Yemek yapmayı mı yoksa yemeyi mi daha çok seversiniz? http://tarifname.blogspot.com/ ...Birçok şey gelir aklımıza o an çok cazip gelip bizi heveslendiren. Fakat bir olay, değişen ruh halleri, şartlar vs. derken o fikir uçup gider bir daha hiç hatırlanmayacak yada gerçekleştirmek için artık çok geç olacak şekilde. Benim hayatımda da gitmek isteyip gidemediklerim, olmak isteyip olamadıklarım, yapmak isteyip yapamadıklarımın sayısı oldukça fazla. Ama anlık bir fikir olarak gelip geçmeyen, gerçeğe dönüştürebildiklerim de var elbet, Tarifname gibi. Hiç gitmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım insanların sofrasında tariflerimle yer aldığımı bilmek çok anlatılabilecek türden bir duygu değil sanırım. Yani anlayacağınız paylaşmak çok güzel birşeymiş, bunu -Tarifname sayesinde- iyice öğrendim ben. Darısı hiç bilmeyenlerin başına... diyor bu sayfaları hazırlayan Seda Zaman. Ellerine sağlık.
http://www.ikariam.net/ ...Denizin sesi, beyaz kumlu bir sahil ve güneş! Akdenizde bir yerlerde küçük bir adada antik bir uygarlık doğuyor. Bir çağın zenginliği senin yönetiminde ve keşif başlıyor. Ikariama hoş geldin... Online oyun oyamayı sevenler için orjinal bir seçenek. İkariam´ın başlangıcında üzerinde fazla sayıda bina bulunmayan ama çok verimli bir toprak üzerinde yer alan, sahil şeridinden arsa alıyorsun. Ve kendine ait şehrini kuruyorsun. Oyuna başlamadan önce oyun turu yapmanızı tavsiye ederim.
http://www.turkcerock.net/ Türk rock müzik sanatçıları ne yapıyorsa ve Türkçe rock müzik hakkında ne varsa, hepsi burada. Ayrıca videolar, şarkı sözleri, akorlar ve bilmek isteyeceğiniz hemen hemen her şey var. Özellikle tavsiye ediyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))
|
|
|
|
|
|