|
|
|
30 Mayıs 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kızılırmak boğazında kalsın emi!.. |
Merhabalar,
Millet, dinleyenlerle, dinleyip dağıtanlarla, alıp basanlarla uğraşırken koca başkentte bir skandal yaşandı ki sormayın gitsin. Melih Gökçek adlı zatı muhterem başkan bir laf etti ama tam etti, ben Ankara'da yaşıyor olsam, adamı şişleyesim gelir. Bu mesafeden ancak kendine rahmet okuyasım gelebildi. "Ankara'lı 21 gündür Kızılırmak suyu içiyor. Bakın işte kimseye birşey olmadı." benzeri birşeyler gevelemiş Bay Gökçek. Bilmeyenler için hatırlatalım. Kızılırmak Ankara'nın su ihtiyacı için hep bir alternatifti ama barındırdığı pislikler nedeniyle olmaz deniyordu. Halka sağlıklı, temiz su sağlamakla görevli başkan, tüm kuralları hiçe sayarak, suyu çaktırmadan Ankara'ya 21 gündür veriyormuş zaten. İşin ahlaksızlık boyutu bir yana, 21 gün sakladığına göre kendinin bile emin olmadığı belli olan bir konuda halkı kobay olarak kullanması düpedüz cinayet sebebi. Böyle bir hareketi, kaç ülkede kaç belediye başkanı yapabilir bir düşünün. Üç ya da beş farketmez. Bir bile olsa, o bir bizim başkentimizin belediye başkanı işte. Ankara'lılar bu konuda bir eylem yapmayı düşünmüyor musunuz? Yoksa bir daha ki seçimlerde gene gidip oyu bu adama mı vereceksiniz?
Nedendir bilmem, bu gece bir miktar uykuluyum. Göz kapaklarım beni dinlemiyor. İyisi mi, fazla oyalanmadan ben onu dinleyeyim ve yatıp dinlendireyim. Herkese güzel bir hafta sonu dilerim. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ZOR YAŞAMLAR, ÇAKMA DEPRESYONLAR |
|
Kabul etmeliyim artık yaşlanıyorum. Hiç panik yapmaya gerek falan yok. Her geçen gün yaşadığım çevreye ve insanlara yavaş yavaş yabancılaşıyorum. Dedem de böyle olmuştu. Oradan biliyorum. Önce geçim derdinden elek etek çekmişti. Bütün sorumluluğu yavaş yavaş önce nineme, sonra çocuklarına bırakıvermişti. Ekmek derlerse yiyor, su verirseler içiyordu.
Birkaç sene sonra çok keyif alarak oynadığı altmış altıyı ve dominoyu terk etti. Kahveden elini eteğini çekiverdi. Oysa kahve hemen evinin karşısındaydı. Hani uzak olsa yaşlıdır, yorgundur yürümek istemiyor diye düşünebilirsiniz. Ben de dedeme benzemeye başladım. Henüz hiçbir şeyden elemi eteğimi çekmedim ama her geçen gün olan biten bana daha da anlamsız görünmeye başladı. İnsanların konuştuğu konulara yabancıyım. Popüler gündemlerse bana ilişmeden geçip gidiveriyor. Ve başkalarının duyarlılıkları beni hiç ilgilendirmiyor. Bir yerlerde takılıp kalmışım anlaşılan. Belki yirmi sene öncesinde. Nükleer santrallere karşıyım örneğin hala. Canlıların yaşam alanlarının ortadan kaldırılmasına, denizlerin ve havanın kirletilmesine karşıyım. Ama laf olsun diye değil ha cidden karşıyım. Mümkün olduğu kadar az tüketip, bir şekilde yaşamımın içine sızmış ve zamanla vazgeçilmez olmuş, alışkanlıklara dönüşmüş tüketim yelpazemi terk edebilirim örneğin. Çünkü daha basit ve ilkel bir yaşama dönmenin gerekliliğine inanıyorum.
Son beş senedir çevremde bunalımlar, depresyonlar ve psikolojik tedaviler konuşmaların ilk sırasına yükseliverdi. Bunun moda gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Kime dokunsam ruhu yorgun, zihni bulanık. Görüşüp konuştuğum insanların çoğu bunalımlara boğulup doktorlara koşuyor. Bende tık yok. Ne bunalıyorum ne depresyonlara girebiliyorum. Evet haklısınız, yaşam kocaman, upuzun bir koşturmaca. Herkes gibi bende yoruluyorum ve usanıyorum. İçimizde kaç kişi vardır? Bir yakının ölümünü başucunda beklememiş... Bir sabah uyandığında en sevdiğini yitirdiğini görmemiş, kaç kişi? Ama yaşam böyle bir şey işte… Kabullenmekten başka çare var mı sanki?
Bakıyorum daha yirmisinde bir genç, okuyor işte bildiğiniz gibi. Ders, ödev, vize, final. Evden gelecek para da gecikir belki ara sıra. Normal değimli sanki? "Doktor tedavisi görüyorum amca," diyor. Bütün içtenliğinle. "Panik atak varmış bende. Çetin bey ilaç verdi. Şimdi dozunu azalttık biraz. Daha iyiyim." "Neden peki," diyorum. "Okula gidince, yani evden ayrılınca uyum sağlamakta güçlük çektim. Arkadaş edinmek, yurt bulmak, yeni bir okula başlamak zor geldi. Biraz zorlayınca da balatayı sıyırıvermişim," deyip gülüverdi. İyi de sen yine de o bela sınavı kazanmışsın. Bir okula gitmişsin. "Giremeyenler ne yapsın?" diyemiyorum elbette. Söylesem halden anlamaz olacağım. Yanında oturan arkadaşı da onun gibiymiş. Ama senaryo elbette farklı. O da, "Sevgilim terk etti. Bir türlü kabullenemedim," diyor. "Doktora gittim sende panik atak var," dedi. Cahilliğimden sordum. "Panik atak nasıl oluyor? Seni nasıl etkiliyor? Nefes alamıyormuş, boğulacak gibi oluyormuş. Birden otobüste giderken mesela yada kaldırımda yürürken tıkanıveriyormuş. "Öleceğimi düşünüyorum," diyor, "birazdan öleceğim sanıyorum."
Dinledikçe hem öğreniyorum hem üzülüyorum. Gencecik bu çocuklar. Neden bu kadar kırılganlar? Yanlarında üçüncü bir kız daha var. Ondan hiç söz etmeyeceğim. Zaten onun da bizimle konuştuğu falan yok. Tırnaklarında siyah ojeler, omzunda manasını pek çıkaramadığım bir dövme, rimelleri ve makyajıyla kendince gotik bir görüntü yaratmış. Konuşulanları dinliyor ama hiç konuşmuyor. Sadece tırnaklarını kemirip duruyor. "Dersler nasıl peki?" diyorum. "Çok kötü değil," dediler. İdare edermiş, sadece birinin alttan iki dersi varmış.
Gençlerin işi zor. Gelecek kaygısı bitiriyor bu çocukları desem bilmem ki bütün olan biteni açıklar mı? Kabul, geçlerin işi zor. Peki kendi akranlarıma ne oluyor? Bir arkadaşımız geçen yaz emekli oldu, ardından da depresyona giriverdi. Onun dert ettiği şeylere zerre kadar yabancı değilsiniz. Önce eşini sorgulamaya başladı. Örneğin eşi neden ev işlerine hiç yardımcı olmuyor? Neden sürekli lokalde kâğıt oynuyor? Neden kendilerine hiç zaman ayırmıyor? Neden bu kadar hazırcı ve haylaz? Neden eşine arada sırada çiçek almıyor? Neden sevdiğini söylemiyor? Neden, neden, neden? Oysa eşi yirmi beş yıldır öyleydi. Lokale gitmeye yeni başlamamıştı. Hanfendi bunları yıllarca sorgulamamış, şimdi ise birden kılı kırk yarmaya başlamıştı. Geri çekti, ileri itti baktı ki kocadan hayır yok. Birden ilgisi çocuklarına kayıverdi. Bu kez de onların okul başarısını, evdeki ve sokaktaki davranışlarını mercek altına alıverdi. Sonra birden uykudan uyanır gibi hiçbir şeyin istediği gibi gitmediğini anlayıverdi. Çocuklar da kocası da ona hizmetçi gibi davranıyordu. Topladı, çıkardı, çarptı, böldü, karekökünü aldı. Bir şeyler değişsin istedi. Ama artık çok geçti. Hayattan bekledikleri ile elde ettiklerini karşılaştırdı. Sonuç kocaman bir başarısızlık çıktı. Her sabah yatağından yeni rahatsızlıklarla uyanmaya başladı. Bir gün beli ağrıyordu, öteki gün başı. Midesi, böbrekleri, kalbi, tansiyonu derken sürekli doktora gitmeye başladı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
YAZ DOSTLUKLARI
Avukat Veli Önkur, yüz liraya aldım diye tüm dostlarına övüne övüne gösterdiği delikli kasketinin siperliğini, güneşten yanan ensesine çevirdi. Bugün oldukça erken başlamıştı.
Bir haftadır gazinoda geniş adımlarla dolaşa dolaşa anlatabileceği tek balık yakalayamamıştı. Dostları takılmaya başlamışlardı bile. Bir iki gün daha böyle giderse iyice gırgıra alırlardı. Yabancı bir balıkçıya rastlasa iyisinden bir iki balık alacaktı; ama şansından gelen giden de yoktu.
Hepsi bir yana öğretmen Muhittin'in takılmaları çileden çıkarıyordu onu. Hele son günlerde tavlada üst üste yenmesi, "Avukat Bey, ben savunmamı yaptım. Bu dikdörtgen aygıt sizi suçlu buldu." demesi ağrına gidiyor. Ancak dostlarına kendi takılmalarını anımsayınca,
"Az ediyorlar canım! Ben olsam neler yaparım." demekten kendini alamıyordu.
Veli Bey, dağların gölgesi sulara vurduğunda henüz balık yakalayamamıştı. "Yarın ava gideyim en iyisi. Nasıl olsa boş dönmem. Balık avlayamamaktan doğan durumu düzeltmiş olurum böylece" diye geçirdi içinden.
Düşündükçe av konusu Veli Bey'in aklına iyiden iyiye yattı. Aslında iyi bir avcı değildi; ama köpeği Samba, çok değerli bir seterdi. Hiçbir kekliğin ondan kurtuluş şansı yoktu. Bir tane bile keklik vursa gazinonun önünden gerine gerine geçebilirdi.
Oltalarına bir daha baktı. Hepsi boştu. "Gitmeliyim." dedi. Ancak, gitmeliyim sözü daha ağzından çıkmadan karar değiştirdi.
"Hepsi yolumu gözlüyordur. Yine neler söyleyecekler kim bilir? Bucak müdürü de balıksız gelirsen karışmam." dememiş miydi?
Biraz daha geç dönmeliydi. O zaman akşam gazinodakiler yemeğine dağılırlardı nasıl olsa.
Önceki gün küçük bir kız çocuğunun karanlık içinden bitiverip " Veli Bey amca, bugün de eli boş dönüyorsunuz galiba. Çünkü balık tutamadığınız günler böyle karanlıkta dönüyormuşsunuz eve. Öyle diyorlar." deyişini anımsayınca kayığın ortasında otura kaldı.
Meltem, bir süre sonra karmaşık düşüncelerini arıttı. Balıksız da çıkabileceğini dostlarına gösterebilmek amacıyla karaya çıkmaya karar verdi. Küreklerin suya her değişi, verdiği karara inancını pekiştirdi. "Bravo Veli, hevesleri kursaklarında kalsın şom ağızlıların. Bravo sana. Hem seninle ne hakla dalga geçiyorlar ki! Muhittin Bey'miş. Ne beyi be! Sıradan bir köy öğretmeni işte! Ya ötekiler? Lise mezunu kapkaççının biri açmış bir gazino, olmuş bey. Belediye reisi desen ilkokul diplomasını bile sonradan alabilmiş biri. Bucak müdürü? Boş ver… Sen avukatsın, avukat! Koskoca İzmir barosuna kayıtlı, anlı şanlı Veli Önkur Bey… Zaman geçsin diye yüz veriyorsun, tepene çıkıyorlar. Hem niye ava gidecekmişsin? Onlardan üstün olduğunu gösterebilmek için mi? Peh!.. Ben onlardan elbette üstünüm. Diplomam, param, çevrem… Öğretmen Muhittin'e bak! Eline her gün bir kitap alıp güya okumuyor mu? Benim yazıhanemde ayrı, evimde ayrı kütüphanem var be kardeşim! Bir yanda hukuk dizisi, bir yanda çok satan romanlar, öyküler. Ansiklopediler de caba. Ya ötekiler?
Belediye reisinin sigara içişi bile fiyaka. Sigaranın filtresini göstereceğim derken, küflü dişlerini saydırıyor millete. Geç, geç… Hepsi aynı kavağın kaşığı, kaba adamlar işte. Bir de onlara önem veriyorum. Aslında konuşmamak en iyisi; hatta en iyisi buraya gelmemek. Villa kayınvalidenin hatırasıymış, hanım akrabalarıyla oluyormuş. Olmayıverse ne çıkar? Paran mı yok, git Kuşadasına, Çeşme'ye, Foça'ya… Avrupa'ya git kardeşim. Sendeki Fransızca kimde var! Niye böyle pasaklı insanlar arasında yazlarını berbat ediyorsun?
Veli Bey, yoruldukça karmaşıklaşan düşünceler içinde kürek çekti, çekti… Neden sonra kıyıdaki kalabalığın kendisine el salladığını gördü. Önce korktu, çevresine bakındı. Bir şey göremedi. Sonra "Hay aksi şeytan!" dedi kızgın. "Ne adamlar böyle bunlar. Bu kadarı da fazla artık. Keşke karanlığa kalsaydım. Ne gelgeç kafam var benim. Nerden takıldı o veledin sözleri aklıma. Gel de ayıkla pirincin taşını!
"Veli Bey, Veli Bey!"
"Çabuk çekin kürekleri!"
Dikkatlice baktı. Reis, müdür, öğretmen, gazinocu ve tanımadığı birkaç kişi."Tam takım adamlar!" dedi öfkeli. "Kürekleri çabuk çekin"miş! Balıkları da göster deseniz ya! Yüzsüzler. Babalarının güldürücü başı değil mi Veli Önkur ne olacak!"
Kıyıya yanaştığında dostlarının kimi kayığın ipini bağlıyor, kimi kayıktan inmesine yardım ediyordu. Bu arada da telaşlı telaşlı bir şeyler söylüyorlardı. Şaşkındı. Öğretmen Muhittin"in sözlerini anlayabildi sonunda:
" Bizim komşunun oğlu çok kötü. İlçeye hastaneye atıver. Aksilik hiç araç bulamadık."
Veli Bey giyinmeyi bile aklına getirmedi. Kendisini son model arabasında ilçeye yol alırken buldu.
Ertesi gün gazinonun başköşesine oturan Veli Bey tüm dostlarına bir saatlik yolu yarım saatte alışını ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Paraguay da Tamam, Sıradaki? |
|
Ho Ho Ho Sin Mich,
Ernesto'ya bin selam,
2-3 daha fazla Vietnam.
Bu ünlü slogan, 1968'lerdeki Vietnam savaşının en şiddetli zamanlarında ülkemizde sıkça atılıyordu. Adeta, onun özünde yatan anlam ve isteğe koşut, son birkaç yılda, Venezuela, Bolivya, Ekvator, Brezilya, Arjantin, Şili, Uruguay gibi Latin Amerika ülkeleri sol ve "ortanın solu" diyebileceğimiz siyasal güçleri iktidara taşıdı. Emperyalizme karşı yükselen sol siyasetin ayak sesleri şimdi de Paraguay'da duyuluyor.
Eski Katolik Piskopos ya da Paraguaylılar'ın deyimiyle "Yoksulların Piskoposu" Fernando Lugo, son seçimlerde, oyların %41'ini aldı. Bu sonuçla Lugo, en yakın rakibine, ülkenin ilk kadın başkanı olmaya aday Blanca Ovelar'a atığı %10'luk oy farkıyla, 61 yıldır ülkeyi yöneten, muhafazakar "Colorado Partisi"nin iktidarını da sonlandırdı. Colorado Partisi'nin sürdürmekte olduğu iktidarı çok eskiye dayalıydı, öyle ki, bu parti Çin Komünist Partisi'nden iki yıl önce göreve gelmişti; üstelik Paraguaylılar, bu uzun iktidar döneminden öylesine yorulmuşlardı ki, parti, sanki bir "kulüp" havasında, yalnızca yöneticilerine hizmet eden bir kuruluş gibi çalışıyordu. Eski bir öğretmen, eski basketbol oyuncusu ve eğitim bakanı olan Blanca, partinin son yıllarda çıkarabildiği en iyi adaydı. Blanca, sırtını dayadığı partisinin ve iktidarın müthiş desteğine, yanı sıra da geçen yıl gerçekleşen %5,5'luk ekonomik büyüme başarısına karşın, büyük olasılıkla, seçimi neden kazanamadıklarını, hâlâ düşünüyor olmalı. Onu bu düşünceleriyle bırakıp Fernando Lugo'nun seçim zaferini irdeleyelim: Latin Amerika'da, yükselen solla birleşen ABD karşıtlığı, "alternatif" arayan bölge insanının hem istikrarsızlığın ve küresel uygulamaların hüküm sürdüğü eski siyasal düzeni terketme isteğinde olduğunu hem de halkların yeni arayışlara girdiğini kanıtlıyor. Ek olarak, %5,5'luk ekonomik büyümeye karşın, %30'lara varan fakirlik oranının da göz önünde tutulması gerekir.
Lugo'nun büyük olasılıkla, ele alıp üstesinden gelmek zorunda olduğu ilk iş, fakirlikle mücadele olacak. Çünkü Paraguay, Bolivya'nın hemen ardından, kıtanın ikinci en fakir ülkesi. Satınalma gücü, kişi başına, Brezilya'nın yarısı, Arjantin'inse üçte biri kadar. Lugo'yu uğraştıracak ikinci konuysa yozlaşma! Paraguay, yolsuzlukla mücadele konusunda araştırmalar yapan, çözümler öneren "Yozlaşmaya Karşı Küresel Ortaklık" niteliğindeki "Transparency International" adlı uluslararası bir STK'nın (http://www.transparency.org/) yaptığı yozlaşan ülkeler sıralamasında 138. sırada bulunuyor.
İnsanı düşünceliliğe iten bu melankolik analizin sonucunda, Colorado Partisi'nin o çok uzun süren iktidarı boyunca, ne adaletin, ne ülke yönetiminin ne de sosyal politikaların düzgün işletildiği söylenebilir. Sonuç (?) Halk ve yönetim güçleri arasında müthiş bir ayrılık… Latinobarometer adlı bir web sitesinde (http://www.latinobarometro.org/) yapılan son bir ankete göreyse Paraguaylıların yalnızca %33'ü demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğunu düşünüyor! Bu sonuç, ülkenin içinde bulunduğu durumun tek sorumlusunun yalnızca 61 yıllık Colorado iktidarı olmadığını, elbette Paraguaylıların da bunda parmağı olduğunu düşündürüyor. "Kayırmacı" ilişkilerin kurulduğu bütün yönetim şekillerinin doğasında bu çarpıklığın olması, zaten kaçınılmaz sonu getirir: Zenginliğin, ayrıcalıkların, kamu işlerinin ve sosyal nüfuzun kaynağı egemen güçte toplanmışken, bu güç, sert yüzünü bütün muhaliflere alabildiğine gösterir. Bu yüzden, "kayırmacı" bütün yönetimlerin destekçileri de zaman zaman çoğalır.
Fernando Lugo, "Değişim İçin Yurtsever İttifak" adı verilen bir grubu oluşturan 8 küçük partinin ortak adayı olarak seçildi. Bu gruba, partilerin yanı sıra sendikalar ve köylü hareketleri de destek verdi. Lugo, seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı ilk değerlendirmede, "Küçük insanların da kazanabileceğini gösterdik." dedi.
Lugo, yoksul Paraguay halkına yardım edemediği için, üç yıl önce piskoposluğu bırakıp politkaya atılmıştı. Başkanlık seçim kampanyasında, yozlaşma, fakirlik, sosyal adaletsizlik ve eşitsizlikle mücadele sözü vererek, 8 partili bir koalisyona önderlik etti. Aslında geçmişine bakıldığında pek de "karizmatik" biri olmamasına karşın, önderlik ettiği oluşumun gereksinim duyduğu "güçlü" bir başkan adayı görüntüsünü vermeyi başardı. Selefi eski başkan Nicanor Duarte, seçimin tam bir yenilgi olduğunu; ama Paraguay tarihinde, ilk kez kan dökülmeden, askeri darbe olmadan ve herhangi bir şiddet yaşanmadan, bir partiden ötekine iktidarın geçtiğini açıkladı.
Lugo'nun önünde, seçim vaadinde, ilk el atılacak konular arasında duyurduğu, Brezilya'yla yapılmış "Itaipu" Hidroelektrik Santral Anlaşması'nın Paraguay aleyhindeki maddelerinin değiştirilmesi de bulunuyor. Söz konusu anlaşmaya göre Paraguay, Brezilya'yla ortak inşa edilmiş bu dev barajdan üretilen elektiriğin, kullanılmayan bölümünü, üstelik piyasa fiatının altında, yine Brezilya'ya satmak zorunda. Lugo, akıllıca bir politikayla, daha şimdiden, bu konudaki müzakerecicisini Brezilya Devlet Başkanı Lula'yla tanıştırdı. Lugo'nun, buradan kazandığı geliri, hedeflediği sosyal projelere harcamak gibi bir düşüncesi var, tıpkı Brezilya'nın yaptığı gibi.
Lugo'nun önderliğindeki koalisyonunun bir yanında uygulanmayı bekleyen liberal politikalar, öteki yanındaysa sol politikalar duruyor. Buna, Lugo'nun deneyimsiz bir politikacı oluşu da eklenirse, ortaya çıkan karışım tehlikeli olabilir. Koalisyonda daha baskın olan Liberal Parti, bazı şeylerin "aceleyle" yapılmasını engelleyebilir; ancak, biraz aceleci olmanın da Colorado'dan büsbütün kurtulmak için gerekli olduğu söylenebilir.
Ülkesinin sorunlarını doğru teşhis eden Lugo, "Kurtuluş Teorisi"nden etkilendiğini; ne "sağ"a ne de "sol"a yakın olduğunu, ideolojik olarak "ortada" durduğunu açıkladı. Ancak, Peru'lu Cizvit rahip Gustavo Gutiérrez'in 1971'de ortaya attığı, ekonomik ve felsefik bir yaklaşım olan "Kurtuluş Teorisi"ne daha yakından bakarsanız, kapitalizm ve zengin ulusların, fakirler üzerinde yaptığı sömürü ve baskılara çözüm için arayış içinde olan; Küba Devrimi ve Che'nin Devrimci fikirlerinden etkilenen, özetle, sol ideoloji ve din arasında paralellikler kuran söylemleri içerdiğini, görebilirsiniz. Teori, "öbür dünya" yerine, bu dünyanın sıkıntılarıyla mücadeleyi öneriyor. Bu teoriye inanan yeni din adamlarının kurduğu kiliseler, "Halkın Yeni Kiliseleri" diye biliniyor; bu kiliselerde toplumsal sorunlar tartışılıyor. Bu durum da, halkın demokrasiye elbette daha çok katıldığı bir ortamı doğuruyor. Bu açıdan bakıldığındaysa Lugo'nun oldukça "sol" bir yerde durduğu rahatlıkla söylenebilir.
"Yarım yüzyıl" süren bir iktidara karşı, tek tek bir şey yapılamayacağını anlayan küçük partilerin, bir araya gelerek neler yapılabileceğinin, halkta nasıl umutlar doğurabileceğinin ve sonunda da "kemikleşmiş" bir yapıyı, bir biçimde saf dışı bırakıp demokratik yollardan iktidar olunabileceğinin göstergeleri olması bakımından, Lugo'nun seçilmişliğini çok önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durum sayıyorum. Lugo, 15 Agustos'ta yemin ederek görevine başlayacak.
Cüneyt Göksu cuneyt.goksu@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Tele Hergele |
|
Kelimelerin dibi yarıldığında ya Latince ya da Yunanca ile karşılaşıyorsunuz. "Tele" de Yunanca "uzak" anlamına gelen bir kelime. Belki hepimizin ilk duyduğu ve içinde "Tele" geçen kelimeler; "Telefon", "Teleskop" ve "Televizyon" olmuştur. Yunanca; "ses" anlamına gelen "fone", "bakmak" anlamına gelen "scope" ve "görüş" anlamına gelen "visio" kelimelerinin "Tele" ile yapmış oldukları evliliklerden doğan meşru kelimelerdir. Yaptığı bunca evliliğe bakınca da; "Az hergele değilmiş yani şu Tele !" demekten kendinizi alamıyorsunuz. Gerek "Telefon" gerekse "Televizyon" kelimelerinin büyük büyükbabası da herhalde "Telekomünikasyon" olsa gerek. Bu uzun mu uzun kelime ve içeriğindeki teknolojik gelişmeler bir dizi "Tele" sözcüğünü kazandırmış literatüre. "Telekumanda", "Telefax", "Teletext", "Telesine", "Telemetri", "Teleobjektif", "Telesekreter" gibi. Bir "e" harfinin eksik oluşu nedeniyle bu kategoriden nasibini alamamış kelime de "Telsiz" olsa gerek. Zira; özü uzaktan iletişmek olan teknoloji, günümüz dünyasında kablosuz ve telsiz düzeydedir. Ortada tel olmaksızın geliştirilen bu cihaza "Telsiz" demişler anlamlı olarak ama istemeden bir "e" çalınmış bu durumda. Diğerlerine benzer şekilde "Telesiz" de olabilirdi. Ayrıca; "Teleski", "Telesiyej" ve "Teleferik" gibi kelimelere de rastlıyoruz. "Televizyon" için yapılan programlara bile bulaşmış bu hergele "Tele". "Tele Pazar", "Tele Kutu", "Tele Gol", "Tele Lig", "Telekritik", "Televole" gibi.
Uzaktan konferans yapalım demişler hobaaa : "Telekonferans"..
Uzağa fotoğraf yollayalım demişler hayda bre : "Telefoto"..
Uzaktaki cisimlerin yakından fotoğrafını çekelim demişler "Teleobjektif"..
Uzaktan birbirimizin ruh halini anlayalım demişler hooop : "Telepati"..
Uzaktan düşünce gücü ile cisimleri oynatalım demişler o da ne : "Telekinezi"..
Uzaktan pazarlama yapalım demişler alooo : "Telemarket"..
Uzaktan satış yapalım demişler buyrun size : "Telesatış"..
Uzaktan kız çağıralım eşlik etsin demişler ahan da : "Telekız"..
Uzaktan "Neler konuştuğunuzu çok merak ediyoruz ?" demişler işte : "Telekulak"...
En bilinen uygulamalar ise "Telefon" alanında. "Telesekreter" mesajı bırakan ünlüleri arayıp "Tele" hakkında fikirlerini öğrenmek istedim, bakın neler duydum neler..
Şu anda evde yokuz lakin telaşa mahal yoktur, devletimiz böyyüktür. Kulak gabartılması fevkalade yannıştır, hökümet yannış yapmıştır. Binaenaleyh; o kulak gızarıncaya kadar çekilmelidir.
İyi akşamlar Türkiye, her nereden arıyorsanız. İyi de; bakalım evde miyiz değil mi ? Dii mi efenim ? Diyelim evdeyiz, siz dışarıdan mı arıyorsunuz ? Çocukken de; dışarıdan mı arardınız ? Efenim, ne işiniz var dışarıda ? Çekmiiim kulağınızı, sonra "Acı var mı ?" diye sormak mecburiyetinde kalacağım, töbe tööbe..
Aradığınız numara benim tarafımdan da bilinmektedir. Eskidi bu numaralar eskidi. Onca Hababam Sınıfı filminde oynadık, bu numaralar söker mi yahu bana ? Şimdi geliyorum kulaklarınızı çekmeye ..!
Aradığınız numara hala bendedir, kolay kolay vermem. Oynamak istiyorum. Bana ne, bana ne hala oynayacağım işte ..! Jübile istemem. Hem siz Hocam'a sordunuz mu ?
Aradığınız numara yalan Hocam. Bana numara yapmayacaksın Hocam. Oynatsın Uğur görelim bakalım.. Bak Hocam, nasıl numaradan bırakıyor kendini. Böyle penaltı olmaz Hocam. Numara yapanı kulağından tuttuğun gibi atacaksın Hocam...
Aradığınız numara ya yanlıştır ya da kapsama alanı dışında kalmışsınızdır. Sizden ne köy olur ne kasaba, AB hiçbir zaman katmadı sizi hesaba, ara sıra gösterdiğimiz sopanın üstü aba. Hala anlamadınsa uzat bakiiim kulağını...
Aradığınız yönde tüm hatlarım taş gibi, silikon sayesinde dolgun, yaşım olgun cildim gergindir.Kimler gelmiş kimler geçmiştir...
Aradığınız numara laik ve demokratik anayasal sistemimizde yer almamaktadır. Rejimin altını oymaya kalkanlara, Cumhuriyet devrimleri yerine "Tele" yerlerden ılımlı sözler gönderenlere kulak asmayınız. Hala kızarmadı mı o astığınız kulaklar ..?
Aradığınız numara cevap veriyorsa hala iş var demektir. Bu durumda lütfen haber veriniz onu da babalar gibi satayım, ekonomiye 3-5 kuruş daha katayım, mısır ile kalkıp yumurta ile yatayım.
Aradığınız kişinin numarası tadilat nedeniyle kapalıdır. Bakmayın hepinizi temsil ediyor görünümünde olduğuna. Zaten; ne arabulucuk bilir, ne yaramazlık edenin kulağını çekebilir..
....... Bu da aradığımız son numara olsun : .... Hah çalıyor :
The number you have dialed can not be reached at the moment...
Kulak olsun olmasın farketmez, şu "Tele" gerçekten de tam bir "Hergele"...
Her Gele...
Ger Hele...
Gel Here...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Burçin Çobanoğlu |
Bir hiç
Bir hiç için bekliyorum seni.
Burada…
Senin bakmadığın yerde.
Göremediğin bir pencerenin önündeyim. Sen kendi dünyanın içinde kendi kendine bir savaşın içindesin. Ben senin gözlerin olmayı dilerken sen hayatının en kötü anını emanet edemeyecek kadar sevmedin beni. Yürüdüğün yollarda hiçbir iz yok. Ben yine de takipteyim..
Bir gün sana ulaşabileceğim bir yerde bir taşın üstünde beklediğini düşünüyorum. Sen yürüyorsun. Ne düşündüğümü bilmeden kendi yolunu çiziyorsun.
Benim yolum yok.
Bildiğim yol senin çizdiğin..
Gidiyorsun.
Arkandan bakan bir çift gözüm var ağlıyor bazen..
Sen yaşlarımı silemeyecek kadar gururlusun.
Git diyebilecek kadar cesur. Unut diyebilecek kadar acımasız.
Bitti diyecek kadar gaddar.
Bitiremeyecek kadar korkaksın oysa..
Git diyorsun.
Gidemeyeceğimi biliyorsun.
Burçin Çobanoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
VE GİTTİN…VE BİTTİ
Karlı bir Erzurum sabahıydı
Ellerimi donuk bakışlarınla yıkadığımda
Yüreğimi ısıt diye avuçlarına koyduğumda
Saatler henüz ayrılığı göstermemişti.
Üşüyordum
Sevgisiz sözlerin kalbimi dağlıyordu
Son kampanayla ayrılan gözlerin
İçimi yakıyordu
Ve gittin bir sabah erkenden
Hem de sebepsizce
Dağlar aramıza girdi koskoca
Yollar böldü bizi
Yenildik dağlara ve yollara
Bitmeliydi
Ama böyle değil…
Yasemin Kemaloğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
Benim gibi flash oyunlar oynamayı seviyor ama her zaman internete bağımlı kalmak istemiyor musunuz? http://www.sothink.com/product/swfcatcher/ie/ Bu kısa yolu tıklıyor ve sothink free swf catcher programını indiriyorsunuz. Daha sonra yapmanız gereken sadece programı çalıştırıp yüklenmesini onaylamak. Programın kısa yolu İnternet Explorer sayfanızın üst tarafına yerleşecektir. Ekranda flash bir program çalışıyorsa sothink kısa yoluna tıklayıp yakalayabilirsiniz. Dilediğiniz swf uzantılı çalışmayı işaretleyip bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
Bilgisayarınız için enteresan ve saatli ekran koruyucular http://clock-desktop.com/ Denemeye değer. Hem ekran koruyucunuz hem de ekranda sürekli çalışan bir saatiniz olacak. Bol seçenekli çeşitler için tıklayabilirsiniz.
Türkiye'nin en kapsamlı paylaşım forumu. En güncel divxler, En yeni programlar, yabancı diziler, yabancı mp3ler ve dahası… http://www.dizipaylas.net
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|