|
|
|
8 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yapma be padişahım!.. |
İyi haftalar
Tatil bitti, okullar açılıyor. Şöyle ağız tadıyla çocuklara dersbaşı yaptırsak fena mı olur? Olur tabi olur, kursak kavurgasını ister. Bıçkın delikanlıdan başbakan olursa, acı biber bize ağız tadı olur. Yedikçe yiyesimiz gelir, yanar ha yanarız. Yetmiş milyonun başbakanı işi gücü bırakmış bir medya patronuyla ağız dalaşı yapıyor. Neden? Alman yargsına takılan lüpletme operasyonunda bir tanığın ifadesinde adının geçtiğini yazdığı için. Hani şu meşhur davada, Kanada'dan rahip bozuntusu bir zırtapozun, savcılık marifetiyle geri yalayıcı medyaya servis edilen, iddiaları gibi!..
Kendine gel Tayyip Bey, senden büyük Allah var. Sen ki koca Türkiye'nin başbakanısın, hazmet yerini. Az buz değil yedi yıl oldu, o makamdasın. Sana biat etmeyenleri tehdit etmekten vazgeç. Yedi yılda yarattığın ortamdan palazlanan, malı hamuduyla götüren takımının ahlaksızlıkları bir bir ortaya dökülünce asfalyaların attı. Pek gocundun, belli ki yaran kanamaya başladı. Üç sene önce bal börek olduğun grubu vatan haini ilan etmeye kadar vardırdın, helal olsun sana. Kirli çamaşırlarını bir bir ortaya dökecekmişsin. Madem biliyordun da bunca zaman neden kendine sakladın padişahım heybetlim? Petrol Ofisi davasında işbirliği(!?) yaparken sorun yoktu, grup yanınızdaydı, şimdi mi sorun oldu? Peki şimdi nedir paylaşamadığınız?
Sapla samanı birbirinden ayırmak lazım. Başbakan söylediklerinde haklı olabilir zira karşısındaki patron vukuatlıdır. Amma velakin konuyla hiç alakası yoktur. Alman mahkemesi "Deniz Feneri" adıyla milleti soyanları araştırırken bir tanığın ifadesini almış, bu ifade de basında yer almıştır. Almanya'daki dernekle Türkiye'nin hiç âlâkâsı olmasa hadi neyse, paraların geldiği kanalla şimdiki RTÜK başkanının ilgisi olmasa neyse, Türk savcıları Alman savcılarının paralelinde bir soruşturma başlatmış olsa neyse. İşte asıl konu budur, yoksa parayı senin alıp almaman değil. Bizzat aldığını kimse söyleyemez, alimallah çarpılır. Velevki söyledi, onun da mutlaka bir sünnet düğünü sonrası alınan borçla açıklanabilecek cevabı vardır. Senin yapman gereken eski dostun medya grubuna cihad ilan etmek, onu tehdit etmek değil, savcıları göreve çağırıp bu konunun Türkiye boyutunun da ortaya çıkarılmasına öncülük etmektir. Dişliyi dişlemeye gönlün razı olmadı, hiç olmazsa bu konuda elini vicdanına koy. Ahlak, adalet duygularını sömürerek geldiğin iktidarından beklenilenleri yap, kara kara adamları koruyup ampulünü hepten karartma.
Malum derneğe gelince, o konuda biraz buruğum. Kendimi kullanılmış hissediyorum. Her ne kadar Almanya ile Türkiye'nin organik bağı olmadığını iddia etseler de pek inanasım yok. Kaldı ki, buradakiler yayınladıkları mesajlarda organik bağımız yok ama bize destek olmuşlardır diyorlar. Zaten bir çığ gibi büyüyen, yardımsever insanların desteği ile büyük varlığa ulaşanların içinde hiç kanı bozuk olmadığını söylemek fazla romantiklik olur. Burada henüz bir soruşturma açılmadığı için gerçekleri öğrenebilmemiz zor, ancak eğer bir günahları varsa, şahsen verdiklerimi, verilmesine elçi olduklarımı helal etmiyorum.
Herşeye rağmen çocuklarımızın yeni öğretim yılını kutluyor, hepimize güzel bir hafta diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam ULUSAL TÜKENMİŞLİK SENDROMU |
|
Ortalığı kırıp geçiren bunca tahammülsüzlük, bunca sövgü, bunca bilenmişlik, bunca ayrımcılık, bunca ötekileştirme, bunca negatif enerji -bir örgün organizma olan- bu ulusun bireylerinde hiçbir rahatsızlık, hiçbir derin iz, hiçbir yıkım oluşturmuyor mu, sanıyorsunuz?!
Oluşturuyor elbet... Hem de bunu öylesine ölümcül bir tükenmişlik sendromu yaratarak yapıyor ki; ya bütün yapıcı enerjimizi nötrleştirerek, bizi ortak akıl ve duygudaşlık yolundan ayırıyor, ya da amansız bir şiddet enerjisi yaratarak, ulusal bütünlüğümüzü kendi ellerimizle lime lime edeceğimiz bir sürece doğru hepimizi peşinden sürüklüyor!
Kısacası, dönemruhumuz "zeitgeist", giderek koyulaşan bir depresif karanlıkta cinnete doğru adım adım yaklaşıyor.
Peki, 70 milyon insanın içinde, ülkeyi bu zifiri karanlıktan kurtaracak hiç mi kucaklayıcı ve bütünleştirici bir sosyal proje üretecek kimse/ler yok? Neden saat başı karşımıza çıkan 100 kadar köşekadısına, televizyon demirbaşı yorumcuya ve akademisyen telezofa kalmış meydanlar?! Nerede o tarafsız düşünen, seçkin zihinli akil adamlar? O hakçatanlar, o kanaat önderleri, o olmazsa olmaz toplum mühendisleri?... Nerede?...
Bu mudur topluma hizmet: milleti uykusuz bırakarak, gece yarılarından sonra ilkel gerilimler yaratıp rating toplamak mı olmalıdır bu dönemin sorumlu televizyonculuğu?!
Peki, nerede kuzu postlu kurtları karanlık ekranlara hapsedecek barış çubuğu tüttüren yaratıcı program yapımcıları/sunucuları?
Nerede toplumsal barışa hizmet eden köşe yazarları?
Nerede herkesi sahip olduğu inancı ve fikriyle bağrına basacak o bilge liderler?
Nerede topluma ayna olup herkesi sanatla eğitecek, katılaşmış kalpleri sanatın büyüsüyle yumuşatacak sanatçılar?
Neden uyuyorlar bu ülkenin üniversitelerindeki sosyologlar, psikologlar ve içimizdeki şeytanın gıdasını kesip meleği besleyecek "gastronomi uzmanları"?!
Ve nasıl oluyor da sadece barınak ve yiyecek parasına fit olmuş 50 milyon yaralı insan bu kadar tepkisizce, bir tür Eyyûbî sabırla bıçağın kemiğe dayanacağı ân'a kadar beklemeyi yeğliyor?!
Bu soruları sora sora, bu düşüncelerle hemdert ola ola, tükenmişlik sendromuna yenik düşmeden önce, lütfen birleri bana yanıt/lar versin, lütfen!
Ey, Ali Kırca Bey!
Siyaset Meydanı'nı "Barış ve Kardeşlik Meydanı"na dönüştürecek, bu milleti dirlik ve gönenç yoluna yönlendirecek bir proje var zihnimde, talip misiniz?
Sözüm tüm barışseverleredir...
Saygıyla...
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damla
"Sakin olun biraz!
Bu kadar üstüme gelmenize gerek yok.
Biraz yalnız kalmak ihtiyacım sadece." dedi genç kız boğuk bir sesle.
Gerçekten de son zamanlarda kendiyle bir türlü başbaşa kalamamış, düşüncelerini duymaya bile fırsatı olmamıştı.
- Eğlenmeye geldik buraya. Bu hüzünlü hava niye?
- Mutluyum ben böyle. Siz düşünmeyin beni; eğlenmenize bakın.
- Hayır, bak 15 dk. daha duruyoruz sonra gideceğiz, tamam mı? Seni bırakmam burada yalnız.
Bir sigaralık yalnızlıktı alt tarafı onun istediği. Ne olurdu anlasalardı? Görmüyorlar mıydı? Böyle daha mutsuz olacaktı.
Umarsızca kaçtı balkona. Yere oturdu bu kez. Bu yaz sıcağında çıplak teniyle soğuk taşları hissetmek ürpertti önce. Hoşuna bile gitti ama sonra. Saatlerce oturabilseydi...
Gizli saklı işler çeviren birinin tedirginliğiyle yaktı nedense sigarasını. Balkon demirleriyle oynaşan güneş ışınlarını seyretti usul usul. Düşündü sonra. Cevapların kendisini hiç sevmediğini bile bile sorup durdu.
Neydi?
Kimdi?
Ne olmaya gelmişti?
Burada ne yapıyordu?
Gerçekten var mıydı ki hem?
"Düşünüyorum, öyleyse varım." demişti Descartes. Her düşünüyorum diyenin cılkı çıkarılırcasına ağzına tıkılırdı hani.
Düşünmek var olmaya yeter miydi?
Öyleyse neden var olduğunu hissedemiyordu?
Olmak ya da olmamak mıydı yoksa mesele?
Olup olmadığını düşündü. Ne vardı aslında, ne de yoktu. Buydu sanki acıtan en çok canını. Anlamsızlığıydı...
Bir sigaraya bu kadar düşünce sığdırabildiğine şaşırdı. Gitmeliydi artık. Kendisine anlam biçildiği dünyaya dönmeliydi.
İnsan içine karışmak onu her zaman tedirgin etmişti.
Ne konuşurdu?
Ne dinlerdi?
Ne susardı?
Hem kimdi ki bu insanlar?
Ne diye buradalardı?
Yorulurdu insanlar arasında. Ruhu başka alemlerde, başka düşüncelerdeydi hep. Bedeni ruhunu çekiştirmekten sürekli yorgun düşerdi. Bundandı yalnız kalma isteği. Bedenini ve ruhunu kavuşturmadaydı.
Toplu otobüs yolculuklarında bile bir cam kenarına oturur, düşüncelerine gömülürdü. Yazardı kimi zaman. Kendisine ağır gelen düşüncelerle yüzleşmesinin en acısız yoluydu bu.
Hayali bir yağmur yağdırdı yazısıyla. Damlalar usulca dokunuyordu camlara. Bir deniz manzarasının yağmur damlalarıyla buluşmasında kaybetti kendiniz.
Damla oldu, denizle buluştu. Kendi gibi binlercesinin yanında dikkat çekmez oldu.
Ama mutluydu bundan. Özel olma çabası yoktu. Evet, hepsi aynı amaca hizmet ediyorlardı; ama zamanla yer altı sularına karışır, bitkilere can olurlardı. En kötü ihtimalle bile bir cana hayat bulduracaklardı.
İlk kez kendini anlamlı hissetti. Özeldi.
Binlerce benzerinin içinde olmasına rağmen özeldi.
İhtiyaç duyulurdu, sevilirdi.
Denizin içindeki yolculuğundan "burada iniyoruz" bağırışlarıyla sıyrıldı. Kendini büyük bir anlamsızlık içinde buldu. İşe yaramıyordu.
Düşününce anlamını bulur muydu?
Bütün meselesi buydu...
Eda Ovacıklı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
TARİFSİZLİĞİN ADIDIR AŞK
Akşamın verdiği rehavet ve müziğin eşsiz tınısı aşklara adanılmış hayatların yok oluşunu anımsatıyor bana. Dönen dünyanın içinde neler öğütüldü aşk adına. Bazen Kerem ile Aslı rüzgarı esti, bazense Leyla ile Mecnun'u içinde hissetti bedenler. Kavuran çöllerin keremi oldu erkekler, kadınlarsa Leyla gibi aşkları için ölüme adadılar yaşayışlarını.
İlkel bir duygu mudur aşk yoksa varlığı muhteşem olan hislerin en yücesi mi? İşte bu adını koyamadığım bir karmaşa. Aşk denilen keşmekeşliğin soktuğu histeri krizleri bazen ölüm kapılarını bir çırpıda açarken, bazense mutluluğun en yücesini yaşatıyor, bazen insan olmayı unutturuyor verdiği acıyla, bazense insanların en yücesi olduğunu hatırlatıyor verdiği hazla. Düşünüşler aşka sürüklenirken insan akıl yok oluşun eşiğinde buluyor kendini. Ve korumasız kalıyor bilinç. Ve ortada yok olmuş anlar.
Aşka kapımı araladığım zamanlar sevdayı yaşayamadan ölen insanlara üzülüyorum. Aşk canımı yaktığındaysa o aşksızlıklarına üzüldüğüm insanlara özeniyorum. Nedir bunun ortası sizce var mıdır aşkın yüreği kanatmayanı ya da insanlığı unutturmayanı? Bütün bu arayışlar boş kapılara aralandı, aşkın düzensizliğine teslim olan ben anlamsızlığını anlamlandıramayansa yine ben.
Histeriğim bu akşam eski aşklarıma dalıp hüznün kollarına bırakasım var aşksız bedenimi. Aşkın verdiği acılara, yaşattığı kavram karmaşalarına bile hasretlenmem aşka duyulan açlığımdan olsa gerek. Platonizm'e adayıp kendimi; günlerce acı çekip kendimi bilmeden yaşayasım var. Ama etrafta kendimi adayabileceğim güzellik arayışlarım yalana bulanıp yok oluyor.
Ve bedenimde taze bir kan kokusu ve ağzımda şarabın buruk tadıyla geceye gülümsüyorum hissiz ve sarhoş aşka gülümsercesine...
Halil Gözalan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç SELAM SANA EY RAMAZAN!... |
|
Selam sana ey Ramazan!...
Gönüllerimizdeki karanlık bulutları dağıttın mübarek gelişinle… Huzurun ve bereketin ikliminde soluklandırdın bizi. Rahmetin ve mağfiretin, atmosferimizi çepeçevre kuşattı. Af umuduyla ellerimiz semaya yöneldi gecelerde ve seherlerde. Garipleri ve öksüzleri sevindirdin bereketli sofralarınla. Şeytanlar zincire vuruldu bu mukaddes zaman diliminde. Feyzinle kanatlandı pörsümüş ruhlarımız. Günahlarımız bir mum misali eridi duaların sağanağında. Karanlıklar dağıldı, şafak yetişti müjde niyetine. Gönüllerimizin tozunu aldı sahurun seher yelleri. Edirne'den Kars'a, Sinop'tan Anamur'a kadar şenlendi şehit kanlarıyla sulanmış vatan… Doğudan esen yeller iki cihan serverinin, Resulullah'ın kokusunu bahşetti bizlere. Onun mübarek kokusuyla bayram eyledi asrın telaşlarında debelenen ruhumuz.
Selam sana ey Ramazan!...
Beklenen sevgili, kapımızı teşrif edince gönüller bayram yerine döndü. Müminlerin gönül göklerinde parlayan yıldızlar, güneşi kıskandırdı; bir hoş eyledi gönlümüzü. On bir ayın şahı, gönül kalelerimizi kuşattı. Bizler de gönüllü teslim olduk bu dost kuşatmasına. Gam ve kederlerimizi dağıttı şimalden esen tatlı rüzgârlar. Yüreklerdeki günah kirini ve pasını sildi ramazanın zımparası. Tövbe nöbetlerinde anadan doğmuşçasına ak pak oldu yürekler. Nur yağdı semavatın yedinci katından yeryüzüne ve viranlaşan hanelerimize. Cana can, kana kan, zamana heyecan geldi bu demlerde. Gönül bahçelerimizdeki yetim gülleri suladı rahmet yağmurları. Recep dedik, şaban dedik, ramazan dedik. Umutla, sabırla, heyecanla bekledik sayılı günleri. Beklediğimize değdi ramazanın gelişi.
Selam sana ey Ramazan!...
Bir aylık misafirimiz olan ramazanı memnun etmek için ne yapmıyoruz ki… Bu müstesna günlerde sofralarımız diğer zamanlardan daha dolu ve renkli oluyor. Bunun ötesinde bereket kuşatıyor mutfaklarımızı. İnsanlık gönül ışığını senin kaynağından alıyor. Ey ufukların sultanı ramazan! Parlak ışıklarınla karanlıkları kovuyorsun göklerimizden. Heybende getirdiğin maneviyat erzakıyla gönüllerimizi doyuruyorsun tıka basa. Bir zamanlar kuruyan gönül çaylarımız senin sevkinle ve şevkinle coşarak akıyor şimdi. Ruhlarımıza tarifsiz huzur bahşediyorsun. Sırların ve hikmetlerin genişledikçe genişliyor zamanın avucunda. Hanelerimiz nurlara gark oluyor iftarda ve sahurda. Cennetin kapılarını açan altın anahtar oluyorsun müminlere. Vicdanların pası sökülüyor, yüzler gülüyor sahurda ve seherde.
Selam sana ey Ramazan!...
Katılaşan yürekler ramazan ikliminden geçtikten sonra hamiyet yarışına giriyor. Tövbesiz dudaklar da sabahlara kadar pişmanlık gözyaşları döküyor. Nefisle şeytan arasındaki rabıta zayıflıyor bu ayda. İnsan şeytandan uzaklaşıp yüzünü meleklere dönüyor. Nefse kelepçe takan ramazan, onun hareket alanını da iyice kısıtlıyor. Tefekkür penceresinden yaratılış kudretlerini seyreden kullar, teslimiyet bayrağını çekiyor Hakk'a ve hakikate. Ramazanda fitre ve zekâtlar adresini bulunca solgun yüzlerde bir papatya gülümsemesi beliriyor. Secdelere değen alınlar pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanıyor. Karanlığa gömülmüş ve buz tutmuş gönüllerde rahmetin çırası yanıyor. Bütün canlar Hakk'ta bir olup felaha eriyor. Camiler altın devrini yaşıyor ramazanlarda. Saflar müminlerle dolup taşıyor teravihlerde.
Selam sana ey Ramazan!...
Gufran ayı ramazanda gecelerimiz ibadetle ışıklanıyor. Bu ayın uhrevî havasında ruhlar diriliyor. Gönüller fethediliyor sevgi sözcükleriyle. Ramazan gülleri, kokusunu bırakıyor secdelerde ve secdelere değen alınlarda. Caddeler, sokaklar, köyler ve şehirler ramazan boyasıyla boyanıyor bir kez daha. Lâhutî hisler ayaklanıyor yürek kalelerinde. Yoldan çıkmak üzereyken ramazan bizleri terbiye ediyor, yola getiriyor, adam ediyor.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Zaman Yolcusu
İnsanı can sıkıntısına yönlendiren zincirleme süreci hiç bilinçli olarak adımlamış birini tanımadım ya da tanıdıklarım bana bundan hiç bahsetmediler ama sanırım ben bugünlerde o bilinç yolunun üzerindeyim . Belki de insanın en büyük korkularından biri can sıkıntısıdır . Tüm yaptıklarımız aslında o solgun ve ölü duygudan kendimizi kurtarmak için yarattığımız bir yığın düzmeceden başka bir şey değil. İnsanlar daima çok yaşamayı arzu ederler ama mutluluğun zamanı hafifletmekten başka bir şey olmadığını ve ne kadar mutlu olurlarsa zamanın o kadar çabuk geçeceğini bildikleri halde yinede hem çok yaşamayı hem de mutluluğu arzulamaktan kendilerini alamazlar.
Bundan yaklaşık bir ay önce düşüncelerime enerji veren ve beni özgür hissettiren yalnız başıma yürüyüşlerimden birini yapıyordum ve amaçsız adımlarım beni şehrin sınırlarını çizen deniz kenarına götürdü.Oldum olası denizsiz kentleri sevmem.Sanki içinde kaybolduğum labirentlere benzer hepsi , ama deniz olduğunda başkadır . Onun nerede başladığını ve şehrin nerede bittiğini bilirim ve gözümün kendi yeteneksizliği ile sonu görememek beni rahatlatır . Sahil Nuh'un gemisi gibiydi .Her çeşit insan vardı ; Sarışınlar ,esmerler ,cüceler, uzun boylular,yalnızlar ,gruplar,çiftler ,kuşlar ,köpekler ,kediler ,bağırıp çağıran satıcılar ,iskeleye yanaşmış vapurlar , bekleyenler ,buluşanlar , yürüyenler ,koşanlar , oturanlar ,dilenenler, çiçek satanlar, balık tutanlar . Sahil boyunca hepsinin yanından sessizce geçerken Nuh'un gemisinde hangi isimle anılabileceğimi düşünüyordum .Olsa olsa geminin hayaleti olabilirdim . Balık tutan insanların yanından geçerken aralarında küçük bir çocuğu fark ettim.Yanına yanaşıp onu izlemeye başladım . Oltayı denize atıyor ve hiç kıpırdamadan oltasına vuracak balığın titreşimini bekliyordu . Sanırım aklında o balıktan başka hiçbir şey yoktu . Aklıma zen ustalarının balık tutmakla ilgili hikayeleri geldi . Budistlerin meditasyonda yaptıkları gibi zihni düşünceye kapamak yerine düşünceyi serbest bırakarak zihni boşaltmayı öğütleyen zen ustaları bunun en iyi yollarından birinin balık tutmak olduğunu söylerler . Bazı gerçekleri çocukların bizden çok daha net görebildiklerine inanıyorum ve tüm filozofların çocuk kalması gerektiğine inanan birisi olarak ona birkaç tuhaf soru sorabilmek için biraz daha yaklaştım . Tam arkasındayken eğilip kulağına doğru fısıldadım :
- Sence canları yanıyor mudur ? Dedim . Şaşırarak kafasını kaldırıp bana baktı ve hemen tekrar başını denize oltanın olduğu yere çevirip ellerinin biriyle oltasını tutarken diğerini avucu yukarı gelecek şekilde yana açarak " Bilmem belki de yanıyordur " dedi. Yanına gelip iskeleden aşağı ayaklarımı uzattım ve denizin kokusunu derin derin içime çektim . Sanki burnum burun damlası ile dolmuştu . Zaten hep böyle olurdu . Burun damlası kullandığımda kendimi sahilde hisseder , sahilde denizi kokladığımda ise evimde burun damlası çeker gibi hissederdim kendimi .
Birileriyle sohbet etmek istiyordum . Şehirde öylesine yalnızdım ki bazı zamanlar haftalarca ağzımı açıp tek kelime etmediğimi fark ederek delirmek üzere olduğumu düşünürdüm . İnsanların nasıl delirdiğini daima merak etmişimdir .Tanıdığım biri insanların rüyalarında delirdiğine inanırdı. " O adam dün sapa sağlamdı ama bu sabah gördüğümde tamamen kafayı yemiş , üşütmüş ,anlıyor musun beni ? sana söylüyorum ! tamamen kafayı yemiş herif . Mutlaka gördüğü bir rüyadan olmalı.Evet evet eminim mutlaka gördüğü bir rüyadan olmalı " demişti ve bu korkusu yüzünden belki de yıllar boyunca rahat bir uyku çekememişti. Ona uyumadığı için kafayı yediğini söylemek isterdim .
Az öncede söylediğim gibi bazen haftalarca ağzımı açmıyordum ve oradan oraya savrulup gidiyor ne yaptığıma dair en ufak bir fikrim olmadan tıpkı rüzgarda savrulan bir yaprak gibi ölüyordum . Otobüslerde ,asansörlerde,marketlerde insanlarla bazen göz göze geliyordum ama tek kelime etmiyordum.Konuşmak neden böylesine zor geliyordu unutmuştum.Eskiden insanlığın ortak şarkısını ezbere bilirken şimdi tek bir notasını bile anlamıyordum.Marketteki görevlilerden biri zaruri bir soru sorup onu yanıtlamak için ağzımı açtığımda haftalardır ağzımı açmadan yaşadığımı bilseydi acaba ne düşünürdü diye merak ediyordum .
- " Pardon beyefendi aldığınız ürünün barkodu okunamıyor ve sanırım onu çalışmayan elektronik ürünler depomuza almalıyız."
- " Ama bu sonuncusuydu başka yok"
- "Üzgünüm beyefendi ama size bozuk bir mal satmak istemeyiz .Merak etmeyin haftaya aynı üründen mutlaka gelir ."
Ama bu sonuncusuydu başka yok . Ama bu sonuncusuydu başka yok . Ama bu sonuncusuydu başka yok ! Asansöre bindiğimde aynaya bakıyor ve kendi kendime "ama bu sonuncusuydu başka yok" diyordum . Yalnız yaşadığım dairenin kapısının önüne geldiğimde anahtarımla kapıyı açıyor karanlık koridorlara " Ama bu sonuncusuydu başka yok tatlım " diyordum ." İyi geceler tatlım , bu sonuncusuydu başka yok ."
Sanırım deliriyordum ve bunu asla aklımdan çıkarmıyordum . Benim korkum unutmaktı .Delireceğimi düşünmeyi unuttuğumda delireceğime inanıyordum .Tıpkı uyursa delireceğine inanan arkadaşım gibi.
Olta titremişti .Küçük çocuk büyük bir heyecanla misinayı çekmeye başladı ve kancasına takılan balığı görünce küçük bir sevinç çığlığı attı. Ve bana dönerek :
- "Bu yakaladığım ilk balık "dedi. Sonra heyecanının farkına varıp utandı ve sevincini gizlemek için çaresizce tebessümleriyle savaştı ama onlara engel olamıyordu .Dudaklarının yanında iki tane kocaman gamze patlamak üzere olan iki tane gül goncası gibi yüzünde açmıştı . Bende gülümsüyordum . Yüzümde tek bir tüy bile yoktu ama kendimi sakallı bir ihtiyar gibi hissediyordum . Kendi gülümsememden hoşlanıyordum .
- Sen okula gidiyor musun? diye sordum . O kancasına yeni bir yem takmak için uğraşırken beni yanıtladı :
- Evet gidiyorum. 4.sınıf.
- "Peki en çok hangi dersi seviyorsun ?" Dedim .O oltasını sallayıp denize fırlattı ardından yüzünü bana dönüp yanıtladı.
- Matematik .
Ona neden matematik diye sormak istedim ama sonra vazgeçtim .Onun yerine onun biraz kafasını karıştırmak istedim .İnsanların kafasının karışmasını severim . Kendi kafamın karışmasını da severim . Başkalarının kafalarını karıştırmak sirkteki bir gösteriyi izlemeye benziyor .Kendi kafamın karışması ise kendimi sirkteki bir palyaço gibi hissetmemi sağlıyor . Ben palyaçoları da severim . Bir palyaço kıyafeti ile ölmek isterdim.
- "Somut ve soyutun ne olduğunu size okulda öğrettiler değil mi?" Diye sorduğum sırada arkamızdan üzerinde tavşanlar olan ve bu tavşanlar aracılığı ile insanlara niyet çektiren bir adamın el arabasının gürültüsünü işittim . Adam ıslık çalıyordu ama hangi parçayı seslendirdiğini anlayamadım .
- "Tabi ki öğrettiler" .Dedi. Fakat ben gürültüden ne söylediğini anlayamadım ve elimi kulağıma götürüp: "Ne ? Seni duyamadım tekrar söyle" Dedim . Tabi onu duyamadığım halde ne söylediğini nasıl yazdığımı merak ediyorsunuz . Evet onu duymuştum ama o kadar gürültü vardı ki bunu duymazlıktan gelemezdim . Onun yerine çocuğun söylediğini duymazlıktan gelmeyi tercih ettim. Arabanın üzerindeki tavşanlar çok sevimlilerdi ve kolay bir işleri vardı .Onların adına seviniyordum .
- "Tabi ki öğrettiler .Soyut ve somut nedir biliyorum" .Dedi
- "Peki matematik somut bir bilim midir sence ?" Dedim ve yanımda olduğunu yeni fark ettiğim bir taşı alıp elimde evirip çevirdim . Taşı denize atmak istiyordum ama yanımda başka taş yoktu .Bu yüzden bir süre taşı denize atma düşüncesiyle oyalanmak , bu düşünceden sıkıldığımda da onu denize fırlatmaya karar verdim .
Bu soru karşısında şaşırmış gözüküyordu ama hemen kendisini toparladı ve bir eliyle kafasını kaşımaya başladı . Düşünürken bir eliyle kafasını kaşıması gerektiğini öğrendiği bir yerler olmalıydı . Zeki bir tavır takınarak gözlerimin içerisine baktı . Dudakları büzüldü ve tekrar gevşedi . Ne yanıt vereceğini merak etmeye başladım.Çünkü sorumu anlayabileceğini ummuyordum . Yalnızca kafasını karıştırmak istemiştim .Şayet yanıt verirse benim kafam karışacaktı . Sanırım bu umut dolu bekleyiş o sırada yüzümde onunkinden daha az zeki bir tebessüm oluşturdu . Kafasını yere indirdi ve elini dudaklarına götürüp iki yandan sıktı . Belli ki takındığı zeki tavrı terk etmek istemiyordu .Çünkü yetişkinler dünyasından birisinin ona böyle sorular sormasına alışık olmadığı her halinden belliydi. Ama sanırım bu şerefi çocukça bir yanıtla yok etmekte istemiyordu .Fakat kafasını kaldırdığında birkaç saniye önceki zeki bakışlar yerini teslim olmuş bir çaresizliğe bırakmıştı ve :
- "Bilmiyorum ." Dedi.
Belki farkında değildi ama benim ulaştığım sonuca varmıştı.
Çocukluk düşlerim benim gizli bahçemdir . Kendimi bir çocuk gibi hayal etmeyi seviyorum . Çocukluk düşlerimin arka planında daima mevsimler olmuştur . O kızı öptüğümde hem yağmur yağıyordu hem de pırıl pırıl bir güneş vardı . Gökyüzünden pırlanta yağıyordu sanki. İkimizin de dudakları ıslaktı .Öpüşürken benim gözlerim açıktı onunkiler ise kapalı ama bir ara gözünü açıp benim gözlerimle karşılaştığında öfkeyle dudaklarını benim dudaklarımdan ayırdı .
- "Öpüşürken gözlerini açmamalısın ." Dedi .
- "Kim söyledi bunu . Böyle bir kural olduğundan haberim yoktu ." Dedim. Konuyu uzatmak istemiyordum tek istediğim o dudakların tadına bakmayı sürdürmekti . " Bir dahakine yapmam . Söz veriyorum. Şimdi seni tekrar öpebilir miyim ?
- Öpebilirsin ama gözlerini açık tuttuğunu görürsem bir daha öpemezsin .
- "Ama gözlerimin açık olmadığını görmek için gözlerini açarsan sende kuralı bozmuş olursun ." Dedim. Tartışmak istemiyordum ama elimde değildi . Kelimeler benim isteğimin dışında dökülüyordu dudaklarımdan .
- Evet bozmuş olurum .Ne olmuş? Beni gözlerimi açtığım için seni öpmemekle mi cezalandıracaksın ?
- Hayır. Gözlerimi açık tutarak seni öpmekle cezalandıracağım .
- "Ama benim gözlerimi açıp sana baktığımı anlamak için seninde kuralı ihlal etmen gerekiyor." Dedi . Ben o sırada onu kolundan tutup kendime çektim ve gözlerimi sımsıkı yumarak onu öpmeye başladım . Sanırım onun gözleri hep açıktı ve benim komik yüzümü izledi . Belki de cezalandırılmak istiyordu.
Olta ikinci kez titredi .Ufaklık yine heyecanla oltasını çekiyor ve yüzünü kaplayan neşeyle bana bakıp "Yine yakaladım" Diyordu . "Evet hem de bir öncekinden daha büyük . " Dedim ve elimde çevirdiğim taşı denize fırlattım . Taş için biraz üzülüyordum çünkü belki de binlerce yıl oradan çıkamayacaktı . Taşın şimdiye kadarki serüvenini düşününce ona acımaktan vazgeçtim .Benimkinden daha iyi bir hayatı olmuştu ve dünyanın yaradılışına tanıklık etmişti .Olsun birazda denizin altında devam etsindi macerasına.Kim bilir belki binlerce defa hangi denizlere girip çıkmıştı .Yerimden doğruldum .Az ileride mısır satan adamdan iki tane mısır aldım . Biri daha büyüktü . İki mısırla birlikte ufaklığın önüne geldim ve ikisini de göstererek büyük olanı kendim için aldım . Ufaklık mısır için teşekkür etti fakat bir an içinde olsa büyük olan mısıra gözlerinin kaydığını fark ettim . Belli ki büyük olanı kendime saklamamın biraz kaba bir davranış şekli olduğunu düşünmüştü.
- "Ne oldu ? Bir sorun mu var ?" Dedim .
- "Yok bir şey ."Dedi.
- "Büyük olanı kendime almam seni şaşırttı sanırım ."Dedim.
- Yoo nereden çıkardın bunu .
- Hadi biraz açık sözlü ol .Aklından geçeni söyleyebilirsin.
- Evet aslında biraz şaşırdım .
- Sanırım benim büyük olanı almamı biraz kaba buldun öylemi?
Oldukça utanarak nerdeyse bir fısıltı halinde dudaklarından evet kelimesi çıktı .
- "Peki sen olsaydın ne yapardın?" Dedim .
- Tabi ki büyük olanı sana verir küçüğü kendime alırdım.
- Peki ben ne yaptım ?
Biraz düşündükten sonra gülümsemesine engel olamadan . " Tıpkı benim dediğim gibi yaptın" Dedi.
Gökyüzünde birkaç bulut güneşi kapatmış ve tıpkı uçları alev almış pamuklar gibi gökyüzünde asılı duruyorlardı . Ufaklık kancasına bir yem daha takıp denize fırlattığında bende elimdeki mısırla eski yerime tekrar oturup mısırımı kemirmeye başladım . Bir yandan mısırımı yerken soru sormayı da ihmal etmiyordum .
- En çok sevdiğin şey nedir ufaklık? .
Ufaklık biraz düşündü .Sonra mısırından bir ısırık aldı . Mısırını çiğnerken beni yanıtladı.
- Çikolatayı… Yok yok balık tutmayı daha çok seviyorum …Aslında annemi de çok seviyorum .Ama sen bana bunu sormadın değil mi ? Yani en çok neyi seversin derken bunu kastetmedin .Öyle değil mi?
- Öğrenmeyi sever misin ufaklık ,yeni şeyler öğrenmeyi bilmediklerini keşfetmeyi .
- "Tabi ki severim ama sanırım çalışmayı o kadar sevmiyorum ." Dedi ve mısırından bir ısırık daha aldı .
Mısırlarımızı yerken yerlere küçük kırıntılar düşürüyorduk . Birkaç küçük davetsiz misafiri fark ettiğimde yerde bir sürü kırıntı vardı . Bir süre biraz ürkerek ama daha çok cesaretle önümüzdeki kırıntıları otlanan güvercinleri seyrettim. Martılara hiç benzemiyorlardı . Çok daha mekaniktiler .Beslenirken ,uçarken ,çiftleşirken ,guruldarken daima mekanik hareket ediyorlardı . Ben her zaman martıların güvercinleri küçümsediğini düşünmüşümdür .Bence bir güvercin olmadıkları için kendileriyle gurur duyuyorlardı . Şayet bende bir martı olsaydım güvercin olmadığım için sevinirdim .Güvercinler gökyüzünün koyunları gibiler . Tek bir vücut , hiçbir birey.
Bu çocuğu birkaç dakikadır tanıyordum ama hakkında bazı fikirler edinmek için bu bana yeterli olmuştu . Yalnızlık insana sessizlikle insanları anlatır .
Çocuk ders çalışmayı ,kendisine sorumluluk yüklenmesini ve bir şeyin dikte edilerek öğretilmesinden hoşlanmıyordu . En sevdiği günlerin tatil günleri olduğundan emindim . Belki bunu bilmek için dahi olmak gerekmiyordu .Ama yinede bunu bildiğimden ötürü kendimle gurur duymaktan kendimi alamıyordum . Dahi olmadığım kesindi . Sanırım bunu ilk annem fark etmiştir.
- Tatil günlerini çok seviyor ve okuldan nefret ediyorsun ,öyle değil mi? Diye sordum.
Oltası ve mısırıyla ayakta durmaktan vazgeçti ve o da ayaklarını iskeleden aşağı sarkıtıp oturmaya karar verdi. Oturduğu yere iyice yerleştikten sonra yanıtladı beni.
- Evet bu doğru .Tatil günlerini çok seviyorum ama hepsi göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor ve ben ne olduğunu anlamadan tekrar okul başlıyor. Ama ben buna bir çözüm buldum . Şayet tatil günlerinde canımı sıkmayı başarabilirsem zamanı yavaşlatabilirim . Bu sayede okul benim için mümkün olduğu kadar geç açılır ve canım o kadar sıkılmış olur ki okul başladığında belki buna sevinebilirim bile ve benim için okul bir an önce biter .
Bir çocuğun böylesine akıl yürütmesi o kadar hoşuma gitmişti ki filozofluğunda bende ona ortak olmak istedim ve küçük bir oyun oynamaya karar verdim.Oyun oynamayı her zaman sevmişimdir.Beni çocuk tutuyor . Mısırımdan son bir ısırık daha aldıktan sonra onu uçan koyunların yemesi için biraz uzağımda bir yere fırlattım. Hepsi birden guruldayarak mısıra üşüştüler .
- "Bak ufaklık" dedim ."Şimdi söyleyeceklerim seni çok şaşırtabilir. Senin başına gelen şey tarihte 3 ya da 4 insandan başka kimsenin başına gelmedi .Bu 3 yada 4 insan unutulup gittiler . Bana inanmayacaksın biliyorum ama yinede sözlerimi sürdüreceğim ." Dedim ve yüzüme bakmasını bekledim . Tabiî ki bir süre sessiz durduğum için yüzüme bakmak zorunda hissetti kendisini .Yüzüme baktığında sözlerimi sürdürdüm .
- " Bana inanmayacağını biliyorum çünkü bir zamanlar, bende senin oturduğun o yerde oturmuş şimdi ben olan adamla konuşmuştum . Yani anlayacağın ben bir zamanlar sendim ve sende bir zaman sonra ben olacaksın . Aklından geçenleri ve bana inanmadığını biliyorum çünkü bende inanmamıştım . Zaman yolculuğu yapmaya karar verip buraya gelmemin asıl nedeni geçmişte yapmış olduğum birkaç yanlışı düzeltmekti ve ne yazık ki seni buna inandıramayacağımı bildiğim halde yinede bunu denemekten başka çarem yoktu. Halbuki bu zaten denenmiş ve başarısız olunmuştu . Zaman sonsuza dek tüm anları tekrar tekrar yineler .Ama şimdi bunu boş verelim .Zaten söylediklerimden ötürü kafan yeterince karışmıştır. Tüm bu söylediklerime rağmen bana yinede inanmayacağını gayet iyi biliyorum çünkü ben bir zamanlar zaten bunları dinlemiş ve şimdi senin aklından ne geçerse aynı şeyleri düşünmüştüm . Bana söylenenlerin dışında sana bir şeyler söylemek istiyorum ama bir türlü bunu başaramıyorum .Sanki kelimeler ağzımdan çıktıktan sonra onları anımsıyorum ." Ne kadar umutsuz olsam da yinede sormak zorunda olduğum şeyi söyleyerek " Bana inanıyor musun?" diye sorduğumda çok eğlendiği her halinden belli oluyordu ve ne söylediysem her kelimesini anlayabilmişti. Oturduğu yerde beni baştan aşağıya şöyle bir süzdükten sonra ilk söylediği :
- "Daha yakışıklı olmayı umuyordum ." Oldu ve gülmeye başladı . Bende :
- "Bunu söylemesen de biliyordum ama yinede biraz acıttı ." Dedim ve bende gülmeye başladım . Evet eğleniyorduk , can sıkıntısı bizden uzaktı ve yaptığımız bir düzmece bile olsa kimin umurundaydı ki . Ufaklık benim küçük oyunuma o kadar kolaylıkla uyum sağlamıştı ki sorduğu sorulara ve verdiği yanıtlarla repliklerini harfi harfine okuyan bir oyuncu gibiydi. Onu götürmek istediğim yere kendiliğinden geliyordu . Hala yüzünde birkaç damla tebessüm varken sordu:
- "Yani sen şimdi benim ne söyleyeceğimi önceden biliyorsun öyle mi?" Dedi.
- "Evet tam olarak öyle" Dedim ve kendime gizemli bir hava verebilmek için denizin derinliklerine doğru baktım . Gözleri biraz kısıp uzak bir noktaya bakmak herkesi meraklandırır .Sanki sadece uzak bir noktaya değil de geçmişin içerisinde de uzak bir yerlere bakmak gibidir. Tüm geçmişin hatıraları alnımızın arkasına birikmiş bir halde meraklı bir konuğu bekler .Biz o alnın arkasındaki evreni merak ederiz ve uzağa fırlatılan bir bakış tıpkı ufaklığın ki gibi geçmişe fırlatılmış bir olta gibidir ve hatıralarımızdan birinin oltamıza vurmasını bizden çok meraklı seyircilerimiz ister. O sırada ufaklık gülmeye başladı .
- "Sen gizemli olmayı beceremiyorsun ." dedi.
- "Ne demek beceremiyorum bal gibide beceriyorum işte . Bak gayet gizemliyim ." Dedim ve tekrar gözlerimi kısıp uzak bir noktada bakışlarımı sabitledim .Gülmemek için kendimi zor tutuyordum . Ufaklık halen gülerken :
- "Az önce benim ne söyleyeceğimi önceden bildiğinden bahsetmiştin ." Dedi.
- "Evet doğru hatırlıyorsun . Tıpkı benimde hatırlamış olduğum gibi." Dedim . Artık gizemli olmak için uğraşmıyordum .Bakışlarım güvercinlerdeydi.
- "Peki o zaman söyle bakalım bundan sonra ne söyleyeceğim ?" Dedi ve meraklı gözlerle benim ne söyleyeceğimi beklemeye başladı .Bende yüzümü ona dönmeden umursamaz bir tavırla yanıtladım:
- "Ben ne söylersem onu söylemeyeceksin ." Dedim .
- "Peki ama o zaman ne söyleyeceğim ." Diyerek ısrarını sürdürdü.
- "Bunu sana söyledim . Benim söyleyeceğimin dışında başka bir şey söyleyeceğinden sana senin ne söyleyeceğini başka türlü nasıl anlatabilirim." Dedim ve gülmemek için dudaklarımı büzdüm .
- "Neden bana güvenmiyorsun ki ?" Diye sordu .
- "Daha öncede söylediğim gibi ben daha önce sendim ve senin sorduğun bu soruyu sorarken aklımdan beni nasıl kandıracağım geçiyordu ." Dedim ve gülmemek için kendimi tutmayı bir kenara bırakıp küçük bir kahkaha attım .
Ufaklık kafasını önüne eğmiş ve bu engeli aşmak için aklından fikirler üretiyordu . Sonunda bir tane buldu . O da mısırını güvercinlerin olduğu yere fırlatıp konuşmaya başladı .Benim mısırım çoktan bitirilmişti.
- "Peki madem senin söyleyeceğin şeyin dışında bir şey söyleyeceğim o zaman aklımdan bir sayı tutarım ve sende bu sayıyı bana söylersin tamam mı ?" Dedi.
- Ama yine de benim söylediğimin dışında başka bir sayıyı bana söyleyebilirsin öyle değil mi? Bu yüzden sen aklından o sayıyı tuttuktan sonra hile yapmaman için sana birkaç soru soracağım , sen bunları yanıtladıktan sonra hangi sayıyı tuttuğunu sana söyleyeceğim . Kabul mü?
- "Kabul." Dedi.
- Tamam şimdi aklında tuttuğun sayıyı 2 ile çarp .
- Tamam .
- 4 ekle .
- Tamam .
- 5 ile çarp.
- tamam.
- 12 ekle.
- Tamam .
- 10 ile çarp .
- Tamam .
- Sonuç nedir ?
- "820 ."Dedi ve bende hiç duraksamadan tuttuğu sayının 5 olduğunu söyledim ve ekledim:
- "Şimdi benim söylediğimin dışında bir sayıyı tuttuğunu söyleyemezsin çünkü işlemin sağlamasını yapıp sonucu öğrenebiliriz." Dedim. Bana vurmaya başladı , bir yandan da gülüyordu " Hile yaptın " Dedi. Bende : " Evet belki hile yapmış olabilirim ama aslında bana inanıp inanmamaya karar vermenin daha kolay ve kesin yolları da var . Örneğin hayatın boyunca bir zaman yolculuğu yapıp yapamayacağını anlamanın oldukça basit bir yöntemi var." Dedim ve merakını kırbaçlamak için yine sessizce bekledim . Bu konuya ilgili olduğu her halinden belli oluyordu ve gözlerini fal taşı gibi açıp:
- "Nasıl ? Hadi hemen söyle yapalım ." Dedi ve kolumdan çekiştirmeye başladı . Bende :" "Tamam biraz sakin ol, anlatıyorum iyi dinle" Dedim .
- Öncelikle şimdiki anın tarihini gün , ay , yıl ve saat hatta dakika olarak hayatın boyunca unutmamak üzere hafızana kazımalısın . Şayet günün birinde zamanda yolculuk yapma fırsatı eline geçerse bu hakkı tamda o aklında tuttuğun an için kullanacağına kendi kendine yemin etmelisin . Bugün 20 ağustos 2005" Dedim ve kolumdaki saate bakıp biraz düşündükten sonra " Saat 14.02" Dedim .
- Şimdi sen bu tarihi kesin olarak asla unutmamak üzere hafızana kazımalısın anlaştık mı?
- "Tamam " Dedikten sonra biraz düşündü .Sayıları aklına yerleştirmeye çalışıyordu .Yüksek sesle birkaç defa 20 ağustos 2005 saat 14.02 diye tekrarladı ve "Umarım unutmam " Dedi. Sonra biraz düşünüp etrafına bakındı ve daha sonra bana bakıp "Sanırım unuttum" dedi.
- "Neden ?" Dedim " Daha şimdi tekrarlıyordun".
- "Evet şimdi aklımda ama gelecekte bir gün onu unuttum sanırım ." Diyerek beni yanıtladı.
- "Peki bundan nasıl bu kadar eminsin ? " Diye sorduğumda ellerini iki yana açıp oltasını bırakmadan " Çünkü saat 14.02'yi çoktan geçti ama yinede gelen hiç kimse olmadı " Dedi.
- "Hayır yanılıyorsun." Dedim. " Söylediğimiz tarihi unutmadın .Saat şu anda tam olarak 14.23 ve ben az önce sana saati söylerken yalan söyledim . Biz seninle ilk defa konuşmaya başladığımızda ve beni ilk defa gördüğünde saat 14.02 idi . Yani başardın ufaklık . Tarihteki beşinci zaman yolcusu sensin ." Dedim ve gülmeye başladım .
O da benimle birlikte gülüyordu .Hem ağzımız hem de gözlerimizle gülüyorduk .Ama onun gülen gözlerinin içinde garip bir şüphede gözden kaçmıyordu . Yoksa gerçekten ….?
Arman Kal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Düşlenen Düş
Bir yalın düş düşlüyorum
Mecburen düşüme düşsün
Aksın zifiri bir gece göz kapaklarımdan
Salkım salkım uykum gelsin
Umulmadık bir anda usulca uykuma gelsin
Bir selamlık vakit yeter, tantanasız
Üşenmesin, velev ki esaslı bir düş olsun…
Nakkaşın gergefinde bir nakış, bir nişan olsun
İbrişim kuşakla bağlansın
Üstüme şal olsun
Şırfıntı kalleşliklerin vahşeti olsun
Şamar olsun, bedel ödetsin, savursun
Arkadaş, yoldaş, sırdaş olsun
Bir şıralı turta, sadra şifa, tavında
Derdimin dermanı iksiri, bulsun ve sunsun
Yana yakıla aradığım otacıyı muştulasın
Mostralık bir tutam düş olsun
Esaret hücresinde zincirleri kıran serkeş
Vuslat zaferinin kıvılcımını yaksın, şanı olsun
Mızrak olsun saplansın gecenin bağrına
Umursamadan yankılansın
Nabzına girsin tılsımlı bir kurşuncasına
Temkinsiz bir sevdayla, düşüm gibi, sev beni…
Hasan Gezer
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Tanıtımlara başladılar bile. Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
http://files.cilekoyun.com/files/o3koke/o1/animasyoncu_2.swf Eğlenceli bir animasyon seyretmek istiyorsanız buyurun buradan bakın. Hatta indirebilmeniz için özellikle swf uzantılı dosyanın adresini veriyorum. İyi eğlenceler.
Biraz daha fazla animasyon isteyenler için ise http://www.atom.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tamamen animasyon dolu karmakarışık ama sıkıcı olmayan bir web sayfası.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|