Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.482

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 19 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Fener söndü, sıra geldi ampüle!


Merhabalar

Bir gün önce Çiçek Bakan gazetecilere; "Savcı görevini yapmak istedi de hükümet engel mi çıkardı. Savcılar gereğini yapmıyorsa onlar bakımından suç teşkil eder.(...) Günlerdir hepimizi rahatsız eden bu olayla ilgili ne gerekiyorsa yapılsın. Yurtdışında olan bu olay Türkiye'nin aleyhinedir ve ülkenin imajına zarar vermiştir." diyordu. Bir buçuk senedir tutuklamaların olduğu, birkaç aydır duruşmaların sürdüğü, Alman yetkililerin Türkiye'ye sorular sorduğu bir ortamda Çiçek Bakan ancak rahatsız olduğunu ifade etmekle yetiniyor. Rahatsız olduklarını elbette biliyoruz. Ama onlarınkiyle bizim rahatsızlığımız arasında dağlar kadar fark var!

"Deliller karartılmasın, aman kaçabilirler" endişesiyle 80 yaşındaki saygın insanları sabah dörtte derdest edip götürenler, soruşturmanın selameti açısından, en ufak bir olayda bile adı geçenleri açığa almayı bilenler, Alman mahkemesi tarafından hırsızlığı tescilli bir başkana hala arka çıkabilmektedir. Nedeni bellidir. Pislik yerlere saçılmış, en tepedekilere kadar bulaşacak raddeye gelmiştir. Alman mahkemelerinin "Asıl suçlular Türkiye'dedir." tezine bile aldırış etmeden, "Olay yurtdışındadır" diyebilme yüzsüzlüğünü gösterebilmektedirler.

Eli mahkum başlatılan soruşturmanın bunca gecikmesi planlı bir kılıfçılığın daniskasıdır. Belgesizlere belge, yolsuzlara yol, hırsızlara zırh bulmak için yollar aranıp bulunmasına imkan tanımaktır amaç. Ampül pır pır etmeye başlamış, söneceğim bak diye bar bar bağırmaktadır. "Ak"tan ne anlıyorlar bilemiyorum ama "Adalet" denince nalıncı keserini, "Kalkınma" deyince fakir fukaranın hakkıyla beslenip büyümeyi anladıkları aşikar. Haydi bakalım Tayyip Bey, bu sefer nasıl temize çıkacaksın anlat öğrenelim. Samimiysen temizliğe RTÜK'ten başla da delikanlılığını görelim.

...

Geçen gün Zeki Ergezen isimli "dokunulmaz" şahsın 1993'te Hac'ta attığı iğrenç nutuk yayınlandı televizyonlarda. Ardından ertesi gün bir programa konuk olan Nazlı Hanım, konuya değinerek "Ayıp oluyor böyle eski defterleri karıştırmak, yakışmıyor medyaya." gibi abuk bir savunma yaptı, ne diyeceğimi şaşırdım. Aslında haklı tabi, bu ülke dün söylediklerini bugün inkar edip, kutsal saydıkları her şeye ihanet etmeyi, iman yolunda her yol mübahtır şiarıyla açıklamayı iyi bilirler. Vatan'ı ele geçirmek için global tuzaklar kuran ABD menşeili Fethullahları, üzerindeki pötikare gömleği çıkarıp yerine bembeyaz(!?) gömlek giyen başbakanları yutturmayı becerdiklerine göre, bunları da sineye çekmemizi istemekte haklıdırlar. Atatürk'ün seksen yıl önce söylediklerini, devir gereği yaptıklarını dillerine dolamak serbesttir ama bir "dokunulmaz" sabık bakanın daha 15 yıl önce dışından, bugün içinden, haykırdıkları "sıradan" bir olaydır. Yersek tabi.

Dünya bir ekonomik girdapla boğuşurken, sanayi durma noktasına gelmiş, esnaf kan ağlarken, sadece kendilerine biat etmeyen medya ile uğraşmayı iş diye yutturanların, hababam zam yapanların iftar sofrası oldu bu güzel memleket, yazık. Daha ne kadar dişleyeceksiniz bu memleketi a madrabazlar, a uyanık hırsızlar, a İslami faşizmin önde gidenleri? Haydi söndürün ampülü, paşa paşa gidin evlerinize, vakit varken torun torba sevin. Bilahare hesabınızı yüce divanda vereceksiniz nasılsa. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  YAZ PİYAZ-3

Ören'de akşamlar denizden eser, sabahlar da denize doğru. Akşamdan önce deniz gümüş bir tepsiye döner. Martılar çekilir çığlık çığlığa, ardından tek tük sona kalmış birkaç kayık. Su çizgilerinde dalgalar çırpınır, sonra motor sesi yankılanır liman duvarlarında. Feneri dönünce dalgalar susar, ışıklar yıkanır durgun sularda. Gökkuşağı gibi renk renk uzun çizgiler limanı arşınlarlar bir uçtan öbür uca. Hiç durmadan, yorulmadan sabaha kadar… Gecelerde acayip bir tılsım gizlidir. Uyanır bakarsınız yine poyraz başlamış. Kavunlar çakırlaşmış bahçede, karpuzlar damalanmış alaca alaca. Daha dün bu domates yeşildi dersiniz. Bir gecede nasılda kırmızıya durmuş. Şeftaliler uykulu gözlerle size bakar pembe yanaklarıyla.

- Şefik Abi sadece kahve işletmedi. Başka işler de yaptı. Kahveciliği bıraktı bir ara. Her zaman yaptığı gibi yine ortalardan kayboldu. Aylar sonra duyduk ki Kazdağları'nda bir lokanta açmış. Böyle bir mekâna lokanta demek ne kadar mümkündür? Küçük bir tahta baraka, dallardan derme çatma bir çardak. Çardağın üstü ot, saz, dal yaprak. Izgara et yapıyormuş müşterilerine, menemen, köfte falan. Kendine göre isim bile yapmış. Bizim köyden bile gidenler varmış. Izgarası nefisti diyorlar. Bir de yoğurdu.

Şefik Abi'nin lokantası ismini biraz duyurduktan sonra da batmış zaten. Hatırlı konuklar, karakol komutanı, orman şefleri, ilçenin hâkimi, savcısı gelmeye başlayınca lokantanın da sonu gelmiş. Çünkü onlardan kesinlikle para almıyormuş. Küsenler darılanlar bile olmuş ama fayda etmemiş. Zaten birçoğu ızgaraların lezzeti yanında onun sohbeti için geliyorlarmış. Ondan para alma, bundan para alma en sonunda mekânı birine devredip yine ortadan kaybolmuş. Zaten bu da onun son işi olmuş. Sonrasında bir uzun süreli hiçbir işte çalışmamış ve hiç bir yerde kalmamış. Karısı da bu duruma daha fazla dayanmamış, almış çocuklarını babasının köyüne gitmiş.

Cunda Adasında öğle üzeri güneş bütün sokakları teslim almışken yaşam taş yapıların kuytularında soluklanır. Gezinti teknelerinin biri girer limana, öteki çıkar. Yüzlerce yabancı ellerinde makineler uçan, kaçan, sabit duran her şeyin fotoğrafını çekerler. Tombul kedilerin, denizin, teknelerin ve taş sokakların, sardunyaların bile. Sahilde ağaç sandalyelerde dinlenenler tenteleri delip geçen güneşten terlerken köpekler sıcaktan baygın baygın kaldırımlarda yatıyorlardır. Biraz ilerde deniz köpük köpüktü. Rüzgârı görürsünüz ama elleyemezsiniz. Ne kadar su içerseniz için serinleyemezsiniz. Hiç durmadan yeniden su istersiniz. "Bu seferki daha soğuk olsun ama ha…"

Bizde birkaç kare çekseydik keşke," dedi yaşlı kadın yanındaki adama. Adam boynuna çapraz astığı çantadan cep telefonunu çıkardı. Elindeki dikdörtgen kadraj ile kare sandığı görüntüler toplamaya başladı.

- Bize iki tane ayvalık tostu yap. Bütün hünerini de göster emi. Nasıl oluyormuş bu ayvalık tostu anlayalım. Yabancıyız biz. Beğenirsek her gittiğimiz yerde söyleriz. Siz de bedava reklam yapmış olursunuz.
- Tamam, abi, dedi kara yağız garson. Yanında içecek ne alırsınız?
- Bize iki limonata getir, iki de ayran. Ama tostlarla birlikte…

Garson uzaklaşırken yanımıza otuz beş yaşlarında bir adam geldi. Elindeki poşetleri sıkarak etrafa harika bir kekik kokusu yaydı. Zaten bir şey demesine de gerek kalmadı. Akçay'da plajlarda gezen köylü kadınları aklıma geldi. Küçük sepetler ya da tabaklar içinde meyve satıyorlardı. Köylülerin kendi ürettikleri meyveleri deniz kıyısına getirip satmaları hoşuma gitmişti. Çünkü böylece emeklerinin karşılığını hakkıyla almış oluyorlardı. Cahil ve fukara diye sürekli aşağılanan köylüler kendilerine bir gelir kapısı yaratmış oldukları için sevinmiştim. Eee kolay değil tabi serde köylülük var. Annem de böyle yapsa desteklerdim. Sonradan gerçeği öğrenince aklım şaştı. Meğerse kadınlar halden aldıkları meyveleri sahilde küçük paketler halinde ambalajlayıp satıyorlarmış. Meyve böylece pazardan, çarşıdan sahile inerken iki katı fiyata ulaşıyormuş. Kadınlar köylü falan da değilmiş. Yani bu bir çeşit pazarlama stratejisiymiş. Sanki bana çok dertmiş gibi incindim. "Lan," dedim kendi kendime "Lan bu ülkede hiç iyi bir şey olmayacak mı? Yalansız dolansız, kendi doğallığında. Kızsam ne olacak? Sanki dağın haberi mi oldu? Tavşan olmak da böyle bir şey sanırım. Hep alakasız, hep kendi kendime ve sürekli yanılmaktan yorgun…

Bitti

Bu yazı arkadaşım Nejat Varol'a teşekkür için yazılmıştır.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 PARANOYA BAŞLANGICI : Erol Uçar


bu ülke kimin?

" bu ülke kimin? "

maskeleri erimeye yüz tutmuş, kişiliksiz siyasetçilerin mi?
koltuğunu kaybetmemek için inatlaşanların mı?
bal tutup parmağını yalayanların mı?
ülkeyi hanedanlık gibi yönetenlerin mi?
allah rızası için yardım toplayıp, saltanat kuranların mı?
binlerce insanın karşısına çıkıp, çürümüş ruhlarını pazarlayanların mı?

bu ülke kimin?

cebinden bağlı olanların mı?
gönülden bağlı olanların mı?
hak etmedikleri yerlere gelen kendini bilmezlerin mi?
tacizci tarikat şeyhlerinin mi?
bir imza ile köşeyi dönenlerin mi?
kendini bir bok sananların mı?
o bok ile beslenenlerin mi?

bu ülke kimin?

alkışlananların mı?
alkış yapanların mı?
eli öpülenlerin mi?
el öptürenlerin mi?
şerefsizlerin mi?
şerefsizlere hizmet edenlerin mi?

bu ülke kimin?

bu ülke;
elleri ile toprağı deşenlerin…
asgari ücret ile mucize yaratanların…
alkışlamayı öğrenemeyenlerin…
kimse karşısında eğilmeyenlerin…
çıkarı için kimsenin elini öpmeyenlerin… onurlu bir duruşu olanların… idarecisine hesap soranların…

bu ülke kimin?

bu ülke;
ağustos sıcağında tarlada çapa sallayanların… kışın açlıktan ve soğuktan uyuyamayanların… askere gitmek için çürük raporu almayanların… alnının teri ile yaşayanların… bir duruşu, bir görüşü, tepkili, sıra dışı olanların… kul olmayanların… kula kulluk etmeyenlerin…

bu ülke kimin?

bu ülke;
yönetenlerin mi?
yoksa,
yönetilenlerin mi?
belki de,
her ikisinin de değil…
ne yönetenlerin!..
nede yönetilenlerin…

bu ülke kimin?

bu ülke;
bizim.
biz kim miyiz?
biz,
" ÇOKLUK "
korkun bizden…
paranoyak oluyoruz…

Erol Uçar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Zuhal Özden


Duygusal Evrim Tarihimiz

Üniversite birinci sınıfa giderken kendi sınıfımdan tanıdığım ilk öğrenci ile aramızda garip bir arkadaşlık oluşmuştu. Bu garipliğin kesinlikle benden kaynaklandığını şimdi biliyorum. O zamanlar bunu anlayacak düzeyde değildim. Arkadaşımın tuhaf bir çocuk olduğunu düşünüyordum, hatta sorunlu biri. Oysa bugün geriye dönüp baktığım zaman benim davranışlarım yüzünden, aramızda sağlam ama uçacak gibi bir duygunun var olduğunu anlıyorum. Ben bir dişi olarak davranmıyordum o da bir erkek gibi davranamıyordu. O yüzden ilişkimiz insan boyutunda varmak istediği sınırlara ulaşamadan yarım kalmıştı.

O tanıdığı herkese ünlü bir köşe yazarının oğlu olduğunu söylüyordu. Tüm okulda bir ünü vardı bu yüzden, giyimi, konuşma tarzı zaten bizden farklıydı. Uzun zaman ABD de yaşamıştı. Benim yanımda ailesini anlatırdı, babası dediği kişi amcasıydı aslında ama annesi ünlü bir sanatçıydı. Onun konserlerine davet ederdi. Ben korkak biri olduğum için gidemezdim. Oysa severdim konsere gitmeyi, özellikle onun daveti beni gururlandırırdı. O önemsiz bir şeymiş gibi davet ederdi ben nazikçe red ederdim. Bu iletişim yolunu bilmeyen çocukların sürekli hayırcı olması, ya da ağlaması gibi bir şeydi. Kendimi anlatmanın yolu sanki hayırdan geçiyordu. Üniversite ikinci sınıfa geldiğimiz zamanlarda, bir gün bana anne babasının ayrı olduğunu büyük annesi ile yaşadığını ama bu ayrılıktan hoşnut ve huzurlu olduğunu söylemişti. Evli oldukları zamanda ki huzursuzluğu şimdi yaşamıyordu. Onun anlattıklarını dinlerken kaç yaşında olursak olalım bir aile özlemi çektiğimizi, ailemizin hatalarının bizi yarım bıraktığını hissetmiştim. Onları tam istiyorduk, bir arada olmaları gerekiyordu. Bu doğanın kanunuydu sanki. Bunun için aynı çatı altında olmasalar bile bizim içimizde onlar anlaşan, kafa birliği için de olan bireyler olmalıydı. Anne ve babalarımız yani bu gelecekte ki modellerimiz düşünceleri ya da davranışları ile bizim hayatımıza yön veriyorlardı. Bir kızgınlık modelimizi yok saymamızı, onun yerine mutlaka başkasını koymamıza neden oluyordu. Bu gelecekte ya bir koca, bir evlat ya da bir sevgili oluyordu. Ya da bir amca. O boşluk mutlaka dolmalıydı.

Bir anne ya da babanın kendini güçlü hissettiği bir anda tek başına bir çocuğa yeteceğini düşünmesini anlayabiliyorum. Bazen bir evin içinde anne baba olmasına rağmen çocuk kendini tek başına, tıpkı anne babası gibi yapayalnız hisseder. Arkadaşlarından birini kendine veli tayin eder çünkü buna ihtiyacı vardır. Ya da ebeveynlerden biri tüm görevleri üstlenir. Fakat varlığı dahi olmayan bir gölgenin çocuğu olmak, buna birini buna mahkum etmek bana pek vicdanlı bir hareket gibi gelmiyor.

Oğluma, babası bir gün 'senin çocukların olabilirdik ama biz senden önce doğduk, sen bizim çocuğumuzsun' demişti. Bizim oğlumuzdan tek farkımız bu dünyaya daha önce gelmek. Onun dışında onun hayatına müdahale edecek hiçbir hakka sahip değiliz. Onun bu dünyada kapladığı alana ki bu özgürlük alanı oluyor ve varlığına, dünyaya geldiği andan beri saygı duydum. Bazen kendi hayatımdan dolayı oğluma karşı suçlu hissettim kendimi. Oğlumun annesi olarak belki de başka biri olmalıydım. Ama ben buyum ve oğlumun annesiyim. İkimizin de birbirini seçme şansı yoktu. Biz elimizdekilerle, birbirimizin sınırlarına girmeden, varlıklarımızı kabul edip yaşamayı öğreniyoruz.

İnsanın doğasında olmayan bir başına olma duygusunu, yitirdiğimiz ya da göz ardı ettiğimiz temel özelliklerimiz yüzünden modernizm ya da çağ atlamak gibi adlandırmak çok zorlama bir davranış gibi geliyor bana. Sperm bankaları da sanırım bu duygunun birer temsili olsa gerek.

İnsanın duygusal evrim tarihi belki de dokunmanın, öpüşmenin sanal yaşandığı, üç boyutlu olduğu bir anda bitecek. Bunu şimdi ileriyi görebilen zeki senaristlerin yorumladığı filmlerde izleyip ya da romanlarda fantezi olarak okurken, bizden sonrakilerin somut bir gerçeği olacak.

Zuhal Özden


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Her Fener'in bir Ampül'ü vardır

Kim demiş; "Nerede o eski ramazanlar ?" diye. Nostalji dediğiniz bu günler için yapılacak aslında. Şehzadebaşı'na Osmanlı Sokağı kuruldu bile çoktan, Dönerci de var, Lokumcu da hiç yoktan. Hatta; Tatlıcı, Şerbetçi, Macuncu, Nargileci ve Pamuk Şekerci bile gelmiş.
İtalyanca "Cantare" imiş ( okunuşuyla Kantare ) Kanto'nun orijini, "Şarkı söylemek" yani. Bir garip şarkı kanto lakin sevimli mi sevimli hınzır. Sokağa çıkmaz Amelya mantosuz, Direklerarası olmaz ki kantosuz..

Kaşların ne güzel kara kız,
Ara sıra gel de beni ara kız,
Sen gelmezsen kapanmaz,
Kalbimdeki şu yara kız...

Letafet Apartmanı ve Ferah Sineması sanki hala duruyor yerli yerinde. Denizkızı Eftelya görününce sahnede, kalp yarası sanki daha derinde..

Çiçeği takmış yandan,
Severim seni candan,
Boşan da gel alayım,
Seni şu miskin kocandan...

Gördüğünüz gibi nostalji değil sergilenen, ayniyle vaki. Şehzadebaşı bu kez Frankfurt'a yerleşmiş, Osmanlı yine Mehmet'leri yere sermiş, meğer bilgileri Firdevsi vermiş, kimbilir belki de o bir ermiş. İsteyenin bir yüzü Arap, yardım yapanın hali harap. Davulcunun manisi bir hoş sada gibi geliyor tee Frankfurt'dan, kokusu duyuluyor ne yazık buralardan..

Davulumun ipi kaytan,
Kalmadı üstümde tuman,
Euro verin ağalar bahşişimi,
Alayım sırtıma bari bir mintan...

Tuman-Mintan ile başlayan zaafiyet, altına KDV'den de muafiyet, öyleyse üstüne neden olmasın afiyet ? İnek içti, dağa kaçtı, teğet geçti, kimseye değmedi, kim ne dedi, söyle bana sen bilirsin be Edi ? "Neee, hepsini kanal mı yedi ..?"

Yeni cami uzun direk ister,
Bunu söylemeye yürek ister,
Benim karnım toktur ama,
Arkadaşım ballı börek ister...

Tatlıcı'dan ballı börek tatlısı, Lokumcu'dan yardım lokması, çevir kazı yanmasın Dönerci, Şerbetçi'den şerefine şerbet, oh ne ala memleket. Macuncu ve Pamuk Şekerci'nin bile haberi yok. Nargileci'nin nargilesi ucundadır marpuşun, demek eti yenmezmiş önüne gelen her kuşun... Bak şu Frankfurt Eyalet Mahkemesi'nin yaptığı işe, çomak sokmuş ramazan vakti bu gidişe ..! Hiç üşenmeden, ikiyüz dosya hazırlamışlar içmeden yemeden, kırküç milyon Euro'yu götürmüşler, kimseler gık diyemeden...

Hey gidi Yargıç Efendi demek adın J.Müller,
Dosyalar açılırsa kimbilir ne söyler bülbüller,
Direklerarası maziye karışmış ne gam,
Beraber yürürken sarardı soldu bütün güller...

Her Fener'in mutlaka yanan bir Ampül'ü vardır,
Deniz devletin malı olursa; yiyenin KDV'si bile kârdır...


asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Halil Önceler


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Muştular Sunusu

Akdeniz'den bilinmeyen mevsimlerle geldim

Gökyüzüne bir gökkuşağı dokudum
Hiçbir ressamın bilmediği renklerle desen desen
Yaban gülleri derdim ellik ellik
Taçlar yapıp taktım saçlarına
Bak işte sahiline vurdum
Yüreğimin yelkenleri efil efil

Yakmayan güneş, ıslatmayan yağmurlarla geldim

Çiğ düşmüş çimler serdim
Papatyalı halhal taşıyan ayaklarını bekler
Başına kelebekler konar
Buradayım, yalnız değilsin, diyen kanat kanat

Bir yel eser ılık ılık
Gönül kandilinde alevler dans eder
Topraklar getirdim bilinmeyen
Koynunda sevgi beslenir çıdam çıdam
Turkuaz yeşili geceler getirdim
Hüzünlerinde umudu emzirir lıkır lıkır
Bir saz çalar bir taraftan
Bu öyküyü muştular türkü türkü
Bulutlarla geldim, yakut yüzük gibi, taşında tahtın olur
Ne zaman sıkılsan görmediğin yerlere yolculuklara çıkarsın
Ansızın kapımı çalarsın ya da yanına beni de alırsın…

Hasan Gezer

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"
 
Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Web sayfanızın ziyaretçi sayısını günlük, haftalık ve hatta aylık olarak takip etmek için http://www.alexa.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Ayrıca en iyi 500 web sayfası listesini de buradan takip edebilirsiniz.

Sanal dünyada millet ev falan alıyor. Benim niye yok diyenler için Bosch tarafından hazırlanmış hoş bir alternatif var. http://www.boschworld.com/ Evinizi almak için geç kalmayın. Tamamen ücretsiz bir uygulama olması iyi bir çalışma olmasına engel olmamış. Aslında reklam amaçlı yapılmış bir çalışma ama olsun, yine de güzel olmuş.

Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Careless Whisper
George Michael









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080919.asp
ISSN: 1303-8923
19 Eylül 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com