|
|
|
26 Eylül 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : İyi Bayramlar... |
Merhabalar
Ben hiçte öyle bu işin demokrasi kazanımı olduğundan falan bahsedip havanda su dövmeyeceğim. Sadece merakla, önyargısız oturduğum televizyonun önünde dakikalar ilerledikçe gelişen düşüncelerimi paylaşacağım. Yalnız her şeyden evvel, bu noktaya gelinmesinde en büyük rolü oynayan AKP iktidarının şu an içinde olduğu durumu kısaca gözden geçirmeli diye düşünüyorum. AKP'nin silahları artık kendisine dönmüştür. İkinci dönem iktidara gelen bir parti için bu normal görünebilir ama burada asıl dikkati çeken, kendine dönen silahlar gene iktidarın kendi elindedir. Yani AKP intihar etmektedir. Çünkü balık baştan kokmuş, en tepeden dalga dalga yayılan cesaret, kontrolsüz güç, aymazlık kademe kademe aşağıya doğru inmektedir. Konuşulması, çözülmesi, en acil önlemlerin alınması gereken bir durumdayken, silah olarak kullandıkları yolsuzlukla mücadelenin hedefi haline gelmekten adeta hoşnutturlar. Çünkü bunları gündemde tuttukları müddetçe, beraberliğe razı takım gibi vakit geçirebilmektedirler. Bu sayede ekonomik ve sosyal sorunları unutturabildiklerini sanmakta, beceriksiz oldukları devlet yönetiminden heybelerini doldurmak için vakit çalmaya çalışmaktadırlar. Kimse AKP'nin Kılıçdaroğlu'ndan yaka silktiğini falan söylemesin. AKP ona "Allah razı olsun" demektedir. Bunların bile yetmeyeceğini düşünmekte olan Tayyip Bey "Şeker mi Ramazan mı?" diye ne idüğü belirsiz bir tartışmadan bile medet ummaya başlamıştır.
Gelelim şu meşhur düelloya. Gerçekten tarafsız olarak olarak toplantıyı izleyen herkesin hem fikir olması gereken bir durum var ortada. Biri son derece kendinden emin, elindeki belgeleri iyi incelemiş, diğeri tangır tungur halinden hiç taviz vermeden hâlâ bildiğini okuyan, sorulana değil şartlandığına dair cevaplar veren, rahatsızlığı her halinden belli olan iki vekil seyrettik. Kargaşaya konu olan dosyaların birbirine karışması ise zaten durumun en vahim tarafı. Mir Bey, ağlamaklı bir şekilde anlattığı üzere, bir arkadaşı ile ihracat şirketi kuruyor. Milletvekili olunca yönetimden, sekiz sene sonra da şirketten ayrılıyor. Ve kurdukları bu şirket, bizim bildiğimiz kadarıyla, 3 ayrı dosya ile usulsüz ihracata konu oluyor. Gene anladığım kadarıyla, 3 dosyadan ikisinden bir şekilde beraat ediyor ama birinden çakıyor. 2000 yılındaki bu rapora göre, Danıştay tarafından da suçlu olduğu sabit görülen şirketin hayali ihracatı sırasında Mir Bey şirketin yönetim kurulu ikinci başkanı. Aklandığını anladığımız diğer 2 dosyaya konu olan olaylar sırasında ise kendisinin şirketle bir ilgisi yok. Demekki neymiş, bu şirket Mir Bey'in başkanlığında suça bulaşmış ama o gittikten sonra temiz işler yapmaya başlamış. Buna rağmen gümrükler genel müdürlüğü kendilerini şüpheli görülen şirketler statüsüne almış ve her ihracatta tırları didik didk aranmaya başlamış. Yani şirket kırmızı kontrole mahkum zanlı bir şirket. Bunlar bir yana, Kılıçdaroğlu herşeyi kronolojik biçimde mahkeme belgeleriyle gösterdiği halde, Mir Bey hâlâ "Nerede belge?" diye soruyor. Özetle Mir Bey hezimete uğruyor.
Dişliyle başlayan fenerle devam eden ve sonunda dünkü tartışmaya kadar gelen süreç bir çöküşün ayak sesleridir. AKP, üzerine gideceğiz diye çıktıkları yolda, aynı konuda kendini savunur hale gelmiştir. O beğenmediğimiz CHP'nin bir değerli vekili de bu pislikleri ortaya çıkarıyor olmanın haklı gururunu yaşamaktadır. Düello bitmiş, Mir Bey kendini, dolayısıyla partisini, kendi silahıyla ayağından vurmuştur.
Önümüz bayram, hem de dokuz günlük koca bir bayram. Ramazanı şekeri birbirine karıştırmıyor, tüm kahvecilere "İYİ BAYRAMLAR" diyorum. 6 Ekim 2008 Pazartesi günü tekrar buluşmak üzere hepimize şeker tadında bir dinlenme dilemeyi de ihmal etmiyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 1 |
|
Hacırahmanlı Kasabası'nın Hasanları ile Salihleri ilginç insanlardır. Zaten bu isimlerde yazıldığı gibi söylenmez. Göçmenler Hasana Asan, Salihe de Sali derler. Çünkü onların her zaman "h" yi gereksiz sayan bir sesletim tarzları vardır. Bu kasabada insanlar kesinlikle kendi adıyla, isminin yalın haliyle de tanınmazlar. Altı Parmağın Asan, Palikar'ın Asan, Çatlak Hasan, Topal Asan, Melek Asan, Deli Sali, Mavişin Sali, Panta Sali gibi mutlaka bir ön adları vardır. Sakın ola ki kasabalılarımı örseliyorum, onları küçük düşürmeye çalışıyorum sanmayın. Bu isimleri kafamdan uydurduğumu düşünmeyin. Ben de Avrupalı Şaban'ın Seyfullah'ı olarak bilinirim. Bizim lakabımızın neden Avrupalı olduğunu bilmiyorum. Çünkü bu kasabanın üçte ikisi Yugoslav göçmenidir ve Avrupa'dan gelip buraya yerleşmiştir. Kasabalı bize bir güzellik yapmış, kıyak geçmiş gibi görünüyor. Babamla birlikte anılan bir iki isim daha var ama onları söylemeyeceğim. Özellikle birisi fazlaca edep dışı sayılır.
Bir bayram sabahı evden çıkıp teyzemlere giderken yolda Bayram Amca ile karşılaştık. Bayram Dayı namazdan çıktıktan sonra kahvede biraz soluklanmış evine gidiyordu. Hangi Bayram mı? Koca Bayram, Bayram Kocabekir'den söz ediyorum. Bayram Amca Makedonya'dan hem köylümüz, hem de akrabamızdır. Abim ona doğru yürüyüp elini öpmek istediği sırada gömleğinin arkasından çekip durdurdum. Adamcağız artık iyice yaşlanmıştı. Bakışlarını yüzümüzde gezdiriyor ve bizi tanımaya çalışıyordu.
- Bayram Amca bizi tanırsa elini öpelim. Tanımazsa yolumuza gidelim, dedim.
- Tanıyacak gibi oldum bire çocuklar, dedi. Durun bakalım biraz. Soluklanayım…
- Durduk bire, söyle bakalım.
- Avropalının çocukları bunlar, dedi.
Elini öptük, bayramını kutladık. Hal hatır sorduktan sonra;
- Neden bize Avrupalı dersiniz beyav. Siz Avrupalı değil misiniz? Hem Türkiyaya bizden önce gelmişsiniz. Sen kapsaydın bu lakabı…
- Şaban gözü açık çıktı bire çocuklar. Avropalı adını o kaptı. Bize de koca bayram olmak kaldı, dedi.
Gülüştük yolumuza devam ettik.
Palikarın Asan ile Altı Parmağın Asan öyle tuhaf kişiler değildi. İkisinin adından başka bir benzerlikleri daha vardı. İkisi de makaracıydı. Şaka, şamata, güleç insanlardı. Altıparmağın Asan'ın babasının adı da Altı Parmak Asan'dı. Tarta, toprak sahibi cömert bir adamdı. Fakir fukarayı gözetir, bayramlarda zekâtlarıyla onlarca yoksul çocuğu sevindirirdi. Şimdilerde bilmem neden zekât vermek, fakir çocukları sevindirmek pek revaçta değil. Ayrıca Altı Parmak Hasan Dede kasabamıza ilk televizyonu getiren adamdır.
O günleri çok iyi anımsıyorum. Önce evin çatısına yüksek mi yüksek bir direk diktiler. Minare boyu yüksekliğe bir anten taktılar. Televizyon çalışınca öğretmenlerimiz okulca onların evine bir gezi düzenledi. Bize asrın mucizesi aleti gösterip, tanıttı. Bir eve okul gezisi yapmak takdir edersiniz ki unutulacak şey değildir. Evleri zaten okulun karşısındaydı. Bizim gezi bir gün hatta birkaç saat sürdü. Ama onların evine kasabalıların düzenlediği akşam gezileri aylarca hatta yıllarca sürdü. Önceleri eve gelen herkese çay ikram edip, misafirperverlik göstermeye çalıştılar. Ama gelen gidenin ardı arkası hiç gelmedi. Televizyonu kocaman bir odaya koydular. İnsanlar sinema izler gibi akşamları onların evinde toplaşıp televizyon izlediler. Hiç yüksünmediler, kimseyi azarlamadılar. Ama çay ile baş olamayacağını görüp en sonunda ikramları kestiler. Şimdi insana şaka gibi geliyor ama böyle bir ev sahipliğine kimsenin canı dayanmaz. İnsanın kaldırıp televizyonu sokağa atası geliverir.
Gelenlerin kimisini üstü başı toz toprak, kimisinin ayakları kokar, çocuklar ağlar, itişir, kimi uyur, kimi gaz çıkarır. Neresinden bakarsanız bakın felaket bir şey işte. Bir iki yıl sonra diğer evlerde de televizyonlar evin başköşedeki yerini alınca her şey kendiliğinden unutulup gitti. Ben hala o insanların kasabalıya gösterdiği sabrı ve saygıyı imrenerek anımsıyorum.
Çatlak Hasan lakabı abartısız onu anlatıyordu. Nerde sabah orda akşam, zerre kadar sorumluluk almadan yaşayan biriydi. Haylaz falan değildi ama bir iki gün çalışırsa yirmi gün yatardı. Karabatak gibiydi. Kasabadan bir kaybolur on beş yirmi gün sonra dönerdi. Nerede yatar, nereye gider, ne yer, ne içer hiç kimse bilmezdi. Kesmeye bir zararı dokunmazdı. Çatlak patlak ama fena birisi de sayılmazdı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
KENTLİ MİSİNİZ?
Toplumumuzda kette yaşamakla kentli olmanın ayırtına varıldığını söyleyemeyiz. İnsanın kentliyim diyebilmesi için kentin değerlerini, kültürünü özümsemesini gerektirir. Kentte yaşamak için geçimi sağlayacak paraya sahip olmak yeterlidir.
Kent kültürü, farklı değerleri olan insanların bir arada yaşama kültürüdür. Kentte isteyen Türkçe konuşur, isteyen Almanca, Japonca... İsteyen camiye gider, isteyen kiliseye, havraya... Burada tek kural geçerlidir: Hiç kimse kendi değerini başkasına dayatmaz. Bu bakımdan kentliğin özünde, özgürlüklükçülük ve demokratlık vardır.
Geçen hafta içinde Köln'deki aşırı sağcıların "İslam Karşıtı Konferansı"na geçit vermeyen on binleri izlerken düşündüm. Bir grup, sizin kentinizde Hıristiyanlık ya da Yahudilik karşıtlığı konferansı düzenleseydi hangi safta yer alırdım diye düşündünüz mü?
Hrant Dink'in katledilişinin ardından hepimiz Hrant'ız diyenler için siz ne düşünmüştünüz? Ya Malatya'da adam boğazlayanlara, Trabzon'da rahip kurşunlayanlara, Sivas'ta kendi yurttaşlarını ateşe verenlere gerçekten karşı mıydınız?
***
Kentlerin önemli yapı taşlarından biri de sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütü üyesi olmak, kentli olmanın bir zorunluluğudur. Gelişmiş toplumlarda bir birey, birden çok sivil toplum örgütüne üyedir. Bu durum, toplumla iletişim kurmanın ve sorunlarımızı paylaşarak çözümler bulmanın en önemli araçlarından biridir. Sivil toplum örgütlerinin çokluğu, o kentin kültürel zenginliğinin de bir göstergesidir.
Geçen hafta Bodrum 5. Uluslararası Film Festivali'nde nicedir özlediğim etkinliklerle mutlandım. Zaman bulabildikçe filmleri izlemeye çalıştım. Etkinliğin tek tartışma programı "İfade Özgürlüğü ve Yansımaları" başlıklıydı. "Başlıklı" sözcüğünü bilerek kullandım. Çünkü başlıkla, konuşulanların bağını kurmak için didindim; ama başarılı olamadım.
Belleğimde kalan Aydın Kudu ve ve eşinin Son Kumsal filmi yüzünden yaşadıkları.
Son Kumsal, Karadeniz sahil yolunun neleri yok ettiğini ele alan bir belgesel. Yapımcılar, insanlara neleri kaybettiklerini anlatmayı, yeni talanlara karşı bilinçlendirmeyi hedeflemişler. Film, ödül kazanmış; ancak yolun yapılacağı bölgelerde "Halkın uyanmasından korkmuş olmalılar" ki yerel yöneticiler tarafından yasaklanmış. Yol, fabrika, santral gelsin de nasıl gelirse gelsin mantığı her yerde geçerli.
Sivil toplum örgütlerinin çok ve etkin olduğu toplumlarda görevliler atacakları adımları daha dikkatli atar. Bilirler ki sivil toplum örgütleri kentlerin dinamiğidir, kendilerinin bir daha seçilme şansını kolayca dinamitleyebilirler.
Birilerinin kendisine "kentliyim" diyebilmesi için mahalle muhtarından ikametgâh senedi alması gerekmez; cebindeki sivil toplum örgütlerinin kimlik kartlarını göstermesi yeterlidir.
***
Kent kültürünün en önemli öğelerinden biri kuşkusuz sanattır. Kentliler tiyatroya, operaya, baleye, sinemaya, çeşitli sergilere, konserlere, söyleşilere, katılarak kendilerini sürekli geliştirirler. Kentli salt izlemez, aynı zamanda bu etkinliklerde etkin görev alır; hatta sanatsal ve kültürel ürünler ortaya koyar.
Son zamanlarda birçok yerel yönetim, sanat ve kültür etkinliklerine önemli katkılarda bulunuyor. Yerel yöneticilerin bu tür etkinlikleri gerçekleştirmek için ne büyük güçlükleri göğüsledikleri bilenlerdenim. Ancak hemşerilerinin bu tür etkinliklere rağbet ettiklerini söyleyebilir miyiz?
Ne yazık ki sanatsal ve kültürel etkinlik denince aklımıza "Vur patlasın, çal oynasın! " programları geliyor. Oysa sanat ve kültür etkinlikleri, eğlendirmek kadar düşündürmeyi de hedeflerler. Kentli insan, ruhunu ve beynini, nitelikli kültür ve sanat etkinliklerinde sürekli eğitir.
İnsanın kendisine kentliyim diyebilmesi için elbette bunlar yeterli değil. Ancak, bunları yapmayan kendisine kentli diyemez. O, kentte oturandır, yaşayan bile değil.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu |
Çaresizlikle Boğuşurken Kendini Sorguya Çekmek…
Ah o umutsuzluklar…
Çaresizliğin tükendiği anda kaçış yollarını aramak… Nereye kaçacağını, neden kaçacağını bilmeden, her şeyden kaçıp kurtulma isteği…
Yürümek, uzunca bir yolun sonunu düşünmeden yürümek… Her şey önünüzdeki yol gibi belirsizlikle kaybolmuş durumdayken, yürümek nereye gittiğini bilmeden…
Bilmediğin yollardan geçerek, bilmediğin bir yere sığınmak, bilmediğin bir yerde uyumak… Bu bilinmezliğin kabusundan uyandığın zaman kurtulmak için uyumak… Aslında hiçbir belirsizliğin varolmadığını, aslında her şeyin iyi olduğunu uyanınca görmek istemek… Ama sana ait olmayan bir yerde uyandığında anlamak gerçekleri, yeni günlerin sorgularında bulmak kendini ve duymamak hiçbir şeyi, hakkındaki tüm olumsuzlukları, hayatındaki başarısızlıkları… Duymamak sana olan acınmayı ve hissetmemek…
Hayatın sıradanlığında belirsizliklerle birlikte, başarısızlıkların gün yüzüne çıkmamış duyguları içini kavurdukça ölmek istemek… Pişmanlıkların içinde hayatın kötülüğüne karşı direnirken boğulmak… Utanmak… Pişmanlıklarından utanmak, hatta pişmanlıklarından pişman olduğun için bile…
Ağlamak… Çılgınca ve kendince… Ellerinde gözyaşlarını biriktirmek… Ne zaman ve nasıl biriktirdiğini sorgulamadan, özellikle de neden demeden?
Susmak… Sessizlik ne kadar kötü olursa olsun öyle yaşamak… Sessiz ve yalnız…
Kim olduğunu ve neden yaşadığını düşünmek… Amaçlarının ne olduğunu ve neden hiçbir şeyin senin istediğin gibi olmadığını… Doğarken neden tercih hakkının olmadığını ve neden ilgisizliğin içinde boğularak doğduğunu ve büyüdüğünü öğrenmek istemek… Sorgulamak tanrıyı, sadece varoluşun için…
Unutmak ve unutulmak… Yeni bir zamanda, yeni bir bedende varolabilmek mümkün mü? Hayata yeniden başlanabilse, ama daha güzel?
Kader varsa yok, yoksa var! Hayatın sınavı mıdır, çaresizlikle boğuşurken kendini sorguya çekmek?
Çaresizliğe düşmenin nedenlerini bilmemek, anlam verememek… Ne kötü?..
Ah o umutsuzluklar…
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Eşref'den olma Müşerref'den doğma |
|
İftara çeyrek kaldığında mahallenin köşesinden süzüldü Eşref Efendi. Ramazanın ilk günlerinin aksine bugün daha az beklemişti sıcacık pide için fırıncı kuyruğunda. Hergün birkaç dakika erkene gelen iftar vakti gibi pide kuyruklarının da gitgide azaldığını düşündü. Elindeki pidenin sıcaklığından olsa gerek;
"Bugün ne yemek yaptı acep Müşerref Hanım ?" diye sordu içinden.
- "Akşam şerifleriniz hayrola Eşref Efendi" diye seslendi mahalle eşrafından Bakkal Şerafettin.
"Sizin de efendim sizin de.."
diye kısa kesti. İlk günden beri gözü tutmamıştı bu Bakkal Şerafettin'i. Eğriye eğri, doğruya doğru ya, sevememişti bir türlü. Herhangi bir şer görmüş değildi ama yine de;
"Aman aman, hayrı varsa da benden eksik olsun" derdi.
Ne zaman bakkala gitse; sanki şeref madalyası takmışçasına poz vermiş büyük büyükbabasının portresini ve onun yanındaki çerçevede "veresiye veren ve vermeyen tüccar" arasındaki farkı gösteren o meşhur resmi görmekten gına gelirdi.
"Bazı aylar zor durumda olmasam günahını bile almam senden veresiye, be mübarek !" diye söylenirdi her defasında. Ramazan olmasa Şerafettin Bakkal;
- "Gel bir çay içelim akşamın şerefine Eşref Efendi" derdi. Kendisi de;
"Çayın şerefi mi olur a be Şerafettin ?" demekten hiç geri kalmazdı.
"Kuru fasulye ve pilav. Bir de turşu olsa !" diye hayal etti zili çalmaya hazırlanır iken.
- "Eşref Bey, Eşref Bey. Eve giderken bir zahmet bana teşrif eder misiniz ? Size ağzınıza layık bir sürprizim var !" diye kırıttı alt kat komşusu Afet Hanım.
"Bir bu eksikti" diye söylene söylene üzerinde ŞerAfettin Bakkal yazan zile uzandı.
"Yani bir insan ancak bu kadar da şanssız olabilir, hem mahalle bakkalı hem de komşu Şerafettin. Üstelik hanımı da Afet. Bir de a'sını büyük yazmış görmemişin Afet'i !" diye söylenmeye devam etti. Merdivenlerde Afet Hanım'ın sesi duyulmaya başladı bile;
- "Eşref Beyefendi'ciğim, kendi elcağızımla yaptım pek seversiniz diye.. Bizim memleketin pek meşhur kuru fasulyesinden.. İftara yetiştirdim, afiyetle yiyesiniz, buyrun ..!"
"İnanır mısınız Afet Hanım, aklımdan geçmedi değil, pek makbule geçecek bu kuru fasulye, elleriniz dert görmesin" dedi.
"Bu renk sana pek yakıştı Eşref Efendi" diye de içinden söylenmeyi ihmal etmedi.
- "Aman da evimin direği, hayatımın ballı böreği gelmiş" diye kapıyı açıverdi yüzünde güller açan Müşerref Hanım.
- "O elindeki kuru fasulyede ne ola, yoksa...?" diye bir anda turşu gibi ekşi yüz ifadesine bürünüverdi aynı Müşerref.
"Şer Bakkal'ın Afet Hanım, tintin merdivenleri çıkarken elime tutuşturuverdi" diye gülümsedi eliyle sus işareti yapan ve fakat gözleri pırıl pırıl bir Eşref pozu ile.
- "Ne zahmet etmiş ayol, hem gündüz vakti neden bana iletmemiş ki ?"
"Müşerref'ciğim, bozmayalım istersen eşref saatimizi, yeni pişirmiş emek zahmet kadıncağız.. Her ne ise; ne yemek yapmış benim biricik eşim, güneşim ?"
- "Karnıyarık, pilav ve cacık şeklinde muhteşem üçlünü yapmıştım ama sen şimdi dayanamaz "pilav üstü az kuru fasulye !" dersin kesin.."
"Derim.. Hatta varsa biraz turşu da isterim... Cık deme sakın, Afet Hanım'a giderim ha !"
- "Şerafettin'in Afet'ine gittin mi sen bittin Eşref ..! Hem bozmayalım diyorsun hem de bozmak için elinden geleni yapıyorsun eşref saatimi.. Turşusuz değilim elbette, sofrada duruyor zaten, müşerref olursunuz artık onunla, beni düşünmeyiniz efendim ..!"
"Müşerref Hanım, Müşerref Hanım.. Ben sizden başkası ile müşerref olmam merak etmeyiniz.. Hemen oturalım sofraya, top erken patlamak üzere anlaşılan ..!"
"Çok şükür, bin şükür, bugün de doyduk.. Eee, anlat bakalım Şeref oğlum, günün nasıl geçti ?"
- "Dünkü gibi Baba, ne bir eksik ne bir fazla, yine ders, ders, ders.. Bir düz, iki ters !"
"Ne o beğenemedin mi ? Ders dediğin öğrencinin şerefidir, Şeref Efendi.
- "Yemişim şerefini ! Sen ajansları dinlemiyorsun galiba ? Millet, bir şereftir gidiyor. Ağzı olan benden sözediyor, şeref aşağı, şerefsiz yukarı.."
"Şeref dediğin; sadece Eşref'den olma Müşerref'den doğma değildir evladım. Kazanmak zorunda olduğumuz birçok şey olmasına rağmen kaybetmemek zorunda olduğumuz tek şey şereftir, unutma !
- "Yapılan şerefli işlerden haberin yok Baba'cığım.. Birazdan TV karşısında kimbilir neler söyleceksin yine benim adım hakkında..."
"İşler; iş olarak şerefli veya şerefsiz diye ayrılmazlar, yapılışlarındaki maksada göre şerefli veya şerefsiz sayılırlar... Ben değil, Aristoteles demiş"
- "Aristo mantığı yani.. Ona kalırsa Napolyon da; "Ölüm hiçbir şeydir; asıl yenik ve şerefsiz yaşamak her gün ölmektir" demiş de ne olmuş yani ..?"
İktidar; dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman şeref daima ayaklar altında ezilmiştir... William Shakespeare
Ramazan'a şeref karışmış, bayram hepimizin şerefine olur inşallah...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
AY TAKİBİ
6 yaşındaki küçücük oğlumla sahilde yürürken 'anne bak ,ay bizi takip ediyor' dedi. Ne güzel bir cümle. Bu cümle beni alıp kendi çocukluğuma götürdü.Ayın beni de takip ettiği o küçücük zamanlarıma.
Babaannemin evi geldi aklıma; kocaman kapısı, avlusu ve terası olan devasa ev. Girişte kocaman oymalı bir ayna vardı,gözümü dikmiştim aynaya fena şekilde, babaanneden sözü alınmıştı, büyüyünce ayna benim olacaktı. Ortada kocaman bir oda ve bu adanın içinden diğer odalara açılan devasa çift kapaklı kapılar. Kahvaltılar genellikle bu ortadaki odada yapılır ya da o kocaman terasta.. Yere büyükçe bir sofra serilir, peynir, domates ve en popüleri salçalı zeytin konurdu sofraya,solak olan amcamın yanına kimse oturmak istemezdi, kuzenlerle didişsek de çok keyif alırdım bu kahvaltılardan.. Kocaman kalabalık ve mutlu ev.. Kahvaltı sonrası ise oyun faslı başlardı; nasıl mutlu koştururduk o avluda. Arka fonda sürekli bir yetişkinin sesi gelirdi 'biraz susun,az zıplayın, dikkat edin' NİYEKİ???? Bir daha yaşanmayacak o anlar neden engellemeye çalışılır ki?
Akşam olunca enerjide hafif bir düşme yaşanır. Avludaki meyve ağaçlarına tırmanılarak meyveler toplanır, güneş kendini geceye teslim ederken sohbetler başlar. Annenin yanına uzanarak bu sohbetlerin eşliğinde tatlı bir mayışma yaşanır. Sonra kalabalık evde yatma merasimi. En sevdiğim anlardan biri; ev kalabalık ve sıcak olduğu için yetişkinlerin bir kısmı damda yatacaktır. 'Bende sizinle yatabilir miyim' cümlesi için oldukça karmaşık bir süreç devreye girer.
Sesini öyle bir ayarlamalısın ki; ağlamaklı ama zırlamayan, acındırıcı ama yormayan, sevimli ama neşeli değil. Eğer şanslıysan yıldızlara bakarak bir gece geçirmenin güzelliği yaşanacaktır. Ay da seni izleyecektir.
'Ay beni takip ediyor' demiştim kardeşime bir vakit .'Yok canım beni takip ediyor' demişti. İstersen deneyelim diye iddaya giriyorduk ki amca oğlu 'Boşuna kavga etmeyin beni takip ediyor' demesin mi. Evde bir curcuna başladı, ay kimi takip ediyordu. Bir deney yapılmasına karar verildi. Avluda bütün kuzenler halka şeklinde toplandık ve yavaş yavaş uzaklaşmaya başladık ve sesler yükselmeye başladı. 'Beni takip ediyor işte,yok yok beni takip ediyor' Belli ki böyle de çözmeyecektik bu sorunu. Evin en büyüğü de bilemezse kim bilirdi ki.doğruca babaanneye gidildi ve sorun anlatıldı.Babaanne torunlarına sırayla baktı ,önce ay kimseyi takip etmez diyecek oldu ama bu cevap beğenilmeyip karşı çıkılınca sesini yükselterek.'AY' dedi.sustu,düşündü.ve yüzünde cevabı bulmanın coşkusu ve gülümsemesi ile 'ÇOCUKLARI TAKİP EDER'
Babaannem büyülü bir cevap vermişti. Hem herkesi mutlu etmişti hem de oldukça gerçekçiydi söylediği şey. 'ay sadece çocukları takip ediyor'
Ayın beni takip etmeyi bıraktığı zaman gittiğimde babaannemin evine yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam. Kocaman kapısı, avlusu ve terası olan devasa evin kapısından girerken başımı eğmek zorunda kalıyordum,avlusu ise şimdiki evlerin balkonları kadardı ancak, 3 tane küçük ağaç var ,teras dediğim yer küçücük bir balkon. Aslında küçük hatta küçücük sıcak ve mutlu bir ev tasviri yapmak gerekir. Bunları bilmeme rağmen babaannemin evini çocukluğumun hayali ile hatırlıyorum, diğer görüntü bana yakın gelmiyor.
Ay ın bizi takip ettiği zamanlar. Boyumuzun küçük, gönül gözümüzün kocaman olduğu zamanlar, söylenenlerin net, hesapsız olduğu zamanlar, yıldızların seyredildiği zamanlar, bulutlardan hikayeler yazıldığı zamanlar, gökkuşağının altından geçince kızların erkek erkeklerin kız olacağına inanılan zamanlar, mutluluk için küçük şeylerin yettiği zamanlar……
Biliyorum ki Ay takip etmiyor kimseyi.. İstiyorum ki takip etsin.. İstiyorum ki küçücük ama gönlü büyük oğlum gibi biri hatırlatsın bize ; Ay bizi de takip etmişti. Üstelik Ay sadece çocukları değil isteyenleri takip eder. Ayın takibinde kalmak çocukluğunu yüreğinde saklayabilmektir. Ay takibinde kalın.
Rahşan Şimşek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
GEL: KALKSIN ARAMIZDAKİ DİKENLİ TEL
Gel de kurtar beni sensizlik uçurumundan
Alıp götürmesin sevincimi neşemi
Karamsarlığın getirdiği sel
Gel de çeksin çıkarsın duygularımı kuyudan
Aşkıma uzattığın el
Gel de serinlik serpsin bağrıma
Estirdiği yel
Gel
Sevdamıza hiçbir şey olamasın engel
Bencillik duvarını delelim
Nalıncı keseri değil, pergel olalım pergel
Rehberlik etsin gönlümüze
Doğru iyi güzel
Erhan Tığlı
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Güzin abla dediğimde eminim ki bir çoğunuzun yüzünde küçük bir gülümseme belirecektir. İnternetin nimetlerinden tabi ki o da faydalanıyor. http://www.guzinabla.com.tr Web sayfasında bulunan şu güzel şiir için teşekkür ediyorum: Kimi der ki kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki hayalimdir, boynumda taşıdığım vebalimdir. Kimi der ki hamur yoğuran. Kimi der ki çocuk doğuran. Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne hayal ne vebal. O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, hayat arkadaşımdır.
Baklayı yıkayıp bir tencereye alın. Havuç, soğan ve sarımsağı temizleyip tencereye ekleyin. Malzemenin üzerini iki parmak geçinceye kadar su doldurup kaynatın. Tenceredeki su kaynamaya başlayınca üzerinde biriken köpüğü bir kevgirle alın. Zeytinyağı ilave ederek kısık ateşte kaynatmaya devam edin. Hem bu Fava tarifini hem de diğer yemek tariflerini öğrenmek için tık http://www.nepisirsem.com/
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|