|
|
|
4 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Müzelik Masumiyet!.. |
Merhabalar
Bu adamın kitabını bir daha okumam diye düşünüyordum. Hatta bu adama artık Türkiye'de ekmek yok da demiştim. Ama kazın ayağı öyle değilmiş yanılmışım. Nobel'li yazarımız Pamuk'un son kitabı "Masumiyet Müzesi" pekçoğunuzda olduğunu tahmin ettiğim gibi bende de merak uyandırdı doğrusu. Hele projenin ayrıntılarını öğrenince daha bir sıcak bakmaya başladım kitaba. Ve az önce internetten ısmarladım, birkaç gün sonra elime geçer herhalde. Onca olumsuz sözlere karşın, yayınladığı romanın ilk yüzbinlik baskısının kısa sürede tükenmesi, biz okumayı pek sevmeyenler gözüyle bakıldığında oldukça ilginç bir durum. Demek ki, herşeye rağmen takdir edilmeyi hakeden bir yazarımız var. Eğer öyleyse bu memleketimiz için güzel bir gelişmenin habercisi. Öyle ya, devşirme bir sporcunun başarısıyla gururlanmayı kabullenebiliyorsak, etiyle kanıyla bizden birinin, söylemleri ne olursa olsun, sanatına saygı duymak da bir erdemdir.
NTV'de yayınlanan söyleşisinde kitabı hakkında epeyce ipucu vermişti Pamuk. Ama projenin bir halkası, beni can evimden vuracak kadar güçlüydü doğrusu. Roman kahramanlarının kullandığı, kitapta yer alan nesnelerin sergilendiği gerçek bir müze oluşturma fikri gerçekten muhteşemdi. Görsel medya ile iç içe yaşayan bizlerin, ekranda ya da perde de seyrettiğimiz mekanlara yolumuz düştükçe, neler hissedebileceğimizi tahmin etmek güç değil. Bu sadece bizlere has bir olgu değil, tüm Dünya için aynı. Hollywood'daki stüdyoların nasıl ziyaretçi çektiğini, Gümüş dizisine bayılan Arap'ların nasıl akın akın yalı ziyaretine geldiklerini bir düşünün. Bunun tek nedeni var, ekran veya perdedeki iki boyuttan uzaklaşıp üç boyutlu gerçek dünyaya geçmek. İş görsel olunca gerçeğini ayırdetmek, gördüğünde hemen tanımak mümkün. Oysa okuduğunuz romanda yazarın tasvir ettiği bir eşyayı ancak beyninizde algıladığınız biçimiyle hatırlayabilirsiniz. Karşılaştırma yapmanız da olanaksızdır. İşte Pamuk bu müzeyle bize bir sağlama şansı veriyor. Algılarımızla gerçeğin bağdaşıp bağdaşmadığını görme fırsatını yaratıyor. Bana kalırsa, sırf bu yönüyle bile bu kitap okunmayı ve hemen akabinde müzesi ziyaret edilmeyi hakediyor. Ben ona bir kez daha şans vermeyi ve ön yargılardan arınmış olarak bu uzun romanı okumayı seçtim. Ne kadar zamanda okurum bilemiyorum ama okuduktan sonra bir "Masumiyet Müzesi" yazısı daha yazacağımı biliyorum. Okumaya başlayanlarınızı da dinlemeye hazırım. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
HİÇ OLMAK
Hiç hayatta hiç olduğunuz oldu mu? Soru anlamsız mı geldi? Aslında hiç değil çok anlamlı bir soru ve belki de çoğu kez düşündüğümüz bir sorunun tanımlanmış adı. Eminim vardır aranızda belli bir yaşa gelip kendini bir hiçmiş gibi hisseden . Yok mu? Yok.. Hmm .. O zaman bu sorunun içeriğini genişletmem gerekecek sanırım... Mesela 50 yaşınızda bir bayansınızdır yada bay , korkarak şöyle bir geçmişe bakarsınız , korkarsınız çünkü geçmişe öyle hemen bir bakıp çıkmak kolay değildir çoğu zaman ; ama hadi baktınız diyelim korkmadınız ne yapmışım ben bu 50 yıl süresince diyerek gözden geçirdiniz hayatınızı, ne buldunuz onu soruyorum işte? Yani bir hiç bulan yokmu aranızda? Tamam tamam demek hala yok o zaman ben şu hiçlik kavramını daha da iyi açıklayayım.. Hiç olmak nedir??? Hiç olmak sadece doğmak büyümek ve ölmektir. Eeee o zaman herkes bir hiçtir cevaplarını duyar gibi oluyorum ama öyle değil çünkü hiçlik hayat öyküsünün giriş gelişme ve sonuç kısmını oluşturan bu 3 temel evre arasında yapamadıklarınızın kısa adıdır .
Örneğin her canlı gibi doğdun, iyi ki doğdun, dünyaya bir bilinçsiz bireycik daha geldi ama durun, ailen seni bilinçsiz yetiştirmedi, sana en iyi şartları sağladı, en iyi okulları okuttu, bunlar da yetmedi kurslara verdi sosyal olasın diye, oldun da hatta, o kadar sosyal oldun ki boşa geçirecek zamanın yoktu . Yani HİÇ zamanın yoktu .İşlerin o kadar çoktu ki HİÇ bir şeye vakit ayıramıyordun. Bir yöneticisin belki de, bravo taktire şayan bir durum bu , bir de üstüne üstlük dedin ki; çocukta yaparım kariyer de.. Kendin gibi sosyal ,eğitimli biriyle de evlendin, bir de dünyaya 2 çocuk verdin. Daha ne ister bir insan ? HİÇ birşey değil mi? Eğer bu soruya cevabın evetse yazımın ilk cümlesindeki sorulan soruya da evettir. Yani sen bir hiç olmuşsun hayatında.. Nasıl mı? Şöyle ki ; doğduğundan itibaren hep birileri verdi adına kararları, belki annen belki baban belki öğretmenin belki eşin belki de psikoloğun. Dediler ki senin için çocukken , çok zayıf yemek yemeli.. O yüzden yemek zorunda kaldın o HİÇ sevmediğin sebzeleri .. Dediler ki dersleri kötü .. O yüzden aldın o HİÇ sevmediğin hocalardan o dersleri ve belki de oyun oynamakla geçirmek istediğin o yazı feda ettin HİÇ istemeden. Dediler ki hadi tamam dersleri düzeldi de biraz asosyal, sanki piyano dersi yok, o da az bir de tenis dersi alsın .. O yüzden öğrendin bir daha HİÇ kullanmayacağın bu bilgileri .. Büyüdün kocaman oldun, üniversitede misin? Hangisi ? Yani annenle baban ya da hocan hangisini seçmenin senin için iyi olacağını söyledi? HİÇ tiyatroyla hayat mı devam ettirilir demediler mi? Üniversite bitti, yöneticisin de, artık hayatın çok iyi, başarına başarı katıyorsun, o kadar yoğunsun ki tatil bile yapamıyorsun , çünkü sen lidersin, senin yönettiğin insanlar senden iş bekliyor , sorumluklarını yerine getirmeni bekliyor. Peki ya sen ? Bu seni HİÇ yormuyor mu? Evlisin de artık, mükemmel bir eşin var. Herşeyi doğru yapmaya çalışırken HİÇ çığlık atmak gelmiyor mu içinden ? Atamadın tabi o çığlığı, bir de çocukların var senden iyi bir anne olmanı bekleyen. Onların geleceği artık senin tek gelecek kaygın değil mi?
İşte bu yüzden HİÇsin. Hayatında hiç düşmemişsin düşsen de hemen birileri kaldırmış daha sen kanamadan , HİÇ korkmamışsın hayattan gelecekten çünkü gelecek çoktan vaadedilmiş sana daha sen doğmadan.
Aşık olmamışsın hiç kimseye, herkesi karşına alacak kadar ya da cesur olmamışsın ben daha çocuğum o yüzden önce kendim büyümeliyim ki çocuk yapayım diyecek kadar.. HİÇ alıp başını gitmemişsin çok az bir parayla uzaklara.. Ya da HİÇ çığlık atmamışsın sinirlenince herkesin ortasında. HİÇ gülmemişsin bir kütüphane de etraftan gelen hişşşttt seslerine aldırmadan . HİÇ ben artık yokum dememişsin her şeyi ardında bırakarak.. HİÇ ben buyum beni böyle sevin, sevmiyorsanız sizin sorununuz diyecek kadar küstah olmamamışsın, HİÇ inanmamışsın ufolara, leyleklerle geldiğine, hayvanların çizgi filmlerdeki gibi konuştuğuna. HİÇ unutmamışsın canını yakanları. HİÇ sormamışsın arsız sorularını. HİÇ ben mutlu olduğum şeyi yapacağım cümlesini kuramamışsın.
Şimdi tekrar ilk soruma dönüyorum HİÇ hayatta HİÇ olduğun oldu mu? Cevabınızı bekliyorum.
Seçil Yılmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Perşembe Yazıları : C.Eray Eldemir BİR AŞKIN ÖZETİ |
|
Bir Mart ayıydı...
Uzak, çok uzak bir yerden bir şarkı yükseliyordu.
Bahar yakındı, mandalina çiçeği kokuyordu dalda kavuşmalar.
Uzun kışlar geçirmiş, bahar gelmeyecekmiş gibi hisseden yüreklerimize.
Dala çiçek henüz yeni düştüğünde, uzak bir Yunan şarkısı taşıyordu kokusunu
portakal bahçelerinde saklı kalmış bir aşkın hikayesini yani...
Biz gecikmişte olsa aşklara gebeydik,
Oysa üzerimizden vaktinden çok evvel ayrılıklar geçiyordu.
Yarım kalmış sevdalarımızın sağlamasını yapıyorduk her yeni ilişkimizde
Yalnızlıkları bahar çiçeklerinin kokularıyla çarpıp, elde kalan hüzünlerle topluyorduk ve eşit olmuyordu hiç bir zaman bölünen bir aşka
Anlıyordukki aşk kolay bulunmuyordu
Aşk sunulmuş bir armağandı yaşama ve biz yaşadıkça
Güzel şeylerin varlığına inanıyorduk her baharda
İşte böyle zamanların birinde uyandı dalda çiçek, suda köpük
Yüzümüzün deltasında ve çatlağında ellerimizin bir aşk
Biz,
Tek yasağın ayrılıklar üzerine olduğu bir yer arıyorduk oysa , aşk ikliminde.
Ve sokağa çıkma yasaklarını bir fiil uygulayarak sevişiyorduk. Seviyorduk çünkü tenimizin aşksız kalmış yanını sevda rengine boyamalara...
Elimizde aşkın kokusu vardı ve aklımızda manasız karışıklıklar yaratan dostluklar
Aşk iki kişilikti ve konu sevda olunca Misak-ı Milliydi sevgilimizin her zerresi
Ulusal sınırlar içerisinde aşk bir bütündü ve bölünmemeliydi sevdalar
Ve o yüzden özelleştirmiyorduk aşka ait ne varsa, sevgiliyi toprak gibi kutsal biliyorduk..
Elimizde sağlaması kendisini vermeyen manasız bir ayrılık kaldı sonra
Asal bir aşk kalıyordu yani bir de geriye
Kendinden ve ayrılıklardan başka birşeye bölünemeyen
Biz ki bütün ayrılıklar kavuşmalara bölünebilsin istiyorduk
İstiyorduk ki
Elde kalan asal bir aşk değil Asıl bir aşk olsun ve bölmeyelim artık ömrümüzün geri kalanını müsvette ilişkilerin kağıtlarına
Çünkü o kağıtlarda sağlaması yapılamıyordu portakal çiçeği kokan bir Yunan ezgisinin.
Sevdalı kavuşmaların, ayrılık akşamlarında
yüzümüzde bir şeyler kırılıyordu umudumuzu kesen
Saçlarında gül dikeni ellerimde kesikler...
Bu yüzden bu dünyaya inat, baharın kokusuna tutsak seviyorduk gelecek günlerimizi
Hayat ellerimizi kanatmasın istiyorduk artık
Sonbahar sevdalarını arkada bırakıp aydınlık pencerelerden aralıyorduk gelecek güzel bir hayatı
Sigara kokan parmaklarımızı güneşte demleyip
Geceyarıları rüzgarda içmeyi öğreniyorduk yalnızlığı
Ne kadar şekerli düşler kursakta tatlanmıyordu yüreğimiz.
Böyle gecelerde alıştık demli ayrılıklar kabilinde şekersiz yalnızlıklar yaşamaya...
Sandalda bir parça umuda katık ettiğimiz şeydi sevmek, bahar sabahında, daldaki çiçek kokusunda ve mavi ve birbirine tutsak sevdaların terlemiş çarçaflarında gece yarıları, yol alıyorduk Uzak İklimlere...
Sonra bir rüzgar kaldı omuzumuzu sıvazlayan
Saçlarımızda artık olmayacak bir sevdalının eli oluyordu poyraz
Gün doğusundan yer yer 6-7
sokaklardan çokça 8 şiddetinde yalnızlıklar esiyordu saçlarımıza...
Yüzümüzün artık sevdalının eli geçmeyecek çatlaklarından akıyordu bir bahar aşkının yumuşaklığı
Damlalar yüzümüze düştükçe iklim bahardan kışa dönüyordu
Dala ceviz düşmemişti daha
Esmer ve kavruk kavuşmalar bitmişti
Ve takvimlerden bir bahar günü sararan gerçek bir aşkın öyküsünü anlatıyordu o uzak yunan ezgisi kendi yarattığımız Aristotelous sokağında...
Üzerine asfalt dökülmüş baharlar kaldı geride
Biz o toprakta
Ve başını bir sevdaya uzatan o sarı çiçeğin yaprağında değildik artık
Kurşunlanmış ağaçlar gibi yaralanıp
- Ki ağaçlar baharı getirecek çiçekteydi sana -
Yüreğimiz vaktinden evvel sonbaharlara kavuştu..
O güzel iklimde, o toprağın üzerindeyken yani, mandalina kokuları arasında yürümeyi
Mavi kadife denizlerde bu dünyaya umut etmeyi,
Yani sevmeyi düşlüyorduk çıldırasıya…
Biz karbon kağıtlarıyla resimler yapan haylaz çocukların gururunda değil
geceleri uyurken sevdalımızın yüzünde çizmek istedik aşkı... İstedik ki benzemesin yarattığımız sevda hiç bir desene, hiç bir resme hiç bir geçmişe
Sen mutluluğun resmini yapamadın belki Abidin ama görseydin...
Bir gece deniz köpük köpük dalgalanıyordu, dışarıda haylaz bir rüzgar, bulunmaz bir sevdayı koynuna almış yatağımızı dolduruyordu.
Dışarıda eski bir sandal bizde yeni sevdalar,
uyanıp uyanıp sarılmaların resmini yapsaydın keşke sen.
Zamanın sarkacından
gün ayrılıklara dönmeden öncenin resmini yapsaydın keşke sen Abidin.
Ve bize umut ettiğimiz şeylerin var olduğuna inandırsaydın..
Hayatımızdan çocukluğumuzu çıkartınca
geriye bir tek sevdiğimizin kokusu kalsın istiyorduk.
Sevişirken dört mevsim hasretler, bir de dudaklarını kanatırcasına öptüğün…
Bak bunun resmi de yapılmadı Abidin,
Yani sırılsıklam sevişmelerin.
Sen akrepten sonra böyle kararsız, ben yelkovandan önce böyle sevdalı olmasaydım keşke.
Çünkü anladım ki her aşk ARh + başlar 0Rh - bitermiş...
Ve varlığında tercih etmediğimiz güzellikleri
aramaktır hayatın çelişkisi...
Birden bire oldu herşey
Dalda yaprak , suda köpük
Bahar toprağında ayak izin ve bana gelişin
Bahar birden bire gelmişti aşk birden bire
Ve sonra
Birden bire bitti her şey
Dalda yaprak kurudu, sudan köpük çekildi
Topraktan ayak izimiz birden bire silindi…
- UZAK İKLİMLER ADLI KİTAPTAN -
C.Eray Eldemir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
RUHUMA ŞİZOFREN DEĞDİ BEN GÜNEŞİ GÖRDÜM…
Gözyaşıma kan damladı,ağlamalarım kırmızı,dünya beyaz…
Sana suçluyum dedim. O gün kapıya gelen dilenciye açmadım kapıyı. Pencereye konan kuşları görmemek için o hiç sevmediğin kadife perdeleri sonuna kadar çektim. Karanlığı sevdiğimi biliyorsun, tüm ışıklarını sildim gündüzün,ve tüm acılarını, sahteliğinde kaybolduğum tüm yüzlerin. Konuşmadım ara sıra aksimle tartışırken yükseldi sesim boynumu eğdim, sustum.
Telefon çaldı. Kapı çaldı. Saat çaldı…
Kimseyi tanımıyorum. Karşı evin çocukları sokakta çığlık atarak koşuyorlar. Tüpçünün müziğini duyuyorum uzaktan, ağlıyorum. İçimi sıkan birileri var, gitmelerini söylüyorum dinlemiyorlar.Bugün güneş vardı.Dün hava durumunda söylemişti. Açsam diyorum biraz aralasam perdeyi, ardımdaki kız kızıyor.Koltuğun rengini merak ediyorum,görünmüyor.Birileri durmadan hayatıma talkımlar veriyor, durmadan beni anlatıyor. Hakaretlerine bazen çok kızıyorum, gitmek istiyorum, kalıyorum…
Oda karanlık, içim karanlık, zaman karanlık.Annemi düşünüyorum ne çok meraklanmıştır.Annemi düşünüyorum annem yok. Babam, o da yok. Öldü. Arkadaşlarım, dostlarım….
Peki kim arıyor beni! kim durmaksızın çaldırıyor telefonu, niye kapatıyorum pencereleri,çocukların sesleri gittikçe büyüyor, kuşlar,kuşlar…
Tanı: Şizofren (şizofreni)
BELİRTİLER: Gerçekle hayal dünyasını ayırt edememe, mantıksal düşünme yeteneği kaybı, normal duygusal tepkiler
verememe ve toplumsal kurallara uyamama.
Yalnızlığıma arkadaş. İçilen zamansal kaygıların, şimdi içilen o küçük renkli nesnelerle bir alakası olabilir mi? Oysa çalan kapıya bakmamıştım ben ve kimseyi davet etmedim içeri. Nasıl oldu da kalın perdeleri aşıp evime, yatağıma, beynime, yüreğime sızdı.
Chesterton geliyor. Onunla yazgımız aynı olabilir mi? Diye geçiyor içimden, gülüyorum. Oysa benim hiç ince çerçeveli gözlüğüm olmadı ki.
Sıradan ikinci gün sonu…
Bugün sevdiğim tüm şarkıları dinlemek geldi içimden, ruhuma basılan tüm hasta mührüne inat olduğumdan daha canlı,daha sıcağım hayata.İlk bahar geldi çiçek kokularının dağıldığı balkonumda çay içiyorum.Bilinmezliğin sardığı dünyada adımın önüne koyulacak uyduruk bir tanı, saçma birkaç belirtiye boyun eğmeyi hiç mi hiç düşünmüyorum. İçimdeki kalabalık konuşuyor, birileri her gece yaptığını yapıyor aynı seranatları, aynı ses tonuyla yüreğimin tam altında bana okuyor, ben duymuyorum.Yıldızları izliyorum, bulutlarda kaybolan o küçük parıltıların tekrar bana göz kırpması şerefine bir bardak daha çay koyuyorum kendime. Susmuyorum. Kadife perdeleri dün yoldan geçen eskiciye verdim onun yerine pembe bir leğen aldım, kenarları çiçekli.
Biliyor musun? Bu gün güneş vardı ve ben ağladım.Baktım gözyaşım beyaz,dünya beyaz.
Sıradan üçüncü gün sonu…
İçimdeki ses sustu. Ama neden bilmiyorum, artık gideceğini söyledi. Sıkılmış.Miğdemde ki ağrıyı fark etmiş ilaçları bırakmamı söyledi, bıraktım. Bugün hava puslu, ben ağlamadım. Penceremin kenarına kuşlar gelmedi. Hava durumu yağmurlu dedi onu bekliyorum.
Yağmur başladı…
Yağmur kırmızı,dünya beyaz.
Sinem Semerci
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç BELKİ BU BİZİM SON RAMAZANIMIZ OLACAK |
|
Dün, bugün ve yarın… Zaman bir sacayağı misali… Dün geçti, bugün yaşanıyor, yarın henüz gelmedi. Yarının gelme ihtimali ne kadarsa, gelmeme ihtimali de o kadardır. Böyle düşünüp hayatımızı bu minval üzere devam ettirmeliyiz. An, yaşadığımız andır. Yarınlar meçhuldür. Bugünü değerlendir(e)meyip yarına güvenip dayananlar, basiret fakirleridir. İnsanın ömür sermayesinin ne kadar olduğu belli değildir. Resulullah'ın dediği gibi "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalıyız."
Bu ramazan sizin son ramazanınız olabilir? Bunu hiç düşündünüz mü? Geçen yıl oruç tutanların bir kısmı bu ramazanda aramızda yok. Onlar ebedî uykularına daldılar. Onlar için imtihan bitmiştir. Önceki yıl ramazanda aramızda olan kişiler bu yılki ramazana erişemeyeceklerini düşünmüşler miydi acaba? Bu kişiler arasında yaşlılar olduğu gibi, gençler de vardı. Şimdi onların boşluğu evlerinde ne kadar da hissediliyor. Artık onlar için oruç da, iftar da, sahur da, teravih de söz konusu değildir. Dünyada iyi bir imtihan vermişlerse ne mutlu onlara!... Bunun aksini düşünmek bile istemiyorum. Zira orda hesap pek çetindir.
Bu yıl ramazana erişen, orucunu sağlık ve afiyet içerisinde tutanlardan bir kısmı gelecek ramazanda aramızda olmayacaktır. Bu kişilerden birisi de siz olabilirsiniz. Durum bu iken nasıl olur da ramazan orucunun hakkını vermeyiz? Oruç tutarız da beri taraftan da günah işlemeye devam ederiz. Orucu sadece midemize tuttururuz; diğer uzuvlarımız oruca iştirak etmez. Gözlerin orucu harama bakmamaktır, ellerin orucu haramdan kaçınıp helal yoldan rızık edinmektir. Ayakların orucu hayırlı yerlere gitmek, şerden uzaklaşmaktır. Kulakların orucu kötü söz söylenilen, gıybet ve iftira edilen yerlerde bulunmamak, bu gibi çirkin sözleri işitmemektir. Dilin orucu kötü söz söylememek, gıybet ve iftira etmemektir. Ancak böyle bir oruçla Allah'ın rızasını kazanabiliriz. Böyle bir oruç bizi sıddıklar arasına katar.
Ölüm kime ne zaman gelir bilinmez. Bu bizim son ramazanımızmış gibi samimiyetle ve takva üzere orucumuzu tutalım. Ramazan geldi diye işlerimizi de aksatmayalım. Dünya işleriyle ahiret işleri dengeli yürüsün. Zira İslam dengeli yaşamanın adıdır. Gün boyu oruç tuttuktan sonra iftarda tıka basa yemek doğru bir davranış değildir. Yemekte de ölçü üzere hareket etmeliyiz. Sabahtan akşama kadar iftar yemeği hazırlayıp günümüzü ziyan etmeyelim. Ramazanda sadece oruç tutulmaz, diğer ibadetler de yoğunlaştırılır. Siz gün boyu yemek pişirmekle meşgul olursanız ramazanın rahmet ve bereket ikliminden yeterince istifade edemezsiniz. İftarların sade olmasında fayda vardır. Midenin üçte birini yemeğe ayırırsanız bu dinî ve sıhhî açıdan isabetli olur. Çok yemek hayvanî, az yemek insanî yönümüzü gösterir.
Ramazanda aşırı alışveriş yaparak bütçe dengelerini sarsmak da doğru değildir. Buna gerek de yoktur. Çünkü ramazanda açlıkla imtihan ediliyoruz. Bırakın bir ay bazı nimetlerden mahrum kalalım. Ancak bu şekilde nimetlerin kadrini idrak edebiliriz. Bu ayda sofralarımızda fakir ve garibanları ağırlamalıyız. İmkânlarımız azsa azdan, çoksa çoktan ne varsa onlarla paylaşmalıyız. Sofraya uzanan ellerin hanemizi bereketlendirdiğini unutmamalıyız. Bu mübarek günlerde yoksulları sevindirmek, onların yarasına merhem olmak çok sevaplıdır. Durum bu iken bazı zenginler fakirleri değil de kendi seviyesindekileri evlerinde ağırlıyorlar. Bu da mubah olsa da asıl efdal olanı ihtiyaç sahiplerinin bu sofralarda yerini almasıdır.
Ramazanda mümkün olduğunca manevî işlerle uğraşmalıyız. Uykuya az zaman ayırmalıyız. Orucu yatağa tutturmamalıyız. Boş zamanlarımızı dinî konularda kitaplar okuyarak geçirmeliyiz. Öncelikle ve özellikle Kur'an'ı Kerim okumalı, üzerinde düşünmeliyiz. Çünkü ramazan Kur'an ayıdır. Her ramazanda Kur'an'ı hatmetmeliyiz.
Ramazanda namazlarımızı cemaatle kılmalıyız. Teravih namazlarına katılmalı, Müslümanlar arasındaki sosyal kaynaşmaya katkıda bulunmalıyız. Sahurdan evvel teheccüd namazı kılmaya gayret etmeliyiz. Dualarla ve zikirlerle Hakk'la aramızda muhabbet köprüleri kurmalıyız. Ramazanı hakkıyla ihya etmeliyiz. Zira bu bizim son ramazanımız olabilir.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
DENİZCİNİN ŞİİRİ
Fahişe bir sevgilidir deniz;
Her sabah kalktığında küfredersin!
Havaya, toprağa, suya...
Her akşam çekip gitmek istersin
öylesine... Küstüğün her şeye...
Huzursuzsundur, için ürperir yanında
Yine de onsuz yapamazsın
Uyursun koynunda.
Sonra anlarsın,
Sahte olduğunu altından geçtiğin gökkuşağının
Ve gerçekleşmeyeceğini hiç bir zaman kurduğun hayallerin....
Erman AKÇAY
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Tanıtımlara başladılar bile. Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
http://files.cilekoyun.com/files/o3koke/o1/animasyoncu_2.swf Eğlenceli bir animasyon seyretmek istiyorsanız buyurun buradan bakın. Hatta indirebilmeniz için özellikle swf uzantılı dosyanın adresini veriyorum. İyi eğlenceler.
Biraz daha fazla animasyon isteyenler için ise http://www.atom.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tamamen animasyon dolu karmakarışık ama sıkıcı olmayan bir web sayfası.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|