|
|
|
9 Mayıs 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Annelerimizin Günü Kutlu Olsun!.. |
Merhabalar,
Bugünlerde moda, AB yetkililerinin demeçlerini, yurtdışı yayınların makalelerini okuyup yorum yapmak. Özellikle AKP yanlısı basınımız yakaladımı sündüre sündüre cılkını çıkarıyor. Benim pek sevdiğim(!) Çandar da onların başını çekiyor. Kimi zaman yargıdan kimi zaman sözde demokrasiden tavır takınıp, bir o tarafa bir bu tarafa mavi boncuk dağıtmaları da hoş oluyor doğrusu. Az önce meşhur Olli'nin bir demecini okudum. Bir sürü şey söylüyor, iyisi de var kötüsü de, amenna. Ama aralarında bir de fahiş hatalar var ki bunu anlamak mümkün değil. Mesela hazret "Türkiye'de aşırı laiklerle, Müslüman demokratlar var." buyurmuş. "Müslüman demokrat" kulağa hoş geliyor değil mi? Bezden gayri demokrasi simgesi tanımayanlara deniyor sanırım. Ya da "Ben de eskiden işçiydim" deyip işçi dövdürenleri kastediyor. Demokratik açılım denince aklına Cumhuriyete hakaret özgürlüğü gelenleri, halkın sağlığını düşünüp(!?) içki ruhsatı vermeyenleri, kurtarılmış bölgelerde padişahlık edenleri "Müslüman Demokrat" kapsamına alıyor olmalı. Ya "Aşırı Laikler"e ne demeli? Herhalde diğerleri müslüman olduğuna göre bunlar gavur olmalı değil mi? Saçmalamışsın be Olli, saçmalamışsın güzel kardeşim. Tabi senin saçmalama hakkın baki ama ya biz burada saçmalayanları n'apıcaz, işte orası muamma.
Siyasete dalıp annelerimizi unutmak olmaz. Başta beni doğurup adam olayım diye sevgiyle yoğuran anneme sonra mevcut ve müstakbel tüm annelere sevgilerimi yolluyor, Anneler Gününü kutluyorum. Sağolun varolun, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan UYKUSUZ, UYGUNSUZ, UMUTSUZ -5 |
|
Televizyona teslim olmak uykuyu getirmiyor sadece gözlerinin akına oturan kırmızılığın dozunu koyulaştırıyordu. Belki her şeyi geride bırakıp gitmeliydi. Ama nereye? Dağlara çıkmalı insan belki. Nasılsa bir kulübe bulmalıydı. Rüzgârın sesi, tertemiz hava ve o bildik taptaze serinlik belki uykularını geri getirebilirdi. Ya da derin bir derenin dibinde, herkesin çoktan unuttuğu ıssız, eski bir değirmen bulmalı… Bir uyumalı, öyle bir uyumalı ki uyandığında beynim ve bedenim dupduru ve dinlenmiş olmalı.
Ansızın yine o pencereden bahçeye attığı tespih böceğini anımsadı. O böcek ölmüş müdür acaba diye düşündü. Yok be, niye ölsün ki? Çoktan bir taşın altına gizlenmiştir. yada bahçede cirit atıyordur. Beklide sinsice balkona tırmanmış, yeniden eve girmek için fırsat kolluyordur. Sonra kendine güldü. Sanki başka hiçbir sıkıntısı yokmuş gibi birkaç gün önce evin içinde bulduğu tespih böceği aklını kurcalıyordu. Çok sürmez yakında aklını kaçırırdı. Böyle saçma sapan şeylerle takıldığına göre bu gidiş hiç de iyiye işaret değildi.
Onu uykulara hasret eden bu psikolojinin nedeni öyle önemli bir şey değildi. Son zamanlarda yaşamında belirgin bir değişiklik olmamıştı. Hatta her şey öylesine aynıydı, her günü birbirinin fotokopisi gibiydi. Geçen hafta eski karısı aramıştı. Ama bu öyle önemli bir şey değildi. Ne zaman başa çıkamadığı bir durum olsa zaten hemen telefona sarılırdı. Artık karısının bu hallerine çok alışmıştı. Osman eski karısı Duygu ile üç sene önce boşanmıştı. Evlilikleri boyunca süren tartışmalara ve kavgalara son verebilmek için başka bir çözüm bulamadıkları için anlaşarak boşanmışlardı.
Duygu başından beri hep zor bir kadın olmuştu. Azıcık aşım, kaygısız başım diyerek geçinmeye çalışmamıştı. Hep daha fazlasını istemiş, memur aylığı ve yaşantısıyla mutlu olmayı başaramamıştı. Kavgalar genellikle alınan-satılandan ve duygunun taleplerinden kaynaklanmıştı. Kadın sürekli bir barut fıçısı gibi olurdu. Her zaman kavgaya hazır… Sık sık perdeleri, mobilyaları eskidi diye beğenmez, değiştirmeye kalkışır. Osman bunların üstesinden gelemeyince de senin annen bana şöyle dedi, kardeşin böyle manalı baktı diye sudan bahanelerle kavga çıkarırdı. Zaman zaman sorunları çözebilmek için konuştular, tartıştılar, anlaştılar ama yine de kavgaları sonlandıramadılar. En sonunda Duygu kendisi Osman'a boşanma teklif etti. Osman da zaten canından bezmişti. Aldıkları kararları bir türlü uzun zaman sürdüremediler. Bitmesin, olmasın diye Duygu'yu ikna etmeye de çalışmıştı ama başarılı olamamıştı. Çaresiz birlikte mahkemeye müracaat edip anlaşarak boşandılar. On iki yaşındaki oğulları annesinde kaldı. Osman oğlu ile istediği zaman görüşebiliyordu. Ama bu uzun sürmedi. Duygu oğlunu da yanına alarak biraz da sanki Osman'ı cezalandırır gibi İstanbul'a gitti.
Duygu her zaman oğlanı bahane ederek Osman'ı telefonla arar. Her zaman seninki yine şöyle yaptı diye söze başlar. Sonra da onlarca şikâyetini sıralar. Bu oğlan onu bir gün ansızın kalpten öldürüverecektir. Duygu bu öyle kolay ölür mü? Kedi gibi yedi canlıdır. Bu tavrından Osman Duygu'nun kendi yaşamından tamamen çıkmak istemediği sonucunu çıkarır, bu kadın hayatta beni rahat bırakmaz diye düşünürdü. Boşanmayı kendi istememiş olsa belki onu anlayabilirdi. Çünkü her şeye rağmen evliliğin en azından çocuk için yürütülmesi gerektiğini düşünen Osman'dı.
Oğlan öyle problemli bir çocuk değildi. Okuldan bir saat geç geldiği için, ödevlerini yapmadığı için, kız arkadaşı olduğu için, ayakkabısını patlattığı için bile Duygu sürekli oğlunu babasına şikâyet ederdi. Her telefondan sonra kalkıp İstanbul'a gitmeyecekse Osman bu sorunlar için ne yapabilirdi? Düzelir, o daha çocuk, biraz büyüsün bak gör o zaman diyerek Duyguyu telefonda teselli etmeye çalışırdı. Sözlerinin para etmeyeceğini de bilirdi ya.
Ama onu uykuya hasret koyan bu sorunlar değildi. Yaşamında onlarca küçük küçük sıkıntısı vardı. Bunların bir kısmı zaman içinde kendiliğinde çözülecek, bir kısmı ile ise çözebileceği şeylerdi. Uykusuzluğunun gerçek nedenini kendisi de tam anlamıyordu. Ama anladığı bir gerçek daha vardı. Bu şekilde daha uzun süre yaşamını götüremezdi. Çalışamıyor, uyuyamıyor, yemek yiyemiyor ve aklını bir türlü toparlayamıyordu. Beyni sürekli bazı düşünceler üretiyor ve onların peşine takılıp gidiyordu. Tam uykuya yaklaştım diye düşündüğünde beyni bütün kapılarını açıp özgürce koşturmaya başlıyor, uçsuz bucaksız denizlere yeniden yelken açıyordu. Bu gece de uyumayı başaramazsa sımsıkı tutunduğu başka bir çözüme başvuracaktı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
ANNEMİ ANLAT, DEDİM KALEMİME
Mademki okul yüzü görmemesine karşın seni, hayatımın vazgeçilmezi kıldı ve onun sayesinde tutuyor elim seni:
"Annemi Anlat, Dedim Kalemime."
"İçinden geçenleri abartmadan, tüm annelerin hakkını teslim ederek söyle ki tüm anneler, 'Anneler Günü'nde kendilerinden bir parça bulsun sözlerinde."
Bunca yıllık ömrümde, annemin kalbini bir kez bile incitmemiş olmanın övüncüyle:
"Haydi, durma! Geç olmadan ölümsüzleştir içimden geçenleri" diye buyurdum kalemime.
****
Kim, ona seksen yıllık ömrünün en güzel meyvelerini sorsa, tereddütsüz: "Üç oğul, yedi torun, bir de küçük torun" der, diye yazdı kalemim ilk tümcesini. Sonra da ekleyiverdi: "Ama çocuklarının başkasının bağında bahçesinde gözü kalmasın diye, binlerce fidanı, eşiyle el ele vererek meyveye dönüştüren de odur."
Ömrünü, çorağı bitek yapmaya; taşlı tarlalarda cennet bahçeleri yaratmaya adamıştı. Ne yazık ki ağaçları meyveye durduğunda, bağları üzüm dolduğunda devlet, bağını bahçesini elinden alıvermişti. Acısını içine akıtmıştı da "Ne bilsin onlar bir fidanı yeşertmenin sevincini" deyip de yürümüştü yoluna. Altmışından sonra yeni kıraçlarda, yeni fidanlara can suyu vermişti. Bir asrı çoktan devirmiş şu taş evin avlusu, hâlâ onun sayesinde şebboy, mercan köşkü, fesleğen, gül, karanfil… kokularıyla karşılar gelenleri.
***
Sen, çocukluğunda sık sık hastalanırdın. Bütün gün tarlalarda çalışır, geceleri başında nöbet tutardı. Dağlarca'nın:
"Üfleme bana anneciğim korkuyorum,
Dua edip geceleri
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi vücudumun bir yeri.
...
Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum,
Ağlıyorsun, nur gibi.
Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış
Fakat değnekten atım nerede,
Kardeşim su versin ona, susamış."
dizelerine ilk okuyuşta vurulmanın nedeni buydu. Oysa sen onun ağladığını hiç görmemiştin.
On bir yaşında, yatılı okul sınavını kazanıp ayrılmıştın baba evinden. Tatillerin birinde sevgi arsızlığın tutmuş:
- Sen beni sevmiyorsun, demiştin.
Şaşırmıştı.
- Arkadaşlarımı, anneleri okula uğurlarken ağlarmış. Senin, benim arkamdan ağladığını
hiç görmedim, diyerek sürdürmüştün arsızlığını.
Saçlarını okşamış:
- Seni okula gönderemeseydim ağlardım. Keşke tüm anneler, çocuklarını benim gibi
okullara gönderebilse. Sen de kardeşlerin de benim sevincimsiniz. Dönüşü olan ayrılıklara ağlanmaz, demişti sana.
Yıllar sonra dönüşü olmayan bir yolculuğa göz pınarları kuruyana dek ağlarken görmüştün onu. 26 yaşındaki torununu bir serseri polis kurşunu kalbinden vurunca; onun da kalbine sonsuz bir acı yuvalanmıştı. Hele yargı, o polise gereken cezayı vermeyince kanayanı bir türlü dinmemişti. Bugün bile yasını, ağıtlarını duyurmaz sevdiklerine; ama bağlar, bahçeler; dağlar, ovalar; avlular, odalar tanığı onların.
***
Bir çift öküz, iki üç koyun, üç dönüm tarla sahibi olmanın varsıllık sayıldığı yıllarda bir
üvey anne, bir üvey baba evine gide gele büyümüştü.
Annesi: "Bir gözüm gördü, bir gözüm görmedi. Ölürsem kimseler tutmaz elinden" deyip
on beşinde gelin etmişti. Çeyizi bir şişe zeytinyağı, bir eski yatak ve yorgandı.
Yok, deyip yakınmamış, el açmamıştı kimselere. Gecesini gündüzüne katmış, başkaları bir çalışırken o üç çalışmıştı.
İsli ocakları üfleye üfleye tutuşturmuştu yuvasının ateşini.
Ona buna bakarak dikiş dikmeyi öğrenmişti ayaksız dikiş makinesinde. Onca işin gücün arasında dikişle aile bütçesine katkıda bulunmaya bile zaman yaratabilmişti. Oysa en ağır tütün işçisi oydu, köyde. Yılı on iki ay, günü yirmi dört saat değildi onun. Kuyulardan sırtında sular çekerek yıkardı tütün katranlı giysileri. Çocuklarına yamalı giydirmiş; ama asla kirli giydirmemişti.
***
Okul sıralarına oturmamıştı. Ondan bundan öğrenmişti okumayı yazmayı. Bu yüzden harfi harfe, heceyi heceye tam çatamazdı. Bulup buluşturduğu dua, masal ve öykü kitaplarını uzun kış gecelerinde gaz lambasının ışığında yüksek sesle heceleye heceleye okumaya başlar:
- Ah, güzel gözlerim görmüyor, gel hele bak şuna, derdi.
O hecelerken sen de hecelerdin. Bu sayede daha beş yaşında söküvermiştin okumayı.
Ağabeyinin bir ipe bağlayıp boynuna astığı kalemler, mini minnacık kalınca annen, sana:
"Al, bu senin olsun!"derdi. İkimizin ortaklığı böyle başlamıştı.
Annen: "Oğlum, ne güzel yazıyor" demez; "Kalem, eline ne çok yakışıyor" derdi sana.
Okul yılların başlayınca annenin "göz bahanesi" daha da sıklaşmıştı.
- Gel oğul, oku da anneciğin öğrensin. Cahillik kötü. Bana bu öyküyü okursan bak, sana
ne vereceğim!
Gittiği bir konuklukta kendisine sunulan bir pembe beyaz halka şekeri veya lokumu
yemez, bu oyunları için alıp getirirdi.
"Tamam öyleyse, okuyacağım. Gece evimize girmesin diye akrep ve yılan dualarını öğreneceğim."
"Meleklerin, evimizi kötülüklerden koruması için yatağa yatınca " Yattım sağıma, döndüm soluma.." diye başlayan duayı da okuyacağım. Ama sen de bana masal anlatacaksın."
Asla, hayır, demezdi. Masallar anlatırdı sana. O an uyduruverirdi birçoklarını. Hansel ve Gretel onun diline "Tan Tan Kabecik" olup nasıl düşmüştü, çözebildin mi bilmem"
Zamanı geldi, gelinler geldi evine. Ama o "kızım" dedi hepsine. Kimselerle kıyaslamadı onları. Hâlâ bin bir emek yetiştirdiği sebzeleri, meyveleri "Ona çok verdi, bana az demesinler" diye kendi elleriyle vermez:
"Girin, bahçeye, ihtiyacınız neyse alın!" der onlara.
"Seksen yıllık ömründe bir lokmasını yemedi devletinin. Ne yaşlılık maaşı istedi, ne oyunu sattı bir torba kömüre, bir kilo toz şekere."
***
Her akşam yatarken, altmış beş yıldır hiç küsmediği, küstürmediği; ağır söz duymadığı, söylemediği soluk yoldaşıyla helalleşen annem, sana, bugün senin, desem, güler geçer:
" Sizin sağlıklı ve mutlu olduğunuz her gün, benim günümdür" dersin.
Kalemimin dediklerini okusan:
"Ben de ötekiler gibi sadece anneliğimin gereğini yaptım. Her anne, en az benim kadar annedir" dersin biliyorum.
Bana bu dünyaya bir canlı sunan tüm annelere saygıda kusur eylememeyi yarım asır önce öğretmiştin; ama demeden nasıl geçerim:
Düşünen beynim,
Duyumsayan kalbim,
Çizdiğim hayat yolum,
Beni var edenim,
Benim annem sensin.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen dayaN(T)ma |
|
Memleketlerden memleket beğeneceksin. Örneğin; ABD'yi arkana alacaksın, bir dediğini iki etmeyeceksin. Hatta; onların akıllarına bile gelmeyeni cinlik edip onlara hazır tepside teklif edeceksin. Sonra güzelce sırtını verip dayaNacaksın. Kimseyi dinlemeden aklına estiği gibi "tasarı" adı altında dayaTacaksın. Karşı çıkan olursa; "milli irade" ve "özgürlük" gibi kavramlarla kafa bulandırıp yine dayaTacaksın. Baktın işin içine hukuk karışmaya başladı, bu kez AB'ne ( Barroso'nun borusuna, Lagendik'in dandik dundik açıklamalarına ) dayaNacaksın.
Hukukun üstünlüğüne karşı "demokratikleşme" palavralarını dayaTacaksın. Ve fakat kime dayaNdığını ve kime dayaTtığını iyi bileceksin. Emekçiye, emekliye, çiftçiye sırtını verip dayaNırsan nasıl kafa tutacaksın AB'ye, ABD'ye ? En iyisi onları tenhada kıstırıp tekme-tokat-cop, tazyikli boyalı su-sis bombası-biber gazı ne varsa elinde; burunlarından fitil fitil getirecek şekilde dayaNırsın. Yoksullaştırıp bir torba erzağa muhtaç ettiğin insanlara ise; canın ne isterse dayaTırsın.
"Borsa şıkırında" dersin, "Bizim neden 1 lot bile hissemiz yok ?" diye sormazlar...
"Ekonomi tıkırında" dersin, "Öyleyse niye satıyorsunuz ?" diye kafayı yormazlar...
"İstikrar bozulmasın" dersin, ince eleyip konunun üzerinde fazla durmazlar...
Oy uğruna bir torba erzak yollarsın, yoksulluklarını yüzünüze vurmazlar...
"Eve kapaN(T)ıp 3 çocuk doğurun" dersin, alkışlarlar...
Nasılsa bu 3'ünden 2 tanesini emekli etmeden göndereceğin için SSGSS ( Sağ Salim Gelebildinse Sevsinler Seni ) adı altında "Sosyal Güvenlik reformu yapıyoruz" diye dayaTırsın, inanırlar...
GSMH ( Gayri Sahi Milli Hasıla ) hesabıyla oynarsın, "Kişi başı geliriniz arttı" dersin, kredi kartına dayaNıp borçlanırlar...
Velhasılı; dayaTmanın ön şartı dayaNmadır. Önce; bir yerlere dayaNacaksın, sonra dayaTacaksın. Yani; dayaNdıkça dayaTacaksın... Kısaca;
dayaN, dayaT..
dayaN, dayaT...
da, da, da.....
vataN uğruna haraç mezaT,
haydaN gelmiş gibi huya saT ..!
dayaN, dayaT..
dayaN, dayaT...
da, da, da.....
zaN altındaysa eğer o zaT,
LaN üstünde ona buna çaT ..!
dayaN, dayaT..
dayaN, dayaT...
da, da, da.....
haN şaşkın hancı tezaT,
insaN içinde ihaleye fesaT ..!
dayaN, dayaT..
dayaN, dayaT...
da, da, da.....
caN aşkına değmez mi matbuaT,
canaN dediğin değişken mevzuaT ..!
dayaN, dayaT..
dayaN, dayaT...
da, da, da.....
fermaN misali demeçlerden demeç patlaT,
şaN yürüsün de varsın olsun demecin içi bayaT ..!
dayaN, dayaT..
dayaN, dayaT...
da, da, da.....
KapaTmaya dayaNarak; "KapaNmak özgürlüktür" diye dayaTabilirsin...
KapaNmayı dayaTarak; "KapaTmak hukuk dışıdır" diye dayaNabilirsin...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Soyulmuş Çekirdekler
Tarladayız, ayçiçeği tarlasının sarısını yararcasına ilerliyoruz. Uzun sapları üzerinde dikilen ayyüzler rüzgar da ahenkle sallanıyor, çiçek yapraklarından süzülen günışığı turuncuya çalıyor. Dikili taçların altına düşen yeşil yapraklar da ayrı bir dünya. Ört yüzüne bir tanesini, uzan yere uyu bir güzel. Huzur dedikleri bu olsa gerek. Çiçek yapraklarının arasından tutmaya çalıştığım günışıkları oynaşırcasına gözlerimi yakıyor.
*Kızııım, nerde kaldın mari yavrum, gene daldın, gene yüreğin gibi durgunlaştın.
Elimde bir kafa gündöndü yürüyorum annemin ardısıra. Ufacık yüzünde buğulu gözleri neden hep ağlamaya hazırdı diye merak eder dururdum.
Çocukluğunu tozlu topraklara yazdı,
Çok fazla beklentileri olmadan hayattan,
Bir kaşık yemek, bir tutam sevgi,
Mutlu olması için yeterdi...
Sözlerimi duyunca, nasırlı elleriyle okşamıştı yüzümü.
*Sen nelerde biliyon mari kızanıımm.
Mümkün olduğunca arkasından yürüyordum, yaptığım sırrımı görmesin diye. Kuş gibi çarpıyordu yüreğim. Hergünki gibi birlikte çapa salladık, dertlerimize birlikte ağladık, eve gidince de birlikte inek sağıp, hamur yoğuracağız. Ama bugün diğer günlerden farklı olacak düşüncesiyle son çekirdeği de çitledim dişlerimin arasında.
Soluklanmak için oturduğumuz ağacın gövdesine dayanmış vücudu, yorgunluktan daha ufalmıştı sanki. Yoksa banamı öyle gelmişti. Sokuldum usulca:
Anneee, anneciğimmmm,
Ne var kızanıımm, diyerek oturttu dizlerine.
Bu sözü söylerken annem, hep melodi gibi gelirdi bana böyle seslenişi. Ellerim arkama bağlı, annemin gözlerine bakıyorum. Herzamanki gibi buğulumu diye. Yanılmamıştım.
Avuçlarımı açtığımda gözlerindeki buğular titreyerek:
*Bunlar ne mari kızanım,
Çekiirdeekkk,
*Ama bunlar soyulmuuuuş,
Evvet, dişlerin takma olduğu için çekirdek soyamıyorsun diye, çekirdekleri soyup avucumda topladım.
Sanki çook büyük bir iş yapmışçasına izliyordum annemi sevinçle.
*Ama niye uğraştın beaa kızanımm,
Nohut tanesi kadar bir yaş yuvarlandı yanaklarından boynuna.
Anneler günü de onun için anneciğim, ANNELER GÜNÜN KUTLU OLSUN...
Beyhan Ada
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı ANA: İÇELİM ŞEFKAT PINARINI KANA KANA |
|
Ana, anne...Bizi dünyaya getiren, besleyip büyüten, üstümüze kol kanat geren kutsal varlık, bize göstermemek için darlık yemeyip yediren,içmeyip içiren dişi, çocuklarıdır bütün duygusu, düşünce ve de işi. Ne kadar büyürsek büyüyelim, ana kucağını özleriz, ondan çok uzaklarda olsa bile, ona kavuşmak için can atarız. Atasözü ve deyimlerimize girmiştir, belleğimizde yer etmiştir o. Ana yol, anayasa, ana fikir, ana yurt, ana vatan deriz, bir yerin çok kalabalık oluşunu ana baba günü diye belirtiriz. Kısmetli kişileri anası kadir gecesinde doğurmuştur. Çırılçıplak yerine anadan doğma sözcüğünü kullanırız. Kötü kişiler bizi anamızdan doğduğumuza pişman ederler. İyilere hakkımızı anamızın ak sütü gibi helal ederiz.
Çektiğimiz çileyi, "anamdan emdiğim süt burnumdan geldi" diye belirtiriz, "anam ağladı" deriz. Açıkgözler anasının gözüdür, anasının ipini satmıştır. İnsafsız satıcılar anamızın nikâhını isterler. Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz! Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar. Bilgisizlik kötülüğün annesidir. Kabadayılar kadınlara "anam" diye laf atarlar, "anam babam" diye konuşurlar. Kaçanın anası ağlamazmış. Terbiyeli kızlar "ana kuzusu", hafif kızlar anasının kızıdırlar. Kızların nasıl olduklarını öğrenmek isteyenlere, "anasına bak, kızını al, kenarına bak; bezini al" derler. Kimi kişiler, "anam avradım olsun ki" diye yemin ederler. Korku şiddetin anasıdır. Kimi ana öz, kimi de üveydir. Ana dilimiz Türkçedir. Ana yurdumuz da Anadolu! Kaynana sözcüğü kayın ve ana sözcüklerinden türetilmiştir.
Denizlerde denizanası vardır. Çocuk olduğu zaman, "Allah analı babalı büyütsün" dilleğinde bulunuruz. Sütü kesilen anneler sütanne tutarlar, çocuklar çok sevdikleri, ikinci bir ana olarak gördükleri kişilere cicianne derler. Soyu sopu belli olmayanlara, "anası belli, babası elli" denilir. Dokuz anası olan sütten, dokuz karısı olan bitten kurtulamazmış." Bir anne dokuz çocuğa bakarmış da dokuz çocuk bir anneye bakamazmış" Bu da hayatın acı bir gerçeği... Doğan Cüceloğlu, "İnsanın anavatanı çocukluğudur" diyor. Tahsin Saraç, "Ana Öğüdü" şiirinde şunları yazıyor: "Çiçekleri ezme yavrum/ Çiçek bir yüreğe benzer/ Çiçek ezen insan ezer".
Abraham Lincoln, "Okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim, annemdir", Ostrovski, "Anneler her şeyi görmeseler de kalpleriyle duyarlar", Rajneesh, "Bir çocuk doğduğu anda, bir anne doğmuş olur" diyerek annelerin çeşitli özelliklerini vurguluyorlar. Bir çocuk şarkısında anne sevgisi şöyle anlatılıyor:
"Anamız başımızda/ Her övün aşımızda/Ananın emeği var/ Bütün her işimizde/Gelin çiçek derelim/ Yollarına serelim/Sevgi dolu türkülerle/ Annemize verelim."
***
Kimi ana oğluna kimi de kızına düşkündür Böyle iki ana yolda karşılaşmışlar, hal hatır sormuşlar, çocuklarında söz etmişler. Birinci anne, "Oğlum hiç de mutlu değil, demiş. Gelin pek iş yapmıyor, oğlum ona yardım etmek zorunda kalıyor. Hiç rahatı yok!"
İkinci anne, "Benim kızım çok mutlu, diye konuşmuş. Damat ev işlerine yardım ediyor. Kızımın elini sıcak sudan soğuk suya değdirmiyor"
Kimi kızlar çok nazlıdırlar. Böylelerine göre bir türkümüz var:
"Silifke'nin yoğurdu Ah seni kimler doğurdu Seni doğuran ana Bal ile mi yoğurdu?
Anası pilav pişirir Oğlu durmaz aşırır..."
Bir başka türküde delikanlı kıza olan aşkını bakın nasıl anlatıyor:
"Yoğurt koydum dolaba/ Bugün başım kalaba/ Seni doğuran ana/ Olsun bana kaynana."
Annesi çocuklarına meyveleri paylaştırmış. Çocuklar onun ne yiyeceğini sormuşlar. Anne şöyle demiş: "Anneniz taş yesin, birerden beş yesin!"
Her şeyin en iyisini almaya, kendine ayırmaya çalışanlara, "senin ana güzel mi?" diye sorarız. Kimi kişiler ananın örekesini sövgü sanır. Oysa öreke Anadolu kadınlarının örgü örme aracıdır. Özentili kişiler ana, anne sözcüğünü beğenmezler de, Arapçadan gelme valide sözcüğünü kullanırlar. Eski edebiyatımızda anne yerine Farsça "mader" de kullanılmıştır. Namık Kemal bir şiirinde: "Düşman dayamış vatanın bağrına hançerini Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini" demiş, Atatürk, "yok imiş" sözcüğünü silip yerine "bulunur" yazmıştır.
Gelin roman okumaya meraklıymış Hiçbir iş yapmaz hep roman okur dururmuş. Bütün ev işlerini damadın yaşlı annesi yapar ve çok yorulurmuş. Geline bir şey diyemezmiş. Bir süre sonra, gelini iş yapmaya mecbur etmek için bir çare düşünmüşler, aralarında bir plan yapmışlar. Delikanlını eve gelme saati yaklaşınca kadın eline süpürgeyi almış, etrafı süpürmeye başlamış. Oğlan eve gelip annesinin iş yaptığını, gelin hanımın roman okuduğunu görünce süpürgeyi annesinin elinden almaya çalışmış, "Ne yapıyorsun anne, diye bağırmış. Gençler dururken sana iş yapmak yakışır mı? Ver, ben süpüreyim!"
Annesi itiraz etmiş: "Bu, kadın işi oğlum. Erkek eline yakışmaz" diyerek süpürgeyi vermek istememiş. Çekişmeye başlamışlar. Gelin roman okumayı sürdürüyor ve hiç istifini bozmuyormuş ama tartışma uzayınca rahatsız olmuş, elinde kitabı yere atıp öfkeyle:
"Sizin yüzünüzden iki satır okuyamadım. Bunda çekişecek ne var? Aranızda iş bölümü yapasınız, bir gün annen süpürür, bir gün sen süpürürsün" diye yol göstermiş!
İki kadın da çocuğun annesi olduklarını ileri sürüyorlarmış. Hazreti Süleyman'ın huzuruna çıkıp iddialarını sürdürmüşler. Öyle bağırıp çağırıyorlarmış ki sultan hangisinin gerçek anne olduğunu anlayamamış. "Madem çocuğu paylaşamıyorsunuz, öyleyse ortadan ikiye böldüreyim de yarısını biriniz, öbür yarısını da öteki alsın" demiş. Kadınlardan biri ayaklarına kapanmış, "Yavruma bir şey yapmayın. Ben hakkımdan vazgeçiyorum" diye ağlamış. Sultan, "Yavrunun kesilmesine dayanamadığına göre gerçek anne sensin" demiş.
Er, annesinin hasta olduğunu belirterek izin istemiş ama komutanı vatanın da annesi olduğunu söyleyerek izin vermek istemeyince şöyle demiş: "Komutanım, vatan annemizin birçok oğlu var, ben yokken onlar da bakabilir. Oysa memleketteki annemin benden başka oğlu yok!" Bu cevap komutanın hoşuna gitmiş, izin vermiş.
Komutan erlere "vatan nedir?" diye sormuş. Mehmet, "Vatan anamdır" demiş. Komutan Ahmet'e de sormuş aynı soruyu. Yanıt şöyle: "Vatan, Mehmet'in anasıdır komutanım!"
Anne kocası ölünce bir daha evlenmek istemiş. Oğlu, "Gene mi?" diye sorunca annesi boynunu bükmüş: "Ali, Veli, üç de ondan evveli, Şaban, Recep, Ramazan, bir de rahmetlik baban! Ah oğlum ah! Koca mı gördü senin anan? " diye dert yanmış kadıncağız.
Oğlan anasıyla kız anası çekişir dururlar. Bu konuda şu sözler vardır: "Oğlan anası, kapı arkası; kız anası minder kabası. Oğlanınki oğul balı, kızınki bayır gülü. Oğlan anası az yer, kız anası kaz yer. Oğlan anası alıncaya kadar yalvarır, kız anası ölünceye kadar..."
Arif Nihat Asya, "Anne" adlı şiirinde bir annenin ağzından : "Kolun kanadın ben oldum... Dilin dudağın ben oldum! ... Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim... Gün oldu, kırdın İncinmedim: İlk oyuncağın Ben oldum yavrum. Son oyuncağın ben oldum!" diyor.
Bir Polonya atasözü, "İlkbahar bir genç kız, yaz bir ana, sonbahar dul, kış da üvey anadır" diyor. "Allah her yerde olamayacağı için anneleri yarattı." Duvaryer'e göre, "Tarih toprağın anası olduğu kadar kızıdır da!.." Necip Fazıl Kısakürek, "Kaldırımlar" şiirinde, "Kaldırımlar ızdırap çekenlerin annesi" diye yazıyor.
Anneler meleğe benzetilirler. Bence anneler bize meleklerden daha yakındır. Onlar sunar şefkat pınarını çocuklarına, içelim diye kana kana. Zamanında değerini bilmezsek, iş işten geçtikten sonra arar dururuz boşu boşuna. Yokluğu eksiltir kişiyi, varlığı can katar cana. Bir bahar yeli eser ondan bize mutluluktan yana. Hiçbir karşılık beklemeden, içinden öyle geldiği için sevgi bahçesinden bir demet çiçek sunar çocuklarına. Ne kadar teşekkür etsek azdır ona. Hadi gelin, sadece anneler gününde değil, her gün öpelim ellerini, güldürelim yüzünü, soldurmayalım karanfillerini, güllerini.
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahvenin Köpüğü : Melis Mine İhtiyar Delikanlı (Oldboy) |
|
Yönetmen: Chan-wook Park
Senaryo yazarı:
Hikaye: Garon Tsuchiya,
Çizgi roman: Nobuaki Minegishi,
Uyarlama: Jo-yun Hwang, Chun-hyeong Lim, Joon-hyung Lim, Chan-wook Park
Yapımcı: Seung-yong Lim
Görüntü yönetmeni: Jeong-hun Jeong
Kurgu: Sang-Beom Kim
Oyuncular: Min-sik Choi, Ji-tae Yu, Hye-jeong Kang, Dae-han Ji
Müzik: Yeong-wook Jo
Tür: Dram, gerilim, gizem, aksiyon
Yapım: Güney Kore,2003, 120 dakika
Ödülleri
57. Cannes Film Festivali;
Jüri Grand Prix Ödülü: Park Chan-wook,
Elendi de Palme D'or: Park Chan-wook
2004 Grand Bell Ödülleri;
En iyi yönetmen: Park Chan-wook,
En iyi aktör: Choi Min-sik,
En iyi yapım:Kim Sang-beom,
En iyi aydınlatma: Park Hyun-won,
En iyi müzik: Yeong Wook Jo,
37. Festival Internacional de Cinema de Catalunya;
Maria Ödülü - En iyi film,
José Luis Guarner Ödülü - Critics' En iyi film,
2004 Bergen International Film Festivali - Audience Ödülü
2004 British Independent Film Ödülleri - En iyi film
2004 Avrupa Film Ödülleri - Elendi Screen International Ödülü
Film Oh Dae - Su'nun yağmurlu bir gecede kaçırılması ve 15 yıl boyunca bir odada esir kalmasını anlatarak başlar. Bulunduğu odanın nerede olduğunu, ne için orada olduğunu, ne kadar süre orada kalacağını bilmez Oh Dae - Su. Odada bir televizyon ve ihtiyaçlarını karşılayacak banyo, yatak vb. eşyalar bulunmaktadır.
("15 yıl süreceğini söyleselerdi, dayanmak daha kolay olabilir miydi? Yoksa dayanamaz mıydım?" der bir sahnede Oh Dae - Su. Bu tıpkı insanların ne zaman öleceğini bilmek istemesi gibidir bence. Ne kadar zaman sonra öleceğimizi bilseydik, o günün her gün biraz daha yaklaşmasına dayanabilir miydik? Ya da her gün bir çentik atarak günlerini geçiren hapishane mahkûmlarının mahkûmiyetlerine tahammülleri günler azaldıkça artıyor mudur ki?)
Oh Dae - Su ilerleyen zamanlarda odasındaki televizyondan karısının öldürüldüğü haberini duyar. Üstelik bu işin suçlusu olarak da kendisi aranmaktadır. Oh Dae-Su bütün bu olanların başına niye geldiğini düşünmeye başlar, yaptığı tüm kötülüklerin listesini çıkarır. Böylece kendisine bu kötülüğü yapanı bulabileceğini düşünür. Bu kadar kötülük sebepsiz yere yapılamaz diye düşünür çünkü. Ancak her şey düşündüğü kadar basit olmayacaktır.
İntihar etmek ister, tünel kazıp kaçmak ister. En sonunda kendini, bir hipnoz seansı sonrasında, dışarıda bulur. Filmin gerisi de soluksuz izlenir.
"İster kaya olsun isterse de kum tanesi olsun, ikisi de suda aynı şekilde batar." Bu cümle sıkça duyuluyor film sırasında. Ve ilk başta "anlamlı" bulduğunuz bu sözü, film biterken "çok anlamlı" buluyorsunuz. Ne anlatsam ne yazsam, alıntılamış olacağım filmi ("spoiler" çok kullanılan bir tabirle). Öte yandan her söylemek istediğim söz, bir sahnenin çelik bir ustura gibi, incecik bir kağıt gibi insanın yüreğini çizen düşüncelere, sözlere, hareketlere çeviriyor yüzünü.
Gerektiğinde el kamerası ve dijital kamera kullanımları, tabi ki bir de ustalıklı bir şekilde sahneler arası geçişler filmi zihinsel bir şölene dönüştürüyor.
"Bir canavardan daha kötü olsam bile, yaşamaya hakkım yok mu?" der Oh Dae - Su. İlk başta anlamayız bu sözün derinliğini. Zaman geçtikçe, film çözüldükçe, perde yavaş yavaş kalkıp resmin tamamı göründükçe her şeyin sadece baktığımız kadar olmadığını anlarız.
Uzun zaamndır yazmak istediğim bu filmi nihayet buraya aktarabilmenin sevinci var içimde. Zor, yorucu ama çarpıcı ve çok etkileyici bir film. Mutlaka izlenmeli diyerek yine filmden bir cümle ile bitiriyorum bu yazıyı. "Gülün ve dünya da sizinle gülsün, ağlayın ama yalnız başınıza ağlayın"
Keyifli hafta sonları
Kahvenizin köpüğü, içinizde huzur daim olsun!
Melis Mine
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
SEV’İ
Sen gelişinde sev'i getirdin
gidişinde de sen'i götürdün
sandın...
oysa sen sevi'mde
giderken kaldın.
sevi'n bende sen'cileyin kaldı
ben'cileyin sev'inde kala kaldım
Faika Berat
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İster yıllar süren evliliğinizi noktalamış olun , isterseniz uğruna her şeyi göze alabileceğiniz sevginizi , isterseniz uğrunda herhangi bir organınızı bile düşünmeden verebilecek kadar sevdiğinizi , isterseniz iki-üç hafta süren deli sevdanızı.Tüm bunları yaşatmak adına.. http://www.kotuvepis.com Kendi alanında " ismiyle tezat , ilk ve tek" olan web sayfası. Sevginin farklı bir yansıması olarak tasarlandığını farkettiğim sıradışı bir web sayfası.
...Bir velvelenin orta yerinde, sürgün’lerin alevlere atıldığı zamanlardan kalma beş bin mısrayı maziye kaptırdık şiraze. http://www.siraze.net/ Mazide gezinen filozofların kule diplerinde oturan siluetleri fısıldıyor en anlamlı kelimelerini, bir de siyaha çalan cübbeleri oynaşıyor geceyle, gözlerinin gerisinden fışkıran “yapmayın, etmeyin, aldanmayın” feryatları geziniyor kıyı şeridinde. Mahareti hıza vurduk şiraze...
Birbirinden ilginç flash oyunlar, video, resim ve sıra dışı birşeyler arayanlara özel bir web sayfası http://www.purple-twinkie.com/ Gerçekten sıra dışı bir kaynak olduğunu kendim test ederek öğrendim. Bir de siz deneyin.
İnternette aradığınız bir çok şeyi rahatlıkla bulabileceğiniz güzel bir web sayfası. http://www.gencbilim.com/ Mesela online TV ve Radya takip edebilirsiniz. Güncel haberlere ulaşabilirsiniz. Ödev ve tez bankasından faydalanabilir ya da spor sayfalarında gezinebilirsiniz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|