|
|
|
3 Haziran 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Pek ilginç bir uygulama... |
Merhabalar,
Bir devir daha kapandı. Banker Kastelli'nin intihar haberini duyduğumda gerçekten üzüldüm ve gani gani rahmet diledim. Biz yaştakilerin para kazanmaya başladığı dönemlerde ortaya çıkan bankerlerin bankeriydi Abidin Cevher Özden. Hatırlıyorum da, bankerler birer birer batarken bile Kastelli'ye Merkez Bankası edasıyla bakılır, "Hayatta batmaz" denirdi. Düşünün, 70 sonu 80 başı yıllarda bir adam tek başına mevduatın üçte ikisini toplayıp, devlete, bankalara satıyor. Bu arada para yatıranlara da faizlerini takır takır ödüyor. Yatırdığının beş mislisini faiz diye alanları biliyorum. Gerçekten olağanüstü birşeydi. Zaten batışı da yemesinden değil, bankaların bir araya gelip ortak kararla artık Kastelli'yi kullanmamaya karar vermeleriyle oldu. Hiçbir zaman çakma bankerlerden olmadı. Mesela bir Bako vardı, tiyatroda her hafta bir günü kapatır mudilerine ücretsiz oyun seyrettirirdi. Kuliste salınmasını şimdi gibi hatırlıyorum o tüysüz oğlanın. Meğerse millete oyun seyrettirirken asıl oyunu kendisi oynuyormuş. Şimdi neler yapıyor kimbilir. Allah taksiratını affetsin Kastelli'nin.
Sav'ın "No" yerine "Yes" olayında yeni gelişme pek ilginç. Slogan atıp millet gammazlamaktan başka meziyeti olmayan bir gazete parçası, T.Telekom'dan istediği dökümleri zart diye alabilirken, en büyük servis sağlayıcımız Turkcell CHP'nin isteğini reddetmiş. İlginç değil mi? Adamlar mahkeme kararı istemişler, haklılar belki. İyi de bu mahkeme kararı T.Telekom'u bağlamıyor mu? Nasıl oluyor da ertesi gün dökümler Vakit'in eline geçiyor. İlginç, gerçekten ilginç.
Bir enteresan haber de senior ve junior först leydilerden. Kendilerine "Küsler" diyen medyayı mahkemeye veriyorlarmış. Sanırım tazminat kokusu aldılar. Bu aralar işler kesat olmalı. Giderayak küpü doldurmaya bakıyorlar herhalde. Eee, iş bilenin kılıç kuşananın. Su akarken küp doldurmak Allahın emri olsa gerek. haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu |
ViCDAN YOLCULUGU - POLONYA M.O.L
Kadim dostum derler ya... Rehberlikten meslektaşım, aile dostum, mutluluk reçetelerimin sahibi, yaşam koçum, hayat fenerim, kötü günde yanımda, iyi günde arkamda, beynimin yarısı, hayallerimin aynası, anaların anası, elit zevklerin gurusu, bilge insan, profesyonel gezgin, şirketimiz Baracudatour kurucu ortağım Elzi Kalma...
Bana bugün aşağıdaki mail ve ekdeki yazısını yollamış. O dostları ile, ben de sizlerle paylaşmak istedim bu yazıyı.
Gerek Avusturya, Macaristan gerekse Çek Cumhuriyeti'nde "toplama kampları"nı defalarca ziyaret ettim. Ancak bu yerleri hep; bir resim, bir film platosu gibi seyrettim. Rehberlik dönemlerinde de turistleri gezdirirken sanki truva savaşını anlatır ruh haliyle orada gelişen olayları anlattım. Her seferinde kanım dondu. Bunları yapanlar insansa insanlığa, faşizme lanet ettim ama hiç bu yazıyı okurken ki gibi damarlarımdan vurulmadım, içim acımadı, hıçkırmadım.
Oysa ben Avusturya'da 8 sene yaşadım. Benzeri hisleri;
• Taksi ehliyeti kursundaki Avusturyalıların tek yabancı olarak beni dışlarlarken,
• Yaşlı bir Avusturyalının "sen sünnetli misin?" diye sorup, evet dediğimde sağ işaret parmağını boğazına götürerek "khıııhk" sesi çıkardığında,
• "kara kafa" olduğumdan taksi sırası bende olduğu halde her 2 Avusturyalı'dan birinin arka sıradaki Avusturyalı şoföre yönelirken,
• Doktora yaptığım üniversitede çalıştırdığım, kopya verdiğim Avusturyalının bile derslerini verdiğini, benim ise 8 senede doktoramı neden bitiremediğimi hatırlarken,
• Bir bakışıma tav olan genç kızın Türküm dediğimde nasıl "uzadığını" izlerken yaşadım.
Ama yine hiç birşey beni Elzi'nin anlattıkları kadar etkilemedi. Babamın kaybından bu yana hiç bu kadar ağlamadım.
Oysa bu ırk; güzellikleri ve refahı hakketti. Sanatın her biriminde, bilimin her dalında bu ırk insanlığa ışık tuttu. Saldırılmadıkça da kimseye saldırmadı.
Sevgili Elzi,
Sanırım sen de ırkınla gurur duyuyorsun. Bunu da hakediyorsun. Baksana bana. Ben bile senin yazına kadar olayları film, olayların geçtiği yerleri, kampları film platosu saydım. Bu konuda kimden özür dileyeceğimi, kime kızacağımı da bilmiyorum.
Lütfen bana bu yazını kendi sayfamda paylaşmama müsaade et.
Seni artık daha başka seviyorum.
arkadaşın cem..
=======================
Sevgili Arkadaşlarım ,
Bildiğiniz gibi bu yıl çok uzun zamandır yapmak istediğim Polonya/M.O.L ziyaretini gerçekleştirdim.
Döner dönmez çok yoğun hislerle yazdığım yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Herkese sevinç ve sevgi diliyorum.
Görüşmek üzere
Elzi
Not:March Of Living (M.O.L) İnternational her yıl 1 mayısta "yom a shoa" yani soykırım anma günü olarak kutlanır Polonya da.
Diasporadan gelen 63 ülke Yahudileri, Israilliler ve en önemlisi tüm survivorlar (nazi kamplarından kurtulanlar) ve onların yeni nesilleri Auschwitz çalışma kamplarının olduğu yerden Brikenau ya ölüm rampasından yürürler. Bu rampa insanları yürürlerken ölüme götürmüş, yürüyebilenler ise son durak olan toplu ölüm fabrikalarında duşlarda gazlanıp fırınlarda yakılmıştır.
Şimdiki şanslı nesil bunu anarak March Of Living e dönüştürüyor.
ViCDAN YOLCULUĞU
Yıllardır bildiğimi, hatta kendimi çokça eğittiğimi, üzerinde epeyce kafa yorduğumu yeterli yayın ve kitap okuduğumu sandığım Yahudi soykırımı konusunu, yerinde de yaşama, inceleme ve daha da derinden hissedebilme isteği bir vicdan borcuydu benim için uzun yıllardır…
Soykırımı bilmeden büyümüştüm ta ki Holocaust/Soykırım filmini izleyene dek…
Neredeyse 15 yaşındaydım… Kulüplerimizden birinde seyrettirilen ve gerçek belgesel sahnelerle dolu olan bu film beni çok derinden etkilemiş ve hayatımın olgunlaşma yolundaki dönüm noktalarından biri olmuştu. Akabinde sormaya, araştırmaya ve okumaya başladım.
Okuldan bu konuda bilgi edinmem imkânsızdı zira Türkiye 2ci dünya savaşına katılmadığından tüm dünyanın yönünü değiştirip bu günkü kaderine kitleyen, sanata, müziğe, modaya, mimariye, özgürlük bilincine, demokrasiye, diğer rejimlere, insan ve işçi haklarına, ayrımcılığa, azınlık ideolojilerine, ırkçılıkla mücadeleye damgasını vuran bu savaşa tarih kitaplarımızda sadece 2 sayfa yer verilmişti (sanırım hala da öyle)…
Ailem ise, kendilerince beni şiddet ve korkudan korumak, dünyaya önyargılı yaklaşmamı önlemek, düşmanlık kin ve nefret duygularından uzak tutmak, masumiyetimi yitirmeden yetiştirmek istemişler…
Yurtdışı okulların lise kitaplarından bilgi edinmekle başlayan bu buruk yolculuk hiç bitmedi.
Nasıl bitebilirdi ki?
Okuduğum her kitapta, izlediğim her belgeselde, bilincime ve zihnime eklediğim her bilgi ve detayda hele hele tanışma şerefine kavuştuğum her survivor'da derinleşen bir sorumluluk hissi ve çığ gibi büyüyen bir soru denizi ile karşı karşıya kalıyordum.
Cevap Polonya'daydı ya da en azından ben öyle hissediyordum.
Orta Avrupa'da Yahudiliğin merkezi haline gelen, savaştan önce 3 milyon Yahudi'yi misafir etmiş sonrasında bir o kadarına mezar olmuş Polonya'ya gitmeliydim. Varşova gettosunu Auschwitz'i Birkenau'yu Majdanek'i ve diğer kampları ziyaret etmeli, bu insanlık tarihinin şahit olduğu en kalabalık mezar şehrinde tanımadığım milyonlarca insanım için ağlayabilmeliydim…
Nihayet Nisan 2008 de March Of Living'e katılmak üzere yola çıktım.
Yüz binlerce insanı yürürlerken yitirdiğimiz (death march) ölüm rampasında yürümek nasıl bir duyguydu?
Dünyanın dört bir yanından tek bir amaç için gelen binlerce insanın, tek yürek olmuş, hafızaları tek konuya kitlenmiş, saygı ve sevgi çıtaları nerdeyse eşitlenmiş, 10 metre genişliğinde bir yolda birbirine çarpmadan, itişmeden, yürüyebilen bir kalabalığın mensubu olmak nasıl bir şeydi?
İşte bu soruların cevaplarını Hayata karışmadan, araya bir şeyler girmeden, zamana akıp gitmeden, unutulmaya yüz tutmadan, çok anlatıp eksiltmeden kısaca en sahici anında anlatmalıyım.
Anlatabilecek miyim?
Kavramların ve kelimelerin gücü yeterli olacak mı?
Hayalet şehir Auschwitz…
Aklın, mantığın, öğrenilenlerin, tabu ve geleneklerin, sağduyunun, sezgilerin, içgörünün, tahmin edebilme yetisinin bittiği; karanlığın, tarif edilemez acı ve yoksunlukların insanlık tarihindeki en benzersiz toplu ve planlı katliamının gerçekleştirildiği yer…
Tahammülün, umutsuzluğun, aşağılanmanın ne demek olduğunu,
Maddi manevi fiziksel anlamda yok edilmenin acısını,
İşkence ve öldürmenin sanayi haline gelişini görmenin dehşetini,
İnsanoğlunun içinde gizlenen zulüm ve gaddarlığın şiddetin sınırsızlığının farkına varmanın korkusunu iliklerinize değin hissettiğiniz…
Mezar taşlarının yol yapıldığı,
İnsan saçından kumaş dokunduğu,
İnsan derisinden abajur yapıldığı,
İnsan yağından sabun üretildiği,
Daha önce insanlar üzerinde uygulanmamış her türlü deney ve ameliyatın anestezisiz uygulandığı,
Günde 100 kalori gıda alındığı,
Çocukların annelerinden,
Etin tırnaktan,
Umudun hafızadan,
Onurun ruhtan,
İnsanlığın yaşamdan,
AYRILDIĞI
Merhametin işkenceyle
İnsafın zulümle,
Barışın ölümle,
Adaletin haksızlıkla
Aklın cinnetle
Tanrının şeytanla
YER DEĞİŞTİĞİ Auschwitz…
80 bin ayakkabının ne kadar yer tuttuğunu,
15 bin kadından kesilen saçların kapladığı alanın büyüklüğünü,
18 bin insanın küllerinin nasıl bir dağ kitlesi oluşturduğunu kendi gözlerinizle görünce hep bildiğinizi sandığınız (final solution of the Jewish question) ideolojisine kurban edilen 6. 000. 000 (6 milyon) Yahudi'nin istatistiksel bir bilginin ya da bilinen bir rakamın çok ötesinde olduğunu kavrama anı!
Bu 6 milyon sanatçının, doktorun, bilim adamının, müzisyenin, yazarın, ressamın, babanın, annenin, çocuğun, kardeşin bu gün eğer yaşasalardı 35-40 milyon olabileceklerini ve böylesine donanımlı bir neslin dünyaya nasıl bir etki yapacağını çok derinden üzülerek ve şaşkınlıkla algılama anı!
Kurtulanların öykülerini dinlerken kanınızın çekildiği, gözyaşlarınızın boğazınızda düğümlendiği ve onların sükûneti ve kin ve nefretten uzak erdemli halleri karsısında kendimizi küçücük ve aciz hissettiğimiz yeni bir farkındalık boyutuna giriş…
Yaşadığımız için, üstelik anne babamızı tanıdığımız için bir tarafımızın utandığı,
Böylesine şanslı doğmak için hiçbir çaba harcamadığımızın yanı sıra bulunduğumuz durumlardan kimi zaman şikâyet edebilecek kadar insafsız olduğumuzu anlamanın pişmanlığı…
Tüm bu insanlık dışı süreçten kurtulduğumuzda bile gidebilecek bir yerimizin olmadığı, ailemizden tek bir ferdin bile canlı kalamayabildiği, hiçbir ülkenin bize ve haklarımıza sahip çıkmadığı ve ISRAEL'İN resmi olarak henüz var bile olmadığı bir dünyada tek başımıza da olsa hayatta kalma ihtimalinin şans olarak sayıldığı bir dönemde yaşamanın ne demek olabileceğini anlayamamanın dehşeti…
Çok çarpıcı izlenimler bunlar, duyguların evrimleştiği bilgilerin olgunlaştığı, bizi kendimizle baş başa hesaplaşırken bulduğumuz anlar,
Bize bundan sonra hiçbir duygu olgu ve algımızın aynı olmayacağını ya da olmaması gerektiğini öğreten izlenimler.
Üşüyorum
Piştim
Açım
Burası çok sıcak
Yatak çok sert
Dondum
Yoruldum
Sıkıldım
Özledim
Gibi günlük yaşamımızda çok kolaylıkla sarf edebildiğimiz kelime ve kavramlar elbette ki ağzımızdan yine çıkacak ama eminim hemen ardından çok buruk bir tad bırakarak…
Acılarını güce dönüştüren, yükselmek için eğilmek, bütünleşmek için parçalanmak gerektiğini öğrenen onurlu survivorların karşısında eğilirken,
Hiçlik ve yoksunluğun en bilinmeyen alt sınırında hayatını kaybetmiş insanlarımı rahmetle anıyorum.
Ve diyorum ki soyunun, dininin ve en önemlisi bir insan olarak var oluşunun bilincinde olup bunun sorumluluğunu taşımak zorunda hisseden herkes bu yolculuğu yapmalı adına vicdan yolculuğu dediğim MOL yolculuğunu.
Bu yolculuk yaşamımda çıktığım en uç iç yolculuğumdu içimde değdiğim yer daha önce ulaşmamış olduğum derinlikteydi…
Buna sebep olan herkese her şeye ve evrene minnettarım…
Büyümenin yaşı yok ben büyüdüm…
NEVER AGAIN
Elzi Kalma M.O. L 2008
====================
Cem Polatoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
GECE ve SORULAR
Saat gecenin bilmem kaçı, artık zamanı takip etmiyorum ,uyuyamıyorum. Geceyi dinliyorum; sessiz, renkleri soluk ve soğuk, yalnız ve cansız….
İyi gelir sözcükler diyor ya Mungan, O nu dinliyorum. Yazmak da iyi gelir diye alıyorum kalemi elime. Bir şeyler kurcalıyor beynimi, karıncalanıyor.
Yazmak.. yazmak ihtiyacı neden böyle durumlarda çıkar ki.. Mutlu Aşk Yoktur diyor Aragon. Sahi yok mudur? Yoksa mutlu olunan zamanlarda alınmaz mı kalem ele? Mutsuzlukların can simidi midir yazmak? O yüzden mi yoktur mutlu aşk… Buraya kadar anlaşılabilir, benim merak ettiğim; yazmaya başladıktan sonrası. Sırf bu ruh halini kaybetmemek için çaba sarf eder mi insan?mutlu olmaya karşı bilinçaltından bir duruş ,bir karşı koyuş gelişir mi? İnsanlar içinde hüzün çiçekleri büyütmeye başlar mı? Bu çiçekleri Saint-Exupery'nin Küçük Prens'inin gezegeni (B612) daki gülü gibi, özenle korumaya alır mı? Hüzün çiçeklerinin büyülü güzellikleri ve kokularına teslim ederler mi kendilerini.Çiçeklerin kokusuyla kendisinden geçenler, mutlu olmayı bu kendinden geçişle tamamlarlar mı? Yazmak bir sonuç olmanın ötesine de geçer mi?
Sokrates der ki: "Tanrılardan biri hazla elemi birleştirip karıştırmak istemiş, bunu başaramayınca, bari şunları kuyruklarından bağlayalım"
Bu hüzün çiçeklerinin kokusu bu harmanlanmayı sağlıyor mu yoksa? Bu harmanlanmanın felsefesi; mutluluğun vardığı son yine gözyaşlarıdır, noktasına mı varır? Yoksa o yüzden mi yoktur mutlu aşk da?
Eğer böyleyse.. harmanlanmasın bre.. benim bünyeme ters. Kuyruklarından bağlansın. Ki hüzün de mutluluk da namusluca yaşansın……
Rahşan Şimşek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Babama Mektup
Yaşadığım en büyük acı, en büyük yalnızlık . Yaşamımda ki bir çok duygunun değişime uğradığı anlar o dakikalar oldu. Bir çok kez yaşamıştım bu tecrübeyi üzülmüşdüm, biraz karamsarlaşmıştım, biraz da isyankar olmuştum daha öncekilerde ama hepsi hepsi birkaç gün sürmüştü sadece. Oysa o an yaşadıklarım bir çok şeyin sonu ve bir çok şeyin de başlangıcı olacaktı.
Ömrüm boyuca olmadığım kadar yakındım ona. Kucağımdayd, bir bebek gibi. Mutlaka o da beni böyle kucağına almıştı, bebekliğimde. Yüzüne baktığım zaman ,bir çok kişinin anlayamayacağı bir tebessümle gözlerimden akan yaşlar birbirine karışıyordu. İki çelişik duygunun yüzünüzde ifade aldığını yaşadınız mı hiç ? Oysa bize okuldayken öğretmişlerdi Leonardo'nun Monalisa tablosunda bu duygunun yüzde ifade bulduğunu.
Buz gibi bir tene dokunduğunuz zaman ürperirsiniz, öyle değil mi? Parmaklarımın ucundan büyük bir hızla yüreğimin içine sızan bir ateşti oysa benim hissettiğim. Sımsıcak bir duygu, içimi ısıttı. Yatırırken onu buz gibi mermerin üzerine üşümesinden korktum, ya hasta olursa? O da beni bu duygularla bırakmamışmıydı yatağıma, üzerimi örtmemişmiydi sıkı sıkı, hasta olmayayım diye.
Bütün sinir hücreleri ölmüştü,,hissetmezdi acıyı. Hoyratça kolunu bacağını kaldırıp sert mermerin üzerine bıraktığında yıkayıcı, yanmıyor belki canı. Ama yanan yürek benim yüreğimdi. Nasıl böylesine kötü davranabilirdi ? Gözünün ortasına bir yumruk patlatmazmıydı birisi bana böyle davransaydı ? Mahalledeki arkadaşlarımla misketler yüzünden kavga ederken, hemen ayırmamışmıydı araya girip? Bana yapılan her bir darbe onun vücunda bir iz bırakıyordu demek ki.
Anlayamazdım o zamanlar. Farkında değildim, canından bir parçanın ne anlama geldiğini.
Güzelce giydirdim, tertemiz bembeyaz . Mis gibi kokuyordu. Koltuk altından tuttum, bacaklarından canımın diğer parçasını. Rahat olsun diye yan yatırdım, geriye düşmemesi için sırtının altına toprak, yastık olarak bir taş parçası. Kuş tüyü yastık daha mı iyi olur du ? Nefes almakta güçlük çekmemesi için başındaki bağı biraz gevşettim. Zaten zor nefes alıyor, daha da çok bunalmasın diye. Hava çok sıcaktı, zira temmuz 17. Akşamları serin olur,üşütmesin diye 9 parça tahtadan yaptığımız yorganını örttüm üzerine.
Uyumakta güçlük çekmesin diye ninni söylüyordu, hoca efendi. Ancak o oğlunun sesini duymadan rahat edemezdi. Üzerine ilk toprağı döktüğümde, kendi sesimle başladım ninni söylemeye. Uykuya daldığında, onu yatağında rahat bırakarak çıktık yeni evinden.
Bir hoş oldum ondan sonra. Ne zaman bir baba bir oğul görsem filmlerde, yatağının üzerine düşen bir yağmur damlası gönderir oldum. Her bir yağmur damlası evinin bahçesinde bir çiçek açtırır diye.
Şimdi yok yanımda, bazen kapı çaldığında evde otururken, kül tablasını saklamaya çalışırım. Sanki gelecek gibi. Kulakları çınlasın diye anıyorum bazen bana kızıyorlar. Olsun, o anlarda beni ziyarete gelmiş, beni korumaya çalışıyor, benim dertlerimi dinliyor diyorum. Bazen anlatıyorum ona dertlerimi içimi döküyorum. Biliyorum dinliyor beni ama bir de sesini duysam. "Sen bilirsin oğlum" dese. "yanlış yapıyorsun" dese, dese ki " afferim oğlum". Belki diyordur. Rüyama gelse diyorum, rüyalar sesli olur ya. O zaman duyarım sesini. Özlem gideririm. Bu akşam seni bizim eve bekliyorum baba, sabaha kadar konuşuruz seninle. Sabah olunca sen evine dönersin,söz tutmam seni.
Seni çok özledim baba, bir oğul olarak,bir baba olarak.
Oğlun ALİ,
Ali Altan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
NEREDEYDİN?
" Dün gece nerdeydin?"
" Şuan senin uzandığın yerdeydim. Kalorifer peteğinin yanında, pencerenin
kenarında."
"Yoktun"
"Oradaydım"
"Hayır yoktun. ben tüm gece burdaydım ve sen yoktun"
"Orda olmasaydım bilemezdim tüm gece uyumadığını.Orda olmasaydım bilmezdim
yerinden hiç kıpırdamadığını. Ordaydım."
"Boşuna uğraşma! Nihayet ferkettim ne zamandır burda olmadığını. Artık ben
hep yalnız uyanıyorum. Yalnız yürüyorum. Yalnız içiyorum çayımı. Ve günün
sonunda yine yalnız uyuyorum."
"..."
"Ne zaman farkettim biliyor musun? Dün öğleyin kantinde, herkesin herkesle
paylaşacak bir kaç kelimesinin olduğu o kalabalık masada... Bir eksik vardı
... Farkettim ki senmişsin. Sonra her yerde aradım seni. Ben oturdum
gözlerim aradı. Nefesim aradı. Sesim aradı."
"..."
"Sonra sana dair bir şeyler söyleyecektim. bir baktım hiç sözümüz kalmamış
bizim.Tek bir kelime dahi çıkmadı dudaklarım arasından. Vazgeçtim ben
de..."
"..."
"Seninle ilgili küçük şeyler arıyorum zihnimde.görünüşünü, fikirlerini bir
de sesini. Sesini aradıkça farkediyorum seninle hiç konuşmadığımızı.
konuşsaydık biraz, anlatacak şeylerimiz olsaydı kalır mıydın benimle?Yoksa
çoktan kafana koymuş muydun gitmeyi?"
"..."
"Konuşmadıklarımızla yetineyim istiyorum şimdi. Eskiden bildiklerimizle...O
kadar uzakta ve geçmişe ait kalmışlar ki yetmiyor bana... Kızıyorum o yüzden
tatminsizliğime. Söylediklerimi unutup seni arıyorum sevdiklerimde daha çok.
Ama ısrarla yetmeyenlerimde buluyorum. Tekrar kızıyorum. Arıyorum bende...
Ulamayışlardan bir daha... Sonra arayışları bulamayışları bırakıp
sorguluyorum bu boşluğuın zamanını. Ne zamandan beri sensizim ben. Ve ne
zamandan beri bihaber sensizliğimden."
"..."
"Ne zaman gittin? Söylesene kendim, beni ne zaman terkettin?"
Meltem Kunt
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
PARADOKS
tinsel arayışlar içerisindeyken bedenim
saçlarım bukle bukle vurmakta yastığa
soysuz acılardayken arsız sözlerim
yadsıma çürümüş düşlerini
ellerin derin bir paradoks sancısında
örselenmiş bir kadınlık sorgusu benimki
tenin kıvrımlarında hazzın en çirkefi.
üşüdü sonsuzluğa uzanan dualarım
ben sen olmaktan gayri cümle kurmazken
sen tüm kutsal değerlerin ardına sığınıp
ödettin tüm sevilerin bedelini.
yankılanırken en haylaz saatlerde
ölümün dakika dakika cana vuruşu
bir kuytu düşer
bu dölsüz yalnızlığıma.
çorak bir yaz rüyası ardından
nefes nefese suskun karanlıklarım.
yalvar yakar sözlerimden öte
sade bir düğündür
ayrılığa giden her adım.
Yasemin Kemaloğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Video paylaşım siteleri arasında son dönemde keşfettiğim bir web sayfası http://www.megavideo.com/ Aslında Lost dizisinin seyredemediğim bölümleri için araştırma yaparken rastlamıştım. Online dizi seyretmek için bulabileceğiniz sağlam arşivlerden bir tanesi olarak tavsiye edebilirim.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
Tabi ki Lost meraklılarına tavsiye edebileceğim daha sağlam bir web sayfası var http://lost-photoboy.blogspot.com/ Bu web sitesinde Lost dizisiyle ilgili aklınıza takılan her türlü soruyu ve konuyu tartışabileceğiniz sayfalar da mevcut. Ve tabi ki Türkçe altyazısı desteğiyle dizinin kaçırdığınız tüm bölümlerini seyredebilirsiniz.
Resim arşivi isteyenler için http://www.resimmotoru.com/ Neredeyse tamamı duvar kağıdı kıvamında resimlerden her türlüsü elinizin altında. Seç, beğen ve hatta bilgisayarına indir.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|