Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.402

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Mart 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Kirli paslı madeni tat!..


İyi haftalar,

Gene bir Cuma gördük anamızın gül yüzünü! Öyle bir hale geldik ki, Cuma dediler mi tansiyonumuz çıkıyor. Aranızda "Gene ne oldu?" diye soracak biri olduğunu sanmıyorum. Olan biten ortada. Üç gündür konuşmayan, fikrini zikretmeyen de kalmadı zaten. Şimdi burada aynı şeyleri söylemek abesle iştigal olacak biliyorum. Bu yazıyı Cuma günü yazmış olsaydım, neler diyeceğimi az çok tahmin edebilirsiniz. Ama iki gündür dinlediklerimi, okuduklarımı yorumladığımda ağzımda kalan o kirli, paslı madeni tadı anlatmak istiyorum sizlere sadece.

Endişeliyim. Hem de çok. Bu endişemi zaman zaman sizlerle paylaşmıştım. Panzehir olarak umudu kullanıyordum ama artık o da bitmek üzere. Hiç dolandırmaya gerek yok, seksenbeş yıllık Cumhuriyetin elimizden kaydığını, yetmiş milyonun kutuplara ayrıldığını görüyor, olası sonuçlarını tahmin ediyor ve çocuklarım adına bu memleketin geleceğinden endişe duyuyorum. Son olarak daha dün TRT1 deki bir tartışma programında Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne ve Sabah yazarı Emre Aköz son olayları yorumluyorlar. Aköz adıyla anılan yalakanın içindeki pislik sanki suratına vurmuş, kaşı gözü oynuyor. Konuştukça açılıyor, açıldıkça AKP'yi eleştiren her kesimi Ergenekon çetesine dahil ediyor ve sonunda ikisi birlikte dayanamıyor ve Cumhuriyet mitinglerini Ergenekon uzantısı olarak tanımlayıp rahatlıyorlar. Yazıklar olsun size ve sizin gibi düşünen herkese. İşte acı olan bu. Endişe edilmesi gereken bu. Yoksa kapatılma arefesinde son çığlıklarını atan Tayyip Bey ve şurekasını anlayabiliyorum. Çok ta kızmıyorum. Artık şakülleri şaştı biliyorum. Dümen falan hak getire, kapıldılar girdaba gidiyorlar. Bu durumda onlara yüklenmek haksızlık. Ama bu Aköz, Ardıç, Ilıcak,vb. gibi satılık, ne idüğü belirsiz Şamil Tayyar gibi karanlık, Koru gibi aileden kalemlerin yangına körükle gider tavırları bu memleketin ufkunu karartıyor. Tayyip Bey yağsın gürlesin kimin umurunda, dümen artık bunların elinde ve işleri şimdilik tıkırında.

Ne olduğunu henüz anlayamadığımız ama bir çeteleşmenin üzerine gittiği için alkışladığımız Ergenekon soruşturmasında gelinen son nokta ise evlere şenlik. Gözaltına alınıp sorgulanan insanlardan söz etmiyorum. Eğer gerekiyorsa bu ülkede düşünen herkesle konuşsunlar. Eğer sonu düzlükse herşeye eyvallah. Bu konuda tek bir tereddütüm yok. Ancak bir gövde gösterisi gibi yapılan gece yarısı operasyonları trajikomik olan. Üstüne bu yalaka medya memnsuplarının yorumlarını da koyunca, şahsen benim bu soruşturmadan birşey çıkabileceği konusunda ufacık bir umudum bile yok. Tıpkı diğer örnekleri gibi faili meçhuller arasında yerini alacağından eminim. "Temiz Eller Operasyonu"ymuş, bu ekibin, bırakın elleri temizlemeyi, kendi taharet musluklarından bile çamur akıyor, çamur. İşte bu pislik içinde yiyip içtiklerim ağzımda kirli paslı madeni bir tat bırakıyor, çok üzgünüm çok. Akıl sağlığınıza dikkat edin, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Murat Serdar Arslantürk


KUYU

Akşam olmak üzereydi. Güneş tam karşımdaki dağın arkasına doğru yana döne batıyor, ışıkları ağaçlardaki yapraklardan süzülüp yüzüme vuruyordu. Yamacın arkasından göğe yükselen beyaz dumanlardan ve etrafta yer yer çapalanmış, düzeltilmiş ve ekilmiş olduğu belli olan topraktan anladım ki;biraz daha gayret edersem, nihayet bir köye varmış olacaktım. Adımlarımı sıklaştırıp biraz daha süratle gitmek istedim ama nafileydi…Öyle yorulmuştum ki;bacaklarıma demirden birer ağırlık bağlanmışlar gibi zorlukla yürüyebiliyordum. Fakat yine de acele etmeliydim. Çünkü eğer hava kararmadan köye varamamış olursam, köyün köpekleri karanlıkta gelen bu misafiri pek iyi karşılamazlardı. Hava henüz aydınlıkken köyün meydanına inmiş ve birkaç köylü ile karşılaşmış olmam gerekiyordu.

Bacaklarımdaki ağrılara aldırmadan ve iyice acıkan karnımın gayreti ile yamacı tırmandım. Toprağın üzerine serili kayalardan birinin üzerine çıkıp aşağıya, dağın eteklerine serpiştirilmiş köye doğru baktım. Az kalmıştı. Kendimi bayırdan aşağı vurup indiğimde, köye varmış olacaktım.

Bayır aşağı inerken üstümü başımı biraz olsun düzelttim. Sırtımdaki hırkayı tozdan topraktan arındırdım. Mintanımın düğmelerini ilikledim. Kasketimi başıma oturttum.

Derken karşıma, ilk bahçe çitleri çıkıverdi. Çitlerin arasından dolaşıp geçtim. Köylüler sağlı sollu sürgünlerde ektikleri küçücük haklilerini, toprak anaya emanet etmişlerdi. Arklarına dikkat ederek bahçeleri aştım. Suraf sırıklarını, meklaları, bentelleri birer birer geçtim. Yüksek selvi sıralarının arkasında, köyün ilk evleri kendini gösterdi.

Uzaktan gördüğüm birkaç çocuk, yanlarındaki köpeklerle koşarak yanıma geldiler. Aramızdan geçen ince bir akarsuya tutturulmuş tahta köprüde buluştuk. Köprüye çıkıp yürüyerek karşıya geçtim.

Çocukların bana taraf geldiğini göre birkaç köylü, ellerinde urbalarla ayaklanıp bana taraf yürümeye başladılar. Karşılıklı yürüye yürüye nihayet ortada buluştuk.

-Merhabalar!
-Hoş geldin genç!Ne taraftan böyle?
-Uzaklardan… Bir gezginim ben. Yolum buralara düştü. Misafir kabul eder misiniz?

Çocuklar etrafımızda iler geri koştururken, köylülerle birlikte köy kahvesine kadar yürüdük. Kahve;koca bir çınarın dibine dikilmiş yüksek perdelerin ortasına serpilmiş küçük tabureler ve sehpalardan oluşuyordu. Bir sürü köy sakini taburelerde oturmuş bir şeyler içiyor ve sohbet ediyorlardı. Bizi görünce sustular.

-Merhabalar!

Oturan köylülerden sessiz bir hoş geldin geldi… Kimi mırıldanarak, kimi elini göğsüne koyarak, kimi başıyla cevapladı.

Birer tabure çekip oturduk. Hemen sıcak bir içecek geldi. Bardağı minnetle alıp teşekkür ettim. Bir yudum aldım. Koyu kırmızı renkliydi ve şekerli bir tadı vardı. Çok lezizdi. İştahım iyice açıldı.

-Demek gezginsin genç adam…Nereleri gördün, nereleri gezdin?Hangi rüzgar attı seni buralara?
-Yukaşlar'dan yola çıktım. Güzdü… Kışı Gahle'de geçirdim. Tomansa'da kaldım. Baharla birlikte Pehfad'a doğru yol aldım. Oradan ayrıları fazla olmadı. Yakınlarda sizi gördüm ve geldim.
-İyi yapmışsın. Buralara Katre derler …Elli küsür hane yaşarız. Babalarımızdan miras toprakları eker, döver, geçinir gideriz…

İçeceğim biterken köy meydanına doğru bakıyordum ve bir şey fark ettim:Meydanda çok sayıda kuyu vardı. Ama çeperleri özenle örülmüş kuyuların salma ipleri ve makaraları yoktu. Herhalde kurumuş kuyulardır diye düşündüm.

-Haydi eve gidelim. Karnımızı doyuralım.

Kalktık. Hava alaca karanlığa dönerken, ince köy sokaklarına daldık. Düzenli, tertipli bir köydü. Evlerin sıvaları yeni, bahçe kapıları ve çitleri boyalı, ocakları parlaktı. Bir kaç kişiyle selamlaştık. Dikkat ettim;meydanda gördüğüm kuyulardan her yerde vardı. Neredeyse her evin yanında ve çeşitli boş alanlarda, aynı biçimde yapılmış kuyular vardı. Meraklanıp sordum:

-Bunca kuyu kurumuş herhalde?
Köylü cevap vermedi. Duymadı sandım. Tekrarladım.

-Diyorum ki;bu kadar kuyu kurumuş herhalde, öyle mi?

Aniden durdu. Beni de kolumdan tutup durdurdu. Sağa sola şöyle bir baktı. Sonra kaşlarını çatıp sesinde tehditkar bir tavırla;

-Sen yemeğini ye, yatağını serelim, uyu…Sabah da erkenden yoluna devam et gezgin adam. Boş ver şimdi soru sormayı, anladın mı?

-Anladım. Soru yok. Tamam.

Evlerine girdik ama ben de iştah kalmamıştı. Korkmuştum.

Evin bahçesinden geçerken, o kocaman kuyuların birinin hemen dibinden geçip kapıya varmıştık ve iyice korkmuştum.
Acaba bunlar kuyu değil de, mezar falan mıydı?Seyahatlerimde o kadar garip yerler, tuhaf insanlar görmüştüm ki;Katre'nin kuyularının aslında birer mezar olması garibime gitmezdi.

Hanede iki ufak çocuk ve bir de genç ve güzel bir kız bizi karşıladı. Sofadan içeri geçtik. Genişçe bir salonda, duvarlara boydan boya çakılı sedirlere oturduk. Pencere kenarındaki sedirde yaşlıca ve kör bir kadınla, köylünün karısı olduğun tahmin ettiğim bir kadın oturuyorlardı. İçeriden ekmek kokusu geliyordu. Karnımın gurultusunu duyacaklar diye ödüm koptu.

Genç kızla annesi, salonun ortasına bir sofra kurdular. Onlar öteberi götürüp getirirlerken, yaşlı kadın beni yanına çağırdı.

-Yaklaş bakayım delikanlı.

Kalkıp yanına yanaştım. Eğildim. Ellerini yüzümde gezdirdi. Yanaklarımı okşadı.

-Temiz bir çocuksun sen. Tanrı misafirisin. Yol kokuyorsun.
-Gezginmiş ana…Yolu bu taraflara düşmüş.

Kadın ellerini yüzümden çekip pencereye döndü. Geri gelip yerime oturdum. Sofra kuruldu. Yaşlı kadının önüne bir örtü serip, ayrı bir tepside yemeğini verdiler. Yemekte haşlanmış keylik, dilim dilim doğranmış banlut ve daha önce yemediğim kadar taze çetfik vardı. Tahta kaşıklar simsiyah boyanmıştı. Tabaklar da siyahtı. Garipti. Ama her yerin kendine göre bir adeti vardır diye düşündüm. Güzelce karnımı doyurdum. Bir ara kızla göz göze geldim. Hemen başımı önüme eğdim.

Sofrayı kuranlar topladı. Köylü ile birlikte arka bahçeye çıktık. Bana kümesi ve hayvanlarını gösterdi. Kendi eliyle sardığı ağır bir sigara ikram etti. Pek konuşmuyordu. Sigaramızı içerken, kız elindeki tepside bardaklarla geldi. Kahvede içtiğim şeydendi. Çok leziz bir içecekti. Ne olduğunu soracaktım ama eve gelirken aldığım ikazı hatırlayınca sustum.

Sırtımızı evin duvarına verip içeceklerimizi içtik. Uzaklardan havlayan köpeklerin sesinden başka hiç bir ses yoktu. Başımı çevirip göğe baktım. Açıktı. Binlerce yıldız yanıp sönüyordu. Ayın parlak ışığı dağın yamaçlarına vuruyor, tuhaf gölgeler bir büyüyüp bir sönüyordu.

Köylü müsaade isteyip hacetini gidermeye gitti. O gidince, içerideki çocuklardan biri yanıma geldi. Elinde bir kağıt ve kalem vardı.

-Bana bir yıldız çizsene?
-Yıldız?
-Evet.

Kağıdı ve kalemi elime alıp, beceriksiz çizgilerle bir gök çizdim. Ortaya kocaman bir Ay kondurdum. Etrafına da sönüp yanan yıldızlar yaptım.
Çocuk kağıdı eline alıp ay ışığına tutarak baktı. Gözleri kocaman açıldı. Çok güzelmiş, dedi.
Köylü geldi. O gelir gelmez çocuk içeri kaçtı.

-Yatalım mı artık?Uykun gelmiştir.

İçeri geçtik. Yaşlı kadın görmeyen gözleri ile hala pencereden dışarı bakıyordu. Yanına oturan kadın bir yumak ip almış, dizinin dibinde oturan kızıyla birlikte uğraşıyorlardı.

-Yatakları serin de uyuyalım artık, geç oldu.

Anne ile kızı kalktılar. İçeri gittiler. Uyumadan önce tuvalete gitmek istedim. Köylüye söyledim. Ön bahçede olduğunu söyledi. Sofadan geçip çıktım. Bahçedeki seyrek basamaklardan yürüyüp geçerken, tam kuyunun yanında durdum. Dönüp eve baktım ve arkamdan kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra eğilip kuyuya baktım. Dibinde ışıl ışıl su vardı…Kuyunun çeperleri o kadar temizdi ki;neredeyse hiç yosun yoktu. Gariplik;kuyudan su çekmek için makarasının ya da kovasının olmamasıydı. Geri çekilip kuyunun önünü arkasını şöyle bir kontrol ettim. Son derece ince bir işçilikle örülmüş, sıvası incecik yamanmış, tertemiz bir kuyuydu. Anlayamadım ve daha fazla geç kalarak dikkat çekmemek için tuvalete gittim.

Tuvaletten çıktıktan sonra, evin giriş kapısının hemen dibindeki musluktan akan buz gibi suyla, elimi ayağımı güzelce yıkadım. Dişlerimi ovdum, saçlarımı ıslattım. İyice ferahladım. Musluğu kapatırken, çocukların ikisi de dışarı çıktılar. Yanıma geldiler. Onlar da ellerini yüzlerini yıkayacaklardı. Birbirleriyle şakalaşarak yıkandılar. Sonra musluğu kapatırlarken, benden istediği resmi çizdiğim çocuğun başını okşayarak sordum.

-Şu kuyuyu hiç kullanıyor musunuz?
-Kullanıyoruz tabi.
-Nasıl su çekiyorsunuz?

Çocuk, çocuklara has bir şaşkınlıkla yüzüme baktı.

-Su çekmiyoruz ki…
-Nasıl kullanıyorsunuz o zaman?

Birbirlerine baktılar. Sonra koşarak kuyunun yanına gittiler. Ben de arkalarından gittim. İkisi de kuyunun ağzından içeri başlarını uzatıp, kuyunun dibini izlemeye başladılar.

Biri diğerine bir şeyler gösterdi. O da bir şeyler söyledi. Sesleri kuyunun içerisinde yankılanıp duruyordu. Eğilip ben de baktım.

-Bak, yıldızları görüyor musun?

Suyun üstündeki yansımada hafif hafif titreyen yıldızları gördüm. Kuyunun berrak suyu üzerinde, kocaman bir gök gülümsüyordu.
İkisi de doğruldular. Sonra koşarak eve doğru gittiler. Ben de arkalarından acele adımlarla yürüyüp eve girdim.
Kız odamı gösterip kayboldu. Yatağım içerideki ufak bir odaya serilmişti. Bacaklarımdaki ağrının yorgunluğuyla, sabun kokan yorgana iyice bürünerek derin bir uykuya daldım.

Enfes bir rüya görüyordum ki, omzuma biri dokundu…Uzun zamandır seyyah olmamın verdiği alışkanlıkla ne kadar derin uyursam uyuyayım, bir çırpıda ayılabiliyordum. Gözlerimi açıp baktım. Perdenin arasından vuran ay ışığının zayıf parıltısında, genç kızın parmağıyla sus işareti yaparak bana baktığını gördüm. Doğruldum. Gözlerimi ovuşturdum. Rüyadayım sandım ama değildim.

Fısıltıyla;

-Sakın ses çıkarma, babam duyarsa ikimizi de öldürür.
-Ne oldu, ne istiyorsun?

Usulca kalktı. Pencereye yöneldi. Perdeyi araladı. Eliyle gelmemi işaret etti. Yorganı üstümden atıp kalktım. Yanına yanaştım. Parmağıyla yukarıyı, göğü gösterdi.

-Bak…

Başımı kaldırıp baktım. Koyu karanlık gökte parlayan yıldızları gördüm. Ay yavaş yavaş bulutlanıyordu.

-Ne görüyorsun?
-Gök yüzünü.
-Başka?
-Yıldızlar, ay…
-Başka?
-Başka bir şey yok.
-Ne renk?

Dönüp kızın yüzüne baktım. Bana bakarak konuşuyordu. Tekrarladı.

-Ne renk?

Sedire oturdum. Omzumu sarsarak, yalvaran bir sesle tekrar sordu:

-Haydi söylesene…
-Karanlık…Koyu mavi karanlık.

Derin bir iç çekişiyle yanıma oturdu. Başını hafifçe omzuma dayadı. Tam soracak oldum, kalktı. Hiç bir şey demeden odadan çıktı…Kalkıp tekrar pencereden baktım;yanıp sönen yıldızlar ve bulutların arasında kaybolmuş aydan başka bir şey göremedim. Bahçedeki kuyunun çeperleri ışıl ışıl parlıyordu. Başka bir şey yoktu. Tekrar yatağıma girdim. Bu garip köyü sabah erkenden terk etmeyi düşünerek uykuya daldım.

Sabah çocukların gürültüsü ile uyandım. Kalkıp gece yaşadığım tuhaflığı düşünerek üstümü giydim. Yatağımı toplayıp odadan çıktım. Ev halkı çoktan uyanmıştı. Yaşlı kadın yine aynı yerinde, görmeyen gözleri ile pencereden dışarı bakıyordu. Kız elindeki tepside kahvaltılıklarla yanımdan geçti. O an fark ettim;tepsi simsiyahtı…

Hep birlikte kahvaltı ettik. Köylü kahvaltı boyunca hiç konuşmadı. Dikkat ettim;O konuşmazsa hiç biri konuşmuyordu. Hatta çocukların bile çıtı çıkmıyordu. Kahvaltıdan sonra sedirlere oturduk. Çocuklar ellerinde tahtadan oyuncaklarla odanın orta yerinde oynarlarken, evdeki herkese teker teker baktım. Pencere kenarındaki yaşlı kadın, köylünün karısı, çocuklar ve genç kız…Hepsinde bir hüzün vardı. Hepsinin yüzlerinde bir solgunluk, adını koyamadığım bir karanlık vardı…Evin duvarları bomboştu. Üzerinde oturduğumuz sedirlerin dışında, başka hiçbir eşya yoktu. Kahvaltı tepsisi, kaşıklar, tabaklar simsiyahtı. Sessizliği bozan köylü oldu.

-Yolculuk nereye şimdi?
-Bilmem…Tanrı bilir.
-Batıya doğru gidersen, akşama varmaz bir köy çıkar karşına. Orada belki bir de iş tutturursun. Ne de olsa kış geliyor.

Kalktı. Ben de kalktım. Kız kapının ağzına geldi, durduk. Cebimden, Gahle'de tanıştığım bir terzinin hediye ettiği işlemeli deri keseyi çıkardım. Köylünün karşısına dikildim.

-Beni evine kabul ettin, karnımı doyurdun, yatağımı serdin. Bu benden bir armağan olsun.

Deri keseyi uzattım. Aldı. Elinde yuvarladı. Burnuna yaklaştırıp kokladı. Sonra cebine koydu.
Kapıdan çıktık. Ayakkabılarımızı giydik. Çocuklar kapıdaydılar. Başlarını okşadım. Kızla göz göze geldik. Başımı hafifçe eğerek hoşça kal dedim. O da aynı sükunetle cevap verdi.

Seyrek basamakları birer birer inerek bahçeden çıktık. Hemen karşıda, evin bahçesindeki kuyunun aynısını gördüm. Akşam gelirken alaca karanlıkta dikkat edememiştim;köy meydanına inene kadar onlarca kuyu gördüm. Hepsi birbirinin bire bir aynısı kuyulardı…Ve çoğunun başında toplanmış köylüler, kadınlar, erkekler, bazılarında yaşlılar, bazılarında çocuklar vardı. Hepsi eğilmiş, kuyuların içine bakıyorlardı. Hepsinin yanından birer birer geçerek köy meydanına kadar indik. Ama merak içime o kadar yerleşmişti ki;kuyuların esrarını çözmeden gitmemeye kadar verdim.

Köy kahvesine vardık. Kahve kalabalık sayılmazdı. Küçük taburelerden birine iliştik. Bu sefer çay geldi. İyi oldu. Epeydir çay içmemiştim. Ve gariptir;çay tabakları da simsiyahtı… Çayımız içerken, köylü kısa cümleleriyle bir ihtiyacımın olup olmadığını sordu. Sonra cebinden bir mendil çıkardı. Mendili araladı. Arasında sarı-yeşil renkte karışık bir ot vardı. Hemen tanıdım:sezcehti…Çok kuvvetli bir ottu. Azıcık çiğneyip tükürünce insana güç kuvvet veren, hastalıklara iyi gelen ve kaynatılıp içildiğinde yaraları iyileştiren bir ottu. Sezceh'in hikmetlerini Zuleyf'te de duymuştum. Bana uzattığı mendili sevinerek aldım. Bir gezgin için seyahatte kuvvet verecek, hastalıklara, zehirlenmelere iyi gelecek bir tutam ottan başka, daha faydalı bir şey olamazdı.

Çaylarımız bitti… Gitme vaktimin geldiğini anladım. Ama köyden ayrılmadan önce bütün cesaretimi toplayarak, kuyuların esrarını tekrar sormak istedim. Kafamda cümleleri teker teker kurdum. O sırada ikimiz de ayağa kalkmıştık. Tam yüz yüze gelmiş ve vedalaşacakken, yutkundum.

-Gidiyorum fakat bir şey soracağım. Öfkelenmek yok.

Kaşlarını çatıp ne soracaksın dercesine baktı. Tam cümleme başlayacaktım ki;meydan kadınlardan yükselen feryatlarla sarsıldı. . Kadınlı erkekli bir kalabalık, aralarında koşuşturan çocuklarla birlikte feryat figan ederek ortalığı toz dumana katmışlardı. Koşar adımlarla kalabalığa vardık…Gördük ki;köylünün karısı kendini yere atmış "Gitti, gitti" diye bağırıyor, yanındakiler O'nu kaldırmaya uğraşıyor, birileri yüzüne su çarpıyor ve ağlaşıyorlardı. Köylü, hemen karısının karşısına çömeldi. Telaşla sordu.

-Ne oldu kadın!Kim gitti!Sana diyorum, kim gitti?
-Gitti, gitti! Kız kuyuya düştü adam, kız kuyuya düştü!

Adam başını avuçlarının arasına aldı ve dövünmeye başladı. Çocuklar ağlaşıyor, erkekler ah vah ediyor ve o sırada kalabalığın arasında yeni fark ettiğim yaşlı kadın bile, kuru göz yaşlarıyla ağlıyordu.

Ne yapacağımı şaşırdım. Kadınla adamı kucaklayıp bir ağacın dibine yüzü koyun yatırdılar. Onları sırtüstü çevirmeye yeltendim;kuvvetle koluma yapışıp mani oldular…Köylü ve karısı ağacın dibine yüzü koyun uzanmış, ağlıyorlardı. Etraflarında bizler ayakta dikilmiş, öylece duruyorduk.

Derken evdeki çocuklardan biri koşarak yanımıza geldi. Babasının yanına eğildi. Kulağına bir şeyler söyledi. Adam doğruldu. Sonra karısını kolundan tutup kaldırdı. Üstlerini başlarını çırptılar. Köylülere döndü.

-Kız kuyudan çıkmış, evdeymiş.

Ne sevindiler, ne güldüler ne de başka bir şey…Kalabalık, yere baka baka dağıldı. Meydan da sadece köylü, karısı, anası ve bir de ben kaldık. Kafam allak bullak olmuştu. Köylü karısına döndü.

-Sen anamı da al, eve git…Biz de geliyoruz.

Köylünün karısı yaşlı kadının koluna girdi. Ağır ağır yürüyerek uzaklaştılar. Tepemizdeki güneşin altında, köylü ile kalakaldım. İki eliyle omuzlarımı tuttu.

-Seni Tanrı göndermiş…Haydi eve gidelim.
-Neler oluyor, hiçbir şey anlamıyorum?
-Evde anlatırım.

Sabah geldiğimiz yoldan yürüyorken, evde beni neyin beklediğini merak ediyor ve dün akşam vakitlerinde geldiğim köyde yaşadığım onlarca tuhaflığı düşünüyordum. Dönüş yolunda, yol boyu kuyuların hepsinin boşalmış olduğunu gördüm. Sabah kuyulara bakan o kadar meraklı köylü, bir anda yer yarılmış da içine girmişler gibi yok olmuşlardı.

Eve vardık. Bahçeden geçtik. Kapı açıktı…İçeri geçtik. Yaşlı kadın çoktan penceresinin altına geçmiş, oturuyordu. Hemen karşısındaki sedire de kız ilişmişti. Saçları hala ıslaktı. Çok güzel ve mutlu bir hali vardı. Köylü bana döndü.

-Anamı görüyor musun?
-Evet.
-Neden kör, biliyor musun?

Başımı iki yana salladım. Hiç bir fikrim yoktu.

-Gençliğinde, işte bu deli kız gibi bir gün iyice şaşırmış, kendini kuyudan aşağı bırakmış. Çıkarken de mecburen göğü görmüş olmuş. Mekanı cennet babam da, ateşte kızdırdığı maşayı kaptığı gibi, anamın gözlerini dağlamış…

Dehşetle yaşlı kadının yüzüne baktım. Hissetmiş gibi O'da dönüp bana baktı. Göz yuvalarında buruşmuş iki kör nokta ile göz göze geldim. Köylü devam etti.

-Bizde göğe bakılmaz. Yasaktır. Güneşi, ayı, yıldızları, bulutları çıplak göremeyiz. Aynadan, levhadan, sırdan da bakılmaz…Ancak suda eriyip titremişse, o vakit bakabiliriz gök yüzüne. Ötesi yasaktır…

Duyduklarıma şaşırdım. Fakat köylünün kendinden emin ses tonu ve Tanrı kadar yürekten inandığı bu şeyi anlatırken ki bilge haline saygı duydum. Yaşlı kadın söze girdi.

-Hayat yerdedir oğul. Ayağını bastığın topraktadır. Topraktan geldik, toprağa gideceğiz. Göğe bakmak günahtır…İnsanın dimağını aldatır. Kuş olup uçmak, yıldız olup parlamak, güneş gibi ısıtmak istersin. Masmavi bulutlar gibi gezmek, gönlünce süzülmek, dilediğin dağa sarılmak istersin. Nefsini açar gök…Bundan ötürü yasaktır gökyüzü…Gençtim, bir günah işledim. Gözlerimi verdim. Tanrım affetsin ama bu karanlık göz bebeklerimde, hala o mavilikler var.

Köylü eliyle kızını işaret etti.

-Bu kız artık bir günahkar…Çünkü nefsine sahip olamadı. Cezası;gözlerinin dağlanmasıdır. Ama eğer O'nu alıp buralardan götürürsen, kör olmaktan kurtulur. Ne diyorsun?

Kıza baktım. O kadar yalvaran gözlerle bakıyordu ki…Gözlerinde, göğü ilk kez görmüşlüğün verdiği heyecan, coşku ve mutlulukla birlikte, son gördüğü şeyin;sabah maviliği olması ihtimalinin korkusu vardı. O'nu bırakamazdım.

Kapıda köylü ile vedalaştık. Çocuklardan biri, gece çizdiğim gök resmiyle gözünde yaş, ablası ile kucaklaştı ve vedalaştı. Diğer çocuk ve kızın annesi ise kapıya bile gelmediler. Sadece tam çıkacakken;yaşlı kadının sesini duyduk:

-Tanrı yolunuzu açık etsin!

Batıya doğru yükselen patikalarda yürürken hiç konuşmuyor ve ben ara sıra O'na bakarken, kız gözlerini alev kızıllığıyla dağların arasına usul usul uzanmakta olan güneşten hiç ayırmıyordu. Bu kez ben sordum.

-Ne görüyorsun?
-Göğü, güneşi, özgürlüğü…
-Ne renk?

Döndü, yüzüme baktı. Durduk. Tekrarladım.

-Ne renk?
-Biz hangi rengi istersek.

Murat Serdar Arslantürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Zühre Meryem Kaya

 Kahveci : Zühre Meryem Kaya


  Ben Böyle Şey Gördüm! (5)

… Hııım, herhangi bir televizyon kanalının müdürü ya da yayın yönetmeni gibi düşünelim. Bakalım neler yapabiliriz? Evde televizyon karşısında en çok vakit geçiren kadınlar… O halde onları ekran karşısında tutmak için biraz dram koyalım; zira kadın ağlamayı sever. Tüm yapımcılar böyle düşünmüş olmalı ki televizyonlarda mısır patlağı gibi kadın programları başladı. Öyle eğlenmek için değil… TV'de eğlence morfininin etkisi çoktan geçmişti. Şimdi ise sıra ağlamada… Kadınlar ekranda anlattı, ekran karşısında kadın ağladı. Gündüz yayın akışında kadınların televizyon izlemeye olan bağımlılığı daha önce bu kadar sağlanamamıştı. Kadın için artık yeni bir dönem başladı; TV karşısında yerleşik hayat.

Kadınlar işlerini mutfaktan salona taşıyıp ekran karşısında yapmaya başlayalı; çocuk ağlamış, koca işten gelmiş, işler kalmış, hareketsizlikten kilo alınmış, vücutta kireçleme başlamış… Mühim mi? "Kadının Çemkirmesi" programı akıyor. "Bak hele bak, adam kadına ne yapmış!" Eğer biraz daha orada kalırsan birazdan canlı yayın başlayacak, üstelik sizin salondan, naklen.

TV'de vücut bulan tüm kadın programları iyilik yapılıyor gibi gösterilip, iki damla gözyaşıyla süslendi. Işıklar sönüp, kameralar kapanınca silindi gözyaşları, o kadar… Programlara katılan insanlar unutuldu, ellerinde tek kalan kuru sözler ve gerçekleşmeyen vaatler oldu. Bir kere eski hayatları da dönemeyecekleri kadar deşifre olmuştu ve birçoğu yine ağladı, bir kaçı intihar etti… Yine kadın ağladı, kadınlar ağladı…

Oysa kadındır hayatın tam merkezinde hayat kazanan ve hayat kazandıran. Kadındır anne olan, kadındır eş olan… Yaşanmışlık ne kadar kötü ve can kırıklarıyla dolu olsa da, o yaşanmışlık senindir en çok sen olduğun ve sana ait olan. Önemli olan, kadın olarak hayatın tam ortasında, işte orda -merkezde- olduğunu unutmamaktır. Bunu da başarıyla unutturdular. Beyinlerde "Kadın Olmak?" sorusunun cevabı; aciz olmak, ezilmek, kabullenmek, "bak neler var hayatta!" deyip yaşanılan kırılganlıkları sineye çekmeler halini aldı… Çok isterdim en sağlıklı ilişkiler aktarılsın televizyon kanallarından. Ama nerde hastalıklı bir ruhun sebep olduğu çarpık ilişkiler varsa, kadını onunla karşı karşıya bıraktılar. Umut veren, kabuğunu kırdıran bir program değil, biraz daha kabuğuna sokulmasına sebep olunan programlarla; içinden çıkılmaz, hüzünlü ve yalnız bir kadın ruhu oluşturdular. Halen de oluşturmaktalar.

Bu da yetmedi tabi, kadını -her anlamda- ön plana çıkarıp… "Pardon ya, her anlamda mı yazdım?" yanlış oldu. Sadece kadınsal özellikleriyle ön plana çıkarıp; klip, reklam, dizi, sinema, yarışma programları… Aklınıza gelebilecek tüm TV görüntülerinde kadın sadece fiziksel özellikleriyle üstelik cinsel istismara açık hale getirilerek bir programdan diğer programa savrulup durdu.

Oysa kadındır hayatın tam merkezinde hayat kazanan ve hayat kazandıran. Kadındır anne olan, kadındır eş olan…

Zühre Meryem Kaya
z.meryemkaya@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  TRABZON LİSESİ'NİN ÇANAKKALE ORATORYOSU

Karadeniz Bölgesinin en köklü eğitim öğretim kurumlarının başında gelir Trabzon Lisesi…1887 senesinde eğitime açılan bu güzide eğitim kurumu 121. şeref yılını idrak ediyor. Bu okul bugüne kadar nice büyük insan yetiştirip Türkiye'nin hizmetine sundu. Bunları sıralamak için sayfalarımız kâfi gelmez. Nice devlet adamının, şairin, yazarın ve sanatçının diplomasında Trabzon Lisesi ibaresi yazar. Trabzon Lisesi eğitimde köklü bir markadır zira…

Trabzon'umuzun gözbebeği olan Trabzon Lisesi 1914-1915 yıllarında bütün öğrencilerini Çanakkale Savaşı'na göndermiş, henüz bıyığı bile terlemeyen bu civanların hepsi de burada şehit olmuştur. Bu okulun arşiv kayıtlarına baktığımızda üç yıl boyunca mezun vermediğini görürüz. Bunun içindir ki Çanakkale Savaşları, Trabzon Lisesi için apayrı bir anlam ve ehemmiyet ifade eder. Bu savaşta gencecik çocuklarımız canlarını vatana hibe etmişlerdir. Böyle âlicenap nesiller yetiştirebilirsek kendimizi bahtiyar hissedeceğiz.

İl merkezlerinde belirli gün ve haftalar okullara bölüştürülür. Her okul imkânları ölçüsünce bir etkinlik gerçekleştirir. Bu yıl 18 Mart Çanakkale Zaferi anma programı vazifesi Trabzon Lisesi'ne verilmişti. Bu, Trabzon Lisesi'nin tarihiyle alakalı bir vazifeydi aynı zamanda. Bu okulda okurken Çanakkale'ye gidip düşmanla göğüs göğse savaşan genç fidanlarımızın mezun olamadığı okulun hâlâ dimdik ayakta olduğunu, Çanakkale'yi ve Çanakkale misyonunu unutmadıklarını göstermek için bu görev onlara daha layıktı.

Kültür, sanat, edebiyat ve spor faaliyetlerinde adından sıkça söz ettiren Trabzon Lisesi, Çanakkale ile ilgili ses getirecek bir program yapacak olmanın heyecanı içerisinde çalışmalara hızla başladı. Eylül ayında planlamalar yapıldı. Bir oratoryo hazırlanacaktı. Bu oratoryo Çanakkale Savaşları'nı yansıtacaktı izleyicilere. Bununla ilgili olarak İbrahim Kavzoğlu ve Meral Hacısalihoğlu görevlendirildi. Çalışmada görev alacak öğrenciler seçildi. Çalışmanın daha profesyonel olması için Trabzon Devlet Tiyatrosu oyuncusu Birkan Görgün yönetmen olarak görev aldı. Trabzon Lisesi öğrencileri Çanakkale programında görev almak için adeta birbirleriyle yarıştılar. Bu durum, oyunu hazırlayanlar için büyük kolaylıklar getirdi. Zira her işte gönüllülük esastır. Görev alanlar gönüllü olunca başarı kendiliğinden geliyor zaten.

Altı aylık zorlu çalışmalardan sonra Çanakkale oratoryosu çıktı ortaya. Oratoryo 18 Mart 2008 Salı günü Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesi'nde protokol mensuplarına gösterildi. Protokolden bir gün evvel de velilere, öğretmenlere ve öğrencilere seyrettirildi. Büyük zahmetlerle ve özverilerle hazırlanan oratoryo, dev bir oyuncu kadrosu tarafından gerçekleştirildi. 45 kişilik bir öğrenci grubu Çanakkale içerikli şiirlerle, dramalarla, diyalog ve monologlarla Çanakkale Savaşlarını canlandırmaya, yaşamaya ve yaşatmaya çalıştı. Öğrenciler rollerini çok iyi oynadılar, zira hepsi çok arzuluydu. Çalışmalar süresince çok şey öğrendiler; adeta Çanakkale'yi yaşadılar ve bu çile kazanında piştiler.

Çanakkale ile ilgili oratoryo çalışmasında saz da vardı, söz de… Görsel şölen diyebileceğimiz gösteride sade bir dekor kullanıldı. Öğrenciler, tarihî gerçekler ve giysiler dikkate alınarak giydirildi. Mehmet Zahit Gün adlı bir öğrenci Çanakkale Savaşları'nın tarihçesini anlattı. Bu işi fevkalade bir başarıyla ustaca gerçekleştirdi. Onun konuşmaları arasında da şiirler okundu, ağıtlar yakıldı, canlandırmalar yapıldı. Her şey güzel oldu da kanaatimce Çanakkale'nin manevî boyutu biraz ihmal edildi. Zira Çanakkale Türk'ün güçlü maneviyatının maddî üstünlüklere galebesidir. Çanakkale Savaşları maneviyatın gölgesinde cereyan etmiştir. Mesela bu canlandırmada bir kez bile ezan okunmadı, ölen askerler Allah nidalarıyla, kelime-i şahadetlerle düşmana hücum ettirilmedi. Çanakkale denince ilk akla gelen şiir olan Mehmet Akif'in "Çanakkale Şehitlerine" adlı şiirinden bir dize bile okunmadı. Bence bunlar gözden kaçanlardı. Onlar da kullanılsaydı manevî kuruluğun önüne geçilirdi.

Bunların dışında söz konusu program fevkalade canlı ve başarılıydı. Çalışmada, başta İbrahim Kavzoğlu olmak üzere tüm emeği geçenlere tek tek teşekkür ediyorum, kutluyorum.

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Neslihan Güzel


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Döner mi geri?

Bir yudumluk su serinliğindeki anılar
Seccadeler, secdeler kumlara değen alınlar
Ocaktaki melemen kokusu
Itır kokusu kuşluklar
Damda uyuklayan kedinin nefesinin sesi
Yarım ümidiyle kanatlanmış martılar
Dudaklara inen ince yağmurun ruhlara inişi
Geri döner mi?

Bir hayal mi yoksa şimdi gördüklerim bir tezat mı yoksa hayat
Gemiler yüzer mi kucakları dolu çocuk sularında
Kurşun kalemin kâğıda yansıyan kül kokulu nefesi
Dua dua ve gözyaşları
Muhabbetlere karışan çaylar
Geri döner mi?

İçleri yüzlerine vurmuş vefa abideleri
Çatılardan akan bahar türküleri
Yeni günle başlayan şiir tadında tandır ekmekleri
Anne kokusu ekmek tadı
Ürkek pencerelerden bakan kuzu meleşmeleri
Zamanı çalan ıslak örtüler
Ve daha niceleri
Bilmem
Geri döner mi?

M.Zahir Ertekin

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.istanbul.net.tr/ İstanbul hakkında bilmek isteyebileceğiniz hemen hemen her şey bu web sayfasında. Yeme, içme, gezme, tozma ve hatta tüm faaliyetler için danışabilirsiniz.

Bilgisayarınız için muhteşem güzellikte duvar kağıtları http://wallpaperstock.net/ Seç, beğen, indir. Hatta wide screen olanları bile var. Yani vista kullanıcıları için özel duvar kağıtları da mevcut.

http://www.tio.com.tr İnternetten satın almak istediğiniz hemen hemen her ürün için karşılaştırmalı fiyat araştırması yapabileceğiniz bir web sayfası. Ürün ya da ürün gruplarını seçiyorsunuz, en ucuzundan en pahalısına kadar satış yapan tüm web sayfaları karşınıza geliyor. Bundan sonrası size kalmış.

Oyun severler için http://www.blitzgamer.com/ eğer meraklı iseniz mutlaka denemelisiniz. Gerçekten geniş ve bol seçenekli bir oyun arşivi sizi bekliyor.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe
Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Sultans of Swing
Dire Straits









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080324.asp
ISSN: 1303-8923
24 Mart 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com