|
|
|
7 Ekim 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Şehitler de ölür!.. |
Merhabalar
Ben artık bıktım bu hamaset edebiyatından. "Şehitler ölmez, Vatan bölünmez." "Vatan sağolsun" "Mukadderat". Yok böyle birşey. Lamı cimi yok işte, genç adamlar ölüyor. İster şehit oldu de, ister öldü, ne farkeder, ölüyorlar işte, birer ikişer gidiyorlar. Şehit olunca o genç adam daha mı az ölür, yoksa o ananın, babanın, yavuklunun yüreği daha mı az yanar? Bizim acımız sürse sürse üç dakika, on dakika, yarım saat haydi bilemedin bir gün sürer. Ama o çocuğu askere yüreği pır pır ederek gönderen ananın, babanın, sevgilinin acısı bir ömür sürer, eksilmez. Ölüm yara olur, kanar ha kanar. Teröre lanet okumayı da bıraktım, ben terörü terörist öldürerek bitireceklerine inanan yöneticilere lanet okuyorum artık.
Şehitler de ölür. Değilmi ki, beş defa baskın yemiş karakol için askerin en yetkilisi "Parasızlıktan güçlendiremedik." der, işte o zaman o genç adam bal gibi ölür. Terörle savaşı, bir avuç itin peşinden koşmak, tepelerine bomba yağdırmak olduğunu sanan basiretsiz siyasetçiler ve onların kişiliksiz siyasetidir o şehitleri öldüren.
Birer birer gittiler mi sorun yok, hepsi birer üçüncü sayfa haberi. Ne zaman onyedisi birden gider, lanet okuruz, başlarız toplantılara. Oysa, "Belini kırdık" diyen komutandan hesap sormak gelmez aklımıza. İyi ilişkiler kuruyoruz safsatasıyla bizi uyutan, dünün dilenci çapulcularına adam muamelesi yapıp, terörü bilfiil desteklemelerine göz yuman siyasetçilere "N'apıyorsunuz siz?" demez kimse. Kendi sınırlarını korumak için bir başka egemen güçten fetva almak peşinde koşanlara "Siz asıl vatan hainlerisiniz." diye bağırmaz kimse. Yetti artık. AB'si, demokrasisi, o'su bu'su kalmadı bu işin. Gereken ne ise yapılmalı, tetiği ilk çeken olmaktaysa çözüm, o tetik mutlaka en kısa zamanda çekilmeli. Gençler ölüyor gençler, şehitler ölüyor, hem de aslanlar gibi.
...
Aynı kaderci zihniyetle bize birşey olmaz diyen Tayyip Bey ve şurekasına bir ekonomik test yapılsa, yüz üzerinden kaç alırlar acaba? Bize dokunmaz denilen kriz kapıyı açıp içeri girdi bile. Henüz ekmek kavgasındaki vatandaşa dokunmuyor ama dokunacağı günler yakındır. Alıştıkları üzere "Bana ne yahu" bile diyebilecek zamanları kalmayacak bu gidişle. Hoş onlar şimdi tepetaklak olan borsadan nasıl nemalanacaklarının hesabını yapıyorlardır. Düğün paralarından arda kalanlarla hisse toplama telaşındadırlar.
...
Dün neden çıkmadığımızı merak edip soranlara bile cevap verme fırsatı bulamadım. Efendim olay tamamen bir teknik aksaklık. Pazar gecesi benim dizüstü matbaayı hıçkırık tuttu. Ancak kendine gelebildi. Bir gün gecikmeyle tatil ertesi sizlerle olmaktan mutluyum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Eski Dost : Ayşegül Erden ŞURDAN BURDAN AZICIK ORADAN... YANİ BENİM KALEMİMDEN |
|
Çok bi tembel modda uyandım bu sabah. Erken yattım aslında ama telefonum geceyarısı çalınca uyandım, çocuklardır diye. Baktım "özel numara"! Yok artık! Açmadım elbette.
Şu oraya buraya telefon nosu verme işini oldum olası sevmem. Bu taşınma işinde sabit telefon değişicek diye habire cep yazdırıyorum, koltukçusundan tüpçüsüne kadar! Yok de geç işte.
Benim telefonumu çaldıracak kimse olmaz bu yaştan sonra ama yinede gereksiz! Bu alet bana özel yani, ve özel kullanım için!
Türk insanının ortak bir eğilimi vardır aslında; özelini genele açmak gibi!:)
Münakaşalarımızda gürültülüdür bizim, sevinçlerimizde, illa ki duyulsun.
Acaba hep birilerinin tanıklığına gereksinim duyacağımız endişesimidir bu?
Arada Fransız filmlerinde karı koca münakaşalarına tanık oluyorum, birbirleriyle adeta bir soğuk savaş stratejisi içinde münakaşa ediyolarlar, hatta öyle ki, hani dudakları kıpırdamasa sadece gözleriyle birbirlerini yediklerini bile düşünebilir insan. Oysa hiç bir Türk filminde, marjinal filmler hariç, münakaşa eden... ki bizim aile yapımıza ters bir olgudur münakaşa, oldu mu onun adı "kavga" olmalıdır, böyle sessizce birbirine kızgınlığını anlatan çiftlere rastlamamışımdır.
Maçları konu dışı bırakıyorum, bunun dışında düğünler, asker uğurlamaları,cenazelerde genellikle feryat figandır bizim ülkemizde.
Öyle ki, bu olaylar çoğu zaman yazarların skeçlerine konu olmaktadır. Malzeme sağlam yani. : )
Gerçeğin yansıması!
Bir aralar Cem Yılmaz sıkça kullanırdı uzay ile ilgili konuları stand-up'larında, çokta güldürürdü, ay'da rakı içen Türk muhabbeti...
Ama ondan başkası cesaret edemedi, buda Yılmaz'a ayrı bir cesaret verdi zaten, G.O.R.A'yı çekti, ve ardından henüz çekim aşamasında olan A.R.O.G... aslında bu bilim kurgu filmlerde bile günümüz Türk aile yapısından örneklerle beslenen komik unsurlar yok değil elbette! Zaten söz konusu Arif, günümüzden uçuyor oraya buraya... O bir uzaylı değil! Bir Türk!
Bu sabah, artık alışkanlık olduğu üzere, Yılmaz Erdoğan Tiyatrosu öğrencilerinin skeçlerini izledim yine. Güne neşeli başlamanın pratik yöntemleri bunlar.
Ne yani, günlük gazete haberlerini mi okuyayım önce? Üstelik son zamanlardaki haberlerin tahrik edici boyutunu düşünürsek... neyse!
Ben ne zaman Yılmaz Erdoğan konuşsa ağlarım. Garip ama böyle.
Yok yanımda insanlar varken hiç düşmem bu şaşkınlığa. Aslında bazılarına göre şaşkınlık olabilir elbette, ama ben asla kabul etmiyorum bunu.
Cem Yılmaz izlerken hiç bu duyguya kapılmam, herkes gibi sadece gülerim bende.
Veya Okan Bayülgen'in insanları küçük düşürme üzerine kurgulu zekice esprilerine en çok kendi egosunu tatmin ederek, insanları salak yerine koyma çabalarına, ne kadar komik oursa olsun gülmem!
Yav kardeşim, ilk kez televizyonlarda, görüntüsü bile olmayan insanların sadece seslerini duydukları için bu kadar heyecanlanabildiği bir memlekette marifet mi senin ki?
Dikkat edin, program türü ne olursa olsun, telefonla yayına bağlanan herkesin ilk olmasa bile ikinci cümlesi genellikle; "Ay çok heyecanlıyım!"... olmaz mı?
Benim canım ülkem insanı böylesine heyecanlı bir yapıdadır işte, Mehmet Ali Erbil'i arayıp iki harf söylerken bile heyecanından dili tutulur, "ay birazzz yardım Memedaliii Bey!" der ki, bu söz Türk Televizyon Tarihi Lugatında, en çok kullanılan söz olarak üst sıralara yerleşmiştir bile!
Bunlar, aslında hep yazılan çizilen, yazarlara çokça malzeme olan davranışlardır demiştik zaten ama benim konum aslında usta bir komedyenin, ki sadece komedyen değildir, konuşmasının, konuşma ne üzerine olursa olsun, gözlerimden yaşlar akmasına neden olması.
Çok nadir insan bu duyguları uyandırabilir izleyicisinde;
O insan sanata saygılıdır, o insan izleyicisine saygılı ve sahiptir ve izleyicisi ona sahiptir, herkesle aynı kafa yapısında olması elbette beklenemez, yani yazdıkları sizin düşünceleriniz olmayabilir, ama yazar, o düşünürdür, o şairdir, o senaristtir,o yönetmendir, komedi filmi çeker ama sizi ağlatır, ve rahatsız olmazsınız düşen yaşlarınızdan.
Ve saygı duyulan insanlar ağlama hislerinizi harekete geçirebilir, bende olduğu gibi.
Zülfü Livaneli romanlarının daha ilk cümlesinde gözlerimden akan yaşları engelleyemediğim gibi...
Ayşegül Erden
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bir Şarkının Düşündürdükleri
Durduk yerde bir şarkı mırıldanmaya başlıyorum.
Bilinçsiz bir şekilde...
Yavaş yavaş sesimi yükseltiyorum ve şarkının sözlerini bilinçli bir şekilde söylemeye devam ettiğimi fark ediyorum.
Gökyüzündeki yıldızlardan bahsediyor şarkı...
Sitem dolu...
Gökyüzündeki yıldızlardan daha yalnız olmak...
Gözümün önüne bir kadın geliyor.
Kızıl saçlı, güven uyandıran bakışlara sahip bir kadın...
"Yok," diyorum, "bu şarkıyı bu kadından değil, başka birinden duydum."
Hafızamı zorluyorum.
Aykırı bir erkek ses sanatçısı geliyor gözlerimin önüne.
"Evet," diyorum, "işte bu sanatçı söylüyor."
Döneminin en aykırı kişiliklerinden biri...
Sırf aykırılığı yüzünden hala (ölümünden sonra bile) eleştiriliyor, sırf aykırı olduğu için (sanatına bakılmaksızın) sevilmiyor.
Dudaklarımın arasından şarkı sözleri çıkmaya devam ediyor.
Ancak aykırı bir kişilik bu şarkıyı söyleyebilir!
Yalnızlığın hüznünü ruhumda hissediyorum.
Şarkıyı tekrar tekrar söylerken, yalnızlığı hatırlatan yazarlar, şarkıcılar, şairler geçiyor aklımdan.
Bir film sahnesinden, bir kitaba giriyorum, bir şiirden çıkıp, bir öyküde buluyorum kendimi.
Olaylar, yerler, kişiler değişiyor, fakat hissettiklerim değişmiyor.
Dudaklarım hala şarkıyı mırıldanıyor, fakat tek farkla; artık göz yaşlarım da dudaklarımın açılıp kapanmasına göre yön değiştirerek, hislerimi daha da derinleştiriyor.
Kim demişti, ben ne zaman yalnız kaldığımı bilmiyorum, her zaman yalnızdım onu biliyorum, diye.
Kalabalıklar etrafında yalnızlığını unutan şair kimdi; Murathan Mungan mı?
Yalnızlığın Senfonisini kim yazmıştı?
Bir anda Oğuz Atay'ın bir öyküsünde buluyorum kendimi.
Korkuyu beklerken yalnızlığım derinleşiyor.
Lars von Trier'in bir filmine giriyorum.
Korkuyu beklemeyi bırakıp, her dakika korkuyla yaşamaya başlıyorum.
Ve tabii yalnızlık hep içimde...
Bir filmden, bir kitaptan, bir şarkıdan çıkıp normal hayatıma dönemiyorum.
Çünkü normal hayatımı bunların içinde buluyorum.
Tek fark; bunlar sayesinde normal yaşantımın acısını daha da derinden hissediyorum.
Yavaş yavaş sesim kısılıyor.
Gözyaşlarım izlediği yollarda kuruyor.
Ağzıma tuzlu bir tat bırakıyor bu şarkı. Tekrar söylemeye cesaret edemiyorum.
...
Yazıda Adı Geçenler
Mırıldandığım Şarkı : Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar (Beste : Teoman Alpay Güfte : Hikmet Münir Ebcioğlu Makam : Nihâvend )
Kızıl Saçlı, Güven Uyandıran Bakışlara Sahip Kadın : Candan Erçetin
Aykırı Erkek Ses Sanatçısı : Zeki Müren
"Ben ne zaman yalnız kaldığımı bilmiyorum, her zaman yalnızdım onu biliyorum!" diyen ve kalabalıklar etrafında yalnızlığını unutan şair : Murathan Mungan
Yalnızlığın Senfonisini Yazan Kişi : Sezen Aksu
Oğuz Atay'ın Öyküsü : Korkuyu Beklerken
Lars von Trier'in Filmi : Dogville
otuzbirtemmuzikibinbeş yirmiüçotuzbir
Tuna Başar http://izmirligozuyle.blogcu.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Islak Toprak Kokusu
Yağmur, tüm şiddetiyle camları dövüyor. Evin içinde bile üşümeme rağmen, içimdeki dışarı çıkma isteğine karşı koyamıyorum. Yıllardır vazgeçemediğim, sökülmeye başlayan kazağımı üzerime geçiriyorum. Tüm zor anlarımı ilmeklerinde taşıyor sanki. Anıların öldürücü kokusu içimi kemiriyor, aldırmıyorum.
Yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan toprak kokusu ciğerlerimi dolduruyor. Nedense herkesin sevdiği gibi sevemiyorum şu kokuyu. Kendimi yine anormal hissediyorum. Soruyorum kendime: Normları kim belirliyor? Sinirleniyorum beni unuttuğu için. Yağmur devam ediyor.
Sokaklar bomboş. Kıskanıyorum; bu sokağa benzemesini istiyorum beynimin. Onu bu denli boşaltabilmek; düşüncelerimden, anılarımdan arınabilmek... Mazgallar yerleştirmek istiyorum beynimin birkaç noktasına. Düşüncelerim yağmurlar olsun istiyorum, beynimin içine acımasızca çarpan; ama yağmur kesildiğinde nasıl bu sokak tertemiz ve insanlığın bütün günahlarından arınmış olacaksa, mazgallar da o şekilde düşüncelerime çıkış kapıları olsun istiyorum. Beynimdeki acıyla kıvranıyorum. Yürümeye devam ediyorum.
Evlerin camlarında birkaç surata rastlıyorum, meraklı bakışlarla etrafı süzen. Bana delirmişim gibi bakıyorlar. "Asıl deliren sizlersiniz!" diye haykırmak istiyorum. Düşünüyorum. Delirdiğimi kabul ediyorum; beni delirtenlerin yine kendileri olduğuna karar veriyorum. Yürüyorum. Yağmur devam ediyor.
Kulaklıklarımdan, uzun zamandır görmediğim bir tanıdık gibi, birkaç nota çınlıyor. Sözlerini hatırlamaya çalışıyorum. Eski mutlu günlerimin yasını tutturuyor bana. Gözümden dökülen yaşlara engel olamıyorum. Yağmur gözyaşlarımı çalıyor benden, yağmaya devam ediyor.
Her adım işkence gibi geliyor artık. Kaç saattir yürüyorum, bilmiyorum. Kendime söz vermeme rağmen dayanamıyorum, cebimden bir sigara çıkarıyorum.
Çakmağın yanmakta zorluk çıkaracağını biliyorum. Umutsuzca şansımı deniyorum. Bir kere olsun yüzümü kara çıkarmıyor: Düşündüğüm gibi yanmakta direniyor. Sigaramı yakabilmek için duraklıyorum. Ayaklarımın ne kadar ağırlaştığına şaşıyorum. Elimi rüzgara siper ediyorum. Bir anlık sıcaklık elimden vücuduma yayılıyor. Ne kadar üşümüş olduğumu fark ediyorum. Umursamıyorum.
Saatlerdir aynı şarkıya gözyaşlarımı katıyorum. Çok zor olsa da şarkıyı değiştiriyorum. Bu şarkıların burada ne aradığını bile bilmiyorum. Nefret ediyorum. Bu iki şarkı hayatımın özeti oluyor sanki. Ağlıyorum.
Sigaramdan derin bir nefes çekiyorum. İçim ısınıyor. Beni öldürdüğünü biliyorum; yine de seviyorum diye içimden geçiriyorum. Sigaramın külleri sokağın dört bir yanına dağılıyor. Onunla ne kadar benzeştiğimi görüyorum. İkimizi de yakan bir şeylerin varlığı içimi rahatsız ediyor. Yağmur damlaları acımı dindirmeye, içimde yanan ateşi söndürmeye çabalıyor. Küllerimi bir yerlere serpiştiriyorum. Yavaş yavaş eriyorum, yok oluyorum. Üstüme basıyorlar acımasızca; acıdan kurtuluyorum, ölüyorum. Tertemiz sokaklarda bir fazlalık hâline geliyorum.
Yürümeye devam ediyorum. Yanımda dikilen ağaçlara kinleniyorum. Onlar gibi dimdik ayakta durabilmek, esen rüzgâra karşı gelebilmek istiyorum. Kendime acıyorum, ağlıyorum.
Karanlığımın kıyısına geliyorum. Bir adım daha atacak gücü bulamıyorum. Oturuyorum. Kendimi boşluğa bırakabilecek cesareti arıyorum. Ne yaşamama ne ölmeme izin veriyorlar diye düşünüyorum. Yok olmaya cesaret edemiyorum.
Cebimde son bir sigara hissediyorum. Yakmakla yakmamak arasında, kendimi karar vermeye zorluyorum. Bana acımadıkları gibi ona da acımamayı seçiyorum. Tadını çıkarıyorum.
Gözlerimi kapatıp yağmurun sesine kulak veriyorum. Yağmur damlalarının zeminle buluşması çok uzun zaman alıyor sanki. Damlaların seslerini tek tek ayırt etmek, beni iyice yoruyor. Bir harmoni yakalamaya çalışıyorum. Çabalarım boşa çıkıyor.
Damlaların yerle buluştuklarında çıkardıkları acı dolu sesler benimmişçesine algılayana kadar oturuyorum yağmurda. Hızlanan yağmur damlaları arasında ağlayıp ağlamadığımı bile anlayamıyorum. Bir yağmur damlasında kayboluyorum.
Bütün bu iç karmaşamın içinde, bana ait olmayan yabancı bir tını duyuyorum. Gözlerimi açtığımda birinin yaklaştığını görüyorum. Dudaklarından daha önce duymadığım; bir insanın yarattığına inanamadığım; acı, kin ve kıskançlıkla katılaşmış kalbimi yumuşatan bir şarkının melodisi ve sözleri dökülüyor. Sözler, neredeyse hatırlayamadığım güzel duygulardan bahsediyor.
Şarkının şaşkınlığından kurtulamadan elini omzumda hissediyorum. Giderek yaklaşan melodi yavaşça kesiliyor. Kulaklarım hâlâ aynı melodiyi ararken çok daha hoş tınlayan sesini duyuyorum. Elimi tutarken bana tüm acılarımın geçtiğini, artık mutlu olacağımı anlatıyor. Sık sık duyduğum bu sözlere inanmamı sadece sesindeki büyü ve gözlerindeki ışıltı sağlıyor. Gözyaşlarımı hissedebilir hâle geldiğimi fark ediyorum. Yağmur kesiliyor. Bulutların bu kadar ani yok olması olağanüstü görünüyor. Hava aydınlanıyor.
Soğuktan morardığımı görüyor, ısıtmak için sarılıyor. Başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi kapatıyorum. Uyuyakalıyorum. Uyandığımda gözlerimi açmaya korkuyorum. Her şeyin bir rüya olmasına dayanamayacağımı biliyorum. Gerçeklerler yüzleşmek zorunda olduğumu hissedip gözlerimi açıyorum. Uyandığımı görüp saçımı okşamaya başlıyor.
Güneş batarken ıslak toprak kokusu yoğun bir şekilde burnuma geliyor, ciğerlerimi dolduruyor. Bu kokuyu aslında sevdiğimi fark ediyorum.
Gözümden düşen son damla yaş olduğunu biliyorum. Akıp gitmesine izin veriyorum...
Eda Ovacıklı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç APARTMAN HAYATI VE MAHREMİYET |
|
Dünya nüfusu hızla artıyor. Köylerden şehirlere göç durmak bilmiyor. Göç ve nüfus artışı, şehirlerde bir sürü sorunu da beraberinde getiriyor. Köyler boşalırken, kentler kaldıramayacakları ağır bir yükün altına sokuluyor. Durum böyle olunca şehirler köyleşiyor her geçen gün. Şehirlerin kalabalıklaşması hayat kalitesini ve iş verimi düşürüyor. Son yıllarda şehirlere olan talep önceki zamanlarla kıyaslanamayacak kadar arttı. Bu durum hiç de hayra alamet değil. Köylüler şehre akın edince oralardaki verimli topraklar işlenmiyor. Böylece üretim toplumundan tüketim toplumuna geçişin sancılarını yaşamak durumunda kalıyoruz. Şehir hayatı tüketim çılgınlığını körüklüyor. Aile fertleri bir kişinin eline bakıyor.
Apartman hayatı insanoğlunun doğasına aykırı bir yaşam tarzıdır. Apartmanlarda dört duvar arasına sıkıştırılan ruhlarımız kafese kapatılan kuşlar gibi özgürlük rüyaları görüyor. Apartman hayatı, nerden bakarsanız bakın, sağlıklı bir yaşam tarzı değildir. Zira böyle bir hayat, sürekli gerilimlere kapı aralayarak ruh sağlığımızı bozuyor. Bu da anlaşmazlıklara ve kavgalara zemin hazırlıyor. Oysa tek katlı evlerde oturmak bu sorunları kökten halledecektir. Türkler göçebe hayattan anakent hayatına geçişte çok yaralar aldı, almaya da devam ediyor. Sözde modern hayatın nimetlerinden yararlanıyoruz ama gerçekler hiç de öyle değil. Her geçen gün kalabalıklar içerisinde yalnızlaşıyoruz. İnsanlar bir arada yaşıyorlar ama nerdeyse hiçbir şeyi paylaşmıyorlar. Apartmanlarda çoğu kimse birbirini tanımıyor, hal hatır sormuyor.
İnsanlar dertlerini paylaştıkça eritir, güzellikleri de paylaştıkça yeşertir. Lakin günümüzde dertler kurşun gibi içimize çöküyor, güzellikler de çölleşen gönül bahçelerinde kuruyup gidiyor. Onları bir sevgi sözcüğüyle, bir selamla yeşertmekten imtina ediyoruz. Önce kimliğimizi, sonra soluduğumuz havayı, en sonunda da asırlar evvelinden taşıyıp getirdiğimiz kültürümüzü gömdük apartman mezarlıklarına. Beton duvarlar arasında gönüllü mahkûm olduk. Anlaşılan o ki bu mahkûmiyetimiz ancak tenin toprağa değmesiyle son bulacak.
Apartman kültürü veya kültürsüzlüğü her geçen gün baş döndürücü hızla gelişerek yerleşiyor. Şehirlerde müstakil evler bulmak pek mümkün değil. Herkes üst üste yaşıyor. Fakat birbirinden habersiz, birbirini tanımadan ve anlamadan… Kimse kimseyle selamlaşmıyor. Selamlaşsa da dudak ucuyla… Bayramlarda kimse kimseye gitmiyor. Herkes bayramını hane içine hapsediyor. Kalabalıklar içinde yalnızlık çekmek sanırım buna denir. Mahalle kültürünün yerini apartman kültürü aldığından beri insanlar dert küpü... Her gün kavgayla geçiyor hayat... Yok bilmem halı silkeledin, yok çamaşır astın, yok ses çıkararak yürüdün, yok televizyonun sesini çok açtın, yok bilmem pişirdiğin balığın kokusu rahatsız etti… Dert çok, huzur yok. Kavga etmek, birbirimizi korkutup yıldırmak için sebep arıyoruz.
Apartman hayatı mahremiyetleri de ortaya döktü. Gizlimiz saklımız kalmadı bu ortak mekânlarda. Komşumuzun ishal olduğunu tuvalete gidip gelmelerinden, çocuğunun hasta olduğunu öksürmelerinden, aile arasında kavga ve kırgınlıkların olduğunu bağırmalarından, eğlendiklerini de vur patlasın çal oynasın tarzı koşuşturmalarından ve kahkahalarından rahatlıkla anlayabiliyoruz. Özellikle ses izolasyonu olmayan evlerde herkes birbirinin konuşmalarını duyabiliyor.
Karyolamızda başımızı yasladığımız duvarın hemen arkasında başkaları yaşıyor. En küçük bir ses bile duyuluyor. Üst katta oturanlar karşıdaki apartmanın yatak odasını rahatlıkla görebiliyor. Serbest kıyafetle evde dolaşmak ne mümkün… Ne zaman, hangi apartman dairesinden gözetlendiğin belli değil. Mahremiyet sadece ince bir duvarla birbirinden ayrılıyor. Duygu ve düşüncelerimizi komşularımızla paylaşmasak da yaşadıklarımızdan haberdar olabiliyoruz. Özel hayatlar ortaya dökülüyor bir anlamda.
Apartmanlarda üzerimize güneş doğmuyor. Yağmur sonrası toprak kokusunu hissedemiyoruz. Kentlerin de bir ruhu vardı eskiden. Zamanımızda ruhsuz şehirlerde yaşıyoruz. Artık kadın erkek herkes çalışıyor. Sabah çıkıp akşam dönerek evleri otel gibi kullanıyoruz. Böyle bir hayat çok para getirse de asla beklenen huzuru getirmeyecektir.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Git yada Kal
Ben en çok gurursuz gecelerimi sevemedim
Git dediğinde yada kal
Olamamak her ikiside
Yani bilirsin ya öylece kalmak
Kocaman bir bıçak lazım şimdi
Ruhumu kanata kanata keseceğim
Bir yarımı sana
Bir yarımı hayata bırakacağım
Hiç düşünmeden,
Sadece dolu gözlerle bakarak
Sol yanımı sana vererek
Yolumu kuzeye çevirerek
Gözlerim arkadaki gölegede
Son şarkımı mırıldanarak
Öğreneli çok oldu hayatın kirini
Bırakalı bir kaç uzun sene
Anlayalı daha demin
İstesemde bitmez
Sonu gelmez yada
Vermedikçe nefesimi ait olduğu yere.
Teoman Emrah ERTEN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.360tr.com/ güzel ülkemizin görülmeye değer bir çok mekanının 360? açıyla interaktif olarak görüntülendiği hoş bir web sayfası. Özellikle bilgisayarınıza indirilebilir formatta sunulan çalışmalar duruma ayrı bir güzellik katmış. Ayrıca ekran koruyuculara göz atmayı da ihmal etmemenizi tavsiye ederim.
…Uzun zamandır bilim adamlarının üzerinde çalıştığı bir konu Sarissa. Sivas'ın geçmişine şık tutacak geleceğini ise aydınlatacak mahiyette bir yer. Anadolu topraklarında kurulmuş en büyük kent Sarissa. Hala uğraşlar veriliyor. Araştırma için gelen ekipler, canlarını dişlerine takıp sürdürüyor uğraşlarını. Sivaslı önemsiyor bunu. Çünkü dedim ya geleceğini aydınlatacak en büyük proje diye… Öyle ki buralar birkaç yıl sonra turizme kazandırılacak. O zaman Anadolu'nun cazibe merkezide Sivas olacaktır şüphesiz… http://www.seyyahamca.com/ Seyahat etmeyi sevenler için sağlam bir kaynak.
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|