|
|
|
19 Mart 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Aynen iade ediyorum!.. |
Merhabalar,
Meğer hepsi geçici bir fairplay gösterisiymiş. Estonya Başbakanının yanında melek gibi olan Tayyip Bey, dün özüne döndü sağolsun. İşin tuhafı iddianameye konu olan söylemlerin benzerlerini de, adeta kafa tutarcasına, sürdürmekte bir beis görmüyor. Çanakkale Zaferi nedeniyle Çanakkale'de yaptığı konuşmada dahi kendinden beklenen olgun ve vakur tavrı sergileyememiş. "Seyit Onbaşı'yı Seyit Onbaşı yapan imandır hadi ona da laikliğe aykırı desinler." buyurmuş. Bravo sayın başbakan. Üstünüze yapışmış milli görüş kalıpları içinde, mesle bez arasına sıkışmış, inkar edilemez hitabet sanatınızla şişirilmiş Dünya görüşünüzle kendinizi ancak bu kadar savunabilirdiniz, bravo size.
Dün trajikomik lafları sıralarken, aklımda olan ama yazarken atladığım bir patavatsızlığa şimdi değinmek ve gücüm yetiyorsa "Suç duyurusu"nda bulunmak istiyorum. Arınç soyadlı, Cumhurbaşkanlığı adaylığından malulen emekli, listede adı var diye zil takıp oynayan, sabık Meclis Başkanı zât-ı muhterem, rahmetli Mehmet Gül'ün cenaze töreninde "Ölüm en büyük gerçek. Bunu başsavcı da görmeli, siyasetçiler de görmeli, herkes görmeli. Ölüm bize şah damarlarımızdan daha yakın." demiş. Bizim köyde buna hedef gösterme derler. Bu adam alenen savcıyı hedef göstermektedir. Bu laf öyle yabana atılacak bir laf değildir. Bir boşboğazın ağzından çıksa da, durumdan vazife çıkaracak aklı evveller olabileceğini unutmadan üzerine gidilmelidr. Danıştay'ı basıp bir üyeyi katleden, Hrant Dink'i öldürenler hep böyle vazife aşığı(!?) maşalar değil miydi?
Bir patavatsızlığın da yeni farkına vardım. İlk duyduğumda, bilmediğim için önemsememiştim. Oysa üzerinde çokça düşünüp araştıran bir yazıyı okuyunca, etekleri tutuşan Tayyip Bey'in artık neyi nasıl demesi gerektiğinin pek farkında olamadığını anladım. Belki de bilerek böyle davranıyordur, bilemem artık. Cumartesi günü Batman'da yaptığı konuşmada "Laiklik dediler, demokrasiyi yediler" diyen gençleri A'raf sûresinden alıntı yaparak susturmuş Tayyip Bey. A’râf sûresi 179. Ayet şöyle diyormuş; "179. Andolsun ki, cinler ve insanlardan çoklarını cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ki, onlar ile anlayamazlar ve onların gözleri vardır ki, onlar ile göremezler ve onların kulakları vardır ki, onlar ile işitemezler. Onlar hayvanlar gibidirler, belki onlar daha sapıktırlar. İşte gâfil olanlar onlardır." Buyrun buradan yakın. Cumhuriyet Başsavcısından başlayarak, bu konuda kendi gibi düşünmeyen herkese "hayvan" diyor, hatta daha da ileri gidip "sapık" diyor. Öyleyse, ben de bu sözden alınıyor ve A’râf sûresi 179. Ayet sınırları içinde kalmak üzere sözünü kendisine aynen iade ediyorum. Benim elimden bu kadarı geliyor. Anayasa Mahkemesinin elinden geleni de bir zaman sonra göreceğiz. Hoşçakalın efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş ASIN BU SAVCIYI !.. |
|
Dönen çarklara çomak soktu!
ATATÜRK ilke ve inkılaplarına sahip çıkıp,
Kılık kıyafet kanununu hatırlattı…
Tarikatlara darbe,şeyhlerine tokat vurdu.
Ne duruyorsunuz?
Asın bu savcıyı!..
Karış karış satılan toprakların
Ve de nerdeyse parçalanan bir vatanın
Tutup kolundan bir kenara atılanın
Özü ve sözü oldu
Bakmayın öyle
Asın bu savcıyı!..
ABD'ye dost, Kemalizm'e kabus diyenlerin
Yetim hakkı yiyenlerin,
pkk'yı kardeş bilenlerin
Velakül cennete bilet kesenlerin
Yani tüm ebabil takımının
Azrail'i oldu
Asın bu savcıyı!
Cumhuriyetimizi;
Çarşafa ırak ,türbana kurak tuttu
Tayyip'e çelme,Fethullah'a gelme dedi.
Tüm heveslerini tam ortadan belledi
Asın bu savcıyı!..
Yeşil sermayenin kanadını
Abdullah'ın sarayını
Üfürükçü,tükürükçü takımını
Vakitsiz kılınan namazları
Yerle bir etti
Asın bu savcıyı!..
Ümmet bitmeden
Kaleler elden gitmeden
Hainlik sindirilmeden
Yeniden başa dönmeden
Daha ne bekliyorsunuz?
Asın şu savcıyı, asın ki
Cumhuriyeti bize kalsın!..
Mete Çağdaş www.ergenekon57.com mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Burjuva İdeolojisi Olarak Hümanizm |
|
Efendim nice kavramlar ve ilkeler vardır ki pek çoğumuzun diline pelesenk olmuştur da onların aslında ne olduğunu bilmeyiz, onlar hakkında bildiklerimiz de boş bir yanılsamadır sâdece..
Bu yanılsamalar ya birileri tarafından kasıtlı olarak ortaya konur ya da belirli bir cehâletin ürünüdür..
İşte şu hümanizm de böyledir..
Efendim sokaktaki bir kimseye 'Hümanizm nedir?' diye sorsak bize büyük bir olasılıkla 'insancıl' cevâbını verir. Oysa ki insancıl, humanitarian kelimesinin karşılığıdır, hümanizm ise insanperestin..
Nitekim hümanizm belirli bir ideolojinin, burjuva ideolojisinin adıdır..
İmdi gerçekte hümanizme karşı oldukları hâlde kendilerini hümanist olarak nitelendirenlerin hâline bir bakınız hele..
Pekî ya hümanist olmadığı hâlde bâzı düşünürlere hümanist yaftasının yapıştırılmasına ne demeli?
Eğer ortada bir kasıt varsa bu düpedüz nâmussuzluktur ve bunu yapanlar da nâmussuzdur, yok eğer böyle bir kasıt yoksa o hâlde bunu yapanlar düpedüz câhildir..
Pekî burjuva ideolojisi olarak hümanizm nedir?
Öncelikle ideolojiden biraz bahsedeyim:
Efendim ideoloji ( ) kelimesi Eski Yunancadaki idea ( ) ve logos ( ) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur..
İdea kelimesi doğrular, logos kelimesi de söz, yasa, akıl vb.. mânâlara gelir; ancak buradaki mânâsı bilgidir. İmdi ideoloji kelimesinin mânâsı doğruların bilgisidir..
Grupların taşıyıcısı olduğu değerlilik tasarımlarına ideoloji adı verilir..
Değerlilik tasarımları ise nelerin değerli nelerin değersiz olduğuna ilişkin tasarımlardır: bu tasarımlar 'şunlar değerli, bunlar değersiz' diyerek insanın değerini ve yapılması gerekenlerin ne olduğunu belirlediğini iddiâ eder..
Bu iddiâlar insanın evrendeki diğer canlılar arasındaki kendine özgü yerine ve amaçlarına ilişkin tasarımlardır..
İdeolojiler ise belirli bir insan ve dünyâ görüşü çerçevesinde oluşturulan normlar sistemidir..
İmdi burjuva ideolojisi olarak hümanizmin değerlilik tasarımına bakmak gerekirse:
Birincileyin bu değerlilik tasarımının oluşturulduğu ortama şöyle bir bakalım:
Ortaçağ'da Avrupa'da en güçlü siyâsî yapı Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'ydu..
Avrupa krallıkları doğrudan veya dolaylı olarak bu imparatorluğun siyâsî egemenliğini tanıyor, ona bağlılıklarını bildiriyordu..
İmparatorluk kurumunun üzerinde ise papalık kurumu vardı ve imparatorlar taçlarını papanın elinden giyer, ona bağlılıklarını bildirirlerdi..
Bu çağda Avrupa'da feodalizm egemendi ve merkezî idâre hem siyâseten hem de idârî açıdan zayıftı..
Kralların siyâsî egemenlikleri de içe değil; daha çok dışa dönük bir egemenlik niteliği taşıyordu..
Feodal beyler kendilerine görkemli şatolar inşâ ettiriyor, bu şatoların etrâfını büyük surlarla çevirtiyor, güvenlik gereksinmelerini de şövalyeler mârifetiyle karşılıyordu..
Toprakları üzerinde yaşayan tüm insanların ve üretim araçlarının özel mülkiyeti de bu beylere âitti..
Feodal beyler kendi toprakları üzerinde mutlak egemen bir güç konumunda bulunuyor; ekonomik ve siyâsî faaliyetleri kendileri yönetiyor, hak ve özgürlükleri ve bunların sınırlarını kendileri belirliyor, bu topraklar içinde geçerli hukuk normlarını da bizzat kendileri oluşturuyor, uyguluyor ve denetliyordu..
Zamanla Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun siyâsî egemenliği pek çok nedenden dolayı zayıfladı ve krallar etrâfında birleşen feodal beyler bu egemenliği tanımama karârı aldı..
Böylelikle krâliyet kurumu siyâsî egemenliğini arttırdı..
Zamanla bu kurum feodal beyler üzerindeki baskı ve denetimini arttırma yoluna gidince feodal beyler yeni arayışlara yöneldi..
Hem üstelik coğrâfî keşifler yapılıyor ve yeni ticâret yolları bulunuyor, keşfedilen yeni yerleşim bölgelerinden Avrupa'ya bol miktarda değerli mâden geliyor ve bu da zenginlik algısını değiştiriyordu; bu yeni dönemde toprak değil; değerli mâden fazlası zenginlik kaynağı olarak görülmeye başlandı ve bu da feodal beylerin ekonomik ve siyâsî nüfuzlarını zayıflattı..
Öte yandan bu değişen zenginlik algısı Avrupa'da burjuvanın ve burjuvazinin gelişmesini sağladı ve burjuvanın ekonomik ve siyâsî nüfûzunu zaman içinde arttırdı..
Kilise de bu keşiflere ve birtakım îcâtlara ve tabiî ki haçlı seferlerinde kaydedilen mâğlûbiyetlere bağlı olarak ekonomik ve siyâsî nüfûzunu önemli oranda yitirdi; feodal beyler üzerindeki hâkimiyeti zayıfladı ve elindeki toprakların önemli bir bölümünü onlara kaptırdı..
Hâl böyle olunca Kilise feodal beylere karşı krallarla işbirliğine kalkıştı, bu işbirliği tâ 1789 Devrimine kadar sürer..
İmdi on beş ve on altıncı yüzyıl Avrupa'sında üçlü bir siyâsî yapı vardı; bir tarafta feodal beyler, bir tarafta burjuva ve bir tarafta da Kilise ve krallar..
Bu yapı içinde burjuva hem feodal beylerin hem de Kilise ve kralların ekonomik ve siyâsî nüfûzunu ortadan kaldırmak ve deyim yerindeyse: ipleri ele geçirmek istiyordu..
Böylelikle iki aşamalı bir proje yürürlüğe soktu: birinci aşamada feodalizme son verilecek, ikinci aşamada ise Kilise öğretisi bozuma uğratılacak ve buna bağlı olarak ekonomik ve siyâsî nüfûzu ortadan kaldırılacaktı..
Bunların gerçekleşmesinde anahtar kurum ise krâliyet kurumuydu: burjuvaya göre ancak krâliyet kurumu feodalizmi ortadan kaldırabilir ve feodal kurum ve kurumsal ilişki biçimlerini tasfiye edebilirdi, bunları da Kilise'nin desteğiyle yapabilirdi..
Daha sonra da kendileri halkı seküler kurumlar ve kurumsal ilişki biçimleri üzerinden birtakım propagandalarla örgütleyerek hem Kilise öğretisini bozuma uğratıp onun ekonomik ve siyâsî nüfûzunu ortadan kaldıracak hem de krâliyet kurumunu tasfiye ederek yerine millî devlet görünümünde burjuva krallığını kuracaktı..
İşte burjuvanın bu projesinde hümanizm kilit bir fonksiyona sâhipti:
Hümanizm birincileyin feodal kurum ve kurumsal ilişki biçimlerine bir tepki olarak ortaya çıktı..
Söz gelişi serflik kurumu ve bu kurumun tasfiye süreci bu cümleden..
Hümanizmin en önemli dayanağı ise o dönemlerde ivmelenen filoloji çalışmalarıydı; özellikle de haçlı seferleri sırasında Müslüman Araplardan Platon'u, Aristoteles'i ve diğer önemli Yunan filozoflarını öğrenen burjuva bu çalışmalara çok ciddî bir ekonomik ve siyâsî destek sağladı..
Hümanizmin gelişimi ise Kilise öğretisini bozuma uğratmak yönünde şekillendi, daha sonraki Reform Hareketlerinin nüvesi de bu sıralarda kotarıldı..
İmdi burjuva ideolojisi olarak hümanizmin esasları feodalizme, Kilise'ye ve krâliyet kurumuna karşı bir doğrultuda belirlendi. Bu esaslar aynı zamanda da bu ideolojinin değerlilik tasarımını oluşturuyordu:
İnsan hak ve özgürlüklerini sınırlandıran kurumlar ve kurumsal ilişki biçimleri aslâ kabûl edilemez; insan yüksek değerli bir varlıktır ve bu değeri değersizleştiren kurumlar ve ilişki biçimleri değersizdir..
Kilise öğretisi de kezâ bu değeri değersizleştirmektedir; insan özü îtîbârîyle kusurlu bir varlık değildir, onu bu hâle getiren sistemdir..
Eğer sistem insanı değersizleştiriyorsa insanlar birleşerek bu sistemi değiştirmelidir..
Bu amaç doğrultusunda yapılacak her devrim meşrudur ve insanın ödevi bu gibi faaliyetler netîcesinde tesis edilecek belirli bir düzen içinde ahlâkî olgunluğa erişmek, doğaya uygun bir yaşam sürdürmektir..
Efendim görüldüğü gibi hümanizm böyle bir ideolojidir ve bu saptamalardan pek çok sonuç çıkartılabilir ve sözlerimin başında bahsettiğim boş yanılsamalara neşter vurulabilir..
Bu cümleden olmak üzere bir kimse hem Hıristiyan hem de hümanist olamaz..
Pekî örneğin Papa II. John Paul'un büyük bir hümanist olduğunu söyleyenlere ne demeli!?
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ÖNCELER VE SONRALAR…
Şüpheleniyorum bu gün doğumlarından. Ayın 25inde çıkan dolunaydan. Bir şeyler zamansız gidiyor. Zaman farklı yöne gidiyor. Acaba doğan gün olmayabilir mi? Nasıl emin olabiliyoruz ayın ay olduğundan dokunduk mu hiç? Hakkında duyduklarımızdan ibaret değil mi bütün bilgi? Kaçımız önsözleri okur ki? Önceleri kaçımız düşünür? Sonrası önemlidir hep, bir sonraki için ölebiliriz, peki bir önceki. O ölümleri kalımları okunamamış selalarıyla öncede kaldı.
Kaçımızın öncelerinde durur yeşil gözlü bir geçmiş. Sonralar da pek sık unuturuz önceleri. İlk önceki sevgiliyi, ilkleri, sonralarda öncelerden kalma sarhoş sessizliği. Herkesin içini sızlatan bir öncesi vardır. Bazıları kibrinden kabul edemez bu gerçeği. Halbuki senin de canın yandı işte aslanım. Sende üzüldün, içtin, utanmadın ağladın hatta. Bir öncekinden kaynaklanan bir sızı işte. Sen değil misin bir sonrakiyle öncekini unutmaya çalışan ama başarılı olamadığından ağlayıp tekrar içen, içerken kahrından yazan, ağlayan. Öncelerinden silebilecekmisin onu, onlu günleri, onsuzlukta ki sancılarını.
Silemezsin silemeyiz, silemedim yani en azından benim öncelerim asaleti kaybetmediler. Rezil olan kenar süsleridir. Rezil olan inkar edenlerdir, rezil olan karışan, bulaşan, bulaştıran, ağlatan ve ahım gereği ağlayanlardır. Silmedim hiçbir öncemi. Evet şüphelerim hala var. Buncadan sonra buncalaşan ağrılardan sonra var tabi…
Mesela sen gün; önceden de bu kadar karanlık mı doğuyordun, ama hatırlıyorum ilk benim yatağıma doğduğun günleri. Aklımdan çıkıyormu sanıyorsun senin doğuşunu izlemek ve sevdiğimi biraz daha düşünmek için uyumadığım günleri. Böyle değildin sen önceleri.
Bahsine gerek varmı can yakanların onlar önceleri acıtıyorlardı şimdi acıyorlar. Değişen bu ki, dönüşen olamasın. Ya sevgilim sen sevdiğim olmayabilir misin? Seni hiç tanımamış olabilir miyim? İçli aşk şarkılarını sana söylememiş olabilir miyim? Yok yok eminim sen sevdiğimsin. Eğer seni gördüğümde canım bu kadar acımaktan çıkıp acı olabiliyorsa. Bir çift yeşil göz uğruna ilklerimi feda ettiysem ama pişman değilsem bütün rezalete rağmen, evet sen sevdiğimsin. Sevebildiğim.
Bu düzenin rezaletiyse önce de böyleydi sonra da böyle kalacak. Biri ağlayacak, birileri ağlatacak, birileri gidip başka şehirlere yar olacak. Yeşil gözler gidip mavileri siyahları gelecek kalacak. Önceler ve sonralar. Hiçbir önsöz okunmadığı gibi hiçbir son cümlede hatırlanmaz. Ben senin önsözünü okuyup da geldim sevgilim. Son cümlen kalsın diye hala saygıyla çekiyorum acımı. Bir gün öncem olursan eğer, senden sonra ki her son senin cümlenle bitecek.
Kübra Albayrak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Aşk Bir Yanıyla Midesizliktir...
Kaç harfliyse artık, her birini yavaşça, hiç istemeden ama yine de en mükemmelini gerçekleştirerek öldürüyorum adını. Dışarıdan bakınca böylesine kalabalık görünmüyordu; azdı, yok gibiydi. Uzun zamandır kalabalık ettiği de yoktu, yer kaplamıyordu kısacası. Kendi halinde,yalnızca beklenileni yerine getiren bir isim. Yalnızca yeri geldiğinde zikredilen, her yersizliğinde farklı sıfatlara bürünen, kimi zaman cümle uzunluğunda, çoğu zaman bir susuş kadar kısa; özsüz, zamansız. Farkına geç varılan; rol icabı böyle kabul edilen bir isim: Birkaç harfi yan yana getirirken bir dili, bir dudağı, konuşmak için ihtiyaç duyulan ne kadar organ varsa hiçbirini düşünmeyen bir kelime. Yalansızlığıyla önüme çıkan her rüyanın eğilişine, bükülüşüne; toprağa dokunuşuna sebep olan birkaç harf. Yeryüzü.
Yalnızca dil değildir, iki kelimeyi yan yana getirebilmek için başka şeyler gerekir. Bir yaprak, bir bardak su mesela. Uçamayan, uçmayı hiçbir zaman öğrenemeyecek olan bir kuşun suçsuz kanadı ya da. Evsiz bir kapı; bir çiftçi, eskici veya açıklarda bir yerlerde batacak bir geminin bilançosunun ikiye ayırılarak söylenmesine sebep olan ve battıktan sonra sayının bir artmasından başka hiçbir işe yaramayacak olan bir mürettebat... Her biri bir başka cümle yolu olur, anlatırken susarsın; yol uzar, kilometre olur. Anlamazsın.
Halbuki ne kadar yol varsa o kadar son vardır. Sokağın caddeye çıkması gibi her birimiz bir yerlere çıkıyoruz, başkalarına ekleniyoruz, diğerinden bir parça edinip ötekine adıyoruz: Tüm eklenmişliğimizle eksiliyoruz zamana. Hanemize eksi bir yazılıyor yine de vazgeçmiyoruz eksilmekten. Azalmayı tecrübe edinmek diye tanımlayıp kendimize hayali bir kazanç daha sağlarken tebessüm ediyoruz. Sırf gülümsemek için onca zahmete kalkışıp başka yollara saparken yoruyoruz kendimizi, yoruluyoruz.
Sadece zamana değil aslında, kime eklendiysek oradan eksiliyoruz. Hem kanıyoruz hem parmağımızı bastırıyoruz yani. Bir yerden acırken bir yerden umut ediyoruz. Dokunuyoruz bazen zaman geçsin diye; hissetmiyoruz. Arada bir yerde hislerimizi de salmışız anlaşılan. Ya da uyuşmuşuz. Yine de yılmadan bir mutluluğun bir üzüntüyle silinmesine tahammül ediyoruz. Yeri geldiğinde üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınavları bile özlüyoruz. Elde var bir: Yine ortalarda, hatta ne olduğunu bilemediği bir şeyin en merkezinde kalmış, kalakalmış bir beden. Kalabalıkta omuzuna çarpıp geçen insanları umursamadan öylece bekleyen; yeni birşeylerin yolunu gözleyen, eskimiş alışkanlıklarından yalnızca yeni ile kurtulabilen bir bedenin tüm parçaları; kulak, el, diz kapağı ya da ayak parmak uçları... Zaman geçtikçe, zamanla orantılı olarak çürüdükçe her biri aynasızlığı özlediğini söylüyor sanki. Ayna yansıtırdı çünkü. Gerçekti, insanı kendi yüzüne dokunurken endişelendiren tek cisimdi.
Zaten ya özlemden ya endişeden geçerdi herkes ayna karşısına. Sınav sorularını özlediğimiz yetmiyormuş gibi kendimizi de özlediğimiz olurdu ara sıra: Her seferinde bizden çıkardık çünkü. Aniden hiddetlendiğimizde, olmadık zamanda dilimize varan yersiz bir kelimenin gereksizliğini ancak söyledikten sonra farkettiğimiz için. Ya da aşık olduğumuzda; biri için ölümü göze aldığımızı belli edip durduğumuzda, yaptığımıza bir anlam veremeden, hiç de farketmeden çıktık kendimizden. Ancak sonuna doğru anlayabildik aslında kendimizi özlediğimizi. Üstelik geriye bir tek ayna kalmıştı; birilerinden gitmiştik yani.
Ben kırışıklıkları farkettiğimde kendim için değil, başkaları için endişelendim. Böylesine dağınık, keskin çizgilere sebep olanların halini düşündüm, üzüldüm. Birini bir ağacın yaprağında buldum, diğeri batacağını yalnızca benim bildiğim bir gemideki mürettebatın ayak parmak uçlarındaydı. Gezintinin ortalarında bir yerlerdeydim ki araya dünya girdi. Yine ortalama bir yerde kalmış olmama sevinsem mi, üzülsem mi, bilemedim. En iyisi kaçmak dedim, kaçtım. Bir harfi, kendini yalanlamaya meyyal bir kelimeyi, kendine sadık olamayan bir ismi öldürmenin dünyevi olmadığını bildiğimden kaçtım, aşkı kurban verdiğimden değil.
Sona kalan mürettebata, bir yaprağa, bir bardak suya, uçamayacak her kuşun kanadına, susuşlara adamıştım aşkı. Delik bir kalbin süzdüğü kanı resmedip kesik nefeslere dönüştürmeden önce aynaya bakıp gördüğüm herkesten özür diledim. Ne de olsa çoğu zaman kendinden çıkmak, bazen kendini yalanlamak, yeri geldiğinde uçmak, yarattığın küçük boşluklardan aşağı atlayıp düşmemekti aşk; hiçbirşey göstermeyen bir aynayı özlemekti, parmağını bastımamaktı kanayan yere. Hatta, bir yanıyla midesizlikti; gitmesin diye elini sıkıca tutup bırakmazken acıtıp acıtmadığını düşünmek, tam da ortalarda kalmışken aceleyle yanından geçerken omuzuna çarpan dikkatsize tebessüm etmek, yanlış sayısını arttırmamak adına yanlış sokaklarda kimseye görünmeden beklemekti. Dünyevi değildi, gerçeğe de uzaktı, geriye yalan kaldı. Bense duvara dayayacak bir sırt aradım kendime.
Mert Aldemir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
PİNEKLEMEYE ÇAĞRI
Duralım efendiler biraz
Koşmayalım öyle delice
Yormayalım kalbimizi
Katmerlendirip gerdanımızı
Oturalım efendiler biraz
İsteyen dikilsin gönlünce
Çökelim biz yere şöyle bir
Açalım ağzımızı ilkin
Gerelim omuzlarımızı sonra
Giderek bayıltıp gözlerimizi
Esneyelim efendiler biraz
Aldırmayalım öyle üçe beşe
Yayalım göbeğimizi iyice
Dönelim sırtımızı işe akla
Acıyan çıkmaz sonra halimize
Vakitken çocuklar büyükler henüz
Pinekleyelim pinekleyelim
Horlayalım efendiler biraz
Salâh BİRSEL
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Beraber gülmek bir iletişim yoludur fakat iyi bir mizah duygusu çocuğunuzu daha akıllı, daha sağlıklı ve zorluklarla daha kolay başa çıkabilir hale getirebilir. Bizler mizah duygusunun mavi gözler ya da büyük ayaklar gibi genetik şifremizin bir parçası olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Oysa mizah duygusu çocuğunuzun doğduğunda sahip olduğu veya olmadığı bir şey değildir. Aslında çocuğunuzda geliştirebileceğiniz öğrenilebilen bir yetenektir. Daha fazlası ve çocuklarla ilgili akıllıca fikirler için http://www.akillibebek.com/
Yemek yapmayı mı yoksa yemeyi mi daha çok seversiniz? http://tarifname.blogspot.com/ ...Birçok şey gelir aklımıza o an çok cazip gelip bizi heveslendiren. Fakat bir olay, değişen ruh halleri, şartlar vs. derken o fikir uçup gider bir daha hiç hatırlanmayacak yada gerçekleştirmek için artık çok geç olacak şekilde. Benim hayatımda da gitmek isteyip gidemediklerim, olmak isteyip olamadıklarım, yapmak isteyip yapamadıklarımın sayısı oldukça fazla. Ama anlık bir fikir olarak gelip geçmeyen, gerçeğe dönüştürebildiklerim de var elbet, Tarifname gibi. Hiç gitmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım insanların sofrasında tariflerimle yer aldığımı bilmek çok anlatılabilecek türden bir duygu değil sanırım. Yani anlayacağınız paylaşmak çok güzel birşeymiş, bunu -Tarifname sayesinde- iyice öğrendim ben. Darısı hiç bilmeyenlerin başına... diyor bu sayfaları hazırlayan Seda Zaman. Ellerine sağlık.
http://www.ikariam.net/ ...Denizin sesi, beyaz kumlu bir sahil ve güneş! Akdenizde bir yerlerde küçük bir adada antik bir uygarlık doğuyor. Bir çağın zenginliği senin yönetiminde ve keşif başlıyor. Ikariama hoş geldin... Online oyun oyamayı sevenler için orjinal bir seçenek. İkariam´ın başlangıcında üzerinde fazla sayıda bina bulunmayan ama çok verimli bir toprak üzerinde yer alan, sahil şeridinden arsa alıyorsun. Ve kendine ait şehrini kuruyorsun. Oyuna başlamadan önce oyun turu yapmanızı tavsiye ederim.
http://www.turkcerock.net/ Türk rock müzik sanatçıları ne yapıyorsa ve Türkçe rock müzik hakkında ne varsa, hepsi burada. Ayrıca videolar, şarkı sözleri, akorlar ve bilmek isteyeceğiniz hemen hemen her şey var. Özellikle tavsiye ediyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))
|
|
|
|
|
|