Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.464

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 19 Haziran 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Sezon finali yarın!...


Merhabalar

Hayatımın en ıslak dönemlerinden birini geçiriyorum. Sıcakların erkenden bastırması ile benim birkaç yılda bir tekrarlanan taşınma serüvenim birbirine karışınca olanlar oldu işte. Giren çıkan suyu tahayyül etmek imkansız. Su şişesi yerine damacana kullanıyor, mendil kar etmediği için alenen yanımda havlu taşıyorum. TerStar yarışması yapılsa alır götürürüm malı alimallah. Sadece sıvı çıkışı değil beni zorlayan, sıcakta beynim de kendini rolantiye alıyor sanırım. Hareketi yerine getirecek eklem yerlerime bir türlü komut vermiyor. Dolayısıyla bana köşeye çekilip göz kapaklarımı seyretme ameliyesi kalıyor. Demem o ki bu sıcaklar beni yordu, gelecek olan çöl sıcakları da çarpıp yere vurur sanırım. Anladığım kadarıyla sadece ben de değil, pekçoğumuz aynı dertten muzdaribiz. Gelen yazılardaki azalma, stok seviyesinin eksi bakiye vermesi hiç hayra alamet değil. Öyleyse dedim, her sene verdiğimiz yaz tatilini bu sene biraz uzun tutalım. Ve yarınki sayımızla sezon finali yapmaya karar verdim. Bugünden söylememin nedeni de, yazar dostlarımın dikkatini çekmek ve sizlerin fikrini almak. Eylül'e kadar sürecek yaz tatilimizde sürpriz sayılarımızın olacağını sanıyorum. Gündem zorladığında ya da sizlerden gelen yazılar dikkat çekmeye başladığında bir sayı hazırlayıp yayınlayacağım ama sürekli yayınımıza Eylül'e kadar ara vereceğiz. Ayrıntıları yarın tekrar konuşmak üzere şimdilik esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Alkım Saygın

 Kahveci : Alkım Saygın


  Her Komünistin Sonu Kemalizmdir!..

Fichte'nin Felsefe'ye en büyük kötülüğü oldu: "ben" ile "öteki"yi öyle bir ayırdı ki bir daha bu ikisini ortak bir yerlerde buluşturmak mümkün ol(a)madı.. Kendisinden sonraki dönemde kavramlar değişti, bu kavramların içerikleri değişti; ama bu dikotomik yapı hemen her fikir tartışmasının üzerinde -Kantçı bir dille söylersek: transzendentale apperzeption (kendilik bilinci) olarak kendisini hissettirdi..

Marksist-Leninist ideoloji temele sınıfsal çelişkileri koydu; devrim: üretim araçlarının özel mülkiyetinin belirli bir sınıfın -burjuvanın- elinden alınması ve ortak mülkiyet sistemine geçiş anlamına geliyordu. Daha sonra ortaya çıkan "ulusal(!?) kurtuluş mücâdelesi" temeline dayalı Sultan Galiyev hareketi ise emperyalist devletler ile mazlum milletler çelişkisini konu edindi; devrim: sömürge ve yarı sömürgelerin emperyalist devletler karşısında tam bağımsızlığı anlamına geliyor, üretim araçlarının özel mülkiyetinin millî devlet ve millî ekonomi modeline göre belirlenmesi amacını taşıyordu..

Bu tartışma önemlidir; fakat tarafların kullandığı dikotomik yapıların yarattığı tehlike; bu düşünsel yanılsama çok daha büyük bir tehlike..

Galiyev hareketi şüphesiz ki sınıflaşma öncesi toplumlarda emek-sermâye çelişkisini çok isâbetli bir biçimde açıklar; çünkü bu toplumlarda "burjuva" yoktur ki "proleterya"yı sömürsün; bu toplumlar elbette sömürgeleş(tiril)miş toplumlardır ve öncelikli olarak yapılacak şey: anti-emperyalist bir millî mücâdele..
Fakat Galiyev hareketi aslında sınıflaşma olgusuna aykırı değil; ve hattâ bendeniz Galiyev'in enternasyonalizm projesine karşı çıkmasını yöntemsel bir karşı çıkış olarak değerlendirmekte, "mazlum milletler dayanışması" çağrısını yeni bir tür enternasyonalizm olarak görmekteyim..
Çünkü gerçekten de bu "dayanışma" emperyalizmle mücâdelede zorunlu ve sağlıklı düşünen bir zihnin kolayca varabileceği bir sonuç..

Siz ne kadar "millî sınırlar dâhilinde" anti-emperyalist bir mücâdele verirseniz verin; emperyalizm ahtapotu önünde sonunda sizi tekrar sarmalar ve kendinizi millî mücâdele yıllarından beter hâlde bulursunuz..
Tıpkı bugünün Türkiyesinde olduğu gibi!..
Bugünün Türkiyesinde temel sorun ne Tayyip-Baykal inatlaşmasıdır ne hükümet-yargı kutuplaşması ne laiklik ne türban..
Temel sorun: Kemalizm ile demokrasi ilişkisinin bir türlü doğru düzgün anlaşılamaması, emperyalistlerin ve onların emri altında bulunan besleme aydınların bu ilişkilerin kurulmasının önünde çin seddi gibi dikili durmasıdır..

Aslında bu dikotomik yapıların büyük bir sorunsal hâline gelmesi Ekim Devrimi sırasında gerçekleşti, o günden bu güne müthiş bir kakofoni kulakları -ve zihinleri- tâciz ediyor..
Avrupa Proleteryası; yâni İkinci Enternasyonal; yâni Marks ile Engels'in çok özel bir misyon yüklediği Avrupa işçi sınıfı Bolşeviklere Devrim sırasında yardım etmedi; ve hattâ Menşevikleri onlara karşı kullandı..
Komünist Manifesto'da Marks ile Engels'in tüm proleterlere târihi vasiyetiydi: birleşin!..
Fakat Avrupa Proleteryası burjuvayla "birleşti"..
İşte, Galiyev hareketinin çıkış noktası da bu çelişkidir aslında..
Yâni konuyu sınıfsal çelişkilerden bağımsız olarak düşünüp milletler arası ilişkilere uyarladılar..

Pekî, velev ki başarılı oldunuz, Asya'dan ve hattâ Avrasya'dan tüm emperyalistleri -tıpkı bir zamanlar bizde olduğu gibi- kovdunuz, ya sonra?
Millî mücâdelenin kazanılması başka birşeydir, "sınıfsız bir toplum"dan bahsedebilmek başka..
Sınıfsız bir topluma geçebilmek için Marksist-Leninist ideoloji önce sınıflı bir toplum yapısını zorunlu görür; hem târihsel olarak hem de mantıksal olarak bu kaçınılmazdır..
Dolayısıyla Marksist-Leninist ideoloji ile Galiyev hareketi aslında birbirine karşı ya da taraf değil; Galiyev hareketi geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler için ancak bir "hazırlık evresi" olabilir(!?); bundan sonrası ise: Marksist-Leninist ideoloji(!?)..

Fakat(!!)..

Bu söylediklerim, bendenizin Marksist-Leninist ideolojiyi desteklediği şeklinde aslâ ve aslâ anlaşılmamalı; bendeniz Kemalist devrimi savunmaktayım; bu devrimin yarım kaldığına ve âcilen tamamlanması gerektiğine, bunu tamamlayacak olanın da Millî Demokratik Devrim hareketi olduğuna inanmaktayım..

Benim düşünceme göre Kemalizm: millî ekonomi, millî kültür ve millî devlettir. Kemalizm sınıflaşma olgusuna karşı olmadığı gibi, sınıflaşma olgusu temelinde toplumsal ayrıcalıklara, bu ayrıcalıkların içselleştirilmesinden doğan yabancılaşma olgusuna taraf da değildir..

Millî ekonominin en sağlıklı bir biçimde işlemesi için millî burjuvanın gelişmesi, güçlenmesi Kemalizmin temel hareket noktasıdır; ancak bunun olması, diğer kitlelerin ezilmesi anlamına gelmez..
Mesele de burada zâten: bir sınıfın güçlenmesi başka bir sınıfın ezilmesini gerektirmez..
"Ben" ile "öteki"yi ontolojik ve epistemolojik bakımdan iki farklı nesne olarak konu edinmek başkadır, bu ikisini birbirine ezeli ve ebedi düşman ilân etmek başka..

Fichte ve müritleri bunu anlayamadılar işte!..

(Nedenlerine burada girmeyeceğim ama, şunu söylemeden geçemeyeceğim: Alman filozoflarının temel yanılgısıdır: hemen hepsinin kafası iki nesne arasındaki farklılıkları bulmak yönünde işler; benzerliklerle hiç mi hiç ilgilenmezler.. Onun içindir ki zihinlerinin; zihinsel etkinliklerin ancak yarısını kullanırlar, kalan yarısını da rakipleriyle demagoji yapmakla harcarlar -ki bu da başka bir yazının konusu..)
Üretim araçlarının doğru ve en verimli şekilde kullanılması tüm sınıfların lehine sonuçlar doğuracaktır..
Benim anladığım biçimiyle halkçılık budur..
Halkçılık toplumsal sınıflara, sınıflaşma olgusunun bizâtihî kendisine karşı değildir..
Halkçılık bir sınıfın güçlenmesi için başka sınıfların ezilmesine, haklarının çiğnenmesine karşı olmaktır..
Bunun önüne geçmek için; eş değişle: üretim araçlarının doğru ve en verimli şekilde kullanılması için ekonomi üzerinde "devletin görünmez eli" mutlakâ olmalıdır..
Benim anladığım biçimiyle devletçilik budur..
Evet: devletin görünmez eli..
El devletin elidir, serbest piyasanın değil; devlet tüm toplum kesimlerine elini vermelidir; ama bu el aynı zamanda da görünmez olmalıdır; devletin ekonomide aşırı ve gereksiz ağırlığı önünde sonunda tüm toplum kesimlerini olumsuz yönde etkileyecektir..
Bu el kâh kur, kâh fâiz, kâh sübvansiyon ve teşvik kredisi politikalarında hep doğru ve millî çıkarları korumak yönünde hissedilmeli; doğal kaynakların ve emek gücünün tüm toplumun refâhına olacak şekilde idâresi amaçlanmalıdır..
Devletin ekonomiden çekilmesi demek bu elin önce burjuvanın eline geçmesi, sonra da uluslararası birtakım antlaşmalara dayanarak burjuvanın kompradorlaşması sûretiyle emperyalist devletlerin, günümüzde de bilhassa küresel sermâyenin eline geçmesi demektir..
Benim anladığım biçimiyle Kemalizmin kalkınma plânlamasının amacı budur: topyekûn kalkınma, bunu yaparken hem burjuvayı kompradorlaşmaktan hem de işçi sınıfını burjuvanın Batıda ortaya çıkan acımasızlığından korumaktır..
Bendenizin Komünistlerle anlaşamamasının nedeni de budur: bir sınıf için lehte olanın başka bir sınıf için aleyhte olduğunu düşünmek -kimse kusura bakmasın- apaçık bir düşünsel sığlıktır!..

İmdi sınıfsal çelişkileri aşmak için niçin sınıfları ortadan kaldıralım ki!..

Demokrasinin çelişkilerini aşmak için demokrasiyi, ekonominin çelişkileri için ekonomiyi, siyâsetin çelişkileri için siyâseti.. ortadan kaldırırsak bu süreç sonunda insanlar arasındaki çelişkileri aşmak için insanları ortadan kaldırmaya kadar gelir dayanır -ki Hitler'in "nasyonal sosyalizm"i de bu değil miydi..
"Ben" ile "öteki" arasındaki çelişkilerde temelini bulan ekonomik ve siyâsî ayrıcalıkları ortadan kaldırmak için çıkar yol "ben" ile "öteki"yi yok etmek midir yoksa toplumsal yaşamda gerekli önlemleri almak sûretiyle "ben" ile "öteki"yi ortak ve âdil bir yapı içinde buluşturmak, bu yapıyı bizzat devlet gücüyle tesis etmek ve korumak, kollamak mıdır!..
E tabiî ki yalnızca farklılıkları görmeye odaklanmış bir zihin böyle birşeye hiçbir olanak tanımaz, ben de bunu yadırgamıyorum zâten..
O hâlde ne Marksist-Leninist ideolojiye ne Galiyev hareketine ne Maoculuğa ne Stalinizme vb.. mutlak hakîkat pâyesi vermeden düşündüğümüzde yolumuz aslında Kemalizme çıkar..
Benim düşünceme göre her Komünistin sonu Kemalizmdir..
Bunu ilk anlayanlar da MDD'ciler olmuştur..

68'in ütopyacıları; yâni şu "Sosyalist Devrim"(!?) tezini savunanlar "Kapital'in yazarı"na -hümanist Marksizm tartışmalarını dikkate alarak böyle söyledim- biat edip "burjuva düşmanlığı"nı ayyuka çıkarırken MDD'ciler hiçbir zaman bu işe kalkışmamış, hattâ millî burjuvanın güçlenmesini Kemalizmin tam bağımsızlık ilkesi için; millî ekonomi, millî kültür ve millî devletin sağlanması için bir araç olarak görmüşlerdir..
Aslında SD'ciler ile MDD'ciler arasındaki bu çelişkiler sâdece bize özgü değil:
Lenin, Marks'ı tersten okudu: Marks kapitalizmin nasıl ortaya çıktığını ve nasıl aşılacağını anlatırken Lenin, Kapital'de nasıl kapitalistleşebileceklerini aradı..
Vardıkları sonuç: Avrupa kapitalizminden daha güçlü bir kapitalizm olmuştu: devlet kapitalizmi..

Komünizm için kapitalizm aşılması gereken zorunlu bir aşamaysa önce kapitalistleşmek gerekiyordu ve SSCB'de Lenin zamânında temelleri atılan "komünist sistem"(!?) sonunda hantal bir devlet kapitalizmi şekline dönüştü..
Lenin'in Marksist kurama eklediği emperyalizm anlayışını ise Stalin tersten okudu; Sovyetler Birliği onun zamânında Batı Avrupa'ya rakip bir emperyalist güç olarak belirdi; Orta Asya'dan tutun Güneydoğu Avrupa'ya kadar uzanan coğrafyada yaklaşık otuz milyon insanı "buharlaştırdı"..
Bütün bunlar Kapital'in yazarını kuru bir ekonomik-determinist bir ideolog olarak görmenin, yabancılaşmayla ilgisinde Marksizmin temelindeki "insancıl özü" hesâba katmamanın doğal bir sonucu olarak da görülebilir elbet..
Tıpkı SD'cilerin yaptığı gibi!..
MDD'cilerin bir Deniz Gezmiş'i, bir Mâhir Çayan'ı oldu; SD'ciler ise unutuldu gitti!..
(Hoş bu iki devrimcinin de çok büyük hatâları vardı ama, yine de bu insancıl özden hayatları boyunca sapmadılar ve Kemalizme hep sâdık kaldılar..)
Çünkü MDD'ciler birey ve toplum ilişkilerini hiçbir zaman ekonomik-determinist perspektife kurban etmediler; herşeyi, ama istisnâsız herşeyi alt-yapı-üst-yapı ilişkilerine sığdırmaya çalışmadılar..

Sâdece bizim SD'ciler mi!? Mao(cular) da bu sığlıktan kendi pay(lar)ına düşeni aldı(lar):
Gerçi tersten de olsa Lenin hiç değilse Kapital'i okumuştu; ama Mao(cular) bunu bile yapmadı(lar): "Mâdem ki kapitalizm yadsınacak birşey, o hâlde niçin kapitalistleşelim; biz tarım devletinden doğruca komünizme geçelim" dedi(ler) ve sanâyîleşmeyle birlikte ortaya çıkan yabancılaşmayı aşma iddiâsında olan Marksizmi bu yabancılaşmanın ortaya çıkmadığı bir tarım devletine "uydurmaya" çalıştı(lar)..
Marks komünizmde üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kalkması söylemiyle aslında fabrikaların, büyük sanâyî işletmelerinin vb.. üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kalkmasını anlıyordu; bunların sayıları az ama çoğunluğa hükmeden, kendi çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen küçük bir azınlığın elinde olmasının kaçınılmaz olarak yabancılaşmayla sonuçlanacağına inanıyordu; Mao(cular) ise üretim araçlarından dâimâ kazma küreği, öküzü, baltayı anlamış, yabancılaşmayı ise sâdece "doğaya yabancılaşma" şekline indirgemişlerdi..

İşte, Kemalizm şu "bilimsel(!?) sosyalizm"de(!?) düşülen tüm bu kafa karışıklıklarının panzehiridir..

Tekrar belirtmek isterim ki her Komünistin sonu Kemalizmdir..

Bu o kadar öyledir ki onca çelişki, mücâdele, çaba sonunda SSCB'nin varıp geldiği nokta: Kemalizmdir; Putin öncülüğünde Rusya'da millî ekonomi, millî kültür ve millî devleti inşâ etmektir, benzer şekilde bugünkü Çin de Kemalizme doğru hızla ilerlemektedir..

Kemalizmin ne Galiyev hareketiyle ne de başka bir görüşle "temellendirilmeye" ihtiyâcı yoktur; çünkü Kemalizm kaynağını ve temelini bizzat apaçık olgu ve olaylardan alır; ideolojik takıntılardan, fraksiyonel saplantılardan değil..

Ve bizde Kemalizmin geleceği Millî Demokratik Devrim hareketine bağlıdır; bu güzelim ülkemizde millî ekonomi, millî kültür ve millî devlet ilkelerini gerçekleştirmeye..

Emperyalizmin kaderi de aslında Kemalizme bağlıdır; öncelikle kendi ülkelerinde millî mücâdele verecek ve başarı kazanacak devletler er ya da geç mazlum milletler dayanışmasıyla örgütlenip emperyalizmi târihe gömecektir..
Bunu belki ben göremeyeceğim, benim çocuklarım da ve onların çocukları da..
Ama ben bu inancı hep taşıyacağım, benden sonrakilerin de taşıması için canlı tutacağım..

Pekî ya siz!?

Alkım Saygın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Gül Uysal


EGER BİRGÜN ÖZLERSEN...

(Boşa olmamalı... Aman ha!)

Sakin görünümlü bir Kıbrıs akşamında, yellendi Yaradan. Deli gibi esen rüzgara boyun eğerken sağda solda biten sokak ağaçları, üşüdüm Haziran günlerinin en sıcak gün batımında. Elimden gelen tek şey odamın kapısını sıkı sıkı kapamak oldu. Ayazın dudaklarımı öpüp parçalamasından korunmak adına.

Güzel bir rüya bitimi gibi akşama doğru azaldı yağmur. Bir ada ki; dört bir yanı denizle çevrili. Kız kulesinin tam da olması gerektiği yer diye düşündürüyor insana... Sonbahar mı geri geliyordu, ama dut ağaçları hala solgundu, ipek böcekleri kozada..?

Ne güzel bir sürprizdi koşmak zorunda olmamak eskide kalmış gamlara doğru. Uyandığın zaman yüzünde yastık iziyle yanyana fotoğraf çektirmek kadar utanç veriyordu sadece geçmişim. Bir zaman sonra derler; acıtmaz acılar daha fazla, hiç neden yokken önceden ağladıklarına say. Güzel bir gün değil ölmek için!

Ama olur da; olur da özlersen birgün anneni durduk yere, ya da babanın avuç içi kokusunda yitmek istersen uykularına doğru gelirken saatlerin tiktakları. Kardeşinin umursamazlığını anlamaya çabalamayı kesip biçersen kaftan misali, işte o zaman, eğer birgün bütün bunları özlersen; anla ki onlar senden daha çok acıyorlardır. Ve gülümse aynadaki aksine. Çünkü sen başardın, bırak onlar çırpınsın şimdi de! Sakın kanma bir daha bedel ödediğin yalanlarına.

Çığlık çığlığa kaldığın sessiz naralarını duyan kim onu düşün? Elini tutan kimdi yere yuvarlandığında bilmediğin şehirlerde. Onlardan önce, ve yahutta onlardan sonra. İşte o zaman. İşte o zaman kendini bulduğunu daha iyi anlaman gerekecek. Onlar ne kadar yanında oldu ki? Ya da ne kadar yanında olmadılar? Böyle sorsam daha mı basite indirgiyorum cevabını... merak etme; Sezen de diyor ya; "Farkındayım, bu kızı yeniden büyütmeliyim, ne gemiler yaktım!..."... Boşa olmamalı! Aman ha... Güzel bir gün değil ölmek için!

Gül Uysal


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : İffet Oral


SİYAH-BEYAZ

Ömrümün en keskin dönemeçlerinden biriydi ilkokula başladığım gün. Zihnime kazınan iki renk kaldı o günden; siyah ve beyaz.

O yıllarda ilkokul, ortaokul ve lise kıyafetleri tek model ve tek renkti. Siyah, arkadan düğmeli, kuşaklı; sıradanlaşmamıza olanca ihtimam gösterilmişti. Bu halimizle alaca koyunlar gibiydik. Siyah ve beyazın dışında kıyafetlerle okula gitmeyi zaman zaman hayal etsek de öğretmenin ikazı ile dağılırdı hayallerimiz. Okul önlüğüm, ayakkabılarım, çantam siyah; yakalığım, kurdelelerim, çoraplarım, düğmelerim ve mendillerim beyazdı.

Uzunca bir zaman dünya, bizim için siyah ve beyazdan ibaretti. Griyle tanışamadık. Bir şey ya doğru ya yanlıştı. Ya iyi ya kötüydü. Ya güzel ya çirkindi. Ya sağcıydı, ya solcuydu. Ya bizdendi, ya değildi. Ortalarda bir alternatif getirilmemişti bize.

Muhakkak birilerine ihtiyaç duyalım diye -olmalı- önlüğün düğmelerini sırtımıza dikmişlerdi. Her darlığımda yanı başımda olan annem burada da Hızır'ım olurdu. Önlüğümü ustaca giyer, sırtımı anneme dönerdim. O da beş beyaz ve iri düğmeyi ilikler, kuşağımı fiyonk yapardı.

Yaz boyu denize girmekten mısır püskülüne dönen saçlarımı musluğun altında ıslatır; balkonda iri dişli bir tarakla keçelerini açar örgüye hazırlardım.

Seyyar beyaz yakam, önlüğün önündeki minik bir düğmeye dikkatlice iliklenirdi. Bu yakalar, beyaz patiskadan veya pikeden dikilir, akşamdan ıslatılmış nişastaya yatırılarak kolalanırdı. Pazartesi günleri kolanın sertliği taze olduğundan çoğumuzun boğazı yakanın kestiği kızartıyla çevrili olurdu. Silgimin ortasından yorgan iğnesi ile delik açılır, bu delikten geçirilen uzunca bir sicimle silgim önlüğün cebine çatallı iğneyle tutturulurdu. Onu en az yarım sömestri kullanırdık.

Tutumlu olmamız bize lafla değil hal diliyle benimsetilirdi.
Misal mi istiyorsunuz: Ağabeyimin küçülen paltosu itirazsız benimdi. Eski pantolonlar, annemin elinde bir gecede allanır pullanır bana yapılırdı. Geçen yılların ders kitapları asla atılmaz, genelde gazete kâğıdı ile kaplanırdı. Yarım kalmış defterlerin kullanılmış kısmı kesilir, kalanı seneye kullanılmak üzere kaldırılırdı.

Uzun beyaz çoraplarımı giydikten sonra annem, geceden ütüleyip dörde katladığı iki mendili birer cebime özenle yerleştirirdi. Birinci mendil ihtiyaç duyduğumda kullanılmak üzere; ikinci mendil pazartesi sabahları yapılan temizlik kontrolü içindi.
O mendil, başka hiçbir şey için kullanılmaz, kendine has dokunulmazlığı vardı.
Okula ayak bastığım ilk gün öğrendiğim bu kural ileriki yaşlarımda beni hep takip ve tahrik etti. Bazılarının bazılarına karşı sebepsiz üstünlüğünü kabullenemedim. Anlamını çözemediğim yasaklara karşı refleksler geliştirmeye başladım.
Hâlbuki ne zengin ve ne güzel farklılıklarla geliyorduk şu misafirhaneye. Yapılan yanlış uygulamalar, anlamsız sindirmeler, dayatmalar olmasa; hangimiz sergilemezdi bu güzellikleri.

Okullar tam gündü. Sabah 8'de bu günkü gibi "Türküm doğruyum." okunur, sırayla sınıflara girerdik.
İkinci veya üçüncü dersin sonunda; sınıfın kapısı açılır; beyaz başlığı, önlüğüyle bir elinde çinko kova, diğer elinde bakır kepçe hademe teyze içeri girerdi. Elindeki kepçeyi kovaya vurarak kuzularını çağıran çoban edasıyla bizi kovanın etrafına toplardı.
Kovanın kapağının kaldırılmasıyla gözlüğüne hücum eden kaynar süt-tozunun- buharından hademe teyze bir an etrafını göremezdi. En haşarımız, fırsatı ganimet bilir, kaptığı kepçeyi çinko kovaya vurarak sınıfı çın çın çınlatırdı. Öğretmen, sınıftaki gürültünün ayyuka çıkmasından çok; bunun koridorlarda dedektif gibi dolaşan başöğretmen tarafından duyulmasından çekindiği için sessizce gelir, kepçe hırsızının kulağına yapışırdı.

Markaların kölesi olma gibi acınası bir durumu hiç yaşamadık. Tüketim ve israf illeti henüz yakamıza yapışmamıştı. Çünkü eldekiyle yetinmenin sırrına ve tadına çocukça da olsa ermiştik.
Ama bizim de çeşit çeşit beslenme torbalarımız vardı. Torba dedim diye bu günkü plastik poşetlerden sandıysanız yanıldınız.
Annelerimiz evde kalmış kumaşlardan veya eski elbiselerden beslenme torbaları dikerdi. Kızlar için çiçekli, erkekler için siyah, lacivert veya kahverengi. Torbaların ağzı kalın bir sicimle büzülür, torba bu sicimden okul çantasının sapına asılırdı.
Siz şimdi beslenme torbasına ne koyardı k diye de merak ediyorsunuzdur. Zamanın modası çinko veya melamin bir maşrapa. Maşrapadaki süte bandırarak yemek için bir dilim ekmek.

Boş bir hap kutusu veya şurup şişesine süt tozu için toz şeker koyardık.
Hepimizin peçeteleri beyaz, peçetelerin kenarları -muhakkak-dantel veya oyalıydı. Dantellerin ve oyaların güzelliği övünme kaynağımız olurdu. Nadiren katı pişirilmiş yumurta getirirdik. Bunu getirenlerin sayısı kırk kişilik sınıfta altı yedi kişiyi geçmezdi. Sınıfta çöp olmasın diye yumurta evde soyulur; yerken yanındaki görüp nefsi çekmesin diye torbanın içinde kopartılarak yenirdi. Cömert olanlarımız yumurtayı ikiye böler yanındakine ikram ederdi. İkramı alanın başka bir zaman iade-i ikramda bulunması sınıfın yazılı olmayan ama uyulması mutlak kurallarındandı.

Okula dönem başında çimento torbası gibi torbalarla süt tozu gelirdi. Beyaz kağıt torbaların üzerindeki yazılardan aklımda kalan sadece"made ın Amerıca"ydı. Çocuk zihnimize kazınan bu sözcüğün, neyin ne olduğunu-veya olmadığını- anlayana kadar bizde hep sıcacık bir bardak şekerli süt çağrışımı yapmasına engel olamadık.

Küçük şehirde yaşamanın güzelliklerinden biri de; öğle zili çaldığında kendimizi okuldan dışarı canhıraş atıp yemek için evin yolunu tutmamızdı. Evle okulun arasını akla hayale gelmedik azgınlıklarla geçirir, duvarların tepesinde değme cambazlara taş çıkaracak figürler uydurur; hayatın her anını oyuna çevirirdik. Aslında hayat bizim için oyun ve en kudretli besinimizdi.

Yolumuzun üzerindeki caminin şadırvanında abdest alanların haberi olmadan; yanlarına koydukları ayakkabıların, şadırvanın ahşap direklerine astıkları ceketlerin yerlerini değiştirir; maharetimizin sonucunu-yemeğe geç kalma pahasına-caminin duvarına siner seyrederdik. Çoğu yaptığımızın farkına varmaz; birbirinin ceketini ayakkabısını giyerdi. Biz de gülmekten karnımıza ağrılar girerek evimizin yolunu tutardık.

Mahallenin sokağına girdiğimizde karnımızın gurultusunu iyice azdıran kızarmış, buğulanmış ya da ızgara hamsi kokusunu alır almaz evlere çil yavrusu gibi dağılırdık.

Yemek sonrası evlerimizin hemen dibinde denize bakan tepede buluşmak adettendi. Yemeğini bitiren meyvesini alır, tepeye gelirdi. Neye yaradığından çok neye yaramadığı üzerinde durulan cipsleri, krakerleri, jolibomları tatmadık ama bu yüzden damak zevkimizde de bir eksiklik olmadı.

Meyvelerimizi yerken okuldan, evden, gelecekten, hayallerimizden konuşurduk. Çoğumuzun annesi okuma yazma bilmezdi. Hepimizin babası işçiydi. Pek azımızın evine gazete ve dergi girerdi. Herkesin evinde radyo vardı. Ülkemizle, dünyayla irtibatı, radyo, gazete ve dergilerden bir de Amerikalılardan sağlıyorduk. İngilizceye muhabbetimiz de o yıllarda başlamıştı. Bütün çocuklar, kiracıları veya komşuları Amerikalılarla sohbet edecek kadar İngilizce konuşurduk. Bize göre İngilizce için kursa gitmek olsa olsa parası bol aklı azların işiydi.

Şanslı babalar-sabahları içtiğimiz sütlerin asli sahipleri- Amerikalıların işlettiği radarda çalışırdı. O yıllarda onların daha çok kazandıkları için daha şanslı olduğunu düşünürdük. Biz gençliğe merhaba derken Amerikalılar Türkiye'ye bye bye dedi. Birçok arkadaşımızın babası işsiz kalıverdi. O zaman anladık ki şans gibi görünen şeyler; şans olmayabilirmiş.

Yazın gece yarısı girerdik evlere. Saklambaç, ara sıçanı, köşe kapmaca, uzun eşek, esir almaca, aç kapıyı bezirganbaşı, yakan top, istop, dokuztaş oynamaktan, didişmekten bitap düşerdik. Hiçbirimizin evinde televizyon yoktu. Olsa bile seyredecek takat bizde yoktu.

Evinde kütüphanesi olan kimseyi hatırlamıyorum. Fakat en mıymıntımızın bile gizlisinde en az altı yedi çizgi romanı bulunurdu. Teksas, Tommiks, Tombraks, Red-kit, Kinova, Tek en başta gelenleriydi. Çizgi romanları, sobanın altına konan, yerden dört beş santim yükseklikteki soba tahtasının veya yatakların altına saklardık. Açıkta okumak ders çalışmama alameti olduğundan ders kitaplarıyla kamufle ederek okurduk. Bu sefer de bir ders kitabının bu derece iştiyakla okunuyor olması şüphe uyandırır, yakalanırdık. Çizgi romanların akıbeti daima sobaya atılmak olurdu.

Gece uykuya durduğumuzda sabahı iple çekerdik, yaşanmamış bir güne uyanacak olma heyecanıyla.

Zihinlerimizi kirli sepetine çeviren, seyretmek için kumandaları parçaladığımız, birbirimizin yüzünü unutturan televizyon dizilerimiz olmadı. O dizileri seyretmediğimiz için hayatla ilgili hiçbir kaybımız da olmadı.

Oysa gece yarılarına kadar korkusuzca oynadığımız sokakta yanı başımızdakiyle sohbeti, karşımızdakiyle dost olmayı, küsmeyi, barışmayı, başkasının derdine ağlamayı, yenmenin gururunu, yenilmeye tahammülü sanal âlemde değil hayatın içinde öğrenmiştik.

Bizi yetiştirenlere her nefeste dua göndersek yine de hakları kalır. Ne diyeyim bizi iyi yetiştirmişlerdi.

İffet Oral


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


SİHİRBAZ

Sihirbazım benim,

Küçük bir oyundan
Koca bir sevda çıkaran
Sihirbazım.

Öyle şapkadan falan da değil,
Dudaklarıyla.
Gecelerce alkışa durduğum.

Ansızın öpülmüş tenimde
Zaman suladım
Ömür açsın diye.

Parmak uçlarımla örttüm
Her yanını
Sihir bozulmasın diye.

Derken,
Yarın-lardan ışık sızdı
İllüzyon bitti.

Şimdi
Gerçekleri selamlama vakti.

Taylan Deprem

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız ve Diş Taşı Temizliğiniz için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Haziran sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Video paylaşım siteleri arasında son dönemde keşfettiğim bir web sayfası http://www.megavideo.com/ Aslında Lost dizisinin seyredemediğim bölümleri için araştırma yaparken rastlamıştım. Online dizi seyretmek için bulabileceğiniz sağlam arşivlerden bir tanesi olarak tavsiye edebilirim.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

Tabi ki Lost meraklılarına tavsiye edebileceğim daha sağlam bir web sayfası var http://lost-photoboy.blogspot.com/ Bu web sitesinde Lost dizisiyle ilgili aklınıza takılan her türlü soruyu ve konuyu tartışabileceğiniz sayfalar da mevcut. Ve tabi ki Türkçe altyazısı desteğiyle dizinin kaçırdığınız tüm bölümlerini seyredebilirsiniz.

Resim arşivi isteyenler için http://www.resimmotoru.com/ Neredeyse tamamı duvar kağıdı kıvamında resimlerden her türlüsü elinizin altında. Seç, beğen ve hatta bilgisayarına indir.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Oh Lady Mary
Alexandre Winter









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080619.asp
ISSN: 1303-8923
19 Haziran 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com