|
|
|
2 Mayıs 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Muammer Güler Emekçi Ağlar!.. |
" Kahraman Türk Polisi, Mehmetçiği aratmayacak bir şekilde Taksim'i "Ayak Takımı"ndan korudu.
Sabahın erken saatlerinden itibaren bayram kutlamak bahanesiyle Taksim'i işgale yeltenen "Ayak Takımı", Kahraman Türk Polisinin göğsünü siper ederek aldığı önlemlerle püskürtüldü. Taksim'i yıkmak, Türkiye'yi bölmek amacıyla atılan sloganlara, Kahraman Polisimiz kurşun yerine kan renkli basınçlı su ve biber gazı kullanarak cevap vererek öldürme ve yaralama niyeti olmadığını cümle aleme gösterdi. Hatta yaralıları Şişli Etfal Hastahanesine ittirerek bir an evvel tedavi edilmelerini sağladı. Acil servis önüne yığılıp bir türlü içeri girmeyi beceremeyen "Ayak Takımı" atılan gaz bombalarıyla içeriye sokularak tedavilerine bir an evvel başlanması sağlandı.
Hükümet sözcüsü, Türkiye'yi ve Taksim'i provokatörlerden korumak ve kollamak amacıyla yönetime el konulduğunu belirterek, uçaklarla şehre uzak illerden polis takviyesi yapıldığını, polise 5000 adet yeni biber gazı bombası verildiğini, copların cilalandığını, robocop kıyafetlerinin yağlandığını, polisin coplarını "Ayak Takımı"nın kafasına, sırtına vurarak çıkardığı seslerle 1 Mayıs'ı her zamanki coşkuyla kutladığını bildirdi. Hükümet sözcüsü, K.Evren'in deneyimlerinden yararlanmak amacıyla Marmaris'e bir heyet gönderildiğini ve önlem almada bu deneyimlerden fazlasıyla yararlanıldığını da sözlerine ekledi. "
...
Yukarıdaki sanal haberi 1 Mayıs kutlama(!?) görüntülerini izlerken yazdım. Yazdım çünkü birtakım yalakaların benzer haberleri yayın organlarında defihacet organlarından rahatlar gibi yayınlayacaklarından eminim. İçinde bir nebze vicdan, bir gram ahlak ve bir tutam akıl taşıyan insanların görünen köyü es geçmeyeceklerinden de eminim. Olan bitende parmağı olan, faşizmi küllerinden yeniden yaratan, ceberut devlet anlayışını hakim kılmaya çalışan, unutmaya çalıştığımız Devlet Terörünü bize yeniden hatırlatan tatlı su demokratlarını ve onların yalakalarını şiddetle kınıyorum.
Orantılı güç kullanılacak diye demeç verenlerin, yellenmekten başka gaz çıkarma şansı olmayanlara biber gazı, tükürükten başka fışkırtacak şeyleri olmayanlara basınçlı su, el kol hareketine cop, yerde yatan kıza tekme, taş atana panzer kullanan Kahraman Türk Polisine hangi orantılı cezayı vermeyi düşündüğünü bir öğrenmek istiyorum.
Şimdi bir soruya daha cevap vermeniz lazım; "Bu önlemleri alarak neyi nasıl önlediniz? Taksim'i kutlamalara açsaydınız bundan daha mı iyi yoksa daha mı kötü olacaktı?" Ben vereceğiniz cevapları biliyorum ama gene de soruyorum. Tüm iyi niyetimle belki diyorum, belki içinizden birileri bir özeleştiri yapmaya cesaret edebilir, hatta biraz utanıp istifa eder, defolup gider, hepsi bu.
Kendinizi tekme ve coptan koruyun, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan MOR SALKIM, FİLBAHRİ VE İŞÇİ BAYRAMI |
|
- Elli lira vereceksin, akşama.
- Yüz lira vereyim istersen ama niye?
- Sorma işte, elli lira ver sen.
- Yanımda yok ama şimdi.
- Bu yüzden akşama dedim ya zaten.
- Tamam akşama veririm.
- Ha şöyle yola gel.
- Tamam ama niye vereceğim? Elli lirayı ne yapacaksın?
- Sizin balkonda mor salkım var mı?
- Var, akşamları birde güzel kokuyor ki sorma gitsin.
- İşte elli lira onun için. Salkım parası.
- Salkım parasını da ilk kez senden duydum. Otomatiğe eyvallah. Merdivenleri yıkayan kadına da vereyim. Ama mor salkım parası nerden çıktı?
- Mor salkımı ben dikmedim mi bahçeye?
- Evet diktin.
- Bizim kata bir faydası var mı?
- Siz aşağıda kaldınız, salkım yukarı çıktı.
- Salkım benim sefasını siz sürüyorsunuz. Her yıl komşulardan elli lira salkım parası alacağım. Bana ne? Vermezseniz kökünden keserim. Salkım benim değil mi?
- Tamam, tamam kesme, elli lira vereyim. İstersen yüz lira da veririm. Sana helal
hoş olsun.
Gülüşüyoruz ve Zehra ablam evine çıkıyor. Akşam yaklaşırken hava on dakikada bir değişiyor. Bir ara yağacak gibi kapatıyor ama sonra yine parçalı bulutlu alaca bir güneş çıkıyor. Çıkması ile bulutların arkasına saklanması bir oluyor. Sonra yeniden bulutların ardından çıkıyor, sonra yeniden kayboluyor. Bizim sokaklar aydınlıkken hastanenin altındaki sokaklar gölgede kalıyor. Sonra bizim sokak gölgelenirken Kaleyazısı güneşin altında canlanıveriyor.
Mor salkım bu sene tam bir göz ziyafeti sergiliyor. Zemin kat hariç dört katın balkonlarını ve balkonlar arasında kalan boşlukları bayram yerine çeviriyor. Beyazdan mora doğru yumuşacık geçiveren renkleriyle büyüleniyorum. Çiçeklerde iri siyah eşek arıları dolaşıyor.
Mor salkımın ilkyaz şarkıları söylerken peşinden filbahrinin çiçekleri yapraklara kar taneleri ilişmiş gibi patlamaya başladı. Eski ve yaşlı dallar daha erken açıyor. Bunu her sene böyle. Sonra çiçekler bir hafta içinde yukarılara tırmanıp bütün bitkiyi sarıyor. Bir şey daha dikkatimi çekti. Filbahriler yağmurdan sonra kokmuyor. Sanki su güzel kokusunu yıkayıp götürüyor. Bir süre yeniden kendisini mayalaması gerekiyor. Altı, yedi saat sonra yeniden kokmaya başlıyor. Özellikle sabaha karşı ve akşamın ilk saatlerinde kokusu bütün sokağa yayılıyor. Ben en çok ıhlamur, akasya ve filbahri kokusunun birbirine karıştığı zamanları seviyorum. Öyle akşamlarda iliklerime kadar yaşam sevinci doluyorum. Kuş gibi hafifliyor ve elimde değildir ,şarkılar mırıldanıyorum.
Kapının önünde yine kendimi unutup şarkılara ve çiçeklere dalmışım. Akşam yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlamış. Komşum Muharrem bey işinden dönüyor. Pek keyfi yok. Belli ki günü kötü geçmiş.
Selam verdi, yanımda durup soluklandı.
- Yorgun görünüyorsun.
- Yorgun değilim sadece canım sıkkın.
- Boş ver, öyle her şeye canını sıkma. Şu çiçeklere bak.
- Ha, çiçekler, evet evet çok güzeller.
- Sana torpil geçtim haberin yok.
- Ne torpili?
- Herkesten mor salkım parası istedim. Ama sen adamımsın, sana beleş.
- Yok , yok boşuna uğraşma. Hiç gülecek halde değilim.
- Hayırdır ne oldu?
- Ne olacak, devlet baba sabahtan beri işçileri dövüyor.
- Nasıl yani, benim hiçbir şeyden haberim yok.
- Bana kalırsa en iyisi sensin zaten. Aldırmaman ne güzel? Çiçek, böcek mis gibi oyalanıp gidiyorsun.
- Ciddi söylüyorum bak haberim yok. Devlet baba işçilerden ne istiyormuş kine?
- Bu gün 1 Mayıs ya, işçiler taksim meydanına çıkmak istemiş.
- Çıksınlar ne olacak?
- Devlet baba izin vermemiş. Binlerce polisi meydanın etrafına dikmiş.
- Hayda, çıksalar ne olacak ki?
- Bir şey olacağından değil, devlet baba bir kere yasak demiş işte. Ötesi berisi yok.
- İsteyen meydana çıksın, isteyen minareye, inatlaşacak ne var?
- İşler senin bildiğin gibi değil. Sendikalar Taksim'e çıkmaya çalışmış. Devlet baba çıkarmamış, vermiş copu, gaz bombasını. Öfkeden de gözü dönmüş. Hastanelere bile gaz bombaları atmış.
- Hastanelerden ne istemiş?
- Hastane sokağında eylemciler varmış. Sanırım onlara diye atmış.
- Senin canın niye sıkılıyor? Sen işçi değil, memursun. En azından bu gün memurları dövmemişler.
- Benim canım bu öfkeye sıkılıyor. Sanki polis düşmanı püskürtüyor. İşgal kuvvetlerine karşı sokakları savunuyor. Birde hevesle, istekle saldırıyor ki görmelisin?
- Boş ver sıkma canını. Bu her sene oluyor. İyice alıştık artık.
- Elimde değil. Alışamadım bir türlü. Her sene 1 Mayıs, İşçe Dövme Bayramı.
Söyleyecek söz bulamıyorum. Muharrem bey, bu konuşmadan zerrece rahatlamadı. Canı sıkkın evine çıktı. Ben de söylediklerime üzüldüm. Memurları dövmemişler ya… Bunu söyleyerek resmen patavatsızlık ettim. Memuru, işçisi, teknisyeni, doktoru mu var? İnsanların dövülmesinin şakası mı olur?
Filbahri ve mor salkım yavaş sokağa belli belirsiz bir koku yaymaya başladılar. Gün batımından az önce. Ilık bir rüzgar çıktı. Aklım dövülen işçilere takıldı. Ben çiçek, renk, koku, rüzgar ve akşam derdindeydim. Duyarsızlığımdan utandım. Devlet baba çiçek sevebilir mi acaba? Bilirim öğrenci sevmez, işçi sevmez, memur sevmez ama. Devlet baba bir gün polislere filbahrileri koklayın, mor salkımların altında çay için der mi acaba?
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
ÇÖP
"Cleanse and call back thy spirit,
let not a stain remain" *
Kipling
Üç harflik kocaman bir sözcük çöp. Yaşamın, geçerlinin, işlevlinin öteki yüzü. İnsan ölüsü cesettir; ya kuşların, balıkların, yaprakların, çiçeklerin ölüsü?
Atalarımız, hayvanlara paylaşırmış çöplerinin çoğunu, kalanını da ya yakar ya doğaya terk ederlermiş.
İnsanlar çoğaldıkça, kentler kurulmuş. Ne evler, ne sokaklar taşır olmuş çöpleri, atıkları. Bu yüzden çöp toplama ve atık sistemleri kurulmuş. Sonra fabrikalar kurulmuş "Dikkat,zehirlidir!" uyarıları yazılmış varillerin, tankların üzerine.
- Atalım, atalım da nereye.
- Benden uzak olan her yere
- Suya, toprağa, havaya…
- Mısırın tanesi benim, koçanı senin; üzüm benim, çöpü senin…
Fransa'da bir şatoyu gezerken rehberimiz, eskiden evlerde banyo olmadığını insanların fıçılarda yıkandığını anlatıyordu. Grubumuzdaki bir çocuk, görevliye:
" Peki, şeylerini nereye yapıyorlardı?"diye sormuştu.
Görevli üşenmemiş, onu elinden tuttuğu gibi eski bir domuz ahırının önüne götürmüştü.
"Demek bir zamanlar domuzlarla insanlar aynı tuvaleti kullanıyormuş." çıkarımında bulunmuştu çocuk.
" Evet, sonuçta domuzlar da insanların atıklarıyla besleniyordu."
Domuzlar bu paylaşımdan mutlu muydu bilmem; ama günümüzde yeryuvarlağının bu paylaşımdan mutlu olmadığı açık.
Hepimiz bir ağaç kurdu; yok yok dünya kurduyuz. Anoreksiya hastalığının pençesinde şairin "Yiyin efendiler yiyin/ Bu han-ı iştiha sizin" öğüdüne uyup tıka basa yiyor ve çıkarıyoruz.
****
Küçücüktüm. Bademcik ameliyatı olmuştum. Doktor, bir kâsenin içindeki bademciklerimi göstermiş:
- Gördün mü ne kadar büyümüşler. Bundan böyle, iki de bir boğazın ağrımayacak" diye teselli etmeye çalışmıştı beni.
Sonra da hemşireye buyurmuştu:
- Çöpe at!
Bu bedenimden kopan ilk çöp değildi. Daha önce annesi tırnaklarımı, berber saçlarımı, dişçi de süt dişlerimi çöpe atmıştı; ama nedense bu çok zoruma gitmişti.
O gün babaannemin "Verdiğin azaları noksansız al yarabbi!" diye dua etmesinin gerekçesini çözer gibi olmuştum. Babaannemin dileğini hâlâ çok anlamlı buluyorum; ancak "bir başka cana can olsun!" diye bağışlanan organların diğer organlardan daha şanslı olduklarını kabul ediyor; benden uzun yaşayacak her organımı şimdiden kutsuyorum.
****
Evlenme teklif ettiğim gün Sara:
- Bu pazar rommelmarkta gidelim, demişti.
"Rommel, çöp demek, markt da pazar. Çöp pazarında ne işimiz vardı ki bizim?"
diye geçirmiştim içinden. Sonra da "pazara daha çok var, o zamana bir bahane bulurum" düşüncesiyle "Olur!" demiştim. Günler çöpe gidivermişti bir bir. Umarsız, takılmıştım peşine. Meğer bir tür bitpazarıymış burası.
Onu, Sara, zenci çocuğun bavul üstü tezgâhından kaptığı an fark etmiştim. İncilerle süslenmişti; ama dikkatli bakan göz, yapma çiçeklerindeki yılların izini hemen anlayabilirdi.
Çocuk, alıcı bulma sevinciyle öyküsünü anlatıvermişti:
- Annem, Barones Lucien'in hizmetçisiymiş. Uzun süren hastalığında ona çok iyi bakmış. Barones ölürken, anneme armağan etmiş onu. Ben ölünce çöpe atarlar, sen saklarsın. Bana uğurlu geldi, sana da uğur getirir umarım, demiş.
- Annene uğurlu geldi mi peki?
Sara'nın sorusunu beklemiyordu çocuk. Başını öne eğmiş. Ama malını satamama
endişesiyle söylemesi gerekeni söyleyivermişti:
- Elbette, baksanıza benim gibi akıllı bir oğlu var.
Sara, oğlanın bu sözüne kıkır kıkır gülerken ben, sevgilime bitpazarından bile bir gelin tacı alamayan aşık olma endişesiyle taca beğenmemiş gibi bakmıştım.
Zenci çocuk, durumu sezip elini uzatmış:
- Seksen frank lütfeder misin bayım, demişti.
İçimden derin bir "oh" çekip "üstü kalsın"lı yüz frank uzatmıştım.
Sara:
- Başkasının çöpü" diye düşünmüş olabilirsin. Ama o, benim gelin tacım. Unutma Barones, çöpe atılır diye korktuğundan çocuğun annesine vermiş. Şimdi bak yine benim gibi sevdalı bir kızın başını süsleyecek, demişti başını omzuma yaslayarak.
Sara, tacını yalnızca nikâh töreninde takmıştı. O gece eve girerken holdeki aynaya iliştirmiş, bir daha oradan hiç çıkarmamıştı. Ama ben, Sara'nın eve her girişinde, aynaya bakışından tacını taktığını biliyordum. Çünkü öfkemi, ihtiraslarımı, kinimi, hoşgörüsüzlüğümü, "Günlük yaşamın çerini çöpünü evine taşıyanlar çöp evlerde yaşarlar. Ne yazık ki yaşamın çer çöpünün geri dönüşümü de yoktur" diyerek o susturmuştu.
****
Bugün 1 Mayıs 2008. Sara'sız nice yıl geride kaldı. Dün neyim var, neyim yoksa eskiciye verdim. Yanına yalnızca onun gelin tacını aldım. Ver elini Türkiye, ver elini "Bin kocadan artakalan bakire" , "köhne Bizans" "Som zümrüt ortasında akıp giden firuze nehri" dedim.
Sabahın ilk ışıkları cama vururken uçağım Marmara üzerinde yıldızsız bir hilâl çizdi. Gemiler Boğaz'da kâğıttan kayık; evler, yedi tepeden taşmış kibrit kutuları, otomobiller, otobanlarda on binlerce karıncaydı… İnsan aradım, göremedim.
Hu dedim hu !
Aynadaki yorgun yüzüme:
Bu dünya neden böylesine ağır?
Çöpten, dedi, içindeki ses.
Gidenler, cennet uğruna
Ruhlarının çöpünü,
Sana bana bırakıp da gittiler.
Yine de hepsi dili bağlı
Yatar sonsuz o kara delikte.
Bu dünya böyle işte:
Kimi kendi gözündeki merteği görmeden başkasının gözündeki çöpü çıkarayım diye uğraşır. Kimi dünyada kendisinden başka kusursuz yok sanır "armudun sapı, üzümün çöpü" der. Oysa Sara, " Çöpsüz üzüm olmaz!" derdi. Nerden bilecekti başka ülkelerde çöplerin üzüm, üzümlerin çöp olarak değerlendirildiğini.
* Ruhunuzu arıtın ve geri çağırın.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Toplantı Notları - SSGSS |
|
- "Sosyal" diye tutturuyorlar, küresel dünyada "sosyal" diye bir şey kaldı mı yahu ?
- Hem vallahi hem billahi, ı-ııh ..! Dünya asosyalleşirken biz neden "soysal" takılalım ki ?
- Çok doğru da "soysal" değil efendim, diliniz sürçtü herhalde. Zira işin içine soy sop girdi mi nasıl anlatırız vatandaşa ?
- Beyefendi haklı, "sosyal" kelimesi miadını doldurmuştur, "Sosyalizm" örneğinde olduğu gibi sadece "sol" görüşün saydığı bir kavram haline gelmiştir. Buna seyirci kalmamamız gerektiğini değerli oylarınıza sunuyorum.
- Oldu olacak adına da "solsay" diyelim.
- Münasiptir efendim.. Zaten her iki hecesine de gıcığım var benim. "Sos" ne yahu ? Neyin ya da ne sosu ? Neyin üzerine dökülecek o sos ? Öte yandan; "yal" hecesi midemi bulandırıyor. Ne o öyle hayvan yemi mi ?
- Üstadım baştaki "sos"; yardım ( imdat ) manasına gelen S.O.S. gibi de algılanıyor.
- Benim önerim; yasa tasarısında da gizli gizli yapılmak istendiği üzere "soy" ve "sal" şeklinde hecelemektir.
- Yani vatandaşı; IMF'ci arkadaşların istediği gibi önce soyalım, sonra ortaya salalım. "Tasarıyı sürelim bayıra, vatandaşı salalım çayıra, Mevlam hepimizi kayıra" misali...
- Bravo azizim, bravo yani ..! İyi ki bu komisyonda varsınız mirim.
- Geçtik mi ?
- Geçtik...
- Attırmayın benim sigortalarımı, biraz da "Sigorta" bölümünü konuşalım arkadaşlar.
- Konuşalım.. Gerçi bu ulu orta konuşulacak bir konu değil ama...
- Muhterem, doğru söylüyor ama zaten dostlar arasındayız, sigortamız pek sağlam !
- Evet, zaten ne demişler; "Sağlam kafa sağlam sigorta ile mümkündür".
- Ne zaman şu "sigorta" konusu açılsa; hemen tavan-taban kutuplaşması devreye giriyor.
- Komisyona tabansızlar gelince sigortalarımız atıyor efendim. Bakın ne rahatız...
- Konunun bir de prim hikayesi var efendim. Prim diye 7200 işgünü ile 9000 işgünü arasında dolanıp duruyoruz mirim..
- Çok affedersiniz arkadaşlar, şu soruma cevap verirseniz çok sevinirim. Futbolculara galibiyetlerden ötürü verilen prim ile sözkonusu prim arasında bir akrabalık var mı ?
- Yok ..! ( Bu kim yahu ? ) Madem akrabalık da yok, geçelim mi ?
- Geçelim...
- Sn. Başkan; "Genel" bölümü için benzer şekilde "geçelim" önerisinde bulunabilir miyim ?
- Bulunabilirsiniz elbette.. Zaten komisyona gelen bu konuyu "genel" anlamda ele aldığımız herkesin malumundadır. Dolayısıyla; malum konularda fazla genelleme yapmamak daha doğru olur. Gelen gene gelir, gelmeyen ise genellikle gelmez. Geleceği varsa göreceği de vardır. Gelen gideni aratır. "Genel" olarak bu kurallar silsilesi de zırt pırt değişmez. Üçyüz kişi bir araya gelsek değiştiremeyiz, hatta üçyüzbir kişi.
- Bir dakika efendim, bir dakika.. Ben 301'e yeşil ışık yakmıyorum. Biraz dalmışım ama siz 300 deyince toparlandım.
- Beyefendi, 301.madde görüşmelerine ait Komisyon Toplantısı 30 dakika önce bitti, çıkın lütfen, attırmayın tepemin tasarısını.. Hay aksi; tas olacaktı, affedersiniz. Neresinde kalmıştık "Sosyal Sigorta Genel" tasının ..?
- Hasss..!
- Geçelim gitsin mi arkadaşlar ?
- Geçelim...
- Gelelim "Sağlık" bölümüne. Buralara kadar iyi ilerledik dii mi ama arkadaşlar ?
- Beraber yürüdüüük biz bu yollardaaa...
- Tamam, tamam.. SSG ( Sosyal, Sigorta, Genel ) kısmı tamam. Sırada "Sağlık" konusu var demiştik. "Sağlık" hakkında sözü olan var mı ?
- Benim var efendim...
- Nasıl yani ..? Ne sözü muhterem ..?
- Sordunuz, söyledik efendim..
- Öylesine sorduk kardeşim, hani "Naaber, naassın, iyi misin ?" manasında..
- Tamam canım, konuşmam.. "Sağlık olsun" diyorum, geçelim gitsin..
- Zaten "Sağlık" dedin mi en iyisi; "Geçmiş olsun" demek..
- Oylarınıza sunuyorum, kabul edenler ..? Edilmiştir..
- Yaz kızım şifa niyetine...
- Başkanım, kabul etmeyenler ne olacak ?
- Onlara da nedeni "Hava Değişimi" olan Sağlık Raporu düzenleyeceğiz. Hade hade ..!
- Sırada ne vardı ?
- "Sigortaaa"
- Daha önce konuşmamış mıydık ?
- Ama efendim o "Sosyal Sigorta" idi bu ise "Sağlık Sigortası"..
- O da "Sigorta" bu da "Sigorta", ne fark var yahu ? Yok mu başka şeyini şeyttiğiminin sigortası, haa ?
- Geçelim öyleyse ...?
- Geçelim...
Emekli yaşı ................................ ? 65
Ortalama ömür ........................... ? 68 yaş 9 ay
Ne kadar Emekli Aylığı ödeyeceğiz.. ? 3 yıl 9 ay
Yeter mi .................................... ? Yeter de artar ..!
Hedef nedir ................................ ?
9 ay 10 güne düşürmek.. Anne karnından beslenme gibi.. Devlet de bir ana neticede...
Ne demek idi SSGSS ?
Sağ Salim Gelebildinse Sevsinler Seni
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Küba'nın sesi yükseliyor! |
|
Cumhuriyet Gazetesi'nden Gamze Akdemir'le, "Kuba: Sari Sicak Bir Pencere" isimli kitabımızla ilgili yapılan söyleşi.
GAMZE AKDEMİR-CUMHURİYET
Serpil Yıldız, Fizik Mühendisi; bir kamu kuruluşunda bilim yazarlığı yapıyor, aynı zamanda fotoğraf sanatıyla, özellikle de fotoğrafın toplumcu gerçekçi belgesel türüyle ilgilenen bir fotoğrafçı. Cüneyt Göksu, Bilgisayar Yüksek Mühendisi, ayrıca Latin Amerika üzerine araştırmalar yapıyor, yazılar yazıyor.
Küba'yı keşfetmek ikisinin de ortak düşüydü. 2003 Mayıs'ının başında Küba'ya yapacakları yolculuk için karar vermeleri 8 saniye sürdü!.. Dört ay deli gibi çalıştılar, tüm araştırmaları yaptılar. İnternet, turizm şirketleri ilk başvuru kaynaklarıydı.. Jose Marti Küba Dostluk Derneği (JMKDD) ve Küba Büyükelçiliği de çok yardımcı oldu.
Küba'ya daha önce gitmiş yerli, yabancı gezginlerle, gazetecilerle görüştüler. İlk gezinin sonunda gazete makaleleri, saydam gösterileri, paneller vb. ürün ya da etkinlikler ortaya çıktı. İkinci gezi için cesaretlendirici unsurlarsa Küba'da yaşanacak bir "1 Mayıs"a ve Küba kırsalına olan meraklarıydı.
Bu kez 8 ay önce başladılar çalışmaya. Sponsor bulamadılar. Ve tıpkı ilki gibi, tüm masrafları kendi bütçelerinden karşıladılar. Yalnızca fotoğraf giderleri 7 milyar TL tuttu.
Peki bunca zahmete değdi mi? Hem de nasıl? Birazdan okuyacağınız söyleşide de, Cüneyt Göksu ve Serpil Yıldız'ın kaleme aldığı "Küba-Sarı Sıcak Bir Pencere" adlı kitabın bağlamında, Küba sokaklarının ve devrimin nabzını tutacağız. Bilinenden çok bilinmeyenleri konuşarak ve devrime bir kez daha şapka çıkararak. İşte başlıyoruz!.
BİLİNENİN ARDINDAKİ KÜBA
- "Küba-Sarı Sıcak Bir Pencere" bilinenden öte nasıl bir Küba'yla tanıştırıyor okurları?
YILDIZ/GÖKSU- Meraklısı değilseniz, uzun yıllar boyunca, Küba hakkında duyulanlar, haberlere yansıyanlar "ülkesinden acı içinde kaçmaya çalışan Kübalılar ve mutsuzluklarını içeren acınası kaçma hikayeleri" şeklinde oldu (hâlâ öyle de). Ülkemizde bize dayatılan bilgiler de bu yöndeydi.
Oysa 2000'li yıllarda Küba'nın sesi daha yüksek ve etkili çıkmaya başlamıştı. Küba dünya sosyalistlerinin bir özlemi, aynı zamanda da bir kalesi haline gelmeye başladı.
Küba tıp ve biyoteknoloji alanlarında, özellikle de "Özel Dönem"le başlayan turizme yönelik çalışmalara öncelik verip hem sosyalizmini güçlendirdi, hem de sisteminden vazgeçmeden gelişmeyi sürdürmenin yollarını arayıp buldu.
Buradaki en önemli şey önceliklerin noktasal belirlenip uygulanması ve başarıya ulaşmasıydı. Küba sesini her gün biraz daha yükselterek ayaktaydı. Küba dendiğinde, ABD'ye kaçan insanların hikâyeleri ya da Fidel'in halkına eziyet ettiği gibi söylemler öne çıkıyordu. Bunda ABD'nin dünyayı etkileyen propagandası, yazık ki çok etkili.
Küba insanı göreceli olarak fakir olabilir, ama kesinlikle sefalet ya da aşırı bir yoksulluk içinde yaşamıyor. Evsizler ve sokak çocukları yok Küba'da.
Elbette dünyanın her yerinde olduğu gibi Küba'da da muhalifler bulunuyor. Ancak Küba'da, bu muhaliflerin bulunması hatta yaratılması için, alenen çok uğraşan bir Amerikan Ofisi var. Ülkeden kaçmaya çalışanların, her ülkede yaşayan birçoklarının yaptığı gibi, ABD rüyasının peşinden gidenler, bazen suçlular ya da macera arayanlar olduğunu söylemek pek abartı sayılmaz.
Ayrıca pek kimsenin bilmediği bir şey de var ki, Küba'ya iltica etmek isteyenlerin sayısı da azımsanmayacak ölçüde. Bu da çok ilginç değil mi, ne dersiniz?.. Kitabımızda Küba'ya dair tanıklıklarımızı, yaşadıklarımızı, gözlemlerimizi, öğrendiklerimizi, yansız bir gözle, anlatmaya çalıştık. Sonrası okurun yaşama bakışına kalıyor.
KÜBALI DEVRİMİNE SAHİP ÇIKIYOR
- Sokakların dilinde en net üç sözcük hakim diyorsunuz kitabınızda: Yurtseverlik, Sosyalizm, Uluslararası birlik ve dayanışma... Sadece sözlere değil fotoğraflara da yansıyor bu değil mi? Öylesine içlere işlemiş...
YILDIZ - Bu doğru! Gerçekten de Küba insanı devrimine sahip çıkıyor. Devrimden önce yaşadıklarını anlatan yaşlıların hikâyelerinde gırtlağa kadar tırmanmış sefalet, açlık ve yoksulluk, unutulması olanaksız nice acılar var. Devrimin sunduğu iki şey çok önemli; sağlık hizmeti ve eğitim.
Kübalı, topraklarının ilk keşfedildiği zamandan devrime kadar, katı ve acımasız bir sömürüye maruz kalmış. Küba'nın gerçek sahipleri yerliler katledilmiş, bugün yalnızca 1500 kadar yerli kalmış. Bu topraklar köleliğe uzun yıllar hizmet etmiş.
Afrika'dan gelenlerle, başlangıçta istilacı olan ama zamanla efendilerin köleleştirdiği fakir İspanyollar da, sömürü düzeninden epeyce paylarını almışlar. 500 yıl emperyalizme hizmet etmek zorunda bırakılmışlar.
Bu öylesine içlerine işlemiş ki, özgürlük, kendi kendinin efendisi olmak başlı başına çok önemli ve çok değerli. İspanyol kökenli Fidel bu düzene başkaldırırken, şüphesiz halkının desteğini sonuna kadar almış bir lider...
Küba'da, sömürgeciliğe karşı mücadelenin temelleri Jose Marti'yle 1800'lerin ortalarında atılıyor. Fidel ve devrimi yapan ekip o tarihten beri süren bir mücadelenin bayrağını taşımış, taşıyor. Devrim, belki ve görece, kısa zamanda oluyor, ama temelleri 150 yıl öncesinde atılıyor. Bu çok önemli. Küba'da devrimin hikâyesi aslında kıtanın keşfiyle başlıyor dersek abartmış sayılmayız.
Küba devriminin sahibi gerçekten de Küba halkının bizatihi kendisi. Yaşanan acıların, acılara direnmenin ve devrimi birlikte yapmanın bir sonucu olabilir bu! Irkçılık yok, sokaklarda gördüğümüz melezler bunun en güzel kanıtı.
Tüm bu söylediklerimizin sonucu olan duygular, sıcaklık sevecenlik, hüzün, neşe, coşku gibi duygular insanların yüzüne yansıyor, oradan da fotoğrafa kendiliğinden akıyor... Yeter ki siz, görmek isteyin...
YALIN VE KOMPLEKSSİZ.. NE ÜLKE AMA!..
- Kübalılarda en çok neyi gördünüz, en çok neyi anladınız? "Kübanizmo" halka nasıl nüfuz etmiş?
YILDIZ/GÖKSU - Küba'da iliklerimize kadar yaşadığımız en önemli şey: "Küba'nın gerçek bir huzur ülkesi" olduğuydu. Yalınlık ve komplekssizlik toplumun ve yaşamın her yerinde. Saygı, sevgi ve hoşgörü alabildiğine. Çocuklar bunun en önemli kanıtı.
Hepsi tertemiz, bakımlı, aydınlık ve güleç yüzlü. Çalışan çocuk yok, hatta kendi başına bırakılmış çocuk bile yok. Fakir oldukları doğru ama bu çok göreceli bir tanımlama. Kendimize baktığımızda daha fakir olduğumuzu kolayca söyleyebiliriz.
İş GSMH rakamlarıyla bitmiyor. Eğitimin her aşaması ve sağlık sistemi tümüyle ücretsiz. Ev kirası ödemiyorlar, temel gıdaların yüzde 60'ı devletçe karşılanıyor. Telefon ve elektrik giderleri son derece ucuz. 1 Amerikan doları karşılığında 24 saat telefon görüşmesi yapabiliyorlar.
Yaşlı kuşak ne olup bittiğinin çok farkında. Devrimle kazandıklarını yetiştirdikleri kuşaklara da bir değer olarak aktarıyorlar. Dünyada olup bitenlere ise uzak filan değiller. Onlar devrime, devrimin kazandırdıklarına çok inanıyorlar. Elbette muhalifler de var ama sayılarının dünyada reklamı yapıldığı kadar çok olmadığına apaçık tanık oluyorsunuz.
Küba'yı yönetenlerle halk iç içe, sürekli iletişim halindeler. Elitist bir yönetim anlayışı yok. Fidel, yönetimde ve sağlığı yerindeyken her fırsatta sokağa çıkıyor, okul ziyaretleri yapıyordu. Yalnızca görüntüde değil, ekonomik olarak da arada büyük bir fark yok. Olan biteni Che'nin Fidel'e yazdığı veda mektubundaki şu satırlar çok güzel özetliyor:
"... çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum. ..."
Ülkelerine ve geçmişlerine sahip çıkanların sayısı, sistemle barışık olanların sayısı oldukça fazla. Eli silahlı polisler, askerler devrimi korumuyor. Halk sahiplenmiş. İşte Kübanizmo bu! Olan biten de bu!..
500 YILDIR UYUYAN DEV UYANIYOR
- "Küba yeniden ayağa nasıl kalktı"nın yanıtını da okuyoruz satırlarda. Kitap, Küba'nın ekonomik, sosyal, kültürel birçok alanda öyle hiç de nal toplamadığını verilerle ortaya koyuyor. Özellikle sağlık alanında parmak ısırtan devrimsel gelişmeleri de okuyoruz.. Ayrıca işsizlik oranları çok düşük diyorsunuz.. Bütün bunlar maliyeti yaklaşık 82 milyar doları bulan 47 yıllık ambargoya "rağmen" hem de.. Bu nasıl olabildi? Küba'da devrim öncesi ve sonrası bugün gelinen noktada en net fark nedir?
GÖKSU/YILDIZ - Kübalıların anlattıklarını dinlerseniz DEVRİMDEN ÖNCE feodal yapının alabildiğine sürdüğünü görürsünüz. DEVRİMDEN ÖNCE para, sayıları az ama nüfuzları yüksek, güçlülerin elinde. Nüfusun çalışan büyük çoğunluğu eğitimsiz, açlık ve sefalet içinde.
DEVRİMDEN ÖNCE Havana'ya en yakın yerlerde bile halk, hastalıklarla mücadele içinde. Fakirlerin değil doktora verecek, bir taşıta binebilecek parası yok. Tedavisi basit hastalıklarda bile ölüm oranları oldukça yüksek, çünkü doktor hizmetleri aşırı pahalı. Bir şekilde para bulunduğunda da kırsala gelen doktor yok. Örnekleri artırmak olası.
Fidel ve devrimi yapanlar çok akıllı bir strateji izliyorlar. Önceliklerin belirlenmesi tümüyle ülkenin acil gereksinimleri düşünülerek ortaya konuyor. Böyle ortaya çıkmış en etkili ve başarılı iki alan, tıp ve biyoteknoloji. Bugün dünya bu iki konuda Küba'nın ne kadar önde olduğunu konuşuyor. Ödün verilmeyen iki öteki iki konu da ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetlerinin kesintisiz verilmesi.
Küba devleti için devletin varlığının, halkın temel gereksinimlerini karşılayarak, korunması çok önemli. SSCB'den gelen yardımlarla da ayakta durmaya çalışan Küba'da, SSCB'nin yıkılmasıyla önemli, "Özel Dönem" denen inanılmaz zorlu bir süreç başlamış, ama halk Fidel'in yanında olmaktan vazgeçmiyor.
Ülkenin öncelikleri yeniden belirlenirken turizm, ve tarım da unutulmuyor. Bu arada özellikle hayvancılık konusunda Küba'da pek çok suikast yaşanıyor. Hayvancılığa sıfır noktasından başlıyorlar.
En önemli ihracat kalemi şeker kamışı üretimi, ama ABD yüzünden giderek gelir kaynağı olmaktan çıkıyor. Nikel maden üreticiliği de önemli gelir kaynakları arasında.
Şimdilerde, Küba kendi deneyimlerini ve kazanımlarını Latin Amerika'ya aktarıyor. Latin Amerika'da yükselen sol siyasette Fidel'in ve ülkesinin oynadığı rol modellik çok önemli. Salvador Allende ve Simon de Bolivar gibi isimleri de unutmamalı.
Yine unutmamak gerekir ki, Fidel'in ülkesinde yaşananlardan farklı değil Latin Amerika tarihi de. Katliamlar, sefalet, ve açlık bölgenin kaderi değil artık. 500 yıldır uyuyan dev, büyük ve sarsıcı bir uyanışın eşiğinde...
KADININ ADI VAR!..
- Küba'da kadının adı ne kadar var? Ve nasıl bir süreçten geçti kadının çalışma yaşamındaki varlığı?
YILDIZ/GÖKSU - Küba Devleti'nin "Hiçbir birey faydasız olamaz. İşsizlik sıfır olmak zorundadır. Bir toplumdaki birey bir değer içermiyorsa, o toplum, doğru olamaz!" yaklaşımı çok önemli. Fidel de "Hiçbir vatandaş, şansına terkedilip, bir kenara konulmamalıdır!" diyor. Bu da aslında erkeklerle kadınlar arasında hiçbir farkın bulunmadığını ortaya koyuyor.
Kadınların sosyal yaşamda yer alması devrimin en önemli kazancı. 1953'de kadın çalışanların oranı yüzde 17,6'yken -ki bunun yüzde 30'u da yalnızca çok az paralara ev işlerinde çalıştırılıyormuş- günümüzde, bu oran yüzde 44; teknik kadrolarda ise yüzde 66'lara ulaşmış durumda.
Küba, özellikle ülkemizdeki pek çoklarının sandığı gibi, bir fuhuş ya da seks turizmi ülkesi değil. Üstelik fuhuş Küba'da büyük bir suç. Aklınıza gelebilecek her işte kadınlar da görev alıyor. Kadınların evde çocuklarına bakmaları bile bir iş olarak tanımlanıyor. Devlet yönetiminden, evde hizmete kadar her alandalar. Kadın ya da erkek herkese iş var. Yeter ki çalışmayı istesinler.
Kadın olmaktan kaynaklanan sorunlar yok. Şiddete maruz kalan bir kadın görmedik. Giyimi nedeniyle laf atılan birine rastlamadık. Tecavüze uğrayan kadın sayısının çok az olduğunu da duyduk. Kadın intiharlarını da işitmedik. Cinsiyet ayrımcılığına da rastlamadık. Elbette devrim sonrası eğitime verilen önem kendini göstermiş.
ÇOCUKLAR SEÇİM NÖBETİNDE
- Kitabın arka kapağındaki soruyu aynen alıntılamak istiyorum: "Küçük yaştaki öğrenciler seçim sandıklarında neden görevlendiriyorlar?
GÖKSU/YILDIZ - 17 Nisan 2005 Pazar günü yerel seçimlerin yapıldığını rastlantıyla öğrenmiştik. O gün Havana'da birçok yerde oy verme noktasına uğradığımızda gördük ki, nöbet tutan çocuklar, oy verenleri Küba selamıyla karşılayıp, uğurluyorlardı. Büyüklere sorduk. Dediklerinin özeti, çocuklar devrimin bekçileriydiler ve bu görevle şimdiden sorumluluklarını alıyorlardı.
BUSH'UN ONAYLADIĞI KÜBA PLANI NE?
- Kitapta Küba'nın Türkiye Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal ile yaptığınız bir söyleşi de yer alıyor.. En çok nelere dikkat çekti Abascal?
GÖKSU - Söyleşi Fidel'in ameliyatının hemen ardından, görevlerinin devri üzerineydi. Büyükelçi, "Kişiler elbette önemli; ama, bir ülke tek kişiye bağlı olamaz. Devrimci siyasetin sürekliliği, geçmişten gelen kazanımlarının korunması, geliştirilmesi ve ileriye taşınması daha da önemli." demiş, Küba'nın kurumsallaşmış yapısına dikkat çekmişti. Seçim sisteminin nasıl işlediğine, halkın yönetime nasıl katıldığına da vurgular yapıp sistemin ve işleyişin yolunda olduğunu açıklamıştı.
Asıl önemli olan ve o sırada herkesin bilmediği ya da görmediği bir durum da "ABD'de, 'Küba'nın Demokrasiye Geçişi" denen bir plan, Bush hükümetince onaylandı. Bu plan, temelde, Küba'daki sosyalist düzenin değiştirilmesine dayanıyor ve Küba'ya karşı uygulamak istedikleri bir dizi maddeyi içeriyor.
Öyle ki, Fidel'e bir şey olduğu taktirde, Küba'yı ABD'den yönetecek vali bile belli oldu: "Caleb Mc Carry!" diyerek açıklık getirmişti. Elbette başka önemli açıklamaları da oldu Büyükelçi'nin; hepsini anlatmayalım ki, kitabımız okunsun, değil mi?
ABD AMBARGOSU VIZ GELDİ TIRIS GEÇTİ
- Uzun yıllara varan ambargo, ülkede entegrasyon, dış dünya duygusu, dürtüsünü nasıl biçimlemiş?
GÖKSU - 50 yıllık ABD Ambargosu ekonomik olarak tahribat yapsa da, sosyalist sistemin, önceliklerini doğru belirlemesiyle (Eğitim ve Sağlık gibi) verdiği zarar en az düzeyde kalmıştır. Zorluklar insanların birbirleriyle dayanışma duygularını güçlendirmiş.
Batının konformist yaşam tarzına hayranlık duyanlar her yerde olduğu gibi burada da var. Latin Amerika ile güçlü bir entegrasyon var. Küba, Venezüella, Bolivya, Nikaragua, Ekvator vb. birçok ülkeye örnek olmakta. ALBA bu entegrasyonun en güzel örneği.
Para kazanma veya birilerine bir şey satma üzerine kurgulanmayan, her ülkenin "yeteneklerini" paylaşarak hep beraber kalkınmayı öngören bir süreç yaşanıyor ALBA örneğinde. Basitçe "yetenek değiş tokuşu" denebilir.
Küba'da yurt dışına gidebilmek hâlâ önemli bir ayrıcalıktır ama imkânsız değil. Mesleğinde başarılı olanlar, sporcular, sanatçılar vb. birçok Küba vatandaşı bu imkânlardan faydalanır.
Miami'de 650 bin Küba-Amerikan vatandaşı yaşamakta, aileleri Küba'da olanlar birbirlerini görmeye gidiyorlar. Ayrıca 18 bin Kübalı doktor dünyanın 79 ülkesinde sağlık hizmeti veriyor. Tüm bu örnekler entegrasyonun bir parçası.
Vurgulamak istediğim şu: Sistem, insanların üzerinde dünyadan yalıtık olmaları konusunda bir baskı yapmıyor. Küba dünya ile entegre olmak için elinden geleni yapıyor. Ticaret, kültür, eğitim, sağlık vb birçok alanda dünya ile daha çok iş yapmaya çalışmakta.
Burada bir engel varsa bu sadece ABD ve AB kaynaklıdır! Ambargo direk ve dolaylı birçok sorun çıkartıyor. Örneğin, Küba ile ticari ilişkileri olan bir İspanyol şirketinin ABD'deki web sitesi kapatılıyor! Veya Türkiye'ye gelen puro ve rom Avrupa şirketlerince satılıyor vb..
'FİDEL DE ATATÜRK GİBİ'
- Fidel sonrası Küba'da neler artık aynı olmayacak?
GÖKSU - Fidel sonrası Küba'da yönetim biçimi olarak değişiklik olacağını sanmıyorum. Bununla beraber Fidel gibi bir liderin eksikliğini de çok hissedeceklerini düşünmüyorum. Onun yeri tabii ki doldurulamaz, ama Fidel ve devrimi yapan ekip zaten yıllardır kendinden sonraki kadroları yetiştirmek ve onları geleceğe hazırlamak için çalışıyorlar. Önümüzdeki yıllarda bu geçişi göreceğiz.
Küba'da hükümetler yalnızca Devlet Başkanının tekil yönetimiyle değil, Komünist Gençler Birliği Genel Sekreteri ve Dışişleri Bakanı gibi çok genç üyelerin de içinde bulunduğu "kolektif önderlik" denen, beş kişilik bir ekip tarafından yürütülüyor.
Bu yapıda bir işleyişin başına seçilerek gelen Raul'un döneminde de Küba politikalarında bir değişiklik olmasını beklemek, yanılgı olur. Fidel'de Atatürk gibi devrimi gençlere emanet etti. Eğitim ve Sağlığa verdiği tavizsiz öncelikle insan kalitesi yüksek bir nesil yetiştirdi ve devrime de sahip çıkmaları için yol gösterdi.
- Meclis'te nasıl bir hava esiyor? Castro'nun bir süredir devam eden rahatsızlığı ve görevi devretmesi…
GÖKSU - Fidel ilk rahatsızlandığı zaman, görevini o dönem ki Başkan Yardımcısı Raul'e devretmişti. Bu normal bir süreçti. Sonra da Küba'da normal seçim süreci yaşandı. Belediye, eyalet ve en sonda da parlamento seçimleri yapıldı. Vekiller seçildi, ardından da devlet konseyi ve başkan.
Bu süreçler Küba demokrasisinin nasıl işlediğini de göstermekte. Fidel'siz süreç için özel bir hazırlık yapıldığını sanmıyorum. Zaten eski kadrolar, kendilerinden sonraki kadroları hazırlamak için çalışıyorlar.
Kısaca, yönetim kademeleri hem devrimi yapan kadrolarla, hem de o dönem henüz daha doğmamış gençlerle destekleniyor ve yönetiliyor.
AKİL ADAM FİDEL!..
- Tahminlerinize ve gözlemlerinize göre Fidel ne ölçüde geri planda duracak?
GÖKSU - Devleti yöneten kadroların işlerine karışacağını sanmıyorum. Var olduğu sürece, 'akil adam' konumunu koruyacaktır. Hastalığı yüzünden görev teslimi yaptığı günden bugüne geçen sürede, "Fidel Yoldaşın Görüşleri" adı altında yazdığı ya da yazacağı makalelerle, fikir savaşlarını ve dünyayı bilgilendirmeyi sürdürecektir. Kendisinin de dediği gibi, veda etmiş değil; fikirler savaşının yorulmaz bir askeri olarak durmaksızın çarpışıyor.
COMANDANTE RAUL… BU ADAMA DİKKAT!
- Raul Castro bayrağı ne kadar devralabilecek? Fidel Castro'dan farklılıkları neler? Vizyonu, duyulan güven ne noktada?
- Raul'un kim olduğuna bakarsak; Temmuz 2006'dan beri Devlet Başkanlığına vekalet eden Raul Castro Ruz, 24 Şubat 2008'deki Ulusal Meclisin ilk toplantısında 614 milletvekilinin oylarıyla Devlet ve Bakanlar Konseyi Başkanlıklarına seçildi. Salt Fidel'in kardeşi olduğu için o koltukta oturmuyor!
Bilinmesi gereken çok önemli bir şey var: Raul Castro halkının gerçek önderlerinden, 'Comandante'lerinden biri, Che, Camilo ya da Fidel gibi. 1950'lerden beri, Havana'da yer altı örgütlenmesinde, Moncada Kışlası Baskını'nda, Fidel'in "Tarih beni beraat ettirecektir!" dediği ünlü savunmasını yaptığı mahkemede, cezaevinde, Meksika'da sürgünleri örgütlerken, Granma yatında Küba'ya doğru yola çıkarken, Sierra Maestra dağlarında savaşırken, devrim günü Havana'da devrim sevincini yaşarken, Küba'da sosyalizmi kurarken ve savunurken, Domuzlar Körfezi'ne CIA destekli paralı askerler saldırdığında, SCCB dağıldıktan sonraki Özel Dönem'de Fidel'in yanı başında ve devrimci mücadelenin en ön safındaydı.
Fidel'in yokluğunda Devlet Başkanlığına vekâlet ederken birinci devlet başkan yardımcılığı ve KKP ikinci sekreterliği görevlerini de sürdürüyordu. Şu zamana kadar gösterdiği davranış biçimi ve yaklaşımı, sosyalist sistemin geliştirilerek sürdürülmesi ve dünya ile entegrasyona devam edilmesi yolunda oldu. Daha çarpıcı mesajlarını 1 Mayıs 2008'de Havana Devrim Meydanı'nda duyabiliriz.
ETKİN KATILIMCI BİR SİYASİ ALTYAPI
- Küba'da yönetim sathında bilinebildiği kadarıyla nasıl bir beyin trafiği, strateji algısı mevcut? Kübalı politikacılar ve askerler nasıl düşünür, hangi reflekslerle hareket eder? Konuştuğunuz Kübalı politikacılardan da bahseder misiniz? Neler diyorlar?
GÖKSU - Küba'da insan sayısı kadar parti var. Sanıldığının aksine oldukça yüksek katılım oranları ile yapılan seçimler, seçilen delegeler ve sonucunda da herkesin temsil edildiği bir ulusal parlamento var. Bu parlamentodan çıkan bir 25 kişilik bir devlet konseyi ve oradan da seçilen bir devlet başkanı ülkeyi yönetir.
Birçok gelişmiş ülkede göremeyeceğimiz kadar, katılımcı bir siyasi altyapı var. Politikaların belirlenmesinde son söz söylenene kadar birçok STK'nın katkısı var. Ülke, "kolektif önderlik"le yönetilmesi işçilerin, kadınların, öğrencilerin, vb birçok örgütün ülke politikaları konusunda söz söyleyebilmesine olanak sağlıyor.
En büyük ekonomik tehdit tabi ki 50 yıllık ABD ambargosu! Küba halkının ve politikacılarının ABD halkıyla hiçbir alıp veremediği yok. Fidel'de bugüne kadar ABD halkına karşı hiçbir olumsuz söz söylememiştir. Tek istedikleri, Küba'nın diğer ülkelere gösterdiği gibi saygı görmek, yönetim biçimine değer verilmesini beklemek.
Küba Dışişleri Bakan Yard. Eumelio Caballero ile 2006'da Cumhuriyet Strateji için bir röportaj yapmıştım. Küba'nın 1959'dan beri sürekli değişim halinde olduğunu, Sosyalizmini günün koşullarına uydurarak geliştirdiğini anlatmıştı. AB'nin Küba ve Latin Amerika'da ağırlığını giderek kaybettiğini çünkü AB'nin ABD ve doğuya daha yakın durduğunu söylemişti.
ABD'NİN KARŞIDEVRİMCİ FONLARI..
- ABD'nin, Fidel Castro sonrası Küba'ya nasıl bakacağı öngörülebilir? Ve Küba'ya sürekli kontra gelen ve belli ki buna devam edecek ABD'nin özellikle hedef kitlesi olan genç Kübalılar üzerinde nasıl bir etkisi var/var mı? Sezilen plan nedir?
GÖKSU - ABD Fidel daha emekli olmadan, 80 milyon USD'lik bir bütçe ayırdı ve bu para Küba'nın demokratikleşme sürecinde kullanılmaya başladı bile, kısaca karşı devrim süreci diyelim buna. Düşünebiliyor musunuz, bir ülke bir başka ülkedeki rejimi değiştirmek için kendi vatandaşlarının vergilerinden fon ayırabiliyor!
Küba artık somut bir tehdit değil, füze krizi falan da yok ama Küba koca bir Anıt gibi direnişin sembolü o yüzden onu yıkmadan rahat etmeyecekler. Ama Küba zayıflamak yerine güçleniyor, dünya ile daha çok dayanışma halinde, entegrasyona ve gelişmeye daha açık.
Öte yandan ABD içinde de bu Ambargo'nun bitmesini isteyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Kimileri ticari ve ekonomik kaygılar için bunu istiyor kimi de siyasi nedenlerle. Küba, Çin, Venezüella ve Kanada ile kendi sularında petrol arıyor ve bunu çıkardığında, Ambargo'nun etkilerini daha da azaltacak.
Bazı politikacılar diyor ki, "Madem bu süreç yaşanacak, o zaman ambargo kalksın, Küba, ABD'den iyice uzaklaşmadan, bir arada yaşamanın yolunu bulalım."
Bence bir gün bu Ambargo kalkacak veya zayıflayacak, çünkü Küba Ambargo'ya rağmen ülkenin kalkınmasının yolunu daha da açtığında zaten işlevi olmayan bu Ambargo, ABD'nin içindeki güçlerin kendi "rant"ları uğruna yapacakları baskıyla sistem tarafından bitecek diye düşünüyorum.
Herkes gençlere güveniyor !.. ABD'de, Küba'da... ABD onları "Amerikan Rüyası ve Hayalleri"yle kandırmaya çalışırken, Sosyalist Sistem onları eğiterek kazanıyor. Eğitim mi yoksa bir hayal mi kazanacak, gençler aldıkları eğitime mi güvenecek yoksa bir rüyanın peşinden mi gidecek? Bunu zaman gösterecek.
gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr
Cüneyt Göksu cuneyt.goksu@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Beyaz Gece
Saldı gece saçlarını;
Aydınlığın üzerine …
Ay da vardı;
Yıldızlar şahit güzelliğine.
Ay taradı saçlarını gecenin
Şefkatliydi elleri..
..sessiz, sakin...
Çözdü tüm hilelerini geçmişin
…kendinden gayet emin
Sevgi doluydu yüreği …..
Saldı gece saçlarını;
Aydınlığın üzerine…
Ay da vardı;
Bembeyazdı şimdi gece….
Aydan Seylan
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Web sayfalarınız, sunumlarınız ya da kendi zevkiniz için kullanabileceğiniz yüzlerce clip art için http://www.fundraw.com Baktınız, aradığınız clip art yok, o zaman oturun kendiniz dizayn edin. Hem de online olarak.
İsminin http://www.acemipaylasim.com/ olduğuna bakmayın. Acemi gibi görünse de oldukça başarılı bir forum sitesi. Paylaşımı ve araştırmayı sevenler için hoş bir kaynak.
İnternet kullanan ve oyun oynamayı sevenlerin, sık kullanılanlar kısmına eklemeleri gereken bir web sayfası daha http://www.biroyuncu.com/ Adına bakıp aldanmayın, sadece bir kişilik değil. İster tek başınıza ya da ister arkadaşınızla oynayabileceğiniz minik oyunlar.
İnternette aradığınız bir çok şeyi rahatlıkla bulabileceğiniz güzel bir web sayfası. http://www.gencbilim.com/ Mesela online TV ve Radya takip edebilirsiniz. Güncel haberlere ulaşabilirsiniz. Ödev ve tez bankasından faydalanabilir ya da spor sayfalarında gezinebilirsiniz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|