|
|
|
21 Mayıs 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Acil şifalar dilerim efendim!.. |
Merhabalar,
Sonunda olması gereken oldu ve deprem bilimciler doğru yolu buldu. "Otuz sene içinde bir deprem bekleniyor. Belki yarın belki yarından da yakın." teranesiyle halkı ve dahi tüm tembel yöneticilerimizi bir rehavet içine soktuklarını ancak şimdi anladılar. Çin'de meydana gelen felaket onların da beyin çeperinde titreşime yol açtı zahir. Otuz sene bile olsa, on senesi geçti gitti. On senede 110 okul ancak elden geçmiş İstanbul'da. Geride beşyüze yakını duruyor öylecene. 7.6 ya bile gerek yok, yaslan duvara yeter. Sonunda Şengör Hoca "Birkaç yıl içinde 7.6'lık 2 dakika sürecek bir deprem olacak." dedi. En başında yapılması gerekeni şimdi yaptı, iyi oldu. Bakalım, işbilir yöneticilerimizi kaldırım kaldırmaktan, kumanya paketi, kömür çuvalı dağıtmaktan, 3 günlüğüne lale soğanı dikmekten ayırıp daha hayırlı işlere yönelmelerine yetecek mi?
Biz buna müstehakız. Bizim diken üstünde olmamız lazım. Yumurta kapıya gelmeden kıl kıpırdatmayan genlerimiz var bizim. Erteleme hastalığımız yediden yetmişe herkeste olduğundan, kılımız ancak biri üflediğinde sallanır. Kadercilik ciğerimize işlemiş. "Ne gelirse Allahtan gelir." demiş kenara çekilmişiz. Alın yazısı, sergideki karpuzların üstüne kazılan fiyat etiketi sanki. "Kaderde varsa süzülmek, neye yarar üzülmek." özdeyişi ile yatıp kalkan bizlere böylesi lazım. Sağolasın Şengör Hoca. Sen durma bunun üzerine git. 100 metrelik tsunamilerden, çıkacak yangınlardan söz et. Öleceklerin sayısını ver. Yetmedi ilk gideceklerin listesini hazırlayıp ver elimize. Ancak arasında ismimiz olursa sağdan sola şöyle bir döner "N'oluyo yahu!" deriz biz. Bu meretin olmasına az kaldı işte. Ne yapacaksanız bir an evvel yapın da rahat rahat uyuyalım sayın yöneticiler.
...
Tayyip Bey'in sakınan gözüne çöp batmış. Tez zamanda çıkar inşallah. Bir keresinde benim de kılım dönmüştü de işe gidememiştim. Anlıyorum halinden. Kendisine acil şifalar dilerim efendim.
Güzel bir de iddia var hakkında Tayyip Bey'in. Diyorlar ki, ATV-Sabah ihalesine katılmasın diye bir koca iş adamının kulağını çekmiş. N'apacaktı? Dün demedik mi? Türkiye'de 4,5 milyon işsiz güçsüz genç var. Damat deyip birini almışken çocuğu işsiz bırakmak olur mu? Bir taşla seksensekiz kuş böyle vurulur işte. Devletin borçlarına karşılık el koyduğu malı, bir tanıdığına, damada iş, partiye aş olsun diye, devletin bankasından alınan krediyle sat. Devletin bankasında işgüzarlık yapıp kredi sözleşmesini imzalamayan 2 yönetim kurulu azasını görevden al, yerine mülayim beyleri koy. Al sana yağma Hasan'ın böreği. Yiyin efendiler yiyin, size kan, Tayyip Bey'in gözüne şifa olsun. Amin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu CANNES FİLM FESTİVALİNDEN NOTLAR, SUSUZ YAZ VE FATİH AKIN |
|
Cannes Festivaline kapalı hava ve yağmur damgasını vurmaya devam ediyor.
Uzun süredir yağmursuzluktan yakınan bölge için bereket yağdığı söylense de, festivalin koşuşturmacasında çalışmaya çalışanlar için hiç de hoş olmadı.
Susuz bir yaz geçmemesi için Cannes'a yağan yağmurları bereket sayan ben bir önceki yazımda bahsetmeyi unuttuğum önemli bir haberle yine karşınızdayım.
Bir film yönetmeninin sinema aşkının bir düşü olarak kurulan "Dünya Sinema Vakfı", bir diğer film yönetmeninin sinema sevgisini bizlere bir kez daha kanıtladı.
Gizemli bir cümle mi oldu?
Haydi o zaman daha açıklayıcı olmaya çalışayım.
"Duvara Karşı" filminden sonra hem dünya, hem de Türkiye'deki sinema dünyasının bir anda ilgisini çeken Fatih Akın, başarısını ispatlamış bir yönetmen olmasının yanısıra tam bir sinema emekçisi. Çok kişisel bir tanımlama oldu ama onun sinema tutkusunu bir kere daha görmek beni derinden etkiledi. Bu yüzden ona böyle seslenmek istedim.Laf yapmanın değil gerçekten sinema yapmanın Türk Sinemasına ses getireceğine inanan insanlardan biri olarak yaptığı işin önünde saygıyla eğiliyorum.
60. film festivalinde "Yaşamın Kıyısında" filmi ile adından sık sık söz ettiren yönetmen, bu seneki festivalde zamanının büyük bölümünü "Un Certain Regard" bölümünün jüri başkanı olarak yoğun geçirse de Türk Sineması adına yaptıkları ile de gündeme gelmeyi başarmıştır.
Martin Scorsese'nin başkanlığında kurulan Dünya Sinema Vakfı, gelişmekte olan ülkelerdeki sinema mirasına sahip çıkmak adına teknik imkanlar sağlayıp, bu ülkelerin sinema arşivlerinin bir sonraki nesillere aktarılması için çalışmalarda bulunuyor. Aralarında Fatih Akın'ın da bulunduğu ünlü film yönetmenleri ve yapımcılarının desteklediği bu vakıf, bu sene Cannes Film Festivali sırasında gösterilen Klasik Filmler kuşağında yer alan üç filmin yeniden seyirciyle buluşmasını sağlamıştır. Bu filmlerin restore çalışmalarını yapan vakıf bir de Türk filmine yer vermiştir.
Fatih Akın'ın önerisi ile seçilen 1964 yapımı Metin Erksan filmi "Susuz Yaz" 19 Mayıs günü, 45 yıl sonra yine sinema severlerin karşısına çıkmıştır. 1964 yılında Berlin'de Altın Ayı Ödülü alan filmin başrol oyuncusu Hülya Koçyiğit ve yapımcısı Ulvi Doğan'ın da katılımıyla Cannes'da gösterilen filmin sunumunu da Fatih Akın yapmıştır. Ayrıca ünlü yönetmen, özellikle günümüzde de yaşanan su sorununa dikkat çeken konusu itibariyle de hala güncel olan filmin, sinema yapmasına neden olan filmler arasında olduğunu vurgulamıştır.
Gösterime telgrafı ile katılan Matin Erksan, Dünya Sinema Vakfı başkanı Martin Scorsese ve filminin tekrar gün ışığına çıkmasında büyük emeği geçen Fatih Akın'a teşekkür etmiştir.
Ben de sadece sıradan bir sinemasever olarak Fatih Akın'a Türk Sineması için yaptığı bu güzel çalışma için teşekkür etmek istedim. Sadece filmleri ile değil yaptığı faaliyetlerle de konuşulan yönetmen gerçek bir sanatçı duruşu sergiliyor benim gözümde. Uzun süre çarpıcı sözleri yanlış anlaşılarak gazete başlıklarına haber olan yönetmenin, bu övgüye değer çalışmalarının göz ardı edilmemesi kanaatindeyim.
Fatih Akın, eminim önümüzdeki yıllarda başka Türk Sineması klasiklerinin de yeniden izleyici ile buluşmasına ön ayak olacaktır. Sinemaya tüm varlığını veren yönetmenin yeni filmini de görmek dileğiyle bugünlük Cannes Film Festivali turumu burada bitiriyorum.
Sinema İyi ki Varsın.
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Armağan Bayraktar |
ZAT-I ŞAHANE KÂBUSU
Hikmet, kahvede oturmuş, her sabahki gibi bol köpüklü kahvesini içip, gazetesini okuyordu. Sıcaktan yüzü gözü kan ter içinde kalmış.. İki de bir sıcağa sövüp, boynundaki poşuya yüzünü gözünü siliyor, daha poşuyu elinden bırakmadan yüzü yine terliyordu..
Mıstık koşarak içeri girdi.. Hikmet alaylı bir tonla, ne o lan peşinden kuduz köpek mi kovaladı.. Pancar gibi kızarmışsın, otur hele bir soluklan, bir çay iç deyip gazetesini okumaya devam etti.. Mıstık, Rüstem'e seslendi. Rüstem duymamıştı.. Mıstık daha yüksek sesle Rüsteeemmm diye haykırdı… Rüstem geldim ağabeyim.. Diye hemen cevabı yapıştırdı. Mıstık çay söyledi..
Hikmet emmi, az önce bir kâbus gördüm. Allah korusun felaket felaket.. Hikmet, çok sakin bir adamdır. Heyecandan uzak bir yapısı olduğu için Mıstık'ın yüzüne bakıp sadece hele bir çayını iç bir soluklan bende bir gazete mi okuyayım, sonra etraflıca anlatırsın..
Rüstem çayı getirmiş, Mıstık heyecandan hızla çayı bir dikişte içmiş, bir tane daha istemişti… Hikmet emmi dinle hele bırak gazete neyin okumayı.. Zaten bir şey yok gazetedeler de.
Hikmet yüzünü gözünü silip, kahvesinin son yudumunu içtikten sonra Rüstem bana da bir çay getir hele diye seslenip, anlat bakalım senin rüyayı. Bak eğer gazeteden daha iyi haberlerin yoksa çaylar senden ha…
Hikmet emmi, dinle hele anlattıklarımı duyunca bana çay ısmarlayacaksın.. Rüyamda bizim bu kıraç topraklarda büyük büyük evler yapmışlar, bu evlerin içlerinde gâvur icadı demir yığını, garip sesler çıkaran makinelerle böyle bir seferde bir yığın mintanlar çakşırlar gazeteler yapıyorlar… Ben bu gazete yapılan yere gittim önce, içerde bir kavga kıyamet almış başını gitmiş.
Rüstem çayları getirmiş.. Hikmet çayını yudumlayıp, niye kavga ediyorlarmış diye sorunca, Mıstık elindeki çayı bir yudum alamadan bırakıp anlatmaya koyuldu.
İki yazar tartışıyorlar.. Baş olan adam diğerine, zat-ı Şahane ile ilgili böyle yazmışsın. Olmaz arkadaş. Senin yüzünden ceza mı yiyelim. Senin yüzünden patron da zor durumda kalıyor. Kabak benim başıma patlıyor. Kardeşim ben rahat bir yaşam sürmek istiyorum. Bak sen beni dinle. Başka şeyler yaz biraz. Sende para kazan. İstediğin kadar para verecek patron dedi Diğer adam, benim meslek onurum var, gazeteci gördüğünü yazmalı eleştirmeli, çıkarcı olmamalı. Zat-ı şahane yanlış yapıyorsa onu uyarmalı dedi. Baş adam, o zaman seninle yollarımızı ayırmamız lazım dedi.
Adamı kovdu yani.. Kovdu. Vayy şerefsiz.. Ama diğer adam da boynu dik gururlu bir şekilde çıktı odadan. Ben o adamın arkasından çıktım. O kendi odasına gitti. Ben büyük evden çıktım. Yolda yürümeye koyuldum. Dur hele çayı soğuttuk. Rüstem.. Bize iki çay getir… İleride bir kalabalık var. Nasıl bağırıyorlar.. Nasıl bağırıyorlar…
Eski Hikmet'in yerini yel almıştı sanki. Yeni Hikmet heyecanla, ne diyorlar diye sordu.. Mıstık soğuk çayından bir yudum daha çekip, az önce bahsettiğim zat-ı şahane denilen herif var ya.. Yüzünü silen Hikmet öyle heyecanlı bir eeee demişti ki… Yan masada oturan Topal Hasan'ı sıçratmıştı. O herife zat-ı şahane şaşırma sabrımızı taşırma diye sövüp, kabirde mi emekli, olacağız? Zat-ı Şahane denilen herif bunlara kazık atmış galiba. Kalabalık hep bir ağızdan hakkımızı yedirtmeyiz diye bağırıyordu ki, böyle üstünde bombalar patlayan, büyük tulumbacı arabaları geldi. İçinden zaptiyeler indi. Ellerinde sopa bu kalabalığın üstüne yürüdüler. Tulumba aracı da kalabalığın üstüne su atınca, senin anlayacağın etraf harp alanına döndü.
Ben arada ki sokağa girip oradan uzaklaştım. Görsen her yanımda harabe evler var. Bir kalabalık var. Sokuldum aralarına, paşanın kullandığı traktör vardı ya. Hikmet heee deyip, vücudundan beklenmeyecek bir çeviklikle Rüstem'den çayları tazelemesini istedi.. O traktör gibi aletler bir evi yıkmaya çalışıyor. Evin çatısındaki avratlar ise ellerline geçirdikleri taşları aşağıya fırlatıyorlardı. Kadınlardan biri, yıkım durmazsa ufacık bebesini aşağıya atacağını söyledi. Kalabalık bağrış çığrış derken Hikmet emmi, zabitler kadınları kıskıvrak yakaladı. Evi yıkmaya başladılar. Kadın feryat ediyor. Zat-ı şahane denilen herifin bir arkadaşı bu evleri yıkıp yerine büyük evler yapacakmış. Garibanı da size de ev vereceğim diye avutuyormuş. Neyse ben yola koyuldum.
Yol mektebin olduğu yere çıkıyormuş yol. Mektebin önünde bir yığın renkli renkli peçeler takmış avratlar bağırıyor. Hikmet çayından bir yudum alıp, meraklı bir tonla, yine mi zat-ı şahaneye bağırıyorlar. Zavallı adama herkes yükleniyor yahu. Derin bir nefesle çayın yarısını içen Mıstık anlatmaya devam etti. Bende şaşırdım ama tam aksine, zat-ı şahane bunlara bir kıyak çekmiş galiba hem onu kolluyor, hem de talim isteriz diye feryat koparıyorlar. Hikmet meraklı bir tavırla zaptiye yok muydu orada diye sorunca. Mıstık bir kahkaha atıp var var ama onlar karışmıyorlar, düşünce özgürlüğü deyip izliyorlar dedi. Etraftaki herkesin ona baktığını görünce kızardı. Arkadan cık cık diye bir ses işitti. Sesin sahibi huysuz Topal Mehmet'ten başkası değildi.
Mıstık kızma Mehmet emmi kızma diyip, neyse iskeleye gideceğim ama yolu bilmiyorum. Adamın birine sordum. Herif iskelenin kalabalık olduğunu eylem olduğunu söyledi. Adresi istedim tarif etti. İskeleye gideceğim ama gidemiyorum. Etrafta bir yığın avrat kimisi cıbıldık. Bazıları kart sesli, sanırsın adam. Bu sırada bütün kahve eşrafı dikkatle Mıstık'ı dinliyordu. Bunu fark eden Hikmet emmi öksürdü. Millet kafasını işlerine döndürdü. Mıstık hiçbir şeyden habersiz anlatmaya devam etti. Limana vardım. Kalabalık elindeki taşları geminin birine atıyor. Bağırış çığırışlardan anlayabildiğim Hadi arkadaşlar daha hızlı atın. At at inlesin, Zat-ı şahane dinlesin. Gibi laflar. Meğersem adamlar gemilerde çalışıyormuş. Gemi yapıyorlarmış. Birçok arkadaşları çalışırken kazayla ölmüş. Zat-ı şahane'de oğluna yeni gemi alınca, millet bizim güvencemiz yok. Bize etmelik vermezler kendilerine gemi alırlar diye isyan etmiş… Adamın birine gemiye nereden bineceğimi sordum. Adam bana ne dese beğenirsin. Limanı İngilizler, demiryolunu Fransızlar, posta haneyi Araplar satın almış.
Yarın köprüler, öbür gün mektepleri satacakmış zat-ı şahane. Sana bahsettiğim büyük evler ve içindeki demirlerin hepsini eşe dosta ya hediye etmiş ya da satmış..
Hikmet bilgiç bir edayla, oğlum yerine yenilerini yapacaklardır…
Yok be emmi yapmıyormuş. Oğlum sen nereden biliyorsun yapmadığını. Adamlar söyledi. Emmi en acısı da ne biliyor musun? Senin benim bağımsızlık için savaştığımız Frenklerin bir cemiyeti var oraya bağlanmak için namuslarını şereflerini satıyorlarmış… Frenklerde bunları kukla gibi oynatıyor.. Bunlar da isteklerini yapıyormuş. İnsanlar suç işlediği zaman Frenklerin istediği gibi cezalandırılıyormuş. Frenklerin bir sözünü iki etmiyorlarmış. Kıbrıs adasının yarısını yunanlılardan fetih etmişler. Frenkler geri istiyormuş. Millet kızar diye veremiyorlarmış. Senin anlayacağın Frenklerin bir sözünü iki etmiyorlarmış.
Oğlum sen bunların hepsini sokaktan mı duydun? Mıstık sevimli bir çocuk gibi heee ile yetindi.
Oğlum bu söyleyenler azınlıktır. Yoksa bu kadar sorun varsa bir ülkede, o ülke yok demektir..
Yok emmi bunlar çoğunluktu.. Neyse bir çay daha içer miyiz diyecekti ki Mıstık, Topal Mehmet; bu bahsettiği zat-ı şahane, derviş Mehmet gibi bir şey her halde.
Oğullar, siz ve niceniz harpte yaralandınız, kimisi öldü. Ama topraklarımızı geri aldık. Derviş Mehmet gibi, padişah gibi, zat-ı şahane dediğin adam gibileri kendi çıkarlarını düşünen, kendi çıkarı için her şeyi yok etmeyi ezmeyi düşünen mahlûkatlardır. Paşa bu devirdekileri yok etti. Ancak ileride ne olur bilemeyiz.
Neyse, bana kalırsa sen dün gece ağır yemek yemişsin diyince Topal Mehmet kahvedeki herkes gülüştü. Mıstık, emmi kalkınca ilk işim tuvalete gitmek oldu dediğinde kahkahalar bütün köyü inletti. Topal Mehmet, tamam işte uyanamayınca korkutmuşlar. Zaten anlattıkların anca rüyada masalda olur. Kimse, bu dediklerini yapacak kadar akılsız olamaz…
Armağan Bayraktar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BİR KOSOVA MACERASI
Öğretmenim bu ödevimizi ilk verdiği zaman benim aklıma hemen 2004 yılında geçirdiğim ve bende derin izler bırakan Kosova tatilim geldi ve sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü o tatilde yaşanması gereken tüm duygu ve tecrübelerimi şu anki yaşımdan 4 yaş daha küçük yaşamıştım. Hayatımda şimdiye kadar unutamadığım ve her aklıma geldiğinde hayalen tekrar yaşadığım tatilim bir Kosova macerasıydı. Bende tarifi imkânsız güzel ve derin izler bırakmıştı.
2004 yılının ilk yarısında bizim evde çok yoğun bir telaş ve planlanmış birçok program vardı. Okullar kapanınca babam görev yaptığı Kosova'dan izne gelecek, sünnet telaşımız bitince bizi de alıp Kosova'ya tatile götürecekti. Babamın gelmesine yakın, birçok duyguyu bir arada yaşıyordum. Hem erkekliğe ilk adım dedikleri sünnet olayından birazcıkta olsa korkuyor, yaşayacaklarımı da merak ediyordum. Ama Kosova tatilinin heyecanı daha ağır basıyordu. Oraları ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinemin ve kameramın da bakımını tamamladım. Kıyafetlerimi hazırlamaya, hatta orada yapacaklarımın listesini bile yapmıştım. Tarif edemeyeceğim heyecan ve merak sarmıştı içimi. Neden mi? Annem ve babam hep bana daha 40 günlük bebek iken gidip 3 yaşıma kadar kaldığım Bulgaristan'daki yaşadıklarımı anlatıyor, kameradan izletiyorlardı. Ama ben çok küçük olduğum için hatırlamıyordum. Babam Kosova'ya giderken orada hala görüştüğümüz ve bende çok emeği olan Bulgar aileyi ziyaret edeceğimizi, orada gittiğim kreşi ve yaşadığımız evi gezdireceğine dair söz vermişti. Şimdi tek bir kelime bile hatırlamadığım ama o yıllarda Bulgar bir çocuğun konuştuğu kadar iyi Bulgarca konuşmam bana hep ilginç geliyordu. Orada ilk tanıştığım okul ortamının ilk basamağı olan kreş ve öğretmenlerimin ortamını da merak ediyordum. Burada gittiğim kreş ve okullardan farklı yanlarını annem ve babam hep anlatılıyorlardı.
Günler bu heyecanla geçti ve babam nihayet izne geldi. Sünnet telaşı derken yol hazırlığımız bile başlamıştı. Ama bir akşam babamı acilen Kosova'dan çağırdılar ve annemin Ankara'da ayarlaması gereken işleri vardı. Ertesi gün babam erkenden yola çıktı ve evin erkeği ben olmuştum. Annem ve kardeşimle birlikte biz bir süre sonra yola çıkacaktık. Babam gittikten birkaç gün sonra Konya'dan Funda halam ve Elbistan'dan Hülya halam geldi. Annemle halamlar gece yarılarına kadar uzanan sohbetleriyle hasret gideriyorlar, biz afacan topluluğu çocuklar da bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmenin yorgunluğunu, olduğumuz yerde uykuya geçerek keyfini çıkarıyorduk. Sanki sihirli bir peri kızı bizim evde dolaşıyor, her istediğimiz halamların ya da annemin ufak tefek itirazlara rağmen yerine geliyordu. Biz çocuklarında en az halamlar ve annemin organizasyonu kadar aramızdaki dayanışma mevcuttu. Günler süper aktif geçiyordu. Deyim yerindeyse Ankara'yı keşfedercesine geziyorduk. Eve geldiğimizde yorgun düşen bedenimizi yemek yedikten sonra uyku faslınla dinlendirmeye çalışıyorduk. Günler öyle mutlu ve dolu dolu geçiyordu ki artık zaman kavramını unutur olmuştuk. Ne zaman halamlardan ayrılacağımız gece gelmişti ki kendimi bitmesini istemediğim rüyanın ortasındaymış gibi hissediyordum. Halamları ertesi sabah başka akrabalarına bırakmaya gittiğimizde onca yaşanan güzel günlerden sonra ayrılmanın burukluğu içimi sarmıştı. Ankara'dan yola çıkacağımız gün erkenden kalktık. Annemle birlikte arabamıza bavullarımızı taşıyıp yola çıktık. Babam bizi Edirne sınır kapısında karşılayacaktı. Yolda çok heyecanlıydım, kardeşim çoğu zaman uyuyor, annem de sürekli araba kullandığı için yorulmuştu. Yolda minik molalar vermiştik. Nihayet Edirne'ye yaklaştığımızda babam bizi arayıp sınırda beklediğini söyleyince o an içimi mutluluk sarmıştı. Pasaport işlemlerinden sonra Bulgaristan sınırına geçtik. İçim bir tuhaf olmuştu. Bir adım öncesi Türkiye sınırındayken şimdi başka bir ülkenin sınırındaydık. Babam hemen bizi karşıladı ve hava kararmadan Bulgaristan'ın Plovdiv şehrine gitmemiz gerektiğini söyledi. Annem çok yorulmuştu ve arabayı babam kullandı. Geçtiğimiz yerlerden hep fotoğraf çekiyordum, etrafı merakla izliyordum. Saatler geçtikçe ülkemden uzaklaşmam içimi burkuyordu. Hiç bir ülke benim ülkem kadar güzel olamaz diye düşünmeye başladım. Sınırdan 2 saat yolculuktan sonra Plovdiv şehrine geldik. Osmanlı zamanında bu şehrin adının Filibe olduğunu annem anlattı. Bizi Filibe'deki Bulgar aile bekliyordu ve babamı aradılar doğruca onlara gittik. Bende onca emeği olan aile beni görünce sarılıp ağlamaya, öpmeye başlamışlardı. Ama ben onların konuştuklarından tek bir kelime anlamıyordum, annem ya da babam Türkçeye çeviriyordu. Kardeşimle beraber ne olduğumuzu şaşırmıştık.
Biz orda görev yaparken o ailenin çocukları yokmuş ve ben Türkiye'ye dönünce çok etkilenip hemen yuvadan çocuk almışlar. Bulgarların orada ''Ahmet'' ismini kısaltarak söyledikleri ''Medyu'' ismini koymaları beni çok etkilemişti. Oda benim gibi yaramaz ve çok hareketli olduğunu Vili teyzem anneme anlattıkça annem bana tercüme ediyordu. Aynı dili konuşamıyor olsakta işaretleşerek ve annemin yardımıyla oynamaya bile başlamıştık. Sabah kalkınca hep beraber kahvaltı yaptık ve Vili teyzemlerle beraber orada eğitim gördüğüm kreşe gittik. Oradaki öğretmenlerimle annem hasret giderdi, bol bol sohbet ettiler ve bana yine ya annem ya babam tercümanlık yapıyordu. Kardeşimle beraber okulu gezip inceledim, resimler çekildim. Oradan ayrılırken kardeşime ve bana hediyeler verdiler. Annem ve oradaki öğretmenlerim vedalaşırken çok ağladılar. İşte o zaman dil ve dinler farklı olsa bile dostlukların kalıcı olduğunu anladım. Babam bize Osmanlı İmparatorluğundan hala ayakta kalan camileri, devlet binalarını ve müzeyi gezdirirken böyle bir milletin evladı olmaktan gurur duyuyordum. Babamın görev yaptığı Filibe Konsolosluğundaki arkadaşları geldiğimizi duymuşlar ve Başkonsolos amca akşam yemeğine almadan bırakmayacağını söylemişti. Akşamüzeri Türk Konsolosluğuna gittiğimizde çok duygulandım. Konsolosluk binasının girişinde şanlı bayrağım öylesine nazlı dalgalanıyordu ki, insanın duygulanmaması mümkün değildi. O kadar merkezi ve değerli bir yerde sadece ülkemin konsolosluğu olmasından da çok gururlandım. Üstelik Türkiye Cumhuriyetinin satın aldığı bina Filibe şehrinin en önemli parkıyla iç içeydi. Kapıda annemin ve babamın arkadaşları karşıladı. Kardeşimle birlikte içini çok merak ediyorduk. İçeri girdiğimizde Türkiye ile ilgili en ufak detaya kadar bilgi ve resimler vardı. Her tarafta küçüklü büyüklü şanlı bayrağım o binayı gelin gibi süslemişti. Biz kardeşimle beraber bahçeye çıktık ve orada görev yapan amcaların çocuklarıyla tanışıp oynamaya bile başlamıştık. Yemek yedikten sonra gece saat 10 gibi yola çıktık. Babam en geç saat 12 'ye kadar Bulgar sınırını terk etmemiz gerektiğini bize anlattı. Ama Ankara'daki heyecanımın bir kısmı azalmış, şimdi de Kosova'yı merak etmeye başlamıştım. Sınırı geçtikten sonra günün yorgunluğu üzerime çökmüştü. Babam ''Haydi kardeşinle şimdi uyuyun, dinlenin, sabah Makedonya'da Üsküp şehrini gezdireceğim.'' demişti. Sabaha kadar annem ve babam yola devam etmişlerdi ve bizi uyandırdıklarında muhteşem bir camiinin önündeydik. Annem ve babam Murat paşa camisi olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yapıldığını, Balkanlardaki en muhteşem cami olduğunu anlattıkça, bunun yanı sıra çevresini ve içini gezdikçe, heyecanlanıp gururlandım ama keşke hala bizim olsaydı diye de üzüldüm. Üskübü gezdikten sonra yine yola çıktık. Tam Kosova'ya yaklaşırken çok şiddetli bir yağmur başladı. Araba tavanı delinecek gibi bir yağmurla Kosova'ya girdik. Hemen bir Türk lokantasında yemek yedik ve babamın kiraladığı eve gittik. Yolculuktan hepimiz çok yorulmuştuk ve hemen yatıp uyuduk. Sabah olunca kardeşim beni kaldırdı ve balkona çıktık, etrafa bakındık. Babam Kosova'nın merkezi bir yerinde evi tutmuş ve en güzeli babamın iş yerini balkondan görebiliyorduk. Kahvaltı yaptıktan sonra babam işe gidince kardeşimle oyun oynadık. Orada sadece TRT1 Türk kanalı vardı ve tüm yayın akışını ezberlemiştik. Ertesi gün annemin oradaki akrabaları geldi ve bize dedemin orada doğup yaşadığı evi, okuduğu okulu gezdirdiler. Benim dedem Kosova göçmeniydi ve çok heyecanlıydım. Annem zaman zaman çok duygulandı ve ağladı. Annemin dedesinin de mezarını ziyaret ederken beni çok etkilemişti. Daha sonra oradaki tarihi eserlerin olduğu yerleri de gezdik. Sanki zaman makinesine binmiş gibiydik. Babamın izinli olduğu bir gün bizi çarşıya götürdü ve ev sinemasıyla birlikte birçok film aldık. Gündüz 2 saat derslerimizi tekrar yapıp test çözersek istediğimiz kadar film seyredebiliyorduk. Apartmanın altında market vardı ve orada çalışan bir kadın Türkçe biliyordu. Artık hep alışverişi ben yapmaya başlamıştım. Günler haftaları kovalarken babam bize Kosova'yı bol bol gezdirdi, göle ve milli parklarına götürdü ve çok eğlendik. Oradan ayrılmamıza bir hafta kala toparlanmaya başladık. Ayrılacağımız son gece aklımdan geçen düşünceler, beklediğimden daha güzel bir tatil geçirdiğimdi. Burada elektrik giderse su geliyor, aynı anda ikisini çok nadir zamanlarda yakalıyorduk. Savaş sonrası her şey yakılmış ya da yıkılmıştı. Ve ben ülkemin ne kadar kıymetli olduğunu, annemin akrabalarının çektikleri acıları anneme anlatırlarken kulak misafiri olduğum zamanlarda anladım ve Türkiye'nin böyle olmaması için o gece Allahıma dua ettim. Sabah oldu ve babam bavullarımızı arabaya yerleştirdi. Edirne'ye kadar yine babam bize eşlik edecekti. Kosova'daki akraba ve arkadaşlarımızla vedalaştıktan sonra yola çıktık.
Bulgaristan'da (Plovdiv)Filibe'de dinlenme molası verdik. Bu defa Konsoloslukta ki 30 Ağustos törenine katılacaktık. Konsolosluğa girdiğimizde orada çalışan amcaların çocukları şiirler ezberlemiş, her milletten temsilciler davet edilmişti. Türk müziklerinin en zengin çeşitleriyle yöresel Türk yemekleri ikram ediliyordu. Zafer bayramı coşkuyla kutlanırken o an Ankara'da okulumuzda yapılan her törene katılımın azlığından kendimce çok utandım ve üzüldüm. O kadar özenle hazırlanmışlar ki diğer milletin misafir çocuklarının kıskandığını hissettim. Törenden sonra tekrar yola çıktık. Bol bol kamera ve resimler çekmiştim.
Bu defa Edirne'de babamdan ayrılmanın üzüntüsü içimi sarmaya başladı. Yolda babam kardeşime ve bana annemi üzmememizi tembih ediyor, karşılığında ödüllerimizi sunuyor ve tercihi bize bırakıyordu. Edirne sınır kapısına yaklaştığımız da direksiyona annem geçti. Babam sınıra kadar geldi. Biz sınırı geçip Türkiye topraklarına basınca hem ülkeme kavuş-tuğum için seviniyor hem de babamdan ayrıldığım için ağlıyordum. Kardeşimle sarılıp yattık ve annem yola devam etti. Evimizin otoparkına gelince annem bizi uyandırdı. Evimize, odamıza hatta yatağımıza kavuşmuştuk. Annem yemek yedirip bize duş aldırıp yatırdı. Daha sonra dinlenip kalktığımızda arabanın bagajını boşaltıp pazara gidince yaşamın normale döndüğünü fark ettim. Ertesi gün Konya'dan babaannem bize geldi ve annem işe gitti. Babaanneme kardeşimle birlikte tüm tatil maceralarımızı anlattık, kameradan çektiklerimizi seyrettirdik ve resimleri gösterdik.
2004 yılının yaz tatilini her zamankinden farklı yaşamıştım. Halen rüya gibi geçirdiğim tatil beni çok etkiler. Ne Konya'da babaannemin yanında, ne de İzmir'de anneannemin yanında, ne de ailece Türkiye'nin değişik şehirlerinde geçirdiğimiz tatiller bende bu kadar derin izler Brüksel şehrinde karşılayacak. Tabii ki inşallah annem kanser hastalığını yenip eski sağlığına kavuşunca gideceğiz. Orada Kosova tatili kadar etkileneceğimi düşünmüyorum. Ama yine de ailemle bırakmamıştı. Şimdi babam yine yurt dışı göreve Liberya'ya gitti. Yazın bizi Belçika'nın yapacağım tatil beni heyecanlandırıyor. Türkiye'de yaşayan herkesin atalarımızın asırlarca mücadele edip derin izler bıraktığı yerleri gördükten sonra ülkemin ne kadar kıymetli ve şanlı olduğunu anlayacaklardır.
Şebnem Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BAŞIBOŞ SAATLERDE…
Zamanında Nilüfer'in de seslendirdiği Kayahan'ın şarkısı. Çocukluğumda çok sevdiğim bir şarkıydı ancak yaş ilerledikçe resmen sinirlerimi bozan bir şarkı oldu çıktı. Nilüfer'e de Kayahan'a da saygım sonsuzdur ama açıkçası alt üst etti dünyamı. "Nasıl bir iç dünyan var be senin?" diyenlere şimdiden "İçim çürümüş" diyebilirim zaten.
Şarkıya dönecek olursak, gerçekten bu yaşlarda melankolik hallerde dinlenmemeli bu şarkı. Ne kadar eğlenceli bir melodisi de olsa öyle ıslıklı falan, yine de dinlenmemeli.
Bir arkadaşımla konuşuyorum başıboş saatlerde, yani gecenin ilerleyen saatlerinde. Diyor ki "Bu başıboş saatleri de çok severim." Aklıma Kayahan'ın bu şarkısı geliyor hemen. Bir kendi kendime düşünüyorum da bu şarkıda geçen ortamı sağlayan hiçbir koşulum yok. Öyle böyle değil. Tam sıfır. Zıt.
O demiş "Başıboş saatlerde, alırım koynuma sevgilimi". Ben kendi kendime bakıyorum, başıboş saatlerde koynuma alabileceklerime yani. Her şey boş. Masamın üzerinde matematik, diferansiyel ve termodinamik kitaplarım sadece. Bunlar mı yani koynuma alabileceklerim? Başka alternatifim yok mu?
O sinir, kitapları koynuma almanın verdiği sinir beni boynu bükük bir şekilde evin içinde volta atmaya itiyor. "çözülür ipleri dünyanın" diyen Kayahan maalesef yalan demiş. Benim şalvarımsı gevşek eşofmanımın ipi çözülüyor, kıçımdan düşüyor, kıçımda durmuyor eşofmanım. O kadar kötü yani durum.
O umutsuzluk sevdanın sözlerini karartmıyor benim gözlerimi karartıyor. Uyku bastırıyor.
Yatmaya, uyumaya çalışıyorum, koynuma alabileceklerimin sadece termodinamik, matematik ve diferansiyel kitapları oluşunun verdiği üzüntü aklıma bir an "onsuz olmaz, çok alıştım" mısrasını getiriyor.
Gerçekten onsuz, onlarsız olmuyor. Bırakamıyorum hiçbirini. Çok alıştığım, hiç ayrılamadığım matematik dersini dört senedir, termodinamik dersini de iki senedir alıyorum. Diferansiyelden daha geçen sene ayrılabildim. Onsuz olmuyormuş gerçekten...
"Bir gün olmazsa, bir gün mutlaka diferansiyeli hayat karşıma tekrar çıkarır" diye ümit ediyorum.
Yazıyı anlamayanlar için şarkının sözlerini tekrar not ediyorum şuraya:
"Başıboş saatlerde
Alırım koynuma sevgilimi
Başıboş saatlerde
Çözülür ipleri dünyanın
Başıboş saatlerde
Kararır gözleri sevdanın
Başıboş saatlerde
Alırım koynuma sevgilimi
Onsuz olmaz
Çok alıştım
Dayanamam
Çok çalıştım
Bir gün olmazsa
Bir gün mutlaka."
Melodisiyle dinleyin ve yazıyı okuyun lütfen. Sevgiler...
Bilgehan Anıl
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
tomurcuklandı şiir
Tomurcuklandı şiir.
Şair acılar çekiyordu oysa,
Bir mızrak gibi batıyordu tüm
yaşanmışlıklar.
Depresyon inmeleri geliyordu
Değersizliğe uğradığı kişiler yüzünden.
Kör testereydi aşk
Birden değil acılar çekerek alırdı canını
Söküp çıkarmak istiyordu kalbini yerinden.
Bir türlü olmuyordu.
İki büklümdü şair
Zehirli bir hancerdi ruhunu yaralayan
İnim inim inliyor,
Kıvrım kıvrım kıvranıyordu.
Kramplar giriyordu kalp atışlarına.
Tomurcuklanmıştı şiir
Güzel çiçekler açmak için
Şairin ölüm döşeğine....
Erman Akçay
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
Benim gibi flash oyunlar oynamayı seviyor ama her zaman internete bağımlı kalmak istemiyor musunuz? http://www.sothink.com/product/swfcatcher/ie/ Bu kısa yolu tıklıyor ve sothink free swf catcher programını indiriyorsunuz. Daha sonra yapmanız gereken sadece programı çalıştırıp yüklenmesini onaylamak. Programın kısa yolu İnternet Explorer sayfanızın üst tarafına yerleşecektir. Ekranda flash bir program çalışıyorsa sothink kısa yoluna tıklayıp yakalayabilirsiniz. Dilediğiniz swf uzantılı çalışmayı işaretleyip bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
Bilgisayarınız için enteresan ve saatli ekran koruyucular http://clock-desktop.com/ Denemeye değer. Hem ekran koruyucunuz hem de ekranda sürekli çalışan bir saatiniz olacak. Bol seçenekli çeşitler için tıklayabilirsiniz.
Türkiye'nin en kapsamlı paylaşım forumu. En güncel divxler, En yeni programlar, yabancı diziler, yabancı mp3ler ve dahası… http://www.dizipaylas.net
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|