|
|
|
9 Haziran 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'' şöyle diyor!... |
İyi haftalar
Anayasa Mahkemesinin türban kararını açıklamasından itibaren geçen üç gün içinde konu ile ilgili türlü yorumlara hep birlikte şahit olduk, olmaya da devam edeceğiz. Yorumların haklı ya da haksız olması bir yana sarfedilen sözlerin ahlaksızlık sınırlarını zorlaması inanılır gibi değildi. Türlü merhaleler katederek yargının en üstüne gelmiş saygın insanları, kendi kıt zekalarıyla aşağılamaya çalışan zevatı dinledik. Neler dedikleri hepinizin malumu, buraya alıp kirletmek istemiyorum. Ancak özellikle hukukçu geçinen, arsız-ınç bir sabık başkanı Allaha havale etmekten de geri kalmayacağım. Şimdilik, bu adamdan bir gün gelip hesap sorulacağını ummakla yetiniyorum.
Sıradan bir vatandaş olmanın biraz ötesine giderek olan biteni elimdeki olanaklarla, taraf olduğum halde tarafsız kalmaya gayret ederek, irdelemeye karar verdim. Çıkış noktam, kıt zekalı beyinlerin iddia ettiği üzere, koca mahkeme üyelerinin Anayasa değişikliğini nasıl denetleyeceklerini bilemeyeceklerinin imkansızlığı oldu. Öyle ya, ancak şekil yönünden denetleyebilecekleri bir değişikliği esastan inceleyerek bunca geri zekalının diline düşmek isterler miydi? Cevap "Evet isterlerdi." olamaz elbette. O zaman, gerekçe henüz açıklanmamış olsa bile, bu koca adamlar kararı Anayasanın kendilerine verdiği görev ve yetkileri çerçevesinde vermiş olmalıydılar. 11 üyenin, hukukçu olan 9 üyesinin değişikliği red etmesi de bunun göstergesi olmalıydı. Olumsuz oy veren 2 üyenin iktisatçı ve işletmeci olması da bir tesadüf değildi herhalde. Yani, tüm kıt zekalı yalakanın bildiğini bu Anayasayı yalamış yutmuş, defalarca yorumlamış, benzer kararlara imza atmış 9 üyesi bilmiyor olamazdı. Ha, belki de durumdan vazife çıkarmış olabilirlerdi. Bunu anlamanın tek yolu ise mevcut Anayasanın ilgili maddelerini güzelce okumaktan geçiyordu, ben de onu yaptım. Önce şu şekil mi esas mı tartışmasını anlayıp, sonra olup bitene şöyle alıcı gözüyle bir bakayım istedim. Aşağıda, konunun özünü oluşturan, Anayasamızın ilk 4 maddesi ile Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerini anlatan 148. maddesini aynen aldım. Yapılan denetlemenin "şekil" yönünden olduğunu ben bile bir bakışta anladım, anlamayanlar veya anlamamakta direnenler de anlayabilsinler diye ilgili yerleri koyu kırmızı yazdım. Onların altına da, davaya konu olan son değişiklikleri ekledim. Kendi aklımca yorumlamayı sonraya bırakıyorum. Şimdi gelin Anayasamızın ilgili maddelerini iyice bir okuyalım;
======
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
I. Devletin şekli
MADDE 1.– Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
II. Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2.– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE 3.– Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
IV. Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4.– Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
...
II. Yüksek mahkemeler
A. Anayasa Mahkemesi
3. Görev ve yetkileri
MADDE 148.– Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez.
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcıvekili yapar.
Yüce Divan kararları kesindir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.
======
9 Şubat 2008 tarihli, 10. ve 42 maddede yapılan ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen değişiklikler;
MADDE 10.– Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
(Değişik: 9.2.2008 - 5735/1 md.) Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
MADDE 42.– Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.
(Ek fıkra: 9/2/2008-5735/2 md.) Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.
Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır. ======
Aslında konu gayet açık. Anayasa Mahkemesi tamamen şekil yönünden inceleyerek, istenen değişikliğin teklif edilemez maddeleri sulandırmaya yönelik olduğunu görmüş ve reddetmiştir. Aslında bakınca göreceksiniz, yapılan değişikliğin fazladan Ayasaya getirdiği herhangibir hükmü yok gibi durmaktadır. Ancak ilgili bir yasaklayıcı kanun olmadığı ve bu iktidar döneminde olmayacağı savıyla, türbanlı olarak üniversitelere girişi serbest bırakmak hedeflenmektedir. Bu da hepimizin malumudur. Üniversitelerde ve hemen akabinde çıkması kaçınılmaz isyanlar nedeniyle kamunun her kademesinde, AİHM tarafından da onaylandığı üzere siyasi simge kategorisine giren türbanın serbest bırakılması ise "Laiklik" ilkesini ihlâl etmektir. Ve laikliği yeniden tarif etmeyi başarabilecekleri o hayal güne kadar da bu imkansızdır, Anayasal bir suçtur. Bunu anlamamazlıktan gelmeyi ilke haline getiren tüm örümcek kafalılara, kakalaklara, yağdanlıklara ve tatlısu demokratlarına duyurulur. Bu madrabazlar yatıp kalkıp o dokuz hakime dua etmelidirler. O, yerden yere vurdukları hukuk sayesinde büyük bir yanlıştan, istemeyerek te olsa, dönmüşlerdir. Akıllı davranarak bu olaydan yara almadan çıkmaları pekala mümkündür. Tek şart, Türkiye Cumhuriyeti'nin kırmızı çizgileriyle dalga geçmeyi bırakmalarıdır. Saygılarımla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
BİR ''DÜŞ'ÜN'' HİKAYESİ
İŞÇİ GÖÇÜNÜN YILLAR İÇİNDEKİ KİŞİSEL GELİŞMESİ
1964 - İki yıl sonra dönüyorum.
1966 - Yeteri kadar para biriktirip, iki yıl sonra dönüyorum.
1968 - Bir dükkan açacak kadar para biriktirdikten sonra dönüyorum.
1970 - Çocuklarım ilkokula başladıktan sonra dönüyorum.
1972 - Çocuklarım ilkokula başladıktan ve kendime de bir dükkan açacak kadar para
biriktirdikten sonra dönüyorum.
1974 - Çocuklar iyi bir meslek öğrensin, ondan sonra dönüyoruz.
1976 - Çocuklar bir meslek öğrendikten ve onlara bir dükkan açacak kadar para biriktirdikten
sonra dönüyoruz.
1978 - Çocukların oturma izni kesinleşsin ve gelecekleri güvence altında olsun biz
dönüyoruz.
1980 - Çocukları bir evlendirelim, başlarını sokacakları bir evleri olsun biz dönüyoruz.
1982 - Torunlar hele bir ayakta duracak hale gelsin, bizim artık burada bir işimiz yok, biz
dönüyoruz.
1984 - Türkiye'de bir güvencem olsun, hanımla birlikte biz dönüyoruz.
1986 - Geri dönüş başımıza bir iş açmazsa, biz dönüyoruz. Belediye meclisine seçme ve
seçilme hakkımız var. Seçilenler haklarımızı savunacak.
1988 - Çocukları ve torunları gelip ziyaret etmeme zorluk çıkartılmazsa biz dönüyoruz.
1990 - Geri dönüp de, orada rahat edemez, buraya geri gelmemiz mümkün olursa, biz
dönüyoruz.
1992 - Kısmet olursa belki bir gün döneriz.
1994 - Geri dönmek imkansız, biz buralıyız. Hollanda vatandaşlığına başvurduk.
1996 - Hakkın rahmetine kavuşacağız elbet bir gün. Köyümde gömülmek istiyorum.
Mezarım memlekette olursa, çocuklar mezarımı ziyarete gelir, yurtlarıyla bağlantıları kopmaz.
1998 - Bir yanda olumlu gelişmeler diğer yanda olumsuz gelişmeler, şaşırdık.
Geri dönüş uygulamasındaki haklar iyileşti, yasalaştı, iki genç hanımımız meclise girdi milletvekili oldu
haklarımızı savunacaklar.
Diğer yanda, aile birleşimine sınırlama getirildi, geçim ödeneği alanların Türkiye'deki mal varlığı
araştırılıyor ve çifte vatandaşlık artık mümkün değil.
2000 - Türkiye Avrupa Birliğine aday adayı. Burada eğitim yapan gençlerimiz Türkiye'de kolay iş buluyor.
Basarılı gençlerimizle övünüyoruz. Deprem felaketi için elimizden geleni yaptık.
2002 - Yaşlılar evleri hakkında bilgi aldık. Çocuklara, torunlara yakın bir yer olursa iyi olur, hayırlısı.
2004 - 2008 'Müslüman mezarlığı' Hristiyan bir ülkede göçmenlerin 'düş'ünün son durağı oluyor.
Beyhan Ada
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın İnsan Hakları Üzerine |
|
Aslında hemen hepimiz, sorunlarımızın farkındayız; fakat çözümlerde anlaşamıyoruz..
Çözümlerde anlaşamadığımız için de sorunlarımızı biraraya gelerek, tek yumruk olarak örgütlü bir mücâdeleye dönüştüremiyoruz, iyi niyetli ama eksik ve bu nedenle faydasız bir yığın serzenişle kendimizi kandırıyoruz..
Popüler kültür ve tüketim endüstrisi kendimizi kandırma çabamızın bir aynası..
Üzerinde Che'nin resmi bulunan tişört giymekle ya da kafamıza bir kalpak geçirmekle ya da bu tür bir "karşı-duruş"la sorunlarımızın çözüleceğini, gerek ülkemizde gerekse de şu yaşlı dünyâmızda herşeyin yoluna gireceğini sanıyor, kendimizi bu aldatmacanın içine hapsediyoruz..
Mâlûm televizyon dizisi nedeniyle, bir dönemin simgesi olan Deniz Gezmiş bile(!) popüler kültüre "genç kızların yeni sevgilisi" olarak eklemlendi..
Ne acı..
Devrim yapmak "Muro" ve onun şahsında temsil edilen zevata kaldıysa zâten bu bile solun artık bir "çözüm yolu" olmaktan çıkıp tüketim kültüründe bir meta fetişizmine dönüştüğünün kanıtı..
Ki bu daha da acı..
Sorunlarımız ortada:
Her geçen gün vahşîleşen kapitalizmin insanı, toplumu, kültürü ve doğayı kendine ve "öteki"ne yabancılaştırması,
Zamânımızın önde gelen putlarından biri olan Hazreti Liberal Demokrasi'nin emperyalistler ve siyonistler tarafından az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde her türlü insanlık suçunu aklaması,
"Bilgi çağı", "bilgi toplumu" vb.. cicili lâflarla görmezden gelinen cinsellik endüstrisinin aile ve toplum değerlerini alaşağı etmesi -ki internetteki tüm sitelerin yaklaşık yüzde 70'i pornografik amaçlı,
Bu ülkelerde iktidâra taşınan işbirlikçilerin kendi komprador burjuvalarını kurmaları sonucu daha fazla totaliter bir nitelik kazanmaları ve hemen tüm "demokratik değerler"in hızla değersizleşmesi..
Listeyi uzatmak mümkün; ama dediğim gibi, bunlar zâten hemen hepimizin mâlûmu..
Fakat bu listede Felsefe'nin yeri -aslında bir felsefeci olduğum için- beni daha da üzüyor ve kimi zaman ümitsizliğe düşürüyor..
Günümüzde felsefe tartışmalarının merkezinde yer alan insan hakları kavramı maalesef Soros ve çocukları tarafından sömürülmekte, gerek ülkemizde gerekse de az gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerde insan hakları nosyonu kullanılarak emperyalistlere ve siyonistlere hizmet edilmekte; aslında bir üst-yapı kurumu olmadığı hâlde Felsefe hızla bir üst-yapı kurumu hâline gelmekte..
Bu furyanın ülkemizdeki uzantıları daha önce de deyindiğim gibi İ. Kuçuradi ve Hacettepe Felsefe kadrosu..
Bu kadro, arkasına saklandığı "hümanizmin" aldatıcılığında geniş halk kitlelerini ve özellikle de üniversite gençliğini Heinrich Böll Vakfı ve Alman Kültür Merkezinin ekonomik ve siyâsî katkılarıyla zehirlemekte, bu faaliyetlerine Felsefe'yi âlet etmekte..
Bu kadro, Polise ve Jandarmaya verdikleri insan hakları dersleri, Meclîs'in ilgili komisyonlarında sürdürdükleri maniplasyonlar, İnsan Hakları Kurullarında ve mahâllî idârelerde aldıkları görevler ve Devletin en yüksek kademeleriyle kurdukları bireysel ve kurumsal ilişkiler mârifetiyle güvenlik güçlerimizin iş yapamaz hâle gelmesine, suçla mücâdele ederken sürekli bir zâfiyete mâruz kalmalarına yol açıyor..
Bu kadro, insan hak ve özgürlüklerinin kaynağını "insânî eylem ve olanaklar"da görüp bunların evrensel geçerliliğine "kanıt"(!?) sunarken(!?) devletin görevinin bu eylem ve olanakları korumak ve genişletmek, kamu düzeni içinde bunları sınırlandıran unsurları kaldırmak olduğu yollu bir görüşe dayanıyor..
Oysa ki insan hak ve özgürlüklerinin ne amacı ne hedefi ne de ölçüsü "insânî eylem ve olanaklar" olamaz..
Bu görüş ne târihsel ne ontolojik ne de epistemolojik olarak kabûl edilemez; olgu bilgileriyle örtüşmüyor çünkü..
Biz felsefeciler, bir fikri sınamada, o fikri en uç noktasına götürmeyi önemli bir yöntem olarak kullanırız.. Bendeniz daha önce Felsefe ve Kapitalizm isimli kitabımda doğuştan kör, sağır ve dilsiz bir insan örneği vermiş ve bu kimsenin nasıl bir "insansal olanağa"(!?) sâhip olabileceğini sorgulamış, buna mâkûl bir cevap veremeyecekleri için bu kimseye örneğin işkence yapılmasına karşı çıkamayacaklarını, karşı çıkılamayacağını(!?) serimlemiştim..
Gerçi konu zâten bir felsefe tartışması olmaktan çok siyâsî ve toplumkuramsal bir tartışmaydı; bu şahısların "felsefe yapmak" adı altında yaptıkları tek şey: Soros ve çocuklarına lejyoner yetiştirmekti ki bunun ayrıntılara burada tekrar deyinmeyeceğim..
Fakat benim vurgulamak istediğim: sorunlarımızın çözümünde anlaşamamamızın en önemli nedeninin kullandığımız kavramlar üzerinde anlaşamamamız olduğu ve bu tıkanıklığı aşmaya çalışmanın da öncelikle Felsefe'nin; gerek ülkemizde gerekse dışarıda sürdürülen emperyalist ve siyonist nitelikli tasarrufların farkında olan nitelikli felsefecilerin işi olduğu ve bu çalışmalarda önceliğin insan hakları kavramına verilmesi gerektiğidir..
Sözü uzatmadan söyleyeyim: benim düşünceme göre insan hak ve özgürlüklerinin yegâne ve mutlak kaynağı, temeli kişinin kendi bireyselliğini koruma çabasıdır..
Ve hattâ Kuçuradi etiğinin temellendiremediği "hayvan hakları"nın kaynağı da yine canlıların kendi varlığını koruma itkisidir; "insansal olanaklar" gibi zırvalıklarla hayvan hakları, genel olarak hak kavramı nasıl ilişkilendirilebilir ki..
Hayvan hakları bir tarafa, insan hakları tüm insanların kendi bireyselliğini koruma çabasının evrensel olmasından dolayı tüm insanlar için kuşatıcı bâzı niteliklere sâhip olabileceği gibi, bunlardan farklı olarak toplumsal ve kültürel sınırlamalara da tâbîdir; nitekim bu çaba ancak devlet düzeni içinde sürdürülebilir, devlet düzeninin olmadığı yerde "doğal durum" içinde "insan insanın kurdu" olur ve böyle bir ortamda "güçlü"nün "güçsüz" üzerindeki tasarrufları "güçsüz"ün kendi bireyselliğini koruma çabasının ihlâli anlamına geleceğinden devlet düzeninin tesis edilmesiyle hak ve özgürlükler korunur, gerçekleştirilir; bunların sağlanabilmesi için de güçlü bir devlet düzeninin gereği ortadadır..
Güçlü bir devlet düzeni sâdece "güçsüz"ün lehine değildir, aynı zamanda "güçlü" de devlet güvencesinden yararlanır; çünkü "güçsüzler" aralarında örgütlenip "güçlüler"e karşı ayaklanıp örneğin mallarını gasp ettiklerinde bu sefer de "güçlü"nün kendi bireyselliğini koruma çabası ihlâl edilecektir..
(Güçlü bir) devlet düzeninin tesîsinde insan hak ve özgürlüklerinin bu düzenin üzerinde olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı, büyük bir felsefî taassuptur..
Örneğin Filistin..
Henüz resmî olarak kurulmuş, "uluslararası toplum" tarafından kabûl görmüş bir Filistin Devleti bile yokken ve şimdi bir de ABD ve İsrâil'in kışkırtmalarıyla ikiye bölünmüş, iç savaşa mahkûm edilmiş bir ülkede kişinin kendi bireyselliğini koruma çabası tam anlamıyla bir "doğal durum" yaratıyor; işbirlikçisinden tutun da kara borsacısına kadar ne ararsanız var..
Böyle bir ülkede henüz devlet düzeni tesis edilememiş, kendi yurttaşları arasında bile birbirlerinin hak ve özgürlüklerine saygı duymak düşüncesi yerleştirilememişken "uluslararası toplum"un onların toprak bütünlüklerine ve hattâ yaşama haklarına saygı duymalarını beklemek aşırı bir iyimserlik olmaz mı..
"Yaşama hakkı"nı ne için istiyorlar; yeni intihar saldırıları için mi, demezler mi!..
Bir-iki tâne İsrâil askerini "yok edeceğim" diye çarşı-pazar ortalık yerde ve küçücük çocukları bilhassa öne sürerek verilen bir "mücâdele", amacı ne kadar meşru olursa olsun, "uluslararası toplum"un; onu bırakın, sıradan bir insanın bile desteğini alabilir mi!..
(Zâten bizim Millî Mücâdelemizin ve Mustafa Kemâl'in eşsiz başarısının hemen tüm dünyâda büyük bir saygı toplamasının nedeni amaçta meşruluk olduğu kadar yöntemde de meşruluk değil mi!..)
Dolayısıyla aslolan devlet düzenidir; insan hak ve özgürlükleri değil; devlet düzeninin tesis edilebilmesi ve korunabilmesi için de insan hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması, gerektiğinde ortadan kaldırılması (örneğin vatana ihânet suçuna îdam cezâsı) kaçınılmazdır..
Özellikle de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu hak ve özgürlüklerin sınırları millî çıkarlar temelinde ele alınmalıdır; millî çıkarlara zarar veren bir istem ya da talep aslâ ve aslâ insan hak ve özgürlükleri başlığı altında ele alınamaz/alınmamalıdır..
Söz gelişi çalışma hakkı ve ekonomik özgürlükler kişinin kendi bireyselliğini koruma çabası olmak bakımından tüm insanlar için geçerlidir; ancak bunların içeriği toplumsal ve kültürel koşullar dikkate alınarak belirlenmelidir; Soros ve çocuklarının dayatmalarıyla değil..
Bu bakımdan, insan ömrünün ortalama 50-55 yaşla sınırlı olduğu bir ülkede emeklilik yaşının 65 olması ne akılla ne mantıkla ne insafla vb.. açıklanabilir; oysa ki IMF ve Dünyâ Bankasının güdümünde komprador iktidarlar ve onların "akıl hocalığı"na soyunan şu liboş entel-dantel zevat akıl dışı bir dünyâda akıl dışılığı akılcılaştırmanın peşinde..
"Mezarda emeklilik" değildir millî çıkarlarımıza uygun olan; bunun adı: devlet gücü kullanılarak bireylerin sömürülmesi, deyim yerindeyse: posasının çıkartılmasıdır..
"Mezarda emeklilik"in ülke ekonomisine katkı sağlayacağını iddiâ eden zevatın "millî çıkarlar" konusunda gösterdikleri bu kaygıyı(!?) yüksek kâr marjına sâhip oldukları hâlde KİT'lerin, özellikle de Telekom'un eşe dosta, Arap sermâyesine ve komprador burjuvaya peşkeş çektirilmesi konusunda göstermemesi, kendileriyle çelişmeleri bir tarafa, apaçık bir samîmiyetsizliğin, apaçık bir ahlâkî çürümenin en somut kanıtı..
Benim düşünceme göre insan haklarının sınırlarının millî çıkarlar gözetilerek belirlenmesi ne kadar doğru ise bunlar bahane edilerek bireyin sömürülmesi de o kadar yanlıştır; zâten millî egemenliği gerçekleştirecek sağlıklı bir demokrasiye -çağdaş demokrasiye- bunun için ihtiyaç var; millet neyin kendi çıkarlarına hizmet edip neyin etmeyeceğini kendi belirlemelidir, çağdaş demokrasinin özüne ve örgütlenme biçimine uygun olarak..
Ki, bir görüşe göre ırkçılık ya da anti-semitizm de millî çıkarlara hizmet eder..
Dolayısıyla çağdaş demokrasinin özüne uygunluklu bir siyâsî yapılanma olmazsa Hitler gibi adamlar iktidâra gelebilir ve bu da diğerleri kadar insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır..
Çağdaş demokrasilerde yurttaşlık hakları, hukukun üstünlüğü ilkesi, güçler ayrılığı ilkesi vb.. bu tür faaliyetlerin önünü tıkar, bu da millî egemenliğin psikopatolojik plân ve projelere âlet edilmesinin önünde güçlü bir savunma mekanizmasıdır..
İnsan hak ve özgürlüklerinin temeli kişinin kendi bireyselliğini koruma çabası olarak ele alındığında ve özellikle de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde insan haklarının değerlendirilmesine bu temelden yaklaşıldığında emperyalist ve siyonist güç odaklarının bu ülkelere "çağdaşlık", "modernlik", "liberal demokrasi" vb.. süslü püslü lâflarla dayattıklarından ve aslında kendi çıkarlarına hizmet eden politikaların büyüsünden kurtulmak imkânsız olmasa gerek..
Fakat bu olanağı görmek yerine birileri kalkıp da Hıristiyan cemaati olmayan bir köyde iki, hattâ üç tâne kilise açmaya "din özgürlüğü hakkı"(!?) derse ben de onlara doğal olarak ya câhilsiniz ya da hâinsiniz, derim..
Bugün îtîbârîyle şu yaşlı dünyâmız yok "azınlık hakları", yok "kültürel haklar", yok "kültüre katılım hakkı" vb.. zırvalıklar uğruna devlet düzeninin hızla zayıflatıldığı, devletin milletiyle olan ekonomik, siyâsî ve kültürel bağlarının hızla eritildiği, bunlar yapılırken "insânî eylem ve olanakların gerçekleştirilmesi" maskesi altında Felsefe'nin kendi târihine ve geniş halk kitlelerine yabancılaştırıldığı bir zaman diliminde çözümü yine Felsefe'den beklemektedir..
Felsefe bu boşluğu dolduramadığı içindir ki insanlık târihi içinde ancak Aydınlanma'yla birlikte el üstünde tutulmaya başlanan değerler; eşitlik, özgülük, kardeşlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü vb.. araçsal akıl tarafından emperyalist ve siyonist nitelikli tasarruflara bu kadar ucuz bir biçimde harcanabilmektedir..
Aydınlanma bu değerleri insan mutluluğunu gerçekleştirmek için vazgeçilemez bir önemde konumlandırmıştı; fakat ne kadar acıdır ki özellikle de İkinci Dünyâ Savaşından sonra ve şu lânet olası Evrensel Bildirgenin hazırlanmasından sonra bu değerler araçsal aklın hizmetine adandı..
Özgürlük, demokrasi vb.. değerler adına yapılanlar(!?) araçsal akıl yoluyla meşrulaştırıldı, geniş halk kitleleri popüler kültür ve tüketim endüstrisiyle müthiş bir aptallık hipnozuna mâruz bırakıldı..
Artık herşey mekanik..
Gizli saklı birşey kalmadı, kişi mahremiyeti bile geniş halk kitleleri önünde ayaklar altına alınabiliyor..
İnternetteki paylaşım siteleri insanlığın düştüğü sefâlet düzeyinin ne boyutlara vardığını apaçık gösteriyor..
Aile kurumu deseniz, mekanik: bir kısım televizyon programları evlenmek isteyen kimselere fütursuzca "çöpçatanlık" yapabiliyor; hem reytingi de oldukça yüksek..
Annelik gibi dünyânın belki de en soylu, en yüce erdemi bile ayaklar altında; on yedi aylık bebeğini sapık cânîlere "kirâlayan"ından mı bahsedeyim, yoksa öz evlâdını üvey babasının koynuna kendi elleriyle sokanından mı..
Annesini satırla doğrayan "evlât"lar, kız kardeşlerini birbirlerine sunan komşu çocukları, öz kızına hem de yıllarca ve eşinin bilgisi dâhilinde ve yardımıyla tecâvüz eden sapık babalar..
"Annemi nasıl öldüreyim?" diye internette anket düzenleyen ruh hastaları..
Bunlar aile kurumundan değerlerin tasfiye edilmesinin, ilişkilerin mekanikleşmesinin sonuçlarından yalnızca birkaçı..
Eğitim kurumu deseniz, o da mekanik: okullarımız, özellikle de üniversitelerimiz kişilerin toplumsal ve ahlâkî sorumluluklar taşıyan bireyler hâline gelmelerini amaçlamıyor, temel hedef: "piyasaya ara eleman yetiştirmek"..
Ve dolayısıyla herşey başarı endeksli, başarının da tek ve yegâne ölçüsü: yüksek not..
Kampüslerimiz ise -çok affedersiniz- açık hava genelevinden farksız..
Yanlış anlaşılmasın, ben kimsenin özel hayâtında değilim; fakat işin "özel hayatlık" bir kısmı yok ki..
Din kurumu deseniz, o da mekanik: bu güzel dînimizin içeriği, özü konuşulmuyor, varsa yoksa bir metre karelik bir bez parçası..
Şu "türban" denilen şey nasıl bir şeyse artık, hani Şeytan'a da taksanız o da Cennetlik!..
Bakınız bayanlar, baylar;
Her geçen gün şu yaşlı dünyâmız sona biraz daha yaklaşıyor; Şeytan bile artık tâtile çıkabilir..
Binlerce yıldır uğraş didin, senin yapamadığını elli yılda birkaç yüz kişi yapsın..
Oh ne âlâ!..
Bu kez Ajan Fukuyama'nın söylediği türden de değil; gerçekten târihin, insanlık târihinin sonu gelecek; sırf küresel ısınma sorunu bile yolun sonuna gelindiğinin habercisi..
O hâlde ya insan hakları kavramı başta olmak üzere ülkemizde ve "küresel düzlem"de sorunlarımızın çözümünün önünü tıkayan kavram belirsizliklerini samîmi ve üst düzey bir felsefî bilinçle ele alıp çözmeye ve şu yaşlı dünyâmızı hiç değilse bizden sonrakiler için daha yaşanılabilir bir yer hâline getirmeye çalışacağız ya da Soros ve çocuklarının projelerine şu ya da bu şekilde katılıp dünyânın sonunun gelmesini hızlandıracağız..
Yâni sorun: Türk Felsefesi'nin; daha doğrusu anti-emperyalist Türk felsefecilerinin ve "küresel düzlem"de anti-emperyalist felsefecilerin bu bilinç düzeyine erişip erişemeyeceği, erişecekse şâyet ne zaman erişeceği sorunudur..
Bizler geniş halk kitlelerinin önüne doğru içeriklendirilmiş, amacı ve özü îtîbârîyle meşru ilkelere dayalı, kendi içinde ve dış dünyadaki olgularla tutarlı ve öncü kavramlar, ilkeler ve değerlendirme ölçütleri koymalıyız ki bu kitleleri ortak hedefler doğrultusunda ve örgütlü bir mücâdelenin içinde birleştirebilelim..
Yanlış mı düşünüyorum!?
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"- CİHAN! SEN NE YAPTIN!!!"
Galip koşup haber vermiş eve. Ziyanın en yakın arkadaşıydı Galip. Bayramlık pantolonunun paçasında, ellerinde Ziyanın kanı, gözlerinde şaşkınlık ve acıyla beraber nefes nefese koşup haber vermiş evdekilere. Eve gelene kadar ağlamaktan gözleri kan çanağı olmuş. Hırsından deliye dönmüştü. Jandarmalar beni alıp götürürken üstüme saldırmıştı. Daha oracıkta, Galip'te benim canıma kıysaydı.
Sonbahardı. Annesi Mukadder hanım Galip'i gördüğünde bahçelerindeki dut ağacının dökülen yapraklarını süpürüyormuş. Galip tüy kadar çocuktu, esmer kara kuru bişey. Saçlarını görseniz sanırsınız bunlar hiç uzamıyor, yayla bayırının çimeni gibi, kısacık. İşte o kısa saçlı çocuk kara haberi koşarak uçurdu Mukadder hanımın ocağına, Ziyanın öldüğü haberini. Annesinin etli kırmızı yanakları küle dönmüş duyar duymaz, elindeki süpürge bir yana o bir yana, yığılıp kalmış. Ayıldıkça hatırlamış, hatırladıkça yeniden bayılmış. Bir annenin yüreğine alevli demiri sürüp sürüp çekmişim meğer. Ne büyük günah işlemişim Allah'ım.
Mukadder teyzeye yaşattığım acıyı ancak şimdi baba olduğumda anlayabiliyorum. Devasa bir hastalığın giderek vücuduna yayılıp yerleşmesi gibi, acıyı ilkin sert sonra yavaş yavaş damarlarına zerk ediliyor gibi hissetmiş olmalı. Mukadder teyzeyi, o olaydan sonra yaprakları günden güne dökülen kuruyan ve en sonunda gövdesini taşıyamayıp kökünü toprağa gömen ağaca benzettim. Ziya zekiydi, iyiydi, dokuz yaşında olmasına rağmen uzun süre hatırlanacak kadar çok sevilirdi. Tehlikeli bir oyunun peşine düşmüş ve en sonunda öldürmüştüm Ziya'yı. Kızgınlığın çocukça olanını akıl edememiştim. Evimizdeki koskoca insanların bitmek bilmeyen kızgınlıkları arasında çocukça kızmayı öğrenememiştim işte. . Yıllar sonra, hapishanede geçen onca yıldan sonra anlıyorum, çocukça kızmak gibi öğrenemediğim pek çok şeyin nelere mal olduğunu;
Kurban bayramıydı. Meydan da gençler toplanırdı. Aşağı köyün çıkışına yakın, yol kenarında büyükçe bir bahçeydi meydan dediğim. Köyün düğünleri de bu meydanda yapılırdı çoğunlukla. Işıklı salonlarda evlenmek varken köy meydanında düğün yapmak ayıp sayılmaya başlanmış ben yokken. Kızlar bir tarafta toplanırdı, erkekler bir tarafta. Mendil kapmaca oynarlardı. Herkes giyinir kuşanır sözüm ona bayramlaşmak için meydanda bir araya gelirlerdi. Gönlüne sevdanın ilk kıvılcımı burada düşerdi kızların, erkekler bu bayram kalabalığından cesaretle açılırlardı sevdiklerine. Dokuz yaşındaydım. İlk okul üçüncü sınıf öğrencisiydim, sabahları bana kahvaltı hazırlayan bir annem hiç olmadı. İki dilim ekmeğin arasına yağla bal süren bir annem olsaydı Ziya beni kızdırdığında Anneme gider şikayet eder ağlardım. İlk aklıma gelen ağabeyimin söğüt çakısı olmazdı. Her yaptığım yaramazlık için kapının önünde ağlamak zorunda kalmasaydım bişeyler değişir miydi diye düşünüyorum. Birilerini suçlamak için çok geç…
Kalabalık gençlerin arasına karışmış bir kenarda oturmuştuk. O zamanlar bizden büyük herkes imrenilecek yaşta idi. Onlar genç olmaktan çok özgür insanlar olarak görünürdü gözümüze. Onların yaşına gelebilmem için öyle çok yaşamam gerekiyordu ki. Yaşadım. Hemde çok fazla, parmaklıkların arkasında Ziyanın yüzünü görerek. . .
Sonbaharın son sıcak günlerinden biriydi. Çilekli çikolatalı bir dondurma almıştım kendime. Ziya'da hemen yanımda oturuyordu. Meydan yeri tıklım tıklımdı. Kızlarla erkekler iyice oyuna kaptırmıştı kendilerini. İkimizin de gözü kalabalığın tam ortasındaki açıklıkta mendili kapan, koşan, yakalayan oyuncuların üzerindeydi. Heyecanlanıyor, bazen neşeyle zıplıyorduk. Erkeklerin oyuncusu mendili hızla kapıp bize doğru koşmaya başladı. Arkasından eli boş kalan kız onun peşine düştü. İşte ne olduysa o zaman oldu. Mendili yakalayan erkeğin taraftarları bizdik. Daha doğrusu onların arasına karışmış oturuyorduk.
Kendilerine doğru koşmaya başlayan arkadaşlarını görünce hepsi ayaklandı, birkaç saniyeliğine etrafımız karıştı. Ayağa kalkanlardan biri, o sırada Ziya'ya çarpmış. O sendeleyince onunda kolu benim koluma çarptı. Elimdeki dondurmanın kucağıma düştüğü anı hiç yaşamamış olmak için neler vermezdim. Dondurmanın üstüme başıma döküldüğünü gören Ziya komik buldu beni. Gerçekten komik görünüyor olmalıydım. Ziya'nın karnını tuta tuta gülüşüne ensesine bir şaplak atıp eşlik etseydim. Gülerken gözümüzden yaş gelseydi, kucağımdaki dondurmaya elimi daldırıp onun pantolonuna da bulaştırsaydım.
Bayramlık pantolonumdan çikolata damlaları yere sızarken Ziya ya nefretle baktığımı hatırlıyorum. O gülüyordu. Biraz önceki coşkuya kendini kaptırmış katıla katıla gülüyordu. Bacaklarımı gerip hopladım ayağa. Küçücük ağzımı açabildiğim kadar çok açıp "- Sen yaptın!"dedim ve koşarak çeşmeye gittim. Ziya şaşkın bakakaldı arkamdan. Pantolonumu temizlemeye çalıştım. Eve gittim. Abimin söğüt çakısını dolabından alıp kirlenen pantolonun cebine sakladım. Ziyanın gülüşü zihnimde şekil değiştiriyor, şen kahkahaları giderek alaylı küçültücü sırıtmalara dönüşüyordu. Öyle olmadığını biliyordum ah! Biliyordum!
Abimin elinde maharetli işler çıkaran küçük çakı, bir cana kıyacak kadar acımasızdı cebimdeyken. O meydana koşarken çocukluğumu, annemi babamı, hayatımın tam onbeş yılını arkamda bırakarak, bütün gençliğimi ayaklarımın altında ezerek koşmuşum meğer. Ziyanın yanına. Öldürmeyi düşünemeyecek kadar küçüktüm oysa ki, zaten korkutmaktı niyetim. Öfkeyle bağırmak. Sesimle, öfkemle korkutmaktan fazlasını düşünmemiştim. Beni itmesi gücüme gitmişti, beni ittiğini sandım. Evet beni ittiğini sandım. Dokuz yaşındaki beni, iflah olmaz Cihan'ı itmişti, dondurmamı yiyememiştim, komik duruma düşmüştüm, Ziya beni küçük düşürmüştü. Onu korkutarak intikam almak istemiştim sadece. Kapanmayacak irinli bir yarayı kendi ellerimle yapıştırdım içime. Korkunca beni itmez sandım. Çocukluk. Eziklik. Babamda hep iterdi beni. O babam diye susuyormuşum meğer, korkumdan. Oda susacaktı, korkunca bana saygı bile duyabilirdi. Ziya'nında korkmasını istemiştim sadece. Ona zarar vermeyi aklımdan bile geçirmedim. Evet kötüydüm, işe yaramazdım, beş para etmezdim ama ona zarar vermeyi hiç istemedim. Ziya bana saygı duyacaktı. Çakının ucu güneşte parladığında gözlerini iri iri açacak, tabanlarını yağlayıp kaçacaktı……Kaçmadı…Keşke kaçsaydı…. Köy çeşmesinin önünden her geçişimde eskimiş kurnasından akan suyun kırmızıyla bulanık aktığını düşünüyorum şimdi. Pantolonumdaki dondurmayı yıkamıştım suyunda. Galip ise kanlı ellerini. Mukadder teyzenin kederli yüzünü bu çeşmenin serin suyuyla sildiklerini hayal ediyorum. Ölesim geliyor. Ben içerdeyken Mukadder teyzenin ölüm haberini aldığımda ikinci bir cinayet işlediğimi anladım. Yeryüzündeki bütün dağlar üstüme yığıldı. Bütün kötülüklerin işleyicisiydim artık, hepsinin tek sorumlusu…artık ne yapsam arınamazdım. Üzerinden yıllar geçtiği halde o çeşmenin suyunu içemiyorum. Haram gibi, yasak gibi. İçtiğimde dudaklarım Mukadder teyzenin soğuk ellerine değiyor sanki, Ziya'nın kalbinden sızan kan içimi bulandırıyor. İçim yanıyor. Aşağı köyün meydanına yaklaştıkça başım dönüyor. Çeşme akıyor, zaman akıyor, içimde kaskatı kalıyor Ziya…
Kalabalık hiç eksilmemişti ben dönünceye kadar. Aksine meydan dışında durmak yasakmış gibi bütün köy bu meydana akıyordu o gün. Ziya yı aradı gözlerim hemen. Arkadaşı Galiple beraber yassı taşın başına oturmuşlar dokuz taş oynuyorlardı. Kırık kiremit kenarıyla kırmızı çizgiler çekip taşlarını dizmişler, eğilmişler gülüşüyorlardı. Bana bakıyor gibi gülüyordu Ziya. Bana öyle geliyordu aslında. Hatta Galip'in gülüşünde bile hainlik hissediyor, Ziyanın ona her şeyi anlattığını, arkamdan konuşup gülüştüklerini hayal ediyordum. Çocuk muhayyilemle bunları nasıl düşünüyordum. Ziya'yı daha çok tırsıtmak için bahaneler çoğaltıyordum. İtmişti, gülmüştü, çok gülmüştü, anlatmıştı, anlatıyordu……………. . Gözlerindeki ışığın giderek söndüğünü gördüm. Allah'ım onun gözlerindeki ışığı ben söndürdüm. Bıraksaydım da yassı taş üzerindeki kırmızı çizgilerin üzerinde kurnazca düşünüp, yenmenin yenilmenin tadını çıkarsalardı. "Bir el daha, Diz taşları! Galip karşımda gerinip durma gıcık etme beni!" Omuzlarını kısarak gülseydi Ziya. Tatlı tatlı gülseydi.
Yanına yaklaştım. "Şu aşağıdaki bayıra gelsenize benimle"
"- Neden ki?"
"- Uçurtmam var benim. Uçururuz beraber" adice yalan söyledim. Uçurtmamın olmasını isterdim. Olmadı. O günden sonra olamazdı da.
"- Sahiden miii!?" dili peltekti Ziya'nın. 'Sahiden mi'derken s yi dilinden kaydırıyor gibi söylüyordu. Ne güzel söylüyordu.
"- Hadi gidelim o zaman"
Galiple beraber gelmelerine ses çıkarmadım. Fenamı, ikisi de görsün Cihan'a gülmek ne demekmiş. Tek bayram harçlığımı verip aldığım dondurmamı düşürmek nasıl olurmuş görsün ikisi de. Meydandaki kalabalıktan biraz uzaklaşınca, işte tam buraya kadar gelmiştik. Harman yerine kadar yürümüştük. Durduğumda Galip'te Ziya'da durup yüzüme baktılar, anlamsız anlamsız.
"- Eeee hani uçurtma?" Harman yerindeki toprağa mıhlı duran taş o günde burada aynı yerindeydi. Aklıma iyice kazınsın diye söküp atmıyorlar. Bu küçük taşın içimde ne kadar ağırlaştığını, giderek ne dayanılmaz acılar yaşattığını kimse bilmiyor. Dizlerim titriyor. Sanki Ziya hemen arkamda. Delikanlı Ziya!Hayat dolu Ziya!Oyuncak bir tabanca elimde patladı o gün. Ne zalim bir çocukmuşum….
Düşerken usulca kayar gibi yıkıldı küçük Ziya. Bembeyaz yüzüne çok yakışan saçları uçuştu. Başını yerdeki mıhlı taşa koyup can verdi. Sicim gibi yağmur yağıyor içime. Taşı öpüp koklasam, Ziya'nın saçlarından bir koku kalmış mıdır. Buraya her inişimde bu soruyu soruyorum kendime.
Sonra Galip'in hızla koşan ayak sesleri. Meydandaki kalabalığın içine koşuyor.
"Cihan Ziya'yı bıçakladı!!! Cihan Ziya'yı bıçakladı!!!" Aklını yitirmiş gibiydi Galip. Ziya henüz yere düşmüşken, daha o anda hissetmişti felaketi. Geri gelmeyeceğini…Ne kadar insan varsa hepsi susup aynı tarafa bakıyor ve kalın bir urgan gibi harman yerine akıyordu. Utanç mıydı duyduğum, yoksa babamın annemi dövdükten sonra takındığı pişkinlik miydi? Hatırlamıyorum şimdi.
Herkeste aynı nida;
"- Cihaaan!Sen ne yaptın!!!!!"
Aysun Esen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar nihayet uyumluluğa ilk adımları atmak üzeresiniz. Bazı gerçekleri artık kabul etmeye hazırlıklı olmalısınız. Bununla beraber profesyonel çalışmalarınızda gereken disipline sahip olacağınız güzelim bir haftaya giriyorsunuz. Yaratıcı enerjinizi de serbest bırakıyorsunuz. Bu sayede kendinizi daha iyi tanıyor olacaksınız.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Sevgili boğalar yeni haftanızda geçmişten kaynaklanan veya sürüncemede kalmış bazı meseleler gündemlerinize oturacaklar. Başarı sağlamak için geçmişe gerçekçi bakmak zorundasınız. Ortak yanlarınızın fazla olduğu bir dostunuz gelecek günlerde sizlere yardımcı olmaya son derece kararlı.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Sevgili ikizler beklenmeyen bir gelişme haftanıza renk katacak. Şimdiye kadar bir takım beklentilerinizin tam olarak gerçekleşmemesi sizleri üzmüş olsa da yakın zaman için umut var. Yalnız şunu da unutmayın, hedeflerinize ulaşmak için bir partnere ihtiyacınız olacak. Ortak yanlarınızın fazla olduğu bir kişi ile karşılaştığınızda bahsettiğim detayı hatırlayın.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Sevgili yengeçler gelecek günler sanki ışıl ışıl ve rengarenk olacaklar. Ruhsal yönden hareketleneceksiniz. Duygusal bir probleminiz varsa bu da güzel bir şekilde çözülecek. Artmakta olan duygusal bilinçleriniz yaşamlarınıza yepyeni anlamlar katacaklar. Yeni bir aşk veya hayalini kurduğunuz bir emelinize kavuşacağınız günler sizleri beklemekte.
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Sevgili aslanlar yeni haftanızda gereken cesaret ve kararlılığı gösterebilirseniz mutluluklar çok yakınlarınızda olacaklar. Sezgilerinizi de takip etmekten sakın kaçınmayın. Bu hafta kesin bir karar vermeniz gerekebilecek veya en azından bu sizden açıkça beklenecek. Vakit kazanma oyunlarının bittiğini çok geçmeden anlayacaksınız.
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Sevgili başaklar her türlü şanslara o kadar yakınsınız ki.. Fakat, şu yok edemediğiniz kendi kendinizi cezalandırma huyunuz yokmu.. O güzelim oluşumları hatta değerli projelerinizi yavaşlatan kısır döngülere geri dönüş riski ile dolu bir haftaya girmektesiniz. Belki de bir zamanlar ihmal edilen işler gittikçe günlük tempolarınızı etkilemek üzere. Gerçekçi olun yeterli, çünkü kazanacaksınız.
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Sevgili teraziler yeni haftanız sizlere önemli yenilikleri beraberinde getirmekte. Bu arada aşırı maddiyatçı, hakimiyetçi olarak veya mantıksız davranışlar sergileyerek varacağınız uç noktalarda olası kayıplardan sonra dövünmeye hakkınız olmayacak. Potansiyelinizi geliştirmeye odaklanın ve gelecek güzel haberler doğrultusunda olgunluk dolu kararlar verin. Herşey sizin elinizde unutmayın.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Sevgili akrepler gelecek günler sürekli duygusal şans, gerçek dostlarınızın sevgileri ve mesleki başarılar ile dolu dolu olacaklar. Belki de aniden ortaya çıkacak heyecan verici bir seyahat sizleri oldukça rahatlatacak. Mutlu olmak için gerçekçi davranmaktan çekinmeyin ve derin duygularınızı göstermekten sakınmayın. Haftanız neşe ve sevgiyle bezenecek kıymetini bilin..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Sevgili yaylar haftanın ilk günlerinden itibaren yaşamlarınızda vuku bulacak oldukça güzel hareketliliklere çok sevineceksiniz. Bir bayan sizlere tavsiyelerde bulunacak ve ayrıca özel, ekonomik ve mesleki konularda ihtiyacını hissettiğiniz yardımları sizlere sunacak. Bunun sonucunda alacağınız akılcı kararlarınız ile istediğiniz başarılara bir adım daha yaklaşacaksınız.
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Sevgili oğlaklar yeni haftanızda bir meslektaşınız sizlere değerli yardımlarını vermeye hazır beklemekte. Beğendiği fikirlerinize desteklerini kabul ettiğiniz taktirde kazançlarınız da muazzam olacaklar. Bir kaç zamandır oluşan orijinal fikirlerinize kararlılıkla sahip çıkarsanız yaşamınızda devrimler yaratmanız işten bile değil aslında..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Sevgili kovalar büyük çabaların, kararlılığın, bir problemin çözümünün ve yenilenmenin gerçekleşecekleri muhteşem bir haftaya girmektesiniz. Bir olay sona erecektir. Geleceğinize daha gerçekçi bir şekilde bakacağınız ve eski düşünce yapılarınızın değişecekleri engellenemez gelişimlere hazırlıklı olmalısınız.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Sevgili balıklar neredeyse kronikleşen manevi sıkıntılarınızdan yakın gelecekte kesinlikle sıyrılacaksınız. Ümit, sevgi, tekrar dirilme haftanızın ana teması olacaklardır. İyimserlik, karşılıklı arkadaşlık, sıkı söz vermeler ve olumlu görüşler yukarıdan idare için önünüzde durmaktalar. Sizin yapmanız gereken tek şey kapasitelerinize olan sonsuz inançlarınızdan taviz vermeden geleceğe odaklanmanız.
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
İSTANBUL
Akşamlarin içinde alacağakaranlığa bakarken,
Bildiklerim ellerimden kaymış bana bakıyor yine,
Çok sıcak yanıyor sanki cümlelerim,
Konuşulmuyor,suskun kalmış benliğim..
Sessizliğin içinde alevler yükseliyor titreyen ellerimden,
Limanlarım yanıyor,evlerim küllenmiş bile,
Senin boğazların ise yine serin,rüzgarlı ve sakin,
Uzaksın evlerime,limanlarıma kim bilir belki de bana..
Yaklaşılmıyor ki yanına,yoksa boş mu davetlerin?
Geçen gün Üsküdar'daydım yine çok yakındım sana,
Geçemedim yine boğazını,dokunamadım kıyılarına,
Gene de kızamıyorum sana lakin neden diye sorma..
Sana veya kadere kızsam ne fark eder ki,
Seni bulamadım ki,kaydın yine ellerimden dalgalı suların gibi..
Farkında mısın,gene susuyorsun?
Sanki ben suçluymuşum gibi esiyorsun..
Biliyor musun bazen çok korkuyorum,
Yıllardır ya sen haklıysan,
Sana dokunamamak,sana ulaşamamak,sensizlikle yaşamak,
ya benim suçumsa?
İşte o zaman beni nasıl affedersin bilmiyorum..
Bu yüzden yine bu korkularım,
Bu yüzden yine yanıyor cümlelerim,
Belki bu yüzden İstanbul yine sana değil de kendime yazıyorum,
senin hiç duymayacağın limanlarda..
Hasan Şahin
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Video paylaşım siteleri arasında son dönemde keşfettiğim bir web sayfası http://www.megavideo.com/ Aslında Lost dizisinin seyredemediğim bölümleri için araştırma yaparken rastlamıştım. Online dizi seyretmek için bulabileceğiniz sağlam arşivlerden bir tanesi olarak tavsiye edebilirim.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
Tabi ki Lost meraklılarına tavsiye edebileceğim daha sağlam bir web sayfası var http://lost-photoboy.blogspot.com/ Bu web sitesinde Lost dizisiyle ilgili aklınıza takılan her türlü soruyu ve konuyu tartışabileceğiniz sayfalar da mevcut. Ve tabi ki Türkçe altyazısı desteğiyle dizinin kaçırdığınız tüm bölümlerini seyredebilirsiniz.
Resim arşivi isteyenler için http://www.resimmotoru.com/ Neredeyse tamamı duvar kağıdı kıvamında resimlerden her türlüsü elinizin altında. Seç, beğen ve hatta bilgisayarına indir.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|