|
|
|
10 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ey tatlı su aydınları!.. |
Merhabalar
Ey tatlı su aydınları! Yok mu aranızda vicdanı sızlayan tek bir vatandaş? Bu kadar mı gözünüzü aldı bu ampül? Demokrasi, demokrasi diyerek yere göğe sığdıramadığınız Tayyip Bey'inizin eli epeyce çamura bulanmış durumda, kendisine Allah için bir sorunuz yok mu? Haydi birinin başında damadı var, yoksa sizin de kendisiyle kan bağınız mı var? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor ey taraftar Ahmetler, Mehmetler...
Gözüm, kulağım televizyonda radyoda, bekliyorum. Bir babayiğit, eli tesbihsiz, Cumhuriyet aşığı savcı bekliyorum. Çıkıp gelecek, bu düzenin dişlerini bir bir kıracak, çarkına çomak sokacak, inanıyorum.
Bugün CERN devreye giriyor. Kimilerine göre, kara delikler dünyayı yutacak, kıyamet kopacakmış. İşin aslı, minik minik kara delikler ortaya çıkacak ama biz farkedene kadar da yok olacakmış. Kimbilir, belki üçü beşi bir araya gelir, bizim ahlak fakiri mümin soyguncuları yutar da kurtuluruz!..
...
Dün Petek ön adlı filozof şarkıcının sabah programına rastladım televizyonda. Konu, kliniğinde meydana gelen ölümden sonra ipi çekilen Kuşhan'dı. Olay başlıbaşına bir dram. Bir evladı kaybetmenin acısını tarif etmeye gerek var mı? Kuşhan'a yapılan suçlamalar, olayın genetik olduğu iddiaları ortada uçuşuyor. Acılı amca, bir doktor bir ambulans olsaydı bunlar başımıza gelmezdi diyor. Ama Kuşhan zaten doktor. Filozof Petek yorumluyor, daha önce Kuşhan'dan medet umanlar adamı itin gerisine sokup sokup çıkarıyorlar. Ben de ağzı açık dinliyorum. Sormak zor ama bir Allahın kulu da, bu kadar şikayetçiydiniz neden bugüne kadar sustunuz, siz anne babası olarak kızınızı bu kadar kısa sürede kilo verdiren bir yere gönderirken hiç mi düşünmediniz, demiyor. Oraya öpücükle gidilmiyor, gene aynı programda duydum, onbeşbin yetele kredi alıp gidenler varmış. Bu paraya değmeyeceğini düşünüyorduysanız neden gönderdiniz? Acı büyük, üstüne konuşmak anlamsız ama ben olaya farklı bir yanıyla yaklaşmaktan yanayım. Şişmanlık Dünyanın her yerinde sömürülmeye en müsait hayat gerçeği. Boğazdan kesmeyi beceremediğimiz için, türlü diyetlerden ömrü boyunca medet uman dostlarım var benim. Kuşhan'ın bunca yıldır gözler önünde sunduğu hizmeti ayıla bayıla alanlar ortadayken, acı bir olay ardından adamı idam etmek doğru mu? Sadece o mu? Bu talep olduğu sürece arzdan şikayetçi olmak anlamsız. Düne kadar Kuşhan'a methiye düzenlerin bugün adamın idam fermanını imzalamalarını doğrusu anlayamıyorum. Sağlıklı olduğunuz her kiloda mutlu olmanızı diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
KİBRİ YOK ETMEK
İnsanın, hatta insanlığın, hayattaki en büyük düşmanı, egosudur bence. En büyük savaşını ona karşı vermeli. Amacımız "adam" olmaksa şu iğreti dünya hayatında; kibri, egoyu yenmek ya da yenmeye çalışmak da, en büyük "ev ödevimiz" olmalı.
Nerede kibir varsa, orada felaket kaçınılmazdır. Sonunda dibe vurmak mutlaka gelir. Her ne kadar kötü görünse de, aslında bu çöküş iyiliğimiz içindir. Belki de Tanrı' nın bize armağanı olarak algılanmalı. Hatanın diyetini ölmeden önce ödemek, yine de kar sayılmalı.
Ne der Mevlana; "gel, ne olursan ol yine gel." Tövbeni bin kere bozmuş olsan da, yine o yüce kapı açıktır insana. Yeter ki son tövbeni yap da gel!.
Tanrının verdiği bu özgürlüğü, kullar vermez insana. Bir kere hata yaptın mı, yapışır kalır üstüne. Bin tane doğru da yapsan, hep o tek hatan hatırlanır, yıllar geçse bile.
Ama sonuç ne kadar kötü olursa olsun, Tanrı' ya mahçup olmaktansa, kula mahçup olmak yeğdir. Bir kere batar insan. Öbür türlü bin kere!
Gerçi balık hafızalı bir toplum olduk. Sürekli travma yaşamaktan, beyin hücrelerimiz de isyan etti. Ama yine de, unutulması gerekenler unutulmaz da, en unutulmaması gerekenler şıp diye unutulur.
Aslında kibir; sanılanın aksine, kendine güvensizlik işaretidir. Kibir pompası ile şişmiş kişi, saklamak ister eksiklerini. Kendi de bilir ama itiraf edemez belki de. Kibir, açıkları örtmektir aslında.
"Ben" ne kadar çoksa, hedeften o denli uzağız demektir. Bu sebeple, Tanrı bizi sürekli menzile çekmeye çalışır. O yüzdendir çektiklerimiz. Rot balans ayarına her an ihtiyaç duyduğumuz içindir ki, ne zaman doğru yoldan sapsak, Tanrısal ayar kaçınılmazdır. İş ki o ayara direnmeyelim. Direndikçe batarız çünkü. En güzeli, "ayarlanmayı" göze almaktır, teslim olmaktır.
Kaçışımız var mı ki zaten? Ne ediyorsan eninde sonunda buluyorsun. Kazandığın elinin ürünü değil mi?
Allah herkese bu dünyadan, "ayarı düzgün" göçmeyi nasip etsin.
Buradan, ayarsız gidenin vay haline!
Meltem Kaynaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Mustafa Murat Kaygusuzer |
GÖZÜ TAMAMEN KAPALI
Hep aynı durağanlık, hep aynı sıradanlık. Hep aynı tutarsızlık....
Hep aynı şeylerden ibaret bir hayat. Hep bir çaresizlik, hep bir bağımlılık. Çaresizliğin içinde gözümüz tamamen kapalı. Yarın ne olacak kimsenin umurunda değil. Hep bugün, hep bugün... Yarın asla yok kitaplarda. Koca dünya nerede, ya biz nerede.....
Çaresizliğin içinde gözlerimizi kapatmış, tam yol ilerliyoruz. Çaresizlik ise yaşadığımız içinde zaten biz yokuz.
Susmak zorunda kalmak, konuşamamak. Söyleyememek, haykıramamak, yazamamak...
Hep itilen-kakılan olmak.
Kalmak istediğinde kalamamak, Gitmek istediğinde, gidememek, Gelmek istediğinde, gelememek....
Ellerin, kolların bağlı, gözlerin kör... Ağzın kapalı...
Baktığında göremiyorsun, düşünemiyor, tartamıyorsun...
En kötüsü benim diyemiyorsun... Hiç bir şey sana ait değil bu dünyada...
Burası Çaresizlik. Yani içinde sizin olmadığınız dünyanız.
Siz yoksunuz orada... Her şey sizden ibaret ama Yoksunuz...
25 yaşındayım, 15 yaşımda duymaya başladığımı farz edelim bu dünyayı....tam 10 sene. 10 sene geri gidelim... 1997 ne konuşuluyorsa kahvede yine aynısı, ne işitiyorsa bu kulaklar yine aynı...
Ne eğitim, ne sağlık, ne sosyal güvenlik...
Ne tarım, ne turizm ne inşaat.... Ne ekonomi, ne enflâsyon, ne işsizlik... Ne ithalat, ne ihracat. Sahneler değişti oyuncular değişti, perdeler değişti.. Aynı. Bir arpa boyu yol alınamamış.
Bu arada dünya nerede, almış başını gitmiş... ülkem kuyruğu sıkıştırmış, vatandaş Ahmet'de sıkıştırmış. Kendi başımıza bir halt edememişiz.
Aman AB, aman AB, aman ABD aman ABD.... Hep borç hep borç.
Biri borç almış ağaç dikmiş... Öteki gelmiş kesmiş ağacı satmış, 5 metre ileri bir tane daha dikmiş. Ondan sonra gelen de onu kesmiş satmış... Al gülüm ver gülüm....
Ama bir bakıyorsun tartışılan şey aynı, aynı aynı... Ne var elde avuçta... Aynı bankaya yatan maaşlar gibi;
Bankaya 00.01'de maaş yatıyo, 00.01 de para yok...
Şimdi sorarım size bu yaşadığımız dünyada biz var mıyız?
Yokuz. Nerede söz sahibiyiz. Hiç bir yerde... Gitmek istediğimiz yere gider, gelmek istediğimiz yerden gelir miyiz? İstediğimiz anda konuşur, yazar çizer miyiz....
Biz Çaresiziz... Çaresiz....
Hey güzel ülkem, aynı güzel yurdumun güzel insanı oldun sende...
Ya gözümüz açılır dünyayı görür, yada içinde bizim olmadığımız bir dünya yaratır, onun çaresizliğinde kaybolur gideriz.
Gözü Tamamen Kapalı Türkiye... Tam yol....
Mustafa Murat Kaygusuzer
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Solmaz Akça Kusursuz İnsan ve Hoşgörü... |
|
Bazen insan aydınlıktan korkar. Güneş doğmasın ister, geceye sığınır. Çünkü gecenin o kapatan sevgisi tüm kusurlarını örter. Yanlışlarını görmezden gelir. Hatta öyle ki seni yargılamaya gücü yoktur. Çünkü kendi de hatalıdır bilir...
Hangi insan hatasız ki, şu hayatta? Hepimizin yanlışları var, zaafları, kusurları, sorunları... Bizler kusursuz olamayacak kadar kötüyüz aslında! "Ben hatasızım", diyenlerin ise dudaklarından çıkan sözler koca bir kandırmaca...
Biz bunca zayıfımız, bunca eksiğimiz ve kusurumuz varken, nasıl oluyor da karşımızdakini yargılıyoruz? Hemde tüm gaddarlığımızla!!! Çok mu mükemmeliz? Biz üstün insan mıyız ki? Neden kendimizi hatalarımızla kabul ediyoruz da, iş başkasına gelince acımasızca yargılıyoruz?
Hayat hepimize farklı roller sunuyor. Hepimize farklı yaşanmışlıklar... Bile bile adım atmıyoruz mesela çamura! Ama öncesinde tanışmış oluyoruz mutlaka bir kere çamurla. Sonra hayat giriyor araya, insanlar, sorunlar, kavgalar, aşklar... Bir koşturmaca ki, sorma gitsin. Birgün acil bir iş için koştururken bir de bakmışsın, acelen yüzünden yine çamura batmışsın. Hayat bu... Yargısız infaz yaparken bunları hiç düşünmüyoruz!!!
Peki hepimiz bu kadar hatalıysak, kusurluysak nasıl oluyorda aynı biçimde, ayrı yönlere koşarak kusursuz insanı arıyoruz? Bu bir muamma! Kusursuz sanılan insanların da, hasarları çıkıyor meydana zamanla... Bu sefer sonuç hüsran... En baştan kabul etmen gerekeni, en sonunda acı çekerek kabul ediyorsun ve hem hayata, hem de insanlara karşı biraz daha güvensizleşiyorsun!
Ama yine de Pandora'nın kutusundan iyi şeyler de çıktı, deyip o çıkanlardan da umudu cebimize atıp, yola koyuluyoruz. Ya kusursuz insan varsa, diye kilometrelerce mesafe katediyoruz bir şekilde... Yok ama olmayacak da... Aklımız biliyor ama yüreğimiz bekle diyor. Ruhumuz arafta, bedenlerimiz günahta takılıp kalıyor. Bir ezan sesi bile bizi kendimize getirmeye yetmiyor...
Hayatı nasıl kabullendiğimizi bilerek yaşıyoruz. Kimi kuralsız yaşamayı seçiyor, kimi kurallar koyuyor. Kimi yıkmayı, kimi kurmayı; kimi acıtmayı, kimi yara sarmayı; kimi gülmeyi, kimi ağlamayı seçiyor. Ama malesef Mevlana'nın dedikleri bu devirde geçerli olmuyor. "Neyi arıyorsan, sen O'sundur." Zûlmü arıyorsan zalim, aşkı arıyorsan aşık... Oysa herkes kusursuz insanı arıyor. Aradığımız gibi olsaydık, hepimiz kusursuz olmaz mıydık?
Fakat bir yerinden hak veriyoruz yine de Mevlana'ya... Zûlm eden gerçek bir zalim oluyor, aşkı arayan herşeye, herkese tutulan bir aşık... Zûlm eden önüne her çıkanı av olarak görüyor ve avını yok etmeye çalışıyor. Aşkı arayan her önüne çıkana aşık oluyor, aşkı bekliyor...
Oysa hepimiz biliyoruz. Artık iyilik bitti. Devir kötülerin devri. Sana tokat atana, diğer yanağını çevirirsen, bu bir erdem değil, aptallık olarak nitelendiriliyor şimdiki zamanda. Hepimiz böyle düşünmeye başlarsak, içimizdeki iyiliği susturursak ne olacak peki? Hem diziler bile göstermiyor mu? İyilik yap, iyilik bul karelerini!!! İyiliğimiz bile bir karşılık içinse, bu bir iyilik olarak adlandırılır mı peki? Bunu sanıyorum hiç sormuyoruz kendimize... Hem çıkarsız iyilik olur mu? Kaz gelen yerden, tavuğunu esirgeme kardeş... Buna da gerine gerine iyilik de ve bekle...
Hepimiz kirliyiz aslında. Gerçekten iyi olamayacak kadar benciliz bu zamanda. Dünyaya kök saldık ya, hep burada yaşayacağız ya vur, kır, yargıla, idam et, mahkûm et, parçala. Şans verme kimseye, affetme... Affedersen incilerin dökülür, şans verirsen yıldızın küser...
Bazen insan aydınlıktan korkar. Güneş doğmasın ister, geceye sığınır. Çünkü gecenin o kapatan sevgisi tüm kusurlarını örter. Yanlışlarını görmezden gelir. Hatta öyle ki seni yargılamaya gücü yoktur. Çünkü kendi de hatalıdır bilir...
Hep deriz ya karanlıklar kötüdür, diye. Biz karanlıktan da kötüyüz aslında. Kendimiz dışında kimseyi sevmiyor, herkesi ahkâm kesip yargılıyoruz ya... Ne güneş olabileceğiz, ne gece... İnsanız biz adı üstünde... Yüksek ego, kusursuzluk, bencillik, art niyet.... Lûgattaki karşılığımız şimdilerde bu. Aynaya baksak ve eksilerimizi görsek, aslında bir zerre bile olamadığımızı fark etsek; kimse kimseyi yagılamaz, kimse kimseyi mahkum etmezdi. Lûgattaki karşılığımızın da sabır, iyi niyet, alçakgönüllülük ve saflık olduğunu hatırlar, karşımızdaki insanlara ne olursa olsun, kim olursa olsun bir şans verirdik ve affederdik belki de...
Solmaz Akça
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bir zamanlar Malatya çok güzelmiş…
Malatyahaber.com 'da gazeteci ağabeyimiz Orhan Apaydın'ın " Ankara'da Malatyalı Olmak " başlıklı yazısını okurken bizim kuşağın ne kadar şanssız olduğunu bir kez daha yaşadım.
Orhan Apaydın'ın yazdıkları ve her şeyden önemlisi Malatya'nın en güzel yıllarını doya doya yaşamış Malatyalıların Ankara'da bir gece de olsa yeniden yaşamaları beni mutlu etti.
Keşke bende orada olsaydım dediğim ender isteklerimden birini hayal ettim.
Ama orada değildim. Fakat Malatya'nın bir dönem o güzelliklerine şahit olduğum döneme ait Malatyalıların bir arada olması ve orada yaşananları gazeteci büyüğümüz Orhan Apaydın'ın kaleminden okumam beni duygu seline boğdu.
Yazıda bahsedilen Malatyalıların çoğunu tanıyorum. Her ne kadar onlardan yaşça küçük olsam da onların Malatya'daki yaşadıkları güzelliklerine ben ve Sıtmapınarı'ndaki arkadaşlarımız şahit olmuştuk.
Ama bu Malatyalılar birden bire aramızdan ayrıldılar. Onların kültür-sanat özellikleri başta olmak her hareketlerini kendimize örnek almıştık.
1960 lı yıllarda Malatya da Halk Eğitim Merkezinde Malatyalı gençlerin bir tiyatro yaptıkları, Kültür-Sanat ağırlıklı dergi çıkardıklarını biliyordum. Kanal boyunda 1960 ve 70 li yıllarda da Malatyalılar geziyordu. Ama hiç kimse yerlere tükürüp küfür ve argolu konuşmuyordu.
Malatyaspor'un içeride yaptığı maçların sabahında yaşanan hareketlilik maçın oynandığı saatlere yaklaştığı zaman daha da heyecanlı görüntüler ve hareketlilik yaşanıyordu. Ellerinde fileler içinde domates, karpuz, salatalık, beyaz peynir… Malatyaspor taraftarları İnönü stadının yolunu tutuyorlardı.
Maçtan sonra Rahmetle andığım Gazeteci büyüğümüz Erhan Kırçuval'ın " Görüş " gazetesindeki maç yazısını okumak bize keyif veriyordu.
Akşamları Kanal boyu ve Beş konaklarda pikaplardan ve makaralı teyplerden adını hep duyduğumuz fakat ne kendisine nede yakınına ulaşamadığımız Malatyalı Fahri'nin içli sesi ile seslendirdiği türküler Kernek parkında Suat Sayın, Şükran Ay,ın sahne aldığı yıllar, Renkli sinemada Ünlü İtalyan Yönetmen Sergio Leone'nın hala beğenilen üçlemesi İyi Kötü ve Çirkin, Bir avuç Dolar ve Birkaç Dolar için " filmleri ile western dünyasına yolculuk yaptığımız, Altın Çocuk Göksel Arsoy, Ünlü İtalyan komikler Franco Franchi ve Ciccosa İngrassi'nın oynadıkları " Yavru ile Katip, Raj Kapoor'un ünlü "Avare" filmi ile kendi dünyamızda kendimize özgü yol çiziyorduk.
Sıtmapınarı'nda yaşanan aşkların sonucunda Malatyalı Fahri'nin " Şu dağları Delmeli" dizlerinin dönemin delikanlıları tarafından sevgi dünyasına yolculukları.
Şifa Mahallesinde Rahmetli Sami Kasap'ın bir gazel tutturup Sıtmapınarı'nda Topal Hacı'nın kahvesine gittiği yıllar.
Futbolu çok seviyorduk. Hatta kovboy filmlerinden daha da çok seviyorduk.
Sıtmapınarı'nda Meselesi İsmail'in başına üşüşüp kendi dünyasının iç güzelliklerini kendi üslubu ile dört film süresince anlattığı yıllar aklıma geldi.
Tırtto Hasan, Karababa Hasan, Jily Maykıl, Meseleci İsmail, Sihirbaz Golyad gibi lakapların ön plana çıktığı güzelim yıllardı.
Cumhuriyet İlkokulunun önünde yeni çıkan Murat 124 leri seyretmek mutlu ediyordu herkesi.
Pınarbaşı bize çok uzaktı ama yinede belli zamanlarda Orduzu Pınarbaşı'na ziyaretlerimiz yapıyorduk. Akşamcıların bulunduğu bölümde
Topal Bedo'nun" Dam üstünde un eler. Sami Kasap'ın "Derdimin Dermanısın" türküleri içinde yapılan kendilerine özgü sohbetler.
Fakat Sıtmapınarı'ndaki arkadaşlarla kış mevsiminde Orduzu Pınarbaşı'na yaptığımız ziyaretler en güzeliydi.
Karlı zeminde Orduzu Pınarbaşı bir başka güzeldi. Ama hiç yalnız olmadık. Bazen Gazeteci ağabeyimiz Erhan Kırçuval'a rastlardık. Bizde onun gibi Orduzu Pınarbaşı'nın kış aylarındaki müdavimlerindendik. Bizleri her gördüğünde mutlaka bir şeyler anlatırdı. Ben konuştuklarından çok etkilenmiştim. Yıllar sonra gazetelerde yazdığım yazıların birçoğunda bu büyük gazeteciden bahsetmeyi alışkanlık haline getirdim.
Bu işin okulunu okumadım. Fakat Malatya'nın o güzelim yıllarına ait o kadar olayları canlı yaşadım ki bunlar bana yetti.
Ben kendi döneminde yaşadıklarımı günümüze aktarmaya çalışıyorum.
Ama bizden önceki kuşakların bizden daha iyi Malatya'yı doya doya yaşadıklarını biliyorum.
Orhan Apaydın'ın Ankara'da yapılan gece ile ilgili aktardıkları benim için sürpriz olmadı. Onlar bu şehri bir dönem sindire sindire yaşadılar. Bu yüzden onları kıskanıyorum. Fakat Ankara'daki bir toplantı gibi onlarla bir arada olamayışın üzüntüsünü yaşıyorum. Ben o kuşaktan çok şeyler öğrendim. Buradan onlara bir kez daha teşekkür ediyorum.
O güzellikler geride kaldı. Malatyalı Fahri, Sami Kasap yok. Pikaplar sustu. Kernek gazinosu da yok. Şükran Ay'ın konseri bir daha olmayacak. Suat Sayın artık aramızda değil. İtalyan Western filmleri de geride kaldı.
Albay'ın sinema önündeki ciğerci tezgahı da yok Cicili bici de yok. Hürriyet Parkının köşesinde Karlı dondurma da yok.
Meseleci İsmail artık meselede anlatmıyor. Sıtmapınarı'nda meşhur Ankara Kahvesinin bahçesine TCDD yollarının nöbet listesi de asılmıyor. Çünkü Ankara Kahvesi de yok. Sıtmapınarı'nda Sihirbaz Golyad'ın gösterisi de yok. Cumhuriyet İlkokulunun önünden artık Murat 124 ler geçmiyor.
Artık o güzellikler yok.
Orhan ağabeyimiz kendi kuşağına ait güzellikleri çok güzel anlatmış. Bende bizim dönemi yazmaya çalıştım.
İkimizin yazdıkları arasında tek ortak yön var.
"Bir zamanlar Malatya çok güzelmiş."
Abdullah Ergün
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
KADIN
Çıplak duramıyor kadın, ayıp, yakışık kalmıyor.
Bedenini yadsıyor, fazlalıklarından sıyrılma çabası..
Olmuyor, eğreti her giydiği teninde, pot!
Soyunma odası.
Loş, hele de renk körü için..
Üst üste doluyor kumaşları bedenine, önceleri özenli Manken gibi podyum ardında..
Kumaşlar; tüylü, dikenli
Kaşımaktan yaralar açtığı etlerini
Saklıyor ardına tebessümünün
"Olmadı" der karanlıktan annesi,
"değiş üstünü."
"Yakışmadı bu renk" der babası
Ve uzatır aynı karanlıktan elini
"al bunu giy" .
Aldırmaz kadın, giysiye.. Lakin mecburdur giyinmeye..
Kaşıntı sürer, eti toprağa değinceye değin, ilaç bulana değin.
Yeni bir kılıkla heyecanlanır kadın, yakışıklıdır bu Uzanan el aynı karanlıktan..
Sever evvel, sıcak gelir, yumuşak..
Ama giyinmelidir yine, anlar farksızlığını, aynılığını Tüm ellerin karanlıkta.
Soyunma odası.
Tek kişilik.
Loş.
Yığınla kıyafetlerin içinde döner durur kadın Kimi dar, kimi bol.. olmuyor.. olmuyor..
Olduramıyor.
Çıplak da duramıyor kadın, ayıp.
Yakışık kalmıyor.
Gül Saba Taka
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Tanıtımlara başladılar bile. Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
http://files.cilekoyun.com/files/o3koke/o1/animasyoncu_2.swf Eğlenceli bir animasyon seyretmek istiyorsanız buyurun buradan bakın. Hatta indirebilmeniz için özellikle swf uzantılı dosyanın adresini veriyorum. İyi eğlenceler.
Biraz daha fazla animasyon isteyenler için ise http://www.atom.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tamamen animasyon dolu karmakarışık ama sıkıcı olmayan bir web sayfası.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|