|
|
|
15 Nisan 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Mümkünse eşeği boyamayın!.. |
Merhabalar,
Barış gelinini gelin ettik yolladık. Acı bir tablo, kahrolmamak mümkün değil. Cenazede kadınların haklı haykırışları da cabası. Ama ya utanma duygumuz? Gerçekten Türkiye adına utanmalı mıyız? Bunu arkadaş gruplarımızda da tartıştık. Sizler de mutlaka tartışıyorsunuzdur. Ne sonuca vardınız bilemiyorum ama ben kendi duygularımı dünden beri ifade etmeye çalışıyorum zaten. Elbette utanılacak bir hadise, ancak Türkiye adına, Türk halkı adına değil. Bir yabani az gelişmişin ettiklerinden bir insan olarak utanmak bu. O nedenle gereksiz, anlamsız ve abartılmış şekilde kendimizi suçlamamızın anlamı yok. Bu olay, bir can arkadaşımın dediği gibi, tam bir zamanlama hatası. Yanlış yerde, yanlış zamanda bulunma rastlantısı. Yazık ama n'apalım ki bu Dünyanın gerçeği. Bu dediklerim, Türkiye'de son zamanlarda artan şiddetin, yen içinde kalan tecavüzlerin haklı gösterilmesi için bir gerekçe sayılamaz. Bu konulardaki konuşma haklarımın saklı kaldığı bir kenara not edilmelidir.
301 konusunda kavga gürültü kolay dinmeyecek gibi görünüyor. Her gün yeni birşey öğreniyorum. Tartışılan, dava açma kararı Cumhurbaşkanı'na mı bırakılsın yoksa Adalet Bakanı'na mı? Hepsinin haklı gerekçeleri var kendilerine göre. Ama temelde bir yanlış yapıldığını veya bir başka deyişle aslında hiçbirşey değişmediğini bir hukukçudan öğrendim. Bu tartışılan dava açma kararından önce zaten savcılık tüm dosyayı hazırlıyormuş. Yani şüphe veya kanıt(!?) üzerine soruşturmalar açılıyor, araştırmalar yapılıyor, insanlar medya maymunu oluyor, birbirine giriyor, daha sonra hazırlanan dosya kararı verecek makama teslim ediliyor ve isterlerse dava açılıyormuş. Şimdi bunun mevcut uygulamadan ne farkı olacaksa biri gelsin anlatsın. Şimdiki durumda da, tüm o işlemler yapılıyor ve ilk celsede ya beraat ediliyor ya da dava düşmüyor mu? (bakınız Pamuk ve Şafak davaları. ) Rezil olmaksa maksat, öyle de olunuyor böyle de zaten. Yani değişen birşey yok. Sıkıyorsa hepten kaldır, olmuyorsa tek satırlık bir kural koy ya da hiç elleme bırak dağınık kalsın. Boşu boşuna bizi, eşeği boyayıp babasına yeni eşek diye satan açıkgöz velet seviyesine düşürme değil mi? Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Acil Servis Ünitesi
Yağmur serinliği giderek çoğalıyordu duvarlarda. Kapılar kapalı, perdeler inikti. Gölgeler düşüyordu tavana. Donuk, inci mavisi gölgeler.
Anneannen salona geçmişti. Sen oturma odasındaydın... Oyuncaklarının arasında. Birden gözüne sehpanın ortasında duran ufak şişeler takıldı... Usulca doğruldun yerinden... Sehpaya doğru yürüdün.
1990 yılının 14 Martı'ydı. Kuru bir ayaz vardı dışarda. Tulumun lastiği belini sıkıyordu... Bir ara ayağın takıldı, düşer gibi oldun... O an peluş ayıya uzanmak istedin. Vazgeçtin.
Sehpa tam karşındaydı... Bir adım ötende.
Yağmur dinmişti. Pencere camları çizik çizikti.
Anneannen çalan telefonla irkildi. Ragıp Paşa'nın kız kardeşiydi arayan. Dürrüşehvar Hanım.
Sehpanın örtüsünü kendine doğru çektin... Kar beyazı kolalı dantel örtü hareket edince küçük kahverengi cam şişeler sana daha bir yaklaşıverdi...
Dürrüşehvar hanım gelininden yakınıyordu her zaman olduğu gibi, artan romatizma ağrılarından... Anneannen birden konuşmayı uzatmamak için;
- Torun içerde ne olur kusura bakmayın, dedi. Ahizeyi yerine koydu.
Tam o esnada telefon yine çaldı.
En küçük şişeyi yakaladın. Kapağını çevirmeye çalıştın... Ters yöne çevirdiğinden açılmadı... Ağzına götürdün hemen... Tükrüğünle ıslanan kapak bu defa parmaklarının gücüne fazla direnemedi...
Yağmur yeniden başlamıştı. Uyku saatin yaklaşmıştı. Sütünü içip doğru öğlen uykusuna yatacaktın... Hem yatağının başucunda annenin kazağı duruyordu... Birazdan o kazağa sarılıp uyuyacaktın... Çişinde gelmişti...
Kapak açıldı... Sehpanın üzerine pembe şekerler düşmeye başladı. A, o şekerlerden... Bir tane aldın eline... Baktın.
Anneannen telefonu açmaktan vazgeçti. Arayan sonra arasın, diye geçirdi içinden. Salonun kapısına geldi. Devetabanını sulamak lazım, diye düşündü. Hay allah nasılda soluvermişti yaprağı... Susuzluğa hiç gelemezdi... Mutfağa yönelirken;
- Güzel oğlum nerelerde ? diye seslendi.
Pembe şeker dilinin üzerindeydi ama tadı farklıydı... Acı gibi... Olsun bir tane daha...
Sütü dolaptan çıkardı anneannen. Cezveye koyup, ne yapıyorsun diye bakmak için oturma odasına seğirtmişti ki... Telefon yine çaldı.
Bir an duraksadı. "Sonra arasınlar" diye mırıldanıp, yanına geldi. İşte tam o esnada fark etti dedenin yüksek tansiyon ilacını... Avucundaydı pembe haplar. Zemin kayıyordu.
- Eyvah ! diye haykırdı.
- Koş bey... Koş... Çocuk ölüyor... Koşun yetişin çabukkkkkkk...
Bir yandan bağırıyor, bir yandan da telaşla;
- Ne yaptın yuttun mu söyle yavrum, söyle? diye ağlıyordu.
Çıldıracak gibiydi. Evden nasıl çıkıldı. Taksiye nasıl binildi, Cerrahpaşa Hastahanesi acil servis ünitesine nasıl gelindi ?
Ağlamaktan sesi kısılmıştı anneannenin.
Sen onun yüreğindeydin. Asla çıkaramayacağı kiracı, hayır yüreğinin tek sahibiydin çünkü. Sonrasızlığa kanat açan bir sevgiydi
bu. Anneanne torun sevgisiydi.
Sen şaşkındın. Paniklemiş, haykırmaya başlamıştın.
- Belki içmemiştir hapları, dedi deden.
- Anlarız... siz lütfen endişe buyurmayın, çocuğun midesini yıkayacağız... dedi kır saçlı doktor.
Hızla götürdüler seni...
Anneannen katıla katıla ağlıyordu. Baş hemşire geldi :
- Sakin olun hanımefendi. Siz küçüğün nesi oluyorsunuz ?
Duymuyordu anneannen söylenenleri. Duyamıyordu.
Deden;
- Çocuklara haber vermeliyiz derhal, dedi. Sesi soluk, renksizdi. Gözleri kamaşmışcasına kirpiklerini kırpıştırdı. Başını önüne eğdi. Gırtlağına yumruk gibi bir şey oturdu o an.
Nezahat hanımefendinin anlattıklarını zorlukla kavradım. Oğlan hastaydı. Hastahaneye götürmüşlerdi. Güher'i alıp gitmemiz gerekiyordu. Elimde boş çay fincanı öylece dondum kaldım. Bir süre hiçbir şey düşünemedim, neden sonra Güher'i aradım.
- Berker'i hastahaneye kaldırmışlar, dedim.
Firuze mavisi bir ışıkla yıkanıyordu hastahanenin girişi. İzmit'ten Cerrahpaşa'ya zaman donmuştu... Damarlarımda kanın soğudunu hissettim.
- Şükürler olsun atlattı. Bir şeyciği yok, diye karşıladı anneannen bizi kapıda.
- Midesini yıkadılar hemen...
Gözbebeklerinde çileli, hüzünlü ışıltılar. Gözyaşları vardı. Hep o ince buğu tabakası.
Dermansızdım. Bacaklarım titriyordu. Sendeliyordum. Ayakta duracak gücü yitirmiştim düpedüz. Güher elimi tuttu.
Güher, eşim, sevgilim, vazgeçilmezim, herşeyim Güher :
- Sakin ol... Birşey yok işte telaşlanacak...
Sesi dingin. Bakışları sevecen. Sözünü bitiremiyor...
Sırtımdan aşağıya su gibi akan teri, mecalsizliğimi unutuyorum o an.
Ölçüp biçtiğimde, tartıya vurduğumda yüreğimi en fazla yakan acı, budur diyebilirim.
Cerrahpaşa Hastahanesi... Acil Servis Ünitesi... Cankurtaran sirenleri ve hep o firuze mavisi aydınlık.
" Çalışan bir anne olarak baktığımda, çocuğa gelecek sağlamak için çalışıyoruz, para kazanıyoruz, çevre oluşturuyoruz diye bahsediyoruz ya, hiç birine inanmıyorum, hep bir yanımın eksik kaldığını, oğluma vakit doya doya harcayamadığımı, ona olan sevgimi, yemek pişirme ile bulaşık yıkama arasındaki dar vakitte gösterdiğim için kendimi pek affetmiyorum. Onunla hamileyken birlikte müzik dinlemeyi, bebekken birlikte yatağın üzerine uzanmayı, onun savunmasızlığında saatlerce öpmeyi, banyo sonrasında aman üşüyecek denmeden saatlerce keyif yapmayı isterdim. Bunları dolu dolu yaşayamadım maalesef, yaşadıklarım veya bana yeteri kadar uzun gelmedi, o yüzden ona vakit harcamadığım için, onunla birlikte geçireceğim saatleri işyerinin lüzumsuz didişmelerinde geçirdiğim için anne olan tarafımı hep eksik hissederim.
" İçim çok burulurdu onu bırakıp işe gittiğimde, onu öpemeden, sevemeden, kokusunu içime çekemeden büyüyüp gitti, bende ne kadar keyif sürebildim ise o kadar anne olabildim maalesef ama yeteri kadar olamadı, maalesef tadı hep damağımda kalacak bir tat bu" diyecekti eşim yıllar sonra o günü konuştuğumuzda.
"Böyle durumlarda, belki de ağlamak tek çıkar yoldur. Gizlice, tek başına ağlamak. Karanlık bir yolda sessizce hıçkırmak, gözyaşlarını ve hıçkırıkları çevresindekilerden kaçırmak.
Sanki rüzgarın neden olduğu yaşlarmış gibi gözlerini silmek.
Deniz kenarına gidip derin bir soluk almak. Ya da tuvalette, gizlice tüm ev halkından saklanarak ağlamak. Sanki büyük bir ayıpmış gibi ağlamak. İçten, sıcak ve gerçek gözyaşlarını, duyguyla dolu gözyaşlarını saklamak. Yıllarca, gözyaşlarını ne kadar çok sak..."
Atilla Birkiye," Soldan Sağa"
Cemal Türker
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Ersel Akant AB Komisyonu Başkanı Barosso`nun 301. Madde "Ricası"… |
|
Bildiğiniz gibi son günlere damgasını vuran AB Komisyonu Başkanı Barroso Türkiye`deydi. AB uyum süreciyle ilgili birçok açıklama yapan Barroso, Anayasamızın 301. maddesinin ifade özgürlüğü açısından değiştirilmesi gerekliliğini vurguladı. İsterseniz 301. maddeyi bir hatırlayalım.
Türk Ceza Kanunu Madde 301
(1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
Şimdi de AB üyesi ülkelerin Ceza Kanunlarında yer alan benzer maddelerine bir göz atalım.
Almanya Ceza Kanunu Madde 90
Her kim toplantıda veya yazılı bir kaynağın dağıtılması suretiyle alenen Almanya Federal Cumhuriyetine, Federal Devletlerine, Anayasal düzene ve bu Federal Devletlerin bayrağına, armasına ve Ulusal Marşına hakaret eder veya kötü söz söylerse üç yıla kadar hapis veya para
cezası ile cezalandırılır.
İtalya Ceza Kanunu, Madde 291
İtalyan milletine hakaret eden, aşağılayıcı söz söyleyen ve sövenler, bir yıldan üç yıla kadar ağır hapisle cezalandırılır. Yine aynı şekilde, Her kim ulusal bayrağı veya devlete ait diğer bir sembolü aşağılarsa bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Danimarka Ceza Kanunu, Madde 110
Her kim bir milleti, devleti veya bayrak ya da alametlerini veya Birleşmiş Milletleri ya da Avrupa Parlamentosu'nu alenen aşağılarsa dört aya, eğer ağırlaştırıcı nedenler varsa iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fransa Basın Yasası, Madde 30
Hiç kimse Fransız ulusunu, Fransız devlet kurumlarını aşağılayıcı yayın yapamaz.
İspanya Ceza Kanunu, Madde 543
İspanya'nın, özerk bölgelerini veya simge ve amblemlerini sözle, yazıyla veya eylemle alenen aşağılayanlar veya küçük düşürenler, yedi aydan on iki aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Polonya Ceza Kanunu, Madde 133
Her kim Polonya Halkını ve Polonya Cumhuriyeti'ni alenen aşağılarsa bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Portekiz Ceza Kanunu, Madde 332
Her kim sözle, hareketle, yazıyla veya bir iletişim aracıyla Cumhuriyeti, ulusal bayrağı veya ulusal marşı, Portekiz hükümranlığının herhangi bir sembolünü veya amblemini aşağılarsa iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (Sayın Barroso`nun Portekiz vatandaşı ve Portekiz`in eski Başbakanlarından olduğunu öğrenince aklıma şu soru geldi: Barroso ile görüşen parti liderleri niçin AB üyesi ülkelerin -Başta Portekiz olmak üzere- yasalarında bulunan ifadelerle bizim yasamızda bulunan ifadenin farkını sormadılar?)
Görüldüğü gibi diğer AB üyesi ülkelerin de bizden pek farkları yok. Avrupalıların takıldığı yer "Türk" kelimesidir aslında. İfade özgürlüğünü Türklüğe hakaret etme sayan bir düşünce asla kabul edilemez. Açıkçası bazı değerlerin kutsanması taraftarı değilim, sadece AB üyesi ülkelerin isteklerindeki adaletsizlikleri görmemiz açısından bu karşılaştırmayı anlamlı buluyorum. Bu ülkelerin amaçları ne yazık ki AB`ye girmemiz filan değil, ülkedeki Atatürk devrim ve söylemlerini özgürlük kisvesi altında unutturmaktır. Kişisel olarak özgürlüklerin artmasından yanayım ama bazı hassas konularda, belli yaptırımların olması, sosyal devletin geleceği ve işlerliği açısından önemlidir.
301. maddeye gelecek olursak; değiştirilebilir elbet. Fakat, farklı amaçlara yönelik olduğu belli olan bir dayatmayla değil de, toplumsal bir mutabakatla yapılacak ve haksız mağduriyetlerin engelleneceği bir değişiklikten söz edebiliriz.
Nasıl bir değişikliğin olması gerektiği ise ayrı bir meseledir. Bu güne kadar ülkemiz bu madde yüzünden ne kadar zarar görmüştür, kaç kişi bu yüzden yargılanmıştır, yargılananlar hangi söylemlerde bulunmuşlardır, davalar nasıl sonuçlanmıştır, yargılanan bazı kişilerin Avrupa Birliği ile bağlantıları var mıdır, bu tarz olayların ne kadarı provokasyon ne kadarı masum mağduriyetlerdir, bunları bilmek ve bunlara uygun çözümler üretmek gerekmektedir.
Ersel Akant erslaknt@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
İSTİYORUM…
Bu günlerde herkeslerden bir şeyleri bana geri ödemelerini isteyeceğim. Zamanında veya şimdi herkese bir şeyler vermişim, ödeme yapmışım karşılığını alamamışım. Pişkinlik falan değil. Hakkımı arıyorum. Hakkı.
İki gün önce bindiğim kısa mesafeli otobüs firmasından 5 ytl'lik bilet ücretinin yarısını talep ediyorum. Ayaklarımın arasındaki sandık ayak mesafemin yarısından fazlasını çaldığı gibi bir saatlik yolu diz ağrıları ile geçirmeme sebep oldu. Şimdi kimse demesin bana "ne oldu eskidin mi, öldün mü" diye. O otobüsteki 30 yolcu da beş ytl veriyor, ben de. Hakkımı arıyorum ben.
Beni idareye değil, idareyi bana versinler. Ben onlara yapacağımı bilirim.
Eve gidip gelirken bindiğim minibüsler beni bir kez olsun durakta indirmiyor. Ya iki metre ötede ya da beş metre beride. Binerken de aynı. Hep minibüsün peşinden bir süre koşuyorum öyle biniyorum. Ama hep tam para veriyorum. O üç-beş metreleri toplasam fazladan on dolmuş güzergahı eder. Türkiye şoförler odasından beni beş dolmuş güzergahı kadar ücretsiz gezdirmesini istiyorum.
Teşhis koyarken apandisti bile bilmeden alan doktordan alınan apandistleri geri vermelerini istiyorum.
Yanlış diş çekimi yapan diş hekimlerinden çekilen dişleri geri vermelerini istiyorum.
Kesilmesin istiyorum...
Garanti kapsamı içerisinde ürünümü garanti süresi boyunca serviste tutan üreticiden fazladan garanti süresi istiyorum. Hatta vazgeçtim, ömrümü tükettikleri için onlardan fazladan ömür istiyorum.
Sezar'ın hakkını istiyorum.
"veremem sana acımı" diyen düş sokağı sakinleri'nden acıyı istiyorum. Olmadı bu. Ben onlara acı vermedim ki. En iyisi; köşedeki lahmacuncudan iki acılı lahmacun istiyorum. Fonda da "veremem sana acımı" çalsın. Kirlenir yerler, pislenir lahmacun kıymalarıyla.
Beni benden alanlardan beni geri istiyorum.
İstiyorum, veriyor musun? Peki öyle olsun...
Bilgehan Anıl
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
KADIN GÖZÜ İLE ERKEKLER
Kadınlar üzerine ne çok yazılar yazılmış, ne çok sözler söylenmiştir yüzyıllar boyunca.
Karşı cinslerimize ilham kaynağı olan gene kadın değil midir?Şiirler hep kadın üzerine değil mi? Şair nitelemesi yerine ŞAİRE sıfatı neden yok?!
Mamafih kadınlara da ilham veren karşı cinsleridir ama erkekler üzerine kafa yoran, genelleme yapıp erkek insanı irdeleyen kadınlarımız çok fazla değil.
Erkek üstünlüğü var mı yok mu tartışmak bile gereksiz diye nitelerim ama ve lâkin kabul de etmem.
Kadın olmanın ve doğanın kadına verdiği içgüdüsel bir imtiyazla kadın insan yanımda, erkeği anlamaya çalışırım.
Erkekler beni anlar mı bilemeden.
Karşı cinsime derdimi anlattığımda, hep mantık ön planda ise, duygusallık nerede diye sorarım kedime.
Kadın ruhunda korku yaralarımı kanatırken, erkekteki korkuları bilmeden yaşar giderim bir nokta olduğumu bildiğim koca evrende.
Ama erkek cinsinin nokta olup olmadığının bilincini bilemeden.
Erkek duygusaldır ama duygusallığının başlangıç anını kestiremem. Erkek sağ duyuludur ama, hangi erkek sağ duyuludur diye bir genelleme yapamam.
VE bir kadın olarak, beni ve öbür hemcinslerimi kategorize eden erkekleri kategorize ederim.
Çünkü baba erkek dışındaki erkeklerde toplumsal statüde adlandırılmış erkeklere, deyimler yapışmış bazı erkek cinslerine.
Örneğin: Duyarsız erkek...
Pinti adam... Düşüncesiz... Bencil erkek.. gibi çoğaltabileceğim sıfata "cuk" oturan erkeklerde yok değil hani!
İyi taraflı erkeklerimizde ise, atamız mefhumu kafamıza enjekte edilmiş çoktan.
Babalarımız velev ki, kötü huylarla bezenmiş de olsalar, babamız, atamız olmaları nedenselliğiyle, erkek olgumuzda kafamıza kazınmış tabularda, sınıflarını geçtiler en iyi erkek imajlarında.
Babalarımızdan yana şanslı olabiliriz çok zaman ama kocamız ya da toplumdaki öbür erkeklerden yana acaba yüzümüzü güldürenini bulabilir miyiz? Erkek familyasından kadını anlayan kadını salt meta olarak görmeyen, kadını insan olarak görmekten maada kadını dünyanın olmazsa olmazı gören kaç erkek vardır toplumlarda? Böyle erkekleri bulma olasılığımız yüzde kaçtır?
Kadını anlayan erkekler var ise, kadını anlamaya çalışmaya gereksinim duymayanlar çok daha fazla çıkar araştırmaların verdiği istatistiksel değerlerde.
Annem, yeni yetmeliğimde, yakın çevremdeki erkeklerle kurduğum diyaloglardaki ben olmamı aradığım yıllarımda, erkeklerden koruma güdüsüyle beni saklamaya çalışırdı bana.
"Saklambaç oynamak istiyorum yaz gecesinde konu komşu erkek çocuklarıyla anne. Bisikletime binip, şöyle bir gezinmek istiyorum akşam esintisinde..."derdim ona.
"Aaa kızım(!) gece vakti bu saklambaç da neyin nesi? Zaman kötü bilmiyor musun sen? Hem bisikletle gideceğin yerlerde ne-idiğü belli mi ki, insanların? Hem erkekler gece gece sokağa çıkan kızları iyi mi sayarlar sanıyorsun?"derdi bana.
Annelik ve anneliğin koruma içgüdüsü ile korku salınmıştı ister istemez erkeklerden yana duygusal zekamın bir kenarına benim cinsim annem.
Çok zaman bana enjekte edilen erkektir, tehlikedir; korkusunu aştım mı bilemeden yaşadım karşı cinsimi tanımaya çalışarak belki ama peşin hükümlü olmadan geçemedim öbür kız çocukları gibi korkutulan o karşı cinsimi.
Kendime çitler örmeden, erkek arkadaşlarımla konuştum. Arkadaş da oldum. Ve bazen erkek arkadaşlarımla kız arkadaşlarımdan daha bir iyi dostluklar da kurdum. Bugün dahi görüştüğüm erkek insan cinsinden erkek dostlarım var da hayatın beni getirdiği bu noktada, iyi insan erkek de gördüm, kötü insan erkek de.
Şimdi erkek egemen bir toplumda yaşamanın bilinciyle, bir kadın insan olarak, erkekleri anlamak gibi bir sıkıntım yok(!) ama erkek insanları da kategorize edebiliyorum, onların biz kadınları kategorize etikleri gibi.
İYİ İNSAN olmanın bilincini taşıyan erkeklerin bile biz çoğunluk olduğumuz halde, bizi azınlık sayan erkeklerin başrol oynadığı sosyal hayatımızda, renklendiklerini de görüyoruz değil mi kadın cinslerim?!
Parlamentoda, çoğunluk erkeklerde ise seçme ve seçilme özgürlüğümüzdeki kadınlarımız neredeler?
Bir göz boyama rantı mı ya da kandırması mı çözemediğim her yerde erkek çoğunluk var ise şikayet ederim kendime ve cinslerime siz erkek insanları...
Kadınların olması gereken seslerini çıkaracağı her platformda, kadınlara geçit veren yine sizseniz beyler, gerçekte sizler bizleri anlayabilmiş değilsinizdir.
Yani siz beyler, erkek adamdan adam yaratırken; hepimizin dünyasında, biz kadınlar, kadın adam olamayacağımıza göre; kadın insan olmuşuz hemen sizlerin yanı başında...
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
SANA ÇİÇEKLER BESLEDİM
Sana çiçekler besledim
Gece yarıları uyanıpta su verdim diplerinden
Yeri geldi seni anlattım
Yeri geldi kendimi
Ben çiçeklere su verirken
Yıldızlar giriyordu penceremden
Ay damlıyordu çatıma
Sana çiçekler besledim
Henüz on sekiz bilemedin yirmi yaşındayken.
Sana çiçekler besledim
Gözyaşlarımı biriktirip gamzelerimde
Okşadım onları saçlarını okşar gibi
Gece yarıları uyanıpta su verdim diplerinden
Uykulu uykulu baktığım zaman
Sana çiçekler besliyordum
Henüz tomurcuklanan.
Sana çiçekler besledim
Ergenlikten yeni çıkmışlığın hevesiyle
Sivilcelerin terk ettiği yüzümü gösterdim hep sana
Sen beni hep bu yüzümle tanıdın.
Sana çiçekler besledim
Gece yarıları uyanıpta su verdim diplerinden
Kim bilir sen hangi rüyayı görürken
Ben sana çiçekler besliyordum
Belki robin hood
Belki Cihan alkan olarak
Cihan ALKAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Türkçeyi iyi kullanmanın yöntemlerinden bir tanesi de, Türkçe sözlük bulundurmaktır. İnternet ortamında bulunabilecek en iyi Türkçe sözlük bence http://www.tdk.gov.tr web sayfasında bulunandır. Tabi sadece sözlük değil, güzel dilimizi verimli ve düzgün kullanabilmenizi sağlayacak her türlü destek, bu web sayfasında mevcut.
http://www.izedebiyat.com/ ...Biz ki acıya bağdaş kurmuş iki zamandık, susuşlara meyilli. Birbirine hiçbir zaman kavuşmayacak trenlerin tek suçlusuyduk. Sevdaya itham edilmiş romanların katili, yüreğinden sızan kanları susuz toprağa ifşa edilen iki hükümlüydük..Biz ki hüzne örülüydük..Sonra sırtlarımızı dayadık birbirimize. Kalabalıkların arasına iki kırık bedenle yürümektense; bir kız çocuğuna renkli balonlar alma suçuyla ölmeyi tercih ettik .. Kavganın ortasında, gölgenin avcuna, karanlığın sabahına bir filiz ekmeye yemin ettik biz..Günahlarımıza tövbe diye degil...
Bloglar, ilgili alanlarınızı, duygularınızı, düşüncelerinizi kısacası istediğiniz herşeyi yazabileceğiniz ve bunları yüzbinlerce blogcuyla paylaşabileceğiniz kişisel web sitelerinizdir. http://www.blogcu.com/ web sayfasına girerek siz de kendinize ait bir blog yaratabilirsiniz.
Bu haftanın flash oyun konusundaki web sayfa tavsiyemiz http://www.extremoyun.com/ Oyuna doyacağınıza emin olabilirsiniz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
TreeWalk 8.2.1 / Windows / 1.19 MB http://www.ntcanuck.com/tw_exe/twdns821.exe Güncel problemlerinizi çözmek için mükemmel bir yardımcı program. İndirip gönül rahatlığıyla kurabilir ve kullanabilirsiniz. Yaptığı işi, internette dolaşırken yazdığınız adresleri direkt olarak bağlı olduğu DNS'lere sormak ve kısa yoldan adrese ulaşmanızı sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir nedenle Türkiye'den ulaşamadığınız adreslere bu kurulumu yaptıktan sonra sorunsuzca ve hiçbir engellemeye takılmadan ulaşabilirsiniz. Benden söylemesi:-))
Yukarı
|
|
|
|
|
|