|
|
|
10 Ekim 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Fuarlar açılsın ekonomi canlansın!.. |
Merhabalar
Fuarlar başladı. Cebit, Autoshow hepsi duraklayan ekonomiye merhem olabilmek için birbiri ardına açıldı. Autoshow şimdilik ilgi alanım dışında ama Cebit görev icabı takip edilmesi gereken bir aktivite. Bu benim fikrim değil, gün boyunca ben arayan dost ve akrabalarımın ortak kanısı. Benim Cebit'i hatmetmek gibi bir misyonum olduğunda birleşmiş hepsi. Hatta birisi bir firma standının yerini bile sordu sağolsun. Halbuki bilmedikleri birşey var, ben fuar özürlüyüm. Amaçsızca dolaşan kalabalığa tahammül edemiyorum, başım dönüyor, midem bulanıyor, kadın olsam hamileyim galiba diye düşünebilirim, bir de duymayan kulaklarım daha da duvar oluyor. Dolayısıyla silah zoru olmadıkça bu tür fuarlardan uzak duruyorum. Evet gelişmeleri takip etmek yeni ürünleri görmek, belki denemek için güzel bir olanak ama bana göre değil. Hele artık televizyonlar günboyu naklen yayın yapıyorlar. Nerede ne var sağdan soldan yukarıdan aşağıdan görebiliyorsunuz. Yani iş artık televizyonda maç seyretme kıvamına gelmiş. Maçı yaşamak için stada koşmaya gerek yok, kurul koltuğa al kahveni eline seyret işte.
Cebit aslında uluslararası bir oluşum. Hannover, Frankfurt bu fuarların beşikleri. Fuarları gezmek için en az bir hafta ayırmanız gerekiyor. Bilişim teknolojilerinin her dalından birşeyler bulmak mümkün. Ortalama bir fuara altı yedi bin firma katılıyor. Bizde ise durum biraz farklı. Bizim Cebit telefon fuarı olmaktan öteye gidemiyor maalesef. Elerinde avuçlarında, dillerinin altında ne varsa döküyorlar ortaya, sonra ilgiye göre, ya üstüne gidiyorlar ya da üstünü örtüyorlar. Konuya ilgi duyuyor, uçan kaçan, hoplayan zıplayan telefon ve hizmetlerle ilgileniyor, telefonla çiçek sulamak istiyorsunuz mutlaka gitmelisiniz. Demem o ki siz bana bakmayın, mobil teknolojiyi, telefon internet birleşmesini yakından görmek, bol bol torba, eşantiyon toplamak için fuara mutlaka gidin. Memnuniyetinizi dostlarınıza şikayetinizi müdüriyete bildirmeyi ihmal etmeyin. Güzel bir haftasonu geçirmeniz dileğiyle hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 2 |
|
O kasabada iki türlü çocuk vardı. Koca kanala yüzmeye gidenler ve gitmeyenler. Koca kanala gidenler kendi arasında ikiye ayrılmazdı ama her yaz birkaç çocuk mutlaka boğularak ölürdü. Kanalda boğulan çocuklar ancak günler sonra bulunurdu. Elbette sulama kanallarında yüzmek yasaktı. DSİ görevlileri arada sırada devriye gezerek buna engel olmaya çalışırlardı. Gediz ovasında ana kanalların yanında yüzlerce ara ve küçük kanal vardı. Aynı günde binlerce tarlanın sulandığı düşünülürse kanalda yüzenlerle uğraşmak neredeyse imkânsızdı.
Bazen kanalplaja günde iki kez giderdik. Biri öğleden önce, diğeri ikindi üzeri. Ne kadar gizlenirsek gizlenelim mutlaka yüzerken birileri bizi görürdü. Ve hiç üşenmeden büyüklerimize yetiştirirdi. O akşam mutlaka dayak yerdik. Dayaktan çabuk kurtulmak için bir daha kanala gitmeyeceğimize dair yemin billâh eder, tek ayağımızın üzerinde kırk kere tövbe ederdik. Verdiğimiz sözleri, ettiğimiz yeminleri tutamaz ertesi gün yine kanala giderdik. Ne kanaldan vaz geçerdik ne de dayak yemekten. Çocuklardan biri boğulduğunda korkudan bir hafta kanalın kıyısına bile yaklaşamazdık. Jandarmalar gelip kanala giden çocukları toplardı. Korkudan ödümüz kopardı. İfadelerimizi alıp bizi salıverirlerdi. Sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi yeniden kanala gitmeye başlardık.
Kanalda yüzmek aslında prestijli bir şeydi ve erkek işiydi. Ancak hanım evlatları küçük kanallarda yüzerdi. Dize kadar suda yüzmeye ne var? Koca kanaldan önce ilk yüzme dersleri Ayıtlı Dere'de başlardı. Akşamları dereye koca kanaldan su bırakılır ve bazı yerleri boyumuzu geçecek derinliğe ulaşırdı. Derin yerlerin beş on metreyle sınırlı olması onu yüzme derslerine elverişli hale getirirdi. Orada eğer bir yere tutunmadan suyun üstünde kalmayı başarıyorsak, derin yerleri köpek yüzüşüyle geçebilirsek kanala başlayabilirdik. Kanala başlayan çocuklar için tek bir altın kural vardı. Kesinlikle yalnız başına kanala yüzmeye gitme… İlk deneme genellikle cümbür cemaat tantanalı bir şekilde yapılırdı. Bütün çocuklar kanalın etrafını çembere alır, acemi çocuğun suya girip karşıdan karşıya geçmesi beklenirdi. Usta yüzücülerin bazıları tetikte bekleyip bir aksilik olursa cankurtaranlık yapardı. Ecemi asla yalnız başına suya girmezdi. Yanına iyi yüzenlerden biri verilir onun kendini güvende hissetmesi sağlanırdı. Acemi yüzücü karşıdan karşıya geçmeyi başarırsa artık koca kanal yüzme ekibine kabul edilmiş sayılırdı. Yüzme bilmeyenler genelde grup tarafından dövülür ve kanaldan uzaklaştırılırdı. Bu yöntem her zaman işe yaramazdı. Genellikle boğulanlar kimseye görünmeden yüzmeye niyetlenenler arasından çıkardı.
Koca kanal bu kadar tehlikeliyse neden illa ölümle dans ediyorduk? Bunun öyle felsefi bir açıklaması yok. Bizi ecel çağırıyordu deyip işe mistik bir hava katmak da gereksiz. Gediz ovasında yazın sıcaklık kırk dereceye çıkar. Serinlemek için başka bir seçeneğiniz yoksa ya koca kanala yüzmeye gidersiniz, ya da koca kanala yüzmeye gidersisiniz. Çocukluğumdan bu güne kadar duyduğum en güzel haber, belediye başkanının büyük bir yüzme havuzu yaptıracağıdır. Kırk yıldır duyarım ama hala yapılmadı. Belki de belediye meclisinde bir kez bile konuşulmadı. Ama biz buna inanmak isterdik. Her sene birimiz bu balonu sokağa salar, yalan olduğunu bile bile peşinden yürüyüp gidedik. Balon bizden uzaklaştığındaysa çoktan büyümüştük.
Koca kanala iyi aile çocukları gitmezdi. Eli yüzü düzgün olanlar, hallice olanlar kanalın pis sularında yüzmezlerdi. Onların çocukları daha kıymetliydi besbelli. Kanal sefası ayak takımının, sokağa it gibi başıboş salınanlara aitti. Kanala gitmeyenleri babaları denize götürürdü. Koca yaz birkaç günlüğüne. Ve onlar uslu çocuk olup babalarının zaman bulup onları denize götürmelerini beklerdi. Biz sabırsız ve sorumsuzduk. Üç beş günlük deniz keyfi bütün yaz anlatılırdı. Bunu yaparken kelimeleri öylesine dikkatli seçerlerdi ki Dikili, Foça, Çeşme, Karaburun, Ayvalık, Mordoğan, Ahmetbeyli, Çeşmealtı'nda denize girdiklerini değil oraları hepten satın aldıklarını sanırdınız. Anlatılanlara karşı öylesine bir merak ve açlık biriktirmiştim ki denize gitmek düşlerimi süslüyordu. Elime üç beş kuruş geçip on üçüme geldiğimde denize gittim. Konak'tan bir minibüse bindim. Çeşme İçmeler sahilinde indim. Resmen denize koştum. Sanki biraz gecikirsem denizi çalacaklardı. Yada bütün kıyı insanla dolacaktı ve bana yer kalmayacaktı. Deniz anlatılanlardan daha tuzlu ve dalgalıydı. Her şeye rağmen denize girip yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm. Derinlere gitmekten ödüm kopuyordu. Sürekli kıyıya paralel yüzüyordum. Denizden çıktıktan sonra bir şey fark ettim. Herkesin mayosu vardı benimse siyah pamuklu dokumadan şortum. Bunu fark edince utandım. Sahilde güneşleyen insanlara baktım. Kaygılanacak bir şey yoktu. Kimsenin ne bana ne de siyah şortuma aldırdığı vardı. Zaten deniz kıyısı da o gün çok kalabalık değildi. O gün akşama kadar durmadan dinlenmeden yüzdüm. Sudan çıkmadığım halde ıstakoz gibi kızarmıştım. Canım yanıyordu ama hiç aldırmıyordum. Çünkü o gün ben denize ilk kez gelmiştim ve hiçbir şey keyfimi kaçıramazdı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
BAYRAM GELMİŞ NEYİME
Bir bayramı daha geride bıraktık. Başbakanımızın "Bu bayramın adı şeker değil, ramazan" sözünü tartışmaya dalmıştık ki artık tepkilerimizin bile sıradanlaştığı bir acıyı yeniden, hem de çok derinden yaşattılar bizlere.
Bayram öncesi, dilerim kimse bu bayramda:
"Bayram gelmiş neyime /Kan damlar yüreğime/ Anam anam garibim" türküsünü söylemez, diye yazmıştım. Ne yazık ki dileğim gerçekleşmedi.
Yıllardır bu yurdun insanlarının eksiklerini, yanlışlarını "kol kırılır yen içinde" anlayışıyla değerlendiren biriyim. PKK'yı saldırgan bir grup olarak algılayarak hiçbir Kürt'e karşı ön yargılı olmadım. Alışverişimi yaptığım satıcının, iş yaptırdığım işçinin kökenini hiç merak etmedim. Farklılıklarımızın, Kültürel zenginliğimizin kaynağı olduğunu bilenlerdenim. Elbette bu tür iğrenç bir saldırılarla da görüşlerimi de değiştirecek değilim. Ancak sağduyunun sınırlarını zorlayan bu saldırılar karşısında, kimi Kürt önderlerinden, sivil toplum örgütlerinden de kararlı tepkiler beklemenin bu toplumun hakkı olduğunu düşünüyorum.
Dünyanın birçok ülkesinde ayrılıkçı hareketler var. İlginçtir, bu ayrılıkçılık genellikle zengin bölgelerin yoksul bölgeleri sırtında taşımak istememesinden kaynaklanıyor. Belçika'da Flamanların, İtalya'da kuzeylilerin ayrılıkçılık hareketlerinin kaynağı budur. Bizdeki ayrılıkçılık hareketini bu bağlamda değerlendirebilir miyiz?
Toplumları bir arada tutan en önemli değer tasada ve kıvançta birlikte olabilmektir.
Eğer bu topraklarda yaşayan kimileri, ülkemizin herhangi bir yerinde yaşanan bir felaketin acısını yüreğinde hissetmiyor, bu ulusun bir bireyinin başarılarıyla gururlanmıyor, sevinmiyorsa onun bu ülkenin yurttaşı olması nüfus cüzdanıyla sınırlıdır.
Ulusal bayramlar, ulusların ulus olma sürecinin kilometre taşlarıdır. Dini bayramlar ise o dinin mensuplarının ortak inançlarının ürünüdür.
Terör örgütü, eğer bir ulusal bayramı kana bulamış olsaydı, bunu hissettikleri aidiyetin bir sonucu olarak değerlendirebilirdik. Oysa bu kez bir dini bayramı kana bulamışlardır. Yetkililer terör örgütünün saldırı için neden bir dini bayramı seçtiği iyi irdelenmelidir.
Bu coğrafyada bayram günleri avcılar bile ava çıkmaz. Bizler, bu günleri kurdun kuşun da bayramı kabul ederiz. Böylesine özgün bir kültürün potasında yetişen bu sürü, eğer bir bayram günü ekmeğini yediği, suyunu içtiği, yurttaşlık güvencesinde yaşadığı bu ülkenin askerlerine saldırabiliyorsa bunu "Senin sevincin benim acım, senin acın benim sevincimdir." gözü dönmüşlüğüyle açıklayabiliriz.
Bu saldırı "Dinin bu coğrafyanın çimentolarından biri olduğunu savunan ve sorunun çözümü için dindaşlığı bir çıkış olarak görenler" e de bir mesajdır. Onlar bu ülkeye zarar verecek kim ve hangi güç olursa olsun herkesle işbirliği yapmaya hazırdır. Bu doğrultuda halklarının zenginlik kaynaklarını işbirlikçilerine peşkeş çekmekten çekinmeyeceklerdir. Çünkü hamileri de böyle yapmış ve yapmaya devam etmektedir.
Tarihte ihanetle, devlet sahibi olmuş ve refaha ermiş bir halk yoktur. Bu saldırıyı yapanların bu gerçeği anlayacak sağduyularının olmadığını biliyorum. Ama bu devletin çatısı altında refah içinde yaşayan; hatta beni de temsil edenlerin bu gerçeği iyi algılaması gereklidir. Tarih, halk kitlelerini yargılamaz; ama önderlerin sayfaları daima açıktır. Onlar ya dualarla ya da beddualarla anılırlar.
Hayyam, bir rubaisinde şöyle diyor:
Hep bu çember dolanıp durduğumuz,
Ne önümüz belli ne sonumuz.
Varsa bir bilen hemen söylesin,
Nerden gelip nereye gider yolumuz.
Bu ulusun önü de sonu da, nerden gelip nereye gittiği de bellidir. Bunu, bir de bu saldırıyı yapanlar ve onlara gizli ya da açık destek verenler düşünmeli, hatta bugünlerde çok iyi düşünmelidir.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Yürek… |
|
Gözden geçirince gözünde canlanacak kadar uzakta, gözünden ötelerse bir mızrabın saza verdiği sancı kadar mızrap sapında.. . Çalınırsa hüzün oluyor nota; çalınmadığında hep belki'ye gebe bir doğumsuzluk hali bu aslında. Kaçıncı dokuzun bitimi bu gün. Belli mi. Belirli mi…
Ay değil. Daha o kadar değil. Ay olabilseydi ama dokuzu deviren, on gün sonra en olumlu şartlarda bir bebek doğardı avuçlarına. Konuşmadılar "adını ne koyarız" diye. Deniz olurdu belki, belki Eylül, Çığıl, Su, Yusuf ya da… Dokuzu deviren ay olsa, kutluya gelirdi bütün eş ahbap. Pembe bir güzellik olurdu evin odanın rengi; kim bilebilir ki ya da mavi olurdu. Bebek kokardı bütün yastık kılıfları. O eve Tanrıdan daha çok taze kopup da düşmüş bir güzelliğin kutsallığı sinerdi. En gereksiz yerlerde bir emziğe biberona çıngırağa eldivene tuluma denk gelinirdi. Mendebur geçen bütün yıkıcı zamanlar bu gereksiz denkliğin denklemini çözüp huzura kavuşturabilirdi… Kaçıncı dokuz bitti bugün. Gün mü oldu. Hafta mı? Ama ay değil. Yıl hiç değil. Daha yolları var. Çıkılmamış, yürünememiş yolları…
Bir camın gerisinden ekim için fazlasıyla bereketli gelmiş suya bakıyordu kız. Yağıyordu. Islatıyordu. Üşütüyordu…
Ölümün, insanı kanatan yanı olurdu. Bu kanı bünyede toplayan bir nefesten yoksunluk muydu. Olmamalıydı. Nefes alıyor çünkü. Ama bir ölümün kanı kadar kırmızı yine de içinden akıttıkları…
Her durakta bekleyiş, yeni gidişler getiriyor fikir kalıplarına. Durakta kalıba döktüklerini bir seyir süresince kurumaya bırakıyor aslında. İnince bu seferden, fikirleri hep ziyan. Kalıplar zebil… Hüsran…
Yaptığını, yapmak istediklerini düşündü. Yadırgadı hepsini, her birini. Sevmek böyle bir şeydi. Üzerinden plan geliştirmene ve ilke dizmene asla izin vermeyen olacak kadar asi. Ve bir asinin direttiğiyle bir inatçı başa çıkamıyor belli ki. Bütün kalıplarını esnetti. Hepsini. Her birini…
Anlat desen anlatamaz içindekileri. Sadece susar. Yanına bu yüzden kimseyi istemeyecek bir zaman. Yanına gelmek isteyeni kabul etmeyecek maniler bulacak. Bazıları gerçek, çoğu uydurma. Yanıma gelmesin hiç kimse bu ara. Susuyorum. Konuşuyorum. Duyan yok. Anlayan. Deva olan. Saran ya da üfleyen yok. Neden suskunsun sorusuna verecek cevaplarımı çıkarmadım su üzerine. Biraz daha nefessiz kalmaları gerekecek. Neden susuyorsun deme bana; konuşuyorum ben, duymuyorsun ama. Susuyorum, konuşurken aslında…
Camın gerisinden bakarken cıvıl cıvıl bir bahar vardı. Sesli, gülüşlü, eğlenceli. Sezmesin demiş meğer annem. Sezmesin, kızım daha çok küçük…
Cama biraz yaklaşmışım ben sonra; biraz griymiş gök. Baba, yağmur mu yağacak diye sormuşum; kitabını bitir kızım, sonra da yat artık demiş… Karanlıkta uyuyamıyorum baba demiştim; yaktığı ışıklar sadece o günün griliği bitsin içinmiş. Bir ömür bitti sanmıştım. Babam yakmıştı ışıkları. Grilik bir ömür geçer… Baba, duyuyor musun, hava şimdi de karanlık ve ben hala korkuyorum karanlıkta uyumaktan. Kitabımı bitirmedim daha. Az kaldı ama. Çok az işte. Sadece birkaç sayfa… Yorgun dönüyor kızın eve baba; fikri, duygusu, ayakları yorgun oluyor. Bu yüzden eskisi kadar çabuk bitmiyor başladığı kitapları…
Kimseden hiçbir farkımız olmadığı için bu sonu önü simetriden hep uzak kalacak farklılığımız. Arada mesafeler var. Öyle mesafeler ki; aşılması basitleştikçe korkutan, uçuruma yaklaştıran… Söz söylense acıtan, susulsa kanatan, önemsenmese haksızlığın ve ihanetin en büyüğünü yaşatıyormuş kadar suçluluğa bulayan mesafe yığınları…
Hangisi daha doğruydu emin değildim. Yağmurda yürürsem ıslanırdım. Islanırsam üşütürdüm. Üşütürsem hasta olurdum. Hasta olursam zamandan paradan dermandan tüketirdim. Çorba beklerdim. Yağmurda yürümekti aslolan. İstenen bir ıslanma halinin direkt çıkarsamalarıyla hayatı faydasız doğrular içinde geçirmek olmamalıydı. Yürüdüm bu yüzden. Arkamdan seslenen, bak hasta olursun diyen, sana çorba pişirmeyeceğim'le tehdit eden kimseyi umursamadan. Üzerime hırkamı almadan. İliklerimi üşütse ruhumu ısıtacak olan damla yığınlarından korkmadan. Yürüdüm… Kimseye aldırmadan. Ve arkama bakmadan…
Hasta eden, yağmurda yürümek de değildi zaten. Evet, hasta oldum. Paramdan dermanımdan zamanımdan içeri girdim. Üşüdüm. Ama ıslandım. Düşündüm. Konuşmadım. Konuşturmadım. Çıtırtısını dinledim aklımdan geçmek istemediği halde kalbimden taşanların. İyice baktım benliğimin içine. Üç eksiğini beş fazlasını hesaplamadım. Zamanım vardı. Kendime gücenmedim. Anlat dedim. Anlat ki ona göre davranayım. Yağmur olmasa, yağmasa, yol boşalmayacaktı, illa ki bir tanıdık yolumdan döndürmeye çabalayacaktı. Yağmur yağdı. Yol boşaldı. Yolumdan çevirmeyi göze alacak kadar benim için üşümeyi seçen olmadı. Meğer hepsi gün güneş bir baharın yalancısıymış. Meğer yolumu kesmeleri aslında kendi sıkıntılarının oyalanmasıymış. Üşüyecek kadar ıslandım. Islanacak kadar benim için üşümeyi göze alan yok… . Yoluma çıkan, hastalanırsın diyen, hırkasını omuzlarından omuzlarıma iliştiren… Olmadı… Olsun… Olmasın… Yağmurda yürümeye devam edeceğim ben. Yüreğimdeki gerçeklerle yüzleşeceğim…
"Hiç değişmemişsin" cümlesini düşünüyorum şimdi. Değişmemiş. Hiç…
Ömrümün bir yerinde. Tek başıma hallederim diyen bir çocuğun bu efemine tavrını yüzüne bulaştırıp gözünden akıtması gibi. Bütün zorlukların en zirvesinde sen varsın. Elimi uzatmayacak da olsam… Oradasın… O kadar oradasın ki buradan uzakta kalacaksın…
Ve ben yürüyorum. Kaçıncı kez aynı sokağın güneşten yağmura durduğuna şahit oldum. Ve daha kaç kaçıncı kez'im olur bilmeden. Düşerek ama genelde kalkmayı da becererek… Kızgın değilim. Hiç kimseye. Kırılmadım. Alınınca ağlamam ben. Acıyınca ağlarım zaten…
Omzumda hırkam yok.
Ayağımda çok yeniymiş gibi yakın ama aslında uzak uzak baharlardan kalma bez ayakkabılarım…
Şemsiye istemem.
Islanırım. Çorba yapmayacağını bilerek. Hiç kimsenin omzundaki hırkasını omzuma iliştirmeyeceğini görerek. Isınmasını isteyecek kadar kendini üşütmeyi hiçe saymak. Bu denli sevmek. Sevebilmek… Üşütmek, hem beden, aynı oranda da akıl yoluyla; bu denli üşüterek sevmek…
Konuşmuyorum. Sorulduğunda anlatmıyorsam alınmasın birileri. Ben yabancı mıyım demesin öteki. Yağmur var. Yanımda yok. Yürünürse aşılamayacak kadar uzakta. Giderdim yoksa. Bir ayak yorgunluğu mesafesinde çözülebilseydi bu karanlık, omzumda hırkam olmasa da giderdim. Hırkasını, üşümek pahasına olsa omzuma iliştirirdi belki. Korkma demedi. Kırgın değilim. Zaten ben genelde kırılınca ağlamıyorum…
Kış erken geldi.
Ben de haklıyım, o da…
Babama her yer gri desem aydınlatabilir mi sahi bu karanlığı. Yine ışıkları yakar mı. Ben; kitabımı bitirmiş olmanın verdiği o aferin huzuruyla uykuya dalar mıyım.
Geç oldu.
Ayakkabılarım çok uzak bir bahardan kalma
Ayaklarım ıslandı
Omzumda hırkam yok
Boş yola baktım. Yanına yürüyerek varmayı denesem. O kadar şehirlerarası ki her şey, orada bahardır belki. Bu yağmur, bu bitkin, ıslanmış, üşümüş tavrım orada yabancı kalır. Yadırganır…. Zaten mecalimi sıfırlasam, yine de bacaklarım bu zaferi hayata geçirebilmek için faydasızdır. Yoksa giderdim. Omzumda hırkam yok. Ve hırkasını omzuma iliştirmeyi göze alacak kadar üşümeyi göze alırdı belki. Islanmış, hastalanmış, üşümüş biçimde sana gelseydim hırkanı omzuna iliştirecek miydin sahi…
O kadar şehrlerarasıki her şey; buradaki yağmur orada yabancıyken, oradaki güneş burası için amansız kaldı…
Yağmurda yürüyorum ben.
Islak. Hırkasız. Çorbasız.
Sakın gelme peşimden. Konuşmuyorum. Susuyorum.
Birazdan eve dönerim zaten.
Gelme peşimden.
…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Dumanlı Hava Sahası |
|
Duman, yakıtların tamamiyle yanmamasının sonucudur. Eğer bu yakıtları tam anlamıyla yakabilmeyi başarabilseydik, duman diye bir şey olmayacak ve ortalık zaten Dumansız Hava Sahası haline dönüşecekti. Yakma işinin tam olması için yeteri kadar hava gerekir. Yeteri kadar hava, yüksek ısıda tam oksidasyon olmasını sağlar. Bu şartları sağlamak ise gerçekten güçtür. Hele katı yakıt maddeleri kullanıldığı zaman. Bunun sonucu da varlığı kaçınılmaz olan duman.
Kim istemez ki böyle güzel dumansız havayı ? Ancak; gerek yukarıdaki açıklama gerek ülkemizin tarihsel/siyasal/ekonomik geçmişi, öyle görülüyor ki bizi her zaman "Dumanlı Hava Sahası" yapacaktır. Tam anlamıyla yakamadığımız öyle çok yakıtımız var ki ..! Oysa; yeteri kadar nutuk atıp bol bol hava basıyoruz. Katı yakıt yerine neredeyse cılkı çıkmış cıvık vıcık yazıt kullanıyoruz. Yine de tam olarak yakamıyoruz. Yakabildiğimiz ne yazık o gencecik fidanların ardında sadece ağıt... Aşık Mahzuni'den türküsü:
Dumanlı dumanlı oy bizim eller
Aktı gözüm yaşı oldu bir çanak
Dumanlı dumanlı oy bizim eller
Otursam ağlasam delidir derler...
Bestesi Ziya Taşkent, güftesi Halit Çelikoğlu'ndan şarkısı:
Gökyüzünde duman duman bulutsun
Söyle seni kalbim nasıl unutsun...
Bankalar ... Battı Balık
Ekonomi ... Dümen suyu
Yolsuzluk ... Sümen altı
Döviz Kuru ... Dalga duman
Piyasalar ... Durgun
Kurt ... Pusuda
Terör ... Alev ateş
İşsizlik ... Havada bulut
Emeklilik ... Sen bu işi unut
Siyaset ... Mangalda Kül
Halk ... Hali duman
Ortalık ... Toz duman
Duman'dan dinlersek;
Nereye gider başını alıp sorarsın
Kimbilir durmadan nasıl susarsın
Bilmeden boşuna atıp tutarsın
Su gibi açıp geçer zaman
Gezdin tozdun aman aman
Sazdın sözdün aman aman
Giderek üzdün bizi zaman
Yazdın çizdin aman aman
İncecik izdin aman aman
Sıraya dizdin bizi zaman...
Oysa ne güzeldir Yeni Türkü'den keyifli dumanları dinlemek:
Nargilem duman duman ah bayıldım aman aman
İstanbul güzel ama ah zabitleri pek yaman...
Siz isterseniz son satırı;
Memleket güzel ama ah bitleri pek yaman...
şeklinde de söyleyebilirsiniz. En karışığı da kimi kime bölerseniz sonucun değişmediği üçlü sac ayağı. Havuz problemi de ne ola ..!
Yasama ... Dağınık duman
Yürütme ... Darma dağınık
Yargı ... Darma duman
TUMANSIZ bırakılmışsa halk yok pahasına,
DUMANSIZ olsa kim bakar ki Hava Sahasına...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Bekleyiş
Son satırıydı bir romanın,
Son sayfanın acı sonu sarmıştı.
Ne kapatmayı göze alabilmiştim;
Ne de, devamı olsa okumayı…
En sevdiği hisleriyle beraber,
Uçup gitmişti, kocaman bir adaya...
Yepyeni bir yaşam bekliyordu onu,
Ve en çokta;
Hatıralarla doldurmuştu bavulunu…
Henüz ulaşmasa da oradan esen rüzgarlar,
Sahillerde onu bekliyorum.
Denizlere karışmış selamlar…
En kötü anımızda gülmeyi,
Alışkanlık edinmiştik.
Kendimizle dalga geçmeyi,
İşte en çok bunu sevmiştik…
Keşkelerin arkasına sığınıp hayal kurmak,
Daha zor gelmeye başlamıştı artık.
Anladık ki;
Daha fazla kaçamazdık…
Roman bitmişti ama,
Ben hala kapatamamıştım kitabı.
Dayanamadım.
Aldım yalnızlığımı yanıma;
Şöyle yazdım kitabın sonuna:
"Her bitiş bir başlangıçsa,
Sanırım biz daha yeni başladık."
Bir Gemi
Ormanda kaybolursun da
Sonra bir çıkış yolu bulursun ya şans eseri…
Tıpkı bir yerden kaçar gibi.
Sonra bir gemi,
Bağırırsın ama duymaz seni…
Ersel Akant
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.360tr.com/ güzel ülkemizin görülmeye değer bir çok mekanının 360? açıyla interaktif olarak görüntülendiği hoş bir web sayfası. Özellikle bilgisayarınıza indirilebilir formatta sunulan çalışmalar duruma ayrı bir güzellik katmış. Ayrıca ekran koruyuculara göz atmayı da ihmal etmemenizi tavsiye ederim.
…Uzun zamandır bilim adamlarının üzerinde çalıştığı bir konu Sarissa. Sivas'ın geçmişine şık tutacak geleceğini ise aydınlatacak mahiyette bir yer. Anadolu topraklarında kurulmuş en büyük kent Sarissa. Hala uğraşlar veriliyor. Araştırma için gelen ekipler, canlarını dişlerine takıp sürdürüyor uğraşlarını. Sivaslı önemsiyor bunu. Çünkü dedim ya geleceğini aydınlatacak en büyük proje diye… Öyle ki buralar birkaç yıl sonra turizme kazandırılacak. O zaman Anadolu'nun cazibe merkezide Sivas olacaktır şüphesiz… http://www.seyyahamca.com/ Seyahat etmeyi sevenler için sağlam bir kaynak.
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|