Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.454

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 5 Haziran 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Başkanın eline arsenik bulaşmış!...


Merhabalar

CHP konvoyunda meydana gelen kaza düne damgasını vurdu. Talihsizlik mi yoksa yine vurdumduymazlık mı demek lazım bilmiyorum ama her haliyle içler acısı bir durum. Kazada hayatını kaybeden kardeşimize rahmet dilemekten öte de birşey gelmiyor elimizden maalesef.

...

Dikkatimi çeken bir konu var. Nedendir bilinmez, CHP, Kanaltürk ilişkisi gereğinden fazla sorgulanmaya çalışılıyor. Belge var deniyor ama var dedikleri belge sadece bir hizmet sözleşmesi. Ben şunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bir parti bir kanal ile kendi propagandasını yapmak üzere bir anlaşma yapıp ücretini ödeyemez mi? Bu işin önünde yasal bir engel mi var? Yoksa CHP'nin kabahati bunu alenen yapmaması mı? Zira elinin altındaki 6 ulusal, irili ufaklı onlarca tv kanalı ve radyoyu, gazeteyi alenen kullanan bir iktidar sorgulanmıyor ama ücreti mukabilinde bir kanal ile dirsek teması kurması garipseniyor. Asıl garip olan bu değil mi? Bu konuda CHP'nin yanlışı büyük elbette. Bence son derece normal bir durumu muamma haline getirip, halktan saklaması uygun düşmedi. Belge buldum diye hamamdan çırılçıplak çıkıp koşanların ekmeğine yağ sürdü. Oysa en başında tüm belgeleri kendi açıklasa bugün bunları konuşuyor olmazdık.

...

Asıl haber Ankara'dan. Tıp Kurumu Kızılırmak suyu hakkındaki raporunu açıklamış. Kızılırmak suyunun ham halinde 12.1 mikrogram/litre olan arsenik miktarının, İvedik Arıtma Tesisi’nden çıkışında 1 mikrogramın altında gösterildiği ancak geleneksel arıtma yöntemleriyle miktarın bu kadar düşürülemeyeceği yazılmış rapora. Bu arada olması gereken oran 0,5 mikrogram/litre. Bunun anlamı şu; Gökçek başkanlığındaki Ankara Büyükşehir Belediyesi halkı zehirleyerek toplu katliama teşebbüs etmekten derhal derdest edilmelidir. Çete kurmak bu değilse, nedir? Arsenikli suyu halka içirebilmek için köşebaşlarında geçer not almalarını sağlayan tüm gerçek ve tüzel kişilerle birlikte Gökçek'in şu anda F tipinde misafir olmaları gerekir. Haydi bakalım Sayın İç İşleri Bakanı, eğer elinizden geliyorsa bu adam için bir soruşturma açtırın ve suçluysa gereğini yapın. Aksi halde adam, beşte bir oranında karıştırdığı sudan henüz zehirlenmeyen halkı, mecbur kalıp tamamını Kızılırmak'tan vermeye başladığında, göz göre göre kanser edecek. Buna ben terör derim de başka birşey demem. Ankaralılar suyunuza sahip çıkın, dikkat edin. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Sarahatun Demir

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


  Varlığı Güzel…

Yokluğunda çirkinleştirenlerimiz vardır. İhtiyaçtır onlar, zarurettir. Olmayınca bütün benliği çirkine buladığından mıdır nedir, hiç ömrümüzdeki sol yandan çıkmasınlar istediklerimizdir…

Çok uzun zamanları geride bırakırken bu geride bırakılanlara çok başka diyarlardan şahit olmak zordur. Sonra çok ani, pat diye, yeri, zamanı değilken belki de, çıka gelinir. Konuşulacakların fazlalığı, şaşkınlık, bu ağır bedelin anatomideki yankısı insanı susturur. Ne yapsan bir ses yoktur, çıkmıyordur…

Yalnızlığı sevdiğiniz zamanlar vardır. Benim de çoktur yalnızlığımda kalabalıklaştığım. Kendini anlamadan başkasına anlatmaya çalışmanın bir şeyleri, zorluğunu iyi bilirim. Severim bu yüzden yalnızlığı. Yalnızlık hüzünlü bir güzeldir. Sana soru sorduğunda cevap vermiyorsan kaprisi olmayandır. Seni yaralamayandır. Keyfin isterse bu sessizlikten ses yaratabilirsin. İnan bana bunu yapabilirsin. İstersen bir tını tutturur yalnızlık; sen de ona eşlik edersin. Bunu yapabilirsin. Denemelisin…

Döngüsünün karşı gelinemez hızı ile birlikte alışkanlıkların değiştiği zamanlardan geçiyoruz. Benim çocukluk alışkanlıklarımın hepsini şimdiki çocuklarda görmek değil elbette beklentim. Ama en azından bir kaçını görmekti hayalim. Olmadı…

Ev gezmelerine katiyetle dahil edilmemiş, çocukluk yıllarının hiçbirinde saat dokuzdan sonrasını yatağı dışında bir mekandan karşılayamamış bir çocuktum ben. Çocuk olmamın sorumluluklarını fazlasıyla yerine getirendim. Alışkanlıklarımın çoğunu çocukluk yıllarımda edindim. Hayatımın hiç beklenmedik bir anında abla oldum sonra. Bu benim için çok tanrısal bir vasıftı. Annemin bulantıları başladığında beni ilgilenmesi adına annesine havale etmişti. Sık sık arar sorardı telefonla; duyardım ben de.

-anne yarım saat sonra sütünü içir, yatsın; mutlaka çantasına koyduğum lambayı yak, unutma gözünü seveyim, uyuması mümkün değil karanlıkta. (karanlıkta uyumam hala mümkünsüz:)

Bu konuşmalara ciddi mimiklerle baş sallardı anneannem. Kapıya yaslanır, dinlerdim. Telefon kapandığında beni hızla kendine çeker, basardı bağrına. "Aşure yiyecek misin." Bu soru dünyayı bir anda sevince boyardı bende. Demek uyumuyorum. Demek bu bir kaçamak. Evet derdim. Evet… Annemin bulantıları çok sürmeden sona erdi. Aynı günler benim saltanatım da bitmişti. Artık annesi kendisine emanet bir kız çocuktum ben. Altısına girmemiş ama annesi, babası tarafından işe gidilirken kızına emanet edilmiş bir küçük kız… Verilen her sorumluluğun ben de özel bir yeri oldu. Hepsini yapabilmeyi istedim. Çoğunu da başardım, başarırdım.

Küçük bebek giderek büyüyordu annesinin karnında. Ama yoksulluk olurdu. Odunun kömürün alınamadığı bir ev, memur bir babanın düşünceli, yakışıklı ama yorgun yüzü olurdu. Babam bizi anneannemlere göndermeyi teklif etti. Annem iki canlıydı. Soğuktu. Ankara kışıydı. Hayır dedi annem. Dik bir ses tonuyla sadece hayır. Annem tarafından onurlu bir kararla net verilmiş bir cevaptı bu. Ve bir daha bu çözüm yolu hiç gündeme gelmeyecekti. Bir süre benim odamda elektrik sobasını yaktık. Babam hüzünlü, genç, yakışıklıydı. Annem mağrur, dimdik, iki canlıydı. Dizine yatardım annemin. Annem perdeyi açıp, camdan bakar, gelecekle ilgili benim çoğunu da anlamadığım konuları benimle paylaşır, açılırdı…

Karnı çok büyüdüğünde içinden nasıl bir şey çıkacak merakla bekliyordum. Evde tektim. Ağabeyim uzağımdaydı. Yeni gelecek bebek benim için arkadaş da olacaktı. Olacak mıydı…

Ilık, güzel bir mayıs sabahı… Uyandığımda annemi bulamamış olmak beni ağlatmıştı.
Birazdan annen bebekle gelecek,. hadi gel seni giydirelim dedi teyzem. Kırmızı şort takımımı giydirdikleri bugün kadar aklımda. Boynumda anneannemin hediyesi mavi boncuk kolyem… Çok sürmeden elinde bir bebekle geldi annem. Kalabalığın içinde bana bakıp gülümsedi. Bebeği cibinlikli bir beşiğe yatırdılar. Annemi özenle hazırlanmış yatağına. Suskundum. Bir süre hiç konuşmadım. Yeni misafire yaklaşamadım. Beşiğe yaklaştığımda bir uğultu; aman kızım ellemeden bak'lar, bak o senin kardeşin'ler birbirine karıştı. Hiç unutmuyorum annemin tavrını. Unutmam mümkün değil. Karnını bir eli ile tutarak usulca yatağından doğruldu, kalktı. Bir hamlede beni kucaklayıp, sırtımı koltuğa yaslar şekilde oturttu. Usulca cibinliği açtı; bebeği kucakladı. Dizlerime bıraktı. Gözlerimin içine baktı. "Sen artık abla oldun. Ben oğlumu büyütürken, sen de kardeşini büyüteceksin" dedi. O anda içimdeki binlerce karmaşık duygu yerini anlatılmaz bir gurura bıraktı. Asla unutmam. Unutabilmem mümkün değil. "Sana merhaba ablacığım diyor" dedi sonra. Gözleri kapalı güzel bebeğe baktım. "Ama hayır öyle demedi" dedim dudak kıvırıp. "Bebek olduğu için sessiz konuşuyor" dedi annem. Kapalı kirpiklerinde dolandırdım küçük işaret parmağımı. Dizlerime yayılmış sıcaklığı, hızla alıp verdiği soluklarıyla bizden bir şeydi o artık. Belki annem böyle davranmasa kıskanacaktım, belki bir süre huysuzlanacaktım. Oysa dizlerimdeydi, oysa bana güvenilmişti, ve benden abla olmam istenmişti. O mayıs sabahından sonra abla idim artık. Dizlerime yayılan ılık huzuru bugün yıllar sonra da ömrümde artarak çoğalmış bir sevginin ortak çalışmasıyım. Kısacık dizlerimde ağaçkakanı izlerken çok oldu salladığım onu. Ya da biberonunu ağzına tuttuğum.. Bütün bunlar aklıma geldi; çünkü geçen akşam tam da benim dönemimle adaş bir kız çocuğu abla olmuştu. Annesi benim annem gibi davranmıyordu. Yanılıyordu…
Annem dimdik mağrur kararlı.
Babam; gencecik, hüzünlü yakışıklı…
Abla olduğum o tanrısal, o ılık, o güzel mayıs sabahı….
Yıldönümüydü…
Kutlu Olsun…


Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : İffet Oral


KALAYCILAR

Baharın henüz, sadece bayıltıcı kokularıyla kendini hissettirdiği, cemrenin hangi ağacın dallarında asılı kaldığını aradığımız günlere rastlardı gelişleri. Çoğu zamanda geçen yıl yuvaladığı bacayı unutmuş, dalgın ve şaşkın bir leylek ailesiyle birlikte teşrif ederlerdi mahallemize. Havaların ısınmasıyla içime düşen kıpırtılar gökyüzüyle mahallenin girişi arasında gelgitler yaşatırdı bana. Sokağın başını gözlemekten yorulunca gökyüzüne martılara; gökyüzünden sıkılınca sokağın başına çevirirdim bakışlarımı umutla. Denizde balık peşinde koşma zahmetine katlanmak istemeyen ya da sadece değişiklik olsun diye şehrin, mahallenin tepesinde devriye gezen martıları gözlemek, hiç aksatmadığım günlük işlerdendi. Martıların gözde mekânları evlerin terası ve balkonlarıydı. Gözde yiyecekleri ise balkonlarda, teraslarda kış için kurutulan tarhanalardı. Tarhana serili evin üzerinde önce çığlık çığlığa ve hırçın birkaç tur atıp tarhanayı kuşların saldırısından korumak için bekleyen babaannenin ya da çocuğun bir anlık gafletini ganimet sayarak terasa ani pikeler yaparlardı. Martıların mahallenin tepesinde pervasızca didişmelerini, çevrelerini asla kaale almayan haykırışlarını çoğu zaman şımarık bir çocuğun yapmacık hıçkırıkları sanırdık.

Bizler zamanımızın çocukları olarak çevreye, hayata fiilen karışır ve katılırdık. Saatlerce televizyona kapılanmak veya bilgisayara esir olmak gibi bir illetten uzak kalmamızın yararını sonraki yıllarda ayan beyan görmüştük. Annemin beni çağırdığında göremeyeceği ama mahallenin girişini çok iyi gözleyebileceğim bir yere yerleşirdim. Hiç kimselerle paylaşmak istemediğim kavuşma anını neredeyse bir dervişin ağırbaşlılığı ve sabrıyla bekler, beklerdim.Çoğu zaman ikindi ezanına karışırdı; kendilerine has billur çığırışları. Ezan mı yoksa onların sesleri mi tereddüt ederdim."Kalayçi geldi kalayçi" Seslerini duyar duymaz; fırlar, aziz dostlarımın yanında biterdim.

Asla tek gelmez, karıkoca, çocuklar, cümbür cemaat gelirlerdi. Sokağımıza girişinden itibaren onların her türlü ihtiyaçlarına koşmayı, mahallelilerden rahatsız edeceklere karşı onları korumayı neredeyse ibadet olarak görürdüm.   Her şeyden önce tezgâhlarını kuracakları bir yer lazımdı. Güneşin çok etkilemeyeceği, çeşmeye ve duvara yakın, birazdan çınlamaya başlayacak çekiç seslerinin etrafı rahatsız etmeyeceği bir yer.   Onlara geçen yıllardaki kalaycıların yerlerini gösterirdim. Çoğu zaman da beğenirlerdi gösterdiğim yeri. Eğer oraya en yakın ev, tezgâha itiraz etmezse sırtlarındaki denkleri hemen yere indirirlerdi. Koyunlarından çıkardıklar koca bir bezle terlerini silerken çevreyi incelemeye başlarlardı.

Adamdan daha atik davranan kadın, önce sırtında taşıdığı bohçayı yavaşça kucağına alır. Yüzünün terini bile silmeden duvarın en gölgeli yerine geçer. Bağdaş kurar. Geldiklerinden beri içinde ne olduğunu bir türlü çözemediğim bohçayı keyifle açarken alnındaki terleri silerdi.

Farkında olmadan yaklaşa yaklaşa kadının burnunun dibine kadar girer gözlerimi bohçaya dikerdim. Kadın iri ve ela gözleriyle bana sıcacık bir gülümseme yollarken kucağındaki bohçayı açmasını sabırsızca beklerdim. Bezlerin arasında kımıl kımıl, terden sırılsıklam, gözleri henüz açılmamış bir kedi yavrusu gibi esmer bir bebek çıkardı. Bebeğin, gözlerini kamaştıran ışığa aldırış etmeden annesinin göğsüne yanağını sürtmesi bana yazlarıköyde gördüğüm -annesini emmeye çalışan -buzağıyı hatırlatırdı. Dayanamaz bebeğin süt ve ter kokan yanaklarından öpüverirdim.

Onun annesine böylesine benzerliğini içten içe kıskanır, aynanın karşısına geçer annemle benzerliklerimi bulmaya çalışırdım gizlice. O zaman -bana göre -son derece geçerli bir tespit yapardım. "Esmer olanlar annesine daha çok benzer"di. Esmer olmadığım için hayıflanır dururdum. Sonra daha iyi görebilmek için bir köşeye çekilir başlardım onları seyre.

Onlar, o yıllarda yayın yapan rengârenk televizyonlarımızdı. Televizyonlarımız ki yayınına her an konuk olabileceğimiz kadar canlı, nerdeyse bir okul kadar eğiticiydi.

Kalaycılarımı seyrettikçe, onlara yardım ettikçe hayata bakışım genişler, kendimi için için beğenir, öteki çocuklardan daha farklı daha önemli hissederdim kendimi. Kimselere duyurmadan kendime iltifatlar yağdırırdım.

Onların dış görünüşleri benden farklıydı. Ben daha beyaz; onlar daha esmerdi. Ama hangi beyaza göre daha beyaz, hangi siyaha göre daha esmerdik. Birilerinin elinde renk ölçer vardı da ölçüyor muydu; hangi beyazın daha değerli; hangi esmerin daha çok horlanması gerektiğini?

Zihnimize kazınmış, asla bize ait olmayan kararmış yargılara her fırsatta isyan bayrağı çekerdim. Halbuki insanın renginin, ruh kalitesiyle ilişkisi olmadığını sonraları yaşayarak öğrenecektim.

Onların malları mülkleri azdı. Ama aynı heyecanları, sevinçleri paylaşan kalplerimiz vardı. Belli ki tek bir elden çıkmıştık.

Yıllar yıllar sonra bir caminin cümle kapısının yanındaki bakımsız ahşap bir tahtaya tebeşirle yazılmış yazılar beynimden gönlüme yıldırım gibi düştü.

"Allah, sizin ne dış görünüşlerinize ne de mallarınıza bakar. O sadece sizin kalplerinize bakar"

Kalaycı kadın bebeğinin doyduğuna; sütün dudaklarının kenarından sızdığında kanaat getirir, onu biraz önce açtığı kundağa itina ile sarar duvarın dibine yatırırdı.

Çiçek bahçesini andıran şalvarının paçalarını bir hamlede hafifçe yukarı toplar, usta bir hareketle fazlalıklarını belinin iki yanına sıkıştırıverirdi.

Bilirdim ki şimdi kalaylanacak kap kacağı toplama vaktidir.

Kalaycı Pembe, sesinin daha gür çıkması için elini ağzının kenarına siper eder, başlardı çığırmaya "Kalayçi geldi kalayçi"

Kadının sesi- tıpkı kendisi gibi- öylesine pürüzsüz ve kıvrım kıvrımdı ki ses aynı anda bütün mahalleyi, evleri, evlerin odalarını bir bir dolaşırdı.

Sesi duyan kadınlar bodrumlara dolaplara, kilerlere hücum eder, kaynanalarından, annelerinden kalma ne kadar bakır sini, maşrapa, ,kevgir, mangal, ilistir, tencere, kepçe, tava, cezve, ibrik, varsa kapıya yığar, beklemeye başlarlardı. Kalaycıyı beklerken renkleri kaçmış, şekilleri yamulmuş bakırları ellerine alır tek tek gözden geçirirler, ellerine aldıkları her kapta ömürlerinin artık geride kalan tatlı ya da acı dönemeçlerini hatırlamaya çalışırlardı. Henüz yeni gelinken; damat efendi yemekten sonra elini yıkasın diye işte şu maşrapayla şu leğene su dökmüştü. Şu tek saplı tavada bebeğinin ilk mamasını pişirmişti. Rahmetli kayınpederinin vefatında helva kavurduğu koca tava buydu. Ya yüzünü karartmış şu küskün yemek sinisinde bunca yıldır acaba kimler doyunmuştu. Hele şu pirinç tutacaklı mangal dili olsa da söylese pişirdiği yemekleri, kahvemiz olduğunda yaptığımız kahve keyiflerini, ya odunumuz olmadığında elimizi, ayağımızı nasıl ısıttığını.

Kendini işe kaptırmış da Pembe'nin sesini duyamayanların kapılarını ben yumruklardım. Kadınlar arkamdan şakayla karışık seslenirlerdi. "Kız kalaycı çırağı, bu kalaycılar seni torbalarına koyup kaçıracaklar bir gün…"

Onlara cevap vermezdim. Onların zaman zaman mahalleye gelen acıklı türküler söyleyerek dilenen ama dilenci gibi kör olduklarını düşünürdüm.

Hemen her yıl mahallemize gelen bu insanlara sadece "Kalaycı" diye bakmalarına onlarla ilgilenmemelerine, nereden, nasıl geldiklerini merak etmemelerine kızardım. Kalaycılarımın renklerine takılıp kalmalarına, onların gönüllerini görme yeteneğinden böylesine yoksun olmalarına şaşardım.

Mahalle turumuz bittiğinde kalaycı Pembe Abla bir çuval bakırı yarı sürükleyerek, yarı sırtına vurarak gelirdi. Gülümsediğini metrelerce öteden göze çarpan süt beyazı dişlerinden anlardım.

Kocası çoktan çukuru kazmış; körüğü ateşe vermiştir. Karısının müşkül vaziyette geldiğini görünce çevirmekte olduğu körüğün kolunu bırakıp yerinden fırlardı.

- Kızarım sana, çağırmazsın ki yardım edeyim, ep böyle yaparsın be Pembem!

Kocasının bu hareketinden tüm yorgunluğunu unutan pembe, son bir gayretle çuvalı kocasının ayakları dibine zaferle sürükler:

-N'olcek şuncazlar be…

Bir zamanlar sofraların, ziyafetlerin başköşesine kurulan, kim bilir kaç yıldır bir köşeye atılıvermiş, unutulmuş, hayattan elini eteğini çekmiş kap kacaklar için şimdi diriliş vaktidir. Eski, küflü, eğri büğrü, rengi kaçmış bakırları çuvaldan tek tek çıkarırken bu günün rızkını elde etmenin sevinciyle cilveleşirlerdi.

Adam neşeli bir ıslıkla tekrar körüğün başına geçer, Pembe, sözlerini yeni uydurduğu bir türküye başlardı. Kadın, elekten geçirdiği incecik kumla bütün kapları; elleri yoruldukça ayakları, ayakları yoruldukça elleriyle ovardı. Onun ovduğu kapların eğriliklerini kocası çekicin neşeli çın çınlarıyla düzeltir, kapları bütün eğriliklerinden arındırıverirdi. Onları seyrederken insanların çalışırken de neşeli olabileceğini öğrenirdim.

Keşke bizim yamukluklarımız olan yalanlarımız, yılların küfünü yüklenmiş ön yargılarımız, etrafa dayanılmaz kokular salan gıybetlerimiz, ötekinin farklılığına tahammülsüzlüğümüz de birkaç çın çınla gideriliverse biz de en az bakır kadar pürüzsüz ve düzgün olabilseydik.

Ateşi güçlendirmek için körüğe iyice asılan adam, bakır bir kâseyi ince uzun maşasıyla kavrayıp alevlenmeye başlayan közlerin üzerine kapatıverirdi. Ateşin gizlenmesi bir an içimi karartır; ama belli etmez, birazdan olacaklara hazırlardım kendimi. Çünkü birazdan kalay perileri buraya üşüşecek ve benim için dans edeceklerdi…

Çömeldiğim ateşin başında sabırsızlıktan iki büklüm beklerdim. Kalaycı, közün üzerinde bakıra ustaca daireler çizdirirken daha fazla dayanamaz seslenirdim.

-Amca hadi kalayı sürsene!

Sabırsızlığımı çoktandır fark etmiş olan adam; tüm yüreğiyle gülümserken birer pırlantayı andıran gözlerini kısarak:

-Olur, mu be! İyice yakmazsam kalay tutmaz, akar gider. Önce iyice temizleyip sonra yakmak lazım gelir.

"Yanarak temizlenmek ya da temizlenerek yanmak" İşte hayatın şifresi, olmazsa olmazı; beynimizin, gönlümüzün her daim ihtiyaç duyduğu buydu. Ruhumuzu kirlerinden arındırırken yanabilmeyi göze almalıydık. Çekilen çileler tabi ki boşa değildi çünkü nihayetinde arınmak vardı. Madem lutfu da hoş kahrı da hoş; gerisi zaten boştu.

Ateşteki bakırın iyice yandığına kanaat getiren adam, bakırın iç kısmını kendine çevirir; yanı başındaki çuvalın içinden bir çimdik- büyülü- toz alır, bana "İşte şimdi" der gibi bir göz kırpar; tozu, kızgın bakırla buluşturuverirdi.

Bir anda -sadece benim görebildiğim -binlerce kalay perisi elele tutuşarak ateşin üstünde oluşturdukları efsunlu bulutun içinde aheste aheste raksa başlardı. Daha fazla dayanamaz; yükselen dumanla birlikte zembereğinden boşalan yay gibi fırlar; onlara alkışlarla katılırdım.

-Girdiğim bulutun içinde ne kadar kaldığımı hala kestiremem. Dışardan çok kısa gibi görünen bu anın daha sonraları bast-ı zaman olabileceğini öğrendiğimde; kendi kendime gülümsemeden edemedim.-

Sevincimin görülmesinden utanır, uyuşan bacaklarımın üzerine tekrar çömelirdim. Kalaylanan ve parlatılan kaplar sahipleriyle buluşmak üzere güneşe bir bir dizilirken ayrılığın hüznü sinsice çöreklenirdi yüreğime. Kaplar dizildikçe ayrılma vaktinin yaklaştığını hissederdim.

Üzüldüğümü, gözlerimin dolduğunu hisseden adam nasırlaşmış parmaklarıyla başımı okşar, bana fark ettirmemeye çalışarak beni karısına gösterirdi. Pembe, bebeğini emzirmeye ara verir, duvarın dibindeki çıkından aldığı elmayı şalvarının dizine sürterek iyice parlatır, bana seslenirdi.

-Gel kız yanıma; gel bakayım alasın bunu!

Pembenin yanına giderken gözlerim daha fazla dayanamaz boşalıverirdi. Ama o ne yapar; ne eder, beni güldürüverirdi.

-Kız ağlarsın sen, ağlarsan akar sümüklerin. Erkez der sana fırtıklı kız…

Hala hangi şehirde, hangi sokakta o esmer yüzlü pırıl pırıl yürekli dostlarıma rastlasam; dayanamam. Bilinmez bir güç beni onlara doğru iter. Gider bir müddet karşılarında dikilirim. Bakışlarım közlerin kızıllığında erir gider. Ayaküstü bir sohbetten sonra gönlümün birazını orada bırakarak ayrılırım oradan.

İffet Oral


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 PARANOYA BAŞLANGICI : Erol Uçar


hiç kimse!..

hiç kimse gibi yaşıyorum... hiç kimsenin bilmediği coğrafyaların çobanlığını yapıyorum... hiç kimse yokken düştüm dünyaynın rahmine... hiç kimsenin doğmadığı zamanda, atıldım hayatın içine... hiç kimse gelmedi ruhumun yangınlarını söndürmeye... ondandır neron'luğum... hiç kimsenin yalnızlığı, yalnızlığımda klavuzum olmadı... hiç kimse cesaret edemezken ölümsüzlüğe, anahtarını çaldım tanrının sol cebinden...

aşk, bira, sevgi ve hiç kimsesizlik ruhumun isyanı oldu... bir coğrafya özlerse bir ruh, en güzelini bulur... kaçar hiç kimsesizliğinden... anlam yüklenmeliyse hiç kimsesizliğe... işte benim o, hiç kimsenin anlamı... zeus altar'ında izlerken geleceğimi, hiç kimse göremiyorum artık... kaç bakire kurban edilmiştir zeus'a bunu bilemem... kaç düşünce kurban edilmeli bu sistemi değiştirmek için... düşünce kurbanlarının kanı ile beslenenlerden değilim... var ki! sevenler bu kanı, gelecekleriyle besleniyor... bir güni, hiç kimseye, geleceklerinin kanını sunacaklar... o gün hiç kimsenin kanı kalmamış olacak...

hiç kimsenin ruhunda değilim... hiç kimsesizliğin ruhunu çalanım... hiç kimsenin sevmediği kadar seviyorum geleceğimi... bencilim, hangimiz bencil değil ki?.. geleceğimiz konusunda benciliz... hiç kimsesiz yaşamlar istiyoruz... bu ne sıkıcı... hiç kimsesiz bir gelecek... hiç kimseyi, her şeyine karıştırırsan... hiç kimse gibi olursun... hiç kimse anlayamadı, osiris'in, herkes için yazılmış ve hiç kimseye hitap etmeyen 22 tabletini...

horus'u kör ettik hiç kimse için... harcadık bütün her şeyimizi hiç kimse için... gerçek, hiç kimsenin elinde oyuncak oldu... ve biz resmi tanıklarıyız bütün yanlışlıkların... hiç kimse için hiç mücadele etmeyenlerden değiliz... biz hiç kimseyiz... ben hiç kimseyim... herkes hiç kimse... çok şey olan duruşumuz...

beni asacaklarmış hiç kimsenin görmediği ve bilmediği düşünce coğrafyasında... ve hiç kimsenin kurmadığı darağacında... karalar giyinmek isterim anarşistler gibi... bir cebimde de küflü çakı isterim geleceğimin kefenini kesmek için... bu düşünce işkencesi daha ne kadar sürecek... geleceğimi hiç kimseye bağlayamam...

mısır piramitlerini yapan işçiler bir maşrapa biraya çalışırlarmış... o maşrapa ne kadar bira alır bilemem... hiç kimsenin yokluğunda yaşamak istiyorum... ben ve geleceğim...

hiç kimse gibi yaşıyorum... hiç kimse gibi ölmek istemiyorum... ya da herkesi, hiç kimse gibi öldürüp gömmek...

hiç kimseye hiç kimse kalmadığında,

hiç kimse oluruz…

Erol Uçar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,258,258,258,258,258,258,258,25
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


POPÜLER KÜLTÜRÜN ETTİKLERİ

Popüler olma isteği insanda ziyadesiyle var olan bir olgu olmalı ki, çoluğumuz çocuğumuz; popüler insan olmaya çalışıyor! Popüler kültürün başımıza ördüğü popüler olma isteği yükselen değerlerin popüler gösteriminde; yerli yerinde olmasa da bilinçaltımıza kazılmış ve kurulmuş görünen görünmeyen bir vaziyette.
Popüler kültür icabı, popüler yazar çizer aydın kimseler daha çok tanınıyor ve de kendi iş alanlarında daha bir fazla başarı grafiği sergileyerek, hayatlarını popüler kültürün ganimetleriyle garantiliyorlar!
Edebiyatımızda dahil kim sesini daha çok duyurmuşsa, o ses yansıyor okuyucuya...
Ve hergün evlerimize giren gazetelerimizde; popülerlik mertebesinden payını almış gazeteler ve dergiler, satış tirajları ile popüler kültür içinde yerleşiyorlar az çok okunan gazetelerin sıralamalarına.
Ama buradaki asli şart gene popülerlik savı. Yani köşe yazan makale yazarınız da popüler olacak...
Televizyonlarımızda Türkçe'den bir haber kimseler program yapıyor!
Gerekçe: Popüler efendim, popüler kişi...
Seçkin yayın evleri gerçek edebiyat emekçisinin değil(!) artist ya da mankenlerin kitaplarını yayınlıyor !
Neden?
Çünkü o kişiler bir şekilde popülerdirler ve popüler kültürde de popüler olanın yanına gider popüler kültürün izindekiler!
Eeeee...
Eeee'si sağlık...
Olmaz ama?
Olmaz, dersiniz de oluyor işte!
Yükselen değerlerin küresel dünyası'nda bizlere sunduğu popülist söylemler ile matah sandığımız her bir şey postmodernizimle aynı ölçüde aslı astarında.
Nasıl ki, postmodernizim arada zaman farkı olmayan çok sesliliğine itibar etmiyor isek , Şuşi yemeği olmazsa olamazımız etmedik değil mi? Ve bu gibi modası geçecek popülerliği de zaman farkı ile aşacağız nasıl olsa.
Popüler kültürü ne zaman öteleriz bilinmez ama popüler kültür icazet verdiği her ne değer varsa, çoktan verdi...
Yani postmodernizim; iyiyi kötüyü güzeli çirkini bünyesinde barındırıyor ve miadını çoktan tamamlamışsa; popüler kültür de aynı yolun başka bir yolcusu olarak tarihteki yerini alacaktır.
Şimdi popüler kültürün dayatmalarından kurtulma zamanıdır...
Yani marka olan ve dayatılmış, sunulmuş olanların arz talep dengesindeki muvazene sorununun gerçeğinde, bir moda kültürü yatıyor ve bu kültürde popüler kültürü körüklüyor.
Popüler kültür, evimizde, televizyonlarımızda, okuduğumuz kitaplarda, giydiğimiz giysilerde, yeni yetişen çocuğumuzun arkadaşlarından imrenerek girdiği yarışta!
Dahası da var...
Ekonomi ve yıkılan esas değerlerimizde.
En önemlisi de dilimizde.
İnternetteki MSN' deki yazım yanlışları ile başlayan dil bozulmasında!
Şimdi gerçek kültürümüze sahip çıkma zamanı.
Dilimize ve Anadolu Kültürüne...
Güzelim ezgilerimize...
Halk ozanlarımıza...
Şairimize...
Yetişmiş insanımıza...
Ve hayatın nabzında gördüğümüz kendimize ama popüler olmayan sade ama bizim olanlarla...

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Tayfun Avınca


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


SOR/GULA/MA

doğurduğum tüm ingesiz şiirleri
sor/gula/ma
ben vazgeçtim döl tutmayan
hayallerimden.

çocuk gözlerinde gördüm
ihtilal yangını yazgını
apansız gidişlerimin hesabını
sor/gula/ma.

aynada kalan son bakışınla
yüzleştim.
korkmadan "hoşçakal" dedim
geceyi uğurlayan
körfezin suya değen
salkım saçak düşlerine.

yaralarım/hicran sorgulamalarında
teslim oldum
güz yangınlarıyla
aşkın öznesiz haline.

Yasemin Kemaloğlu

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız ve Diş Taşı Temizliğiniz için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Haziran sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Video paylaşım siteleri arasında son dönemde keşfettiğim bir web sayfası http://www.megavideo.com/ Aslında Lost dizisinin seyredemediğim bölümleri için araştırma yaparken rastlamıştım. Online dizi seyretmek için bulabileceğiniz sağlam arşivlerden bir tanesi olarak tavsiye edebilirim.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

Tabi ki Lost meraklılarına tavsiye edebileceğim daha sağlam bir web sayfası var http://lost-photoboy.blogspot.com/ Bu web sitesinde Lost dizisiyle ilgili aklınıza takılan her türlü soruyu ve konuyu tartışabileceğiniz sayfalar da mevcut. Ve tabi ki Türkçe altyazısı desteğiyle dizinin kaçırdığınız tüm bölümlerini seyredebilirsiniz.

Resim arşivi isteyenler için http://www.resimmotoru.com/ Neredeyse tamamı duvar kağıdı kıvamında resimlerden her türlüsü elinizin altında. Seç, beğen ve hatta bilgisayarına indir.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3753 / Windows / 4.54 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Tamally Maak
Amr Diab









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080605.asp
ISSN: 1303-8923
5 Haziran 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com