|
|
|
17 Ekim 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Orantılı güçmüş!.. |
Merhabalar
Tam, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık halindeyiz milletçe. Otlar çöpler, saplar samanlar birbirine karışmış, göz gözü görmüyor. Bir gazete çıkıyor, kendisine toplu halde servis edilen geniş bir bilgiyi yayınlıyor, yayınlamakla kalmıyor, başyazarı ve yazarları kanalıyla bir de yorumluyor. "Baskını daha önceden bildiğiniz halde o çocukları korumayacaksınız, bunu açıklayan gazeteleri de, “ordu tepkisiyle” korkutmaya çalışacaksınız." diyor örneğin, "...bile bile önlemeyenler." diye ekliyor. Karşısında askeri savcı gazete hakkında dava açmaya hazırlanıyor. Askeri haklı bulsak basın özgürlüğüne aykırı davranmış, karşı çıksak pkk yanında yer almış oluyoruz. Bu nasıl bir durumdur anlayabilen beri gelsin.
Mesela dün yazdıklarım bazı okuyucular tarafından askerin karşısında yer almak olarak addedilmiş. Oysa öyle değil, demek ki anlatamamışım. Karşısında da olabilirim o ayrı konu ama vurgulamak istediğim, verilebilecek en iyi cevaplar varken, yanlış olduğunu kem gözlere sokmak varken, başka bir yöntem uygulandığıydı. Basını, yayınladığı haber için dövmek yerine, devlet sırrı addedilebilecek bir bilginin kaynağını ortaya çıkarmak daha doğruydu. Yok eğer haber yalansa onu da belgeleriyle ortaya koyup suçluların en sert biçimde cezalandırılması gerekirdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yapılacağına da inanıyorum. Hiçbirşey siyah ve beyaz değil. Griler çoğunlukta hayatımızda. Her iki tarafında haklı ve haksız olduğu taraflar ve kendi yaşam felsefelerinden süzülmüş kırmızı çizgileri var. Bunlara karşılıklı saygı gösterilmesini beklemek belki hayalcilik olur ama günün deyimiyle "durdukları yeri" kabullenmek en doğrusu sanki. Bu iş nerelere varacak hep birlikte göreceğiz.
Duyunca "Yuh" deyip güldüğüm bir haberden söz etmek istiyorum. İşkenceden sorumlu tutulan gardiyan ve görevliler kendilerini savunurken "Orantılı güç" kullandık demişler. Elleri kolları bağlı adama karşı orantılı güç nasıl kullanılır acep? Mesela gardiyan kendi elini kolunu da bağlatıp öyle mi döver adamı? Ya da hayatı adam dövmekle geçen bir görevlinin orantılı gücü sıradan bir vatandaşın orantılı gücü ile eşdeğer midir? Komik bunlar komik. Bu insanlıktan nasibini almamışları derhal izole etmek, en ağır cezayı vermek gerekir. Umarız Şahin bakan önce sözünü yerine getirir, sonra da, belli mi olur, belki bir büyüklük daha gösterip istifa falan eder. O da bize kapak olur. Güzel bir haftasonu dileğiyle hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 3 |
|
Deniz macerasından sonra kasabaya dönünce ben de o züppe çocukların yaptığı gibi arkadaşlarıma bir sürü deniz hikâyesi anlattım. Elbette çoğu yalandı. Ama ne yalanlar? Aklıma geldikçe şimdi bile gülmeden edemiyorum. Çocuk aklımla yalan uydurma konusunda epey yaratıcıymışım.
Anımsadığım kadarıyla palavralarımdan biri şöyleydi. Benim denize gittiğim Çeşme İçmeler'de bir Fransız tatil köyü vardı. Burası tam bir çıplaklar kampıymış. Bütün kadınlar ve erkekler anadan üryan denize giriyormuş. Bende o tatil köyüne girmişim. Bir de sarışın bir kızla arkadaş bulmuşum. Kız beni bir beğenmiş bir beğenmiş ki sormayın. Ah bir de Fransızca bilseymişim. Bütün gün ağzımın içine bakıp durmuş. Sonra akşama doğru beni Fransa'ya davet etmiş. Babası da çok zenginmiş. Ama ben gitmem, demişim. Okuyup büyük adam olacakmışım.
Elbette ne orada ne tatil köyü vardı. Ne de Fransız kızı. Olsa ne olacak? O da ayrı mesele. Daha yaşım ne başım ne? Büyümek istiyordum ihtimal ya. Bütün çocuklar gibi. Demek ki o zamanlarda da bir Avrupalı ile tanışıp kapağı yurt dışına atma planları şimdiki gibi çok modaymış.
Hacırahmanlı'daki Hasanlara geri dönecek olursak. Melek Hasan benim adamımdı. Aynı sokakta büyümeye çalışıyorduk ve okula da birlikte başlamıştık. Onun da ailesi bizimkiler gibi yoksuldu: Ve onlar tarlada çalışırken biz kasabanın sokaklarında başıboş kalırdık. Sizin anlayacağınız büyüklerimiz bir lokma ekmeğin peşine öyle bir düşmüşlerdi ki bize kimsenin aldırdığı yoktu. Okula başladığımız gibi kanala da birlikte başlamıştık. Top oynarken kırdığımız komşunun camı için de birlikte dayak yemiştik. Ortaokula da birlikte gittik. Erik çaldık, ağaçları taşladık, hışır yolduk… Şimdi tam olarak ne zaman bir şeyler değişmeye başladığını anımsamıyorum ama aniden onun babası ölüverdi. İhtimal ki ben yatılı okula gittiğimde ve o Manisa'da ticaret lisesine başladığı yıldı. O yıllarda yoksulların oturduğu sokak aralarında herkesin umudu Halkçı Ecevit'ti. O sokaklar bizimdi ve bizde halkçıydık. Yoksulduk, umutsuzduk en kötüsü de sahipsizdik. Devlet baba bizi görmezden geliyor gibiydi. Yada biz öyle hissediyorduk. Demirel yoksulları hiç sevmiyordu. O sadece zenginlerin sokaklarında yazılıydı.
İki yıl sonra yatılıdan yarıyıl tatiline geldiğimde Melek Hasan komünist oldu dediler. Oturduk, eski günlerden konuştuk. Hasan benim tanıdığım aynı Hasan'dı. Yine eskisi gibi mahcup, tutuk, azıcık gözü kara, ama heyecanlı… O görüşmemizin üzerinden çok geçmeden fukaranın annesi de ölüverdi. Okuldan her geldiğimde Hasan'ın namı daha da çok artıyordu. Kasabalının gözünde Hasan artık daha da azılı bir komünistti. Azılı veya köpek dişli komünist nasıl olunur bilmiyorum ama öyle söylüyorlardı. Hasan'ın hiç boş gezmiyor ve Manisa'da sürekli eylem yapıyordu. Onun namı bütün Manisa'yı sardıktan sonra da birkaç kez karşılaştık. Ona tabancalarını, eylemleri sordum. Bütün samimiyetiyle bunları kasabalıların uydurduğunu söyledi. Hiç tabancam olmadı dedi. Ben çocukluğumdan beri ona inanırdım. O günde inandım.
Zaman geldi, devran döndü. Evren paşa darbe yaptı. Kasabamız diğer yerler gibi kaynayan bir kazan olmamıştı ama yine de üç beş kişiyi tutuklayıp sorguya götürdüler. Elbette yürüyen namının hatırına Melek Hasan 'da bunların içinde yer alıyordu. Sorgulandı ve suçsuz bulunup salıverildi. Salınmakla iş bitse elbette kolay… Hasan'ın azılı teröristliği ile komünistliği yıllarca söylendi durdu. Ana yok baba yok, bizimki kasabayı terk edip gitti. Kasabaya ancak okul tatillerinde gelebildiğim için her şeyi anında izleyemiyordum. Bir iki kez sordum. Önce Manisa'da dediler. Sonra da askere… Askere gittikten sonra iyice izini kaybettirdi. Zaten kasabalının dilinden kurtulmayı, kendini unutturmayı da istiyordu. Bir keresinde gemilerde çalışıyor, yurt dışına gitmiş demişlerdi. Ölmüş diyenler bile oldu.
Yıllar sonra bir gece vakti, bütün yaşıtlarımız çoluk çocuğa karıştıktan sonra karşılaştık. Tenekeci Mustafa'nın dükkânının yanındaki Peygamber Yusufların kahvesinin önündeydi. Yanında biri daha vardı. Şimdi tam hatırlamıyorum ama galiba Ellekçi Mustafaydı. Behçet'in kardeşi Mustafa… Kapalı kahvenin tenhalığında sotelenmiş bira içiyorlardı. Biri bana omuz attı. Mustafa'yı tanıdım ama yanındakini çıkaramadım. Kolundan tutup sokak lambasının ışığına çıkardım. Baktım Melek hasan. "Lan oğlum senin için öldü dediler," dedim. Nerelerdesin? Görüşmeyeli on seneyi geçmişti. Artık ikimizde otuzlu yaşlardaydık. Yine öyle eskisi gibi omuzları havadaydı. Sakalları vardı. Gündüz bile görsem tanımazdım. Ayaküstü biraz lafladık. Söylenenler doğruydu. Gemilerle yurt dışına gitmişti. Ve birkaç yıldır İstanbul'da özel bir yatın kaptanlığını yapıyordu. Parası da vardı pulu da. Lakin amacı yoktu. Kazandıklarını ablasına ve yeğenine harcıyordu. Bir de nerden estiyse illa köye bir tavuk çiftliği açacaktı. Aklındakileri bana bir bir anlattı. Lan oğlum sen tavuktan ne anlarsın, diyemedim. Öylesine heyecanla anlatıyordu ki umutlarını kırmaya, düşlerini dağıtmaya kıyamadım.
Sonraki günler yeniden birkaç kez görüştük. Kocaman bir ahır yaptırmıştı. Burasını Elekçi Mustafa ile birlikte tavuk çiftliği için hazırlıyorlardı. İki de bir benim fikrimi soruyordu. Asında bu işe pek sıcak bakmıyordum. Çünkü artık dev entegre üretim çiftlikleri devri başlamıştı. Bu işler ahırı, kümesi çoktan aşmıştı. İçimden gelenleri, aklımdan geçenleri ona bir türlü söyleyemedim. Sonra ben yine kasabadan ayrıldım. Ve yine onlarca yıl görüşemedik. Birkaç yıl sonra kasabaya döndüğümde tavukçuluk işini batırıp yine kayıplara karıştığını söylediler. Kanatları yoktu ama iyi biriydi o. Melek değilse bile günahkâr da sayılmazdı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
SÖKE'NİN ÇÖPÜ PAMUK
Birkaç yıldır Bosay Eğitim olarak, ( www.bosayegitim.com) hazırladığımız "Doğal Ortamda Eğitim Programları" aracılığıyla eğitime yeni açılımlar getirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki çocuklarımız, gençlerimiz okullarda öğrendiklerini yaşamla bağdaştırsınlar. "… hektar çam ormanı yandı" haberini gazetelerde okurken, TV'lerde izlerken hektarın ne kadar bir alan olduğunu kafalarında canlandırabilsinler. Evde elektrik kullanırken, bir kilovat elektrik enerjisinin hangi koşullarda ve ne pahasına üretildiğini düşünsünler; gömleklerini, pantolonlarını buruşturup bir köşeye atarken bunun hangi aşamalardan, hangi emeklerle kendisine geldiğinin farkına varsınlar.
Lise ekonomik coğrafya dersi içeriğiyle uyumlu olarak hazırladığımız "Gömleğimin Öyküsü" başlıklı programımızı bu hafta Özel İzmir Amerikan Lisesi öğrencileriyle Söke'de gerçekleştirdik. Amacımız öğrencilerin Büyük Menderes nehrinin tarımdan, sanayiye yaşamsal önemini kavramaları; pamuk üretiminin aşamalarını ve sorunlarını, pamuğun ipliğe, ipliğin kumaşa, kumaşın giysiye dönüşüm süreçlerini yerinde izleyerek ülke değerlerimiz hakkında çıkarımda bulunmalarıydı. Söke, böyle bir eğitim için ideal bir yer. Çünkü ülkemizdeki tarım ve tarıma dayalı sanayinin iç içe geçtiği ender yerlerden biri.
Bu günlerde Söke'nin çöpü pamuktur. Yolunuz Söke'den geçerse, yol kenarlarına yığılmış, ağaçlarda asılı kalmış bembeyaz yumaklar görürsünüz. Bunlar, tarlalarla çırçır fabrikaları arasında mekik dokuyan traktörlerden uçuşan pamuk kozalardır. Bu pamuklar yoksul kadınlar ve çocuklar tarafından toplanır. Ya üç beş kuruş karşılığı çırçır fabrikalarına satılır ya da yastık yorgan yapılır. Ağaçlarda asılı kalan kozalar da yapraklarla birlikte tekrar topraklarına geri döner.
Pamuk, gövdesinden selüloz, tohumundan yağ ve yem; çiçeğinden giysiden ecza malzemesine çok çeşitli ürün elde edilen çok değerli bir bitki.
Pamuk, nazlı. Toprağı seçiyor, güneşsiz ve susuz yapamıyor. Söke pamuğunun yaşam kaynağı da Büyük Menderes nehri. Dinar'da doğup 584 km yol aldıktan sonra Söke ovasından denize dökülen bu akarsuyumuz, yalnızca bu ovada 340 bin dönüm araziye bereket, 141 bin insanınıza iş aş sunuyor.
Yetkililerin anlattığına göre Büyük Menderes Dinar'dan Söke'ye 165 belediyenin geçimine katkı sağlıyormuş; ne yazık ki bu belediyelerin yalnızca 6'ında arıtma tesisi varmış. Diğer yerleşimlerin evsel ve endüstriyel atıklar, doğrudan suya karışıyormuş. Koskoca yatağında cılız mı cılız akan kirli suya bakarken Samim Kocagöz'ün öykülerinde anlattığı ak köpüklü suların Menderes'i bu mu, diye sormadan edemiyor insan.
Korkarım, tarih boyunca Hiyerepolisten, Afrodisyas'a, Priene'ye, Miletos'a onlarca Karia ve İyon kentinin zenginlik kaynağı olan, milyonlarca insanımıza aş iş sunan Menderes, çok ivedi önlemler alınmazsa gelecekte ölü bir ırmak olarak anılacak. Ancak bu ölüm, zincirleme bir yıkımın da başlangıcı olacak, tarıma dayalı sanayi kuruluşları da kepenk indireceklerdir.
Birkaç yıl öncesine dek bu zamanlarda Söke ovasından geçenler yol boyu bir sürü çadır çardak ya da baraka görürlerdi. Doğudan Güneydoğu'dan gelen tarım işçileri barınırdı buralarda. Şimdi bunların hiçbiri yok. Onların yerini dev pamuk toplama makineleri almış.
Her biri 260 bin dolar değerindeki bu makineler, pamuğun maliyetini düşürmek için son derece gerekli diyor, konuştuğumuz çiftçiler.
Söke'de ne çiftçi, ne fabrikatör memnun yaşadıklarından. Ziraat Odası yetkilileri öğrencilerimize pamuğun girdilerini gösteren bir kâğıt sunuyor. Şaşırıyoruz; çünkü çiftçi pamuğunu zararına satıyor. Öğrencilerimiz haklı olarak genç mühendislere, öyleyse neden zararına yapıyorlar bu işi, diye soruyor. Yetkililerin yanıtı karşı soru oluyor:
- Yıllardır bu topraklarda bu ürünü yetiştiren bu insanlar sizce başka ne yetiştirebilirler ki?
Yol boyu gördüğümüz ayçiçeği ve mısır tarlaları bir dönüşümün de habercisi.
Ancak bu dönüşümden Söke pamuğunu bekleyen onlarca çırçır fabrikasının, iplik ve dokuma farikalarının etkilenmemesi olanaklı mı?
Türkiye'nin yüz akı kuruluşlarından biri Söktaş. Daha içeri adımınızı atarken hissediyorsunuz bunu. Gömleklik kumaşta dünya lideri bu kuruluş başlangıçta bu ovanın pamuğunu kullanırken; artık Mısır ve ABD pamuğu kullanıyormuş.
Fabrika görevlisi bayan:
- Bu ovanın pamuğu kaliteli değil. İstenilen lif uzunluğu yok, diyor.
Söktaş, pamuğunu dış pazarlardan getiredursun. Çırçır fabrikaları ve iplik fabrikaları Özbekistan'a, Mısır'a taşınmakta bulsunlar aylakta kalmanın yolunu. Köylünün malı elinde kalıyorsa, işçi işsiz kalıyorsa, memurun alım gücü sıfırlanmışsa kim satın alacak o yol üstündeki outlet mağazalarının raflarını dolduran giysileri.
Lee'yi gezerken benzi soluk bir genç kıza takılı kalıyor gözlerim. Başını kaldırmadan, yanı başında hiç bitmeyen pantolonlara köprü dikiyordu. Günün sekiz saati iki santimlik bir kumaş parçasıyla sınırlı bir dünyada yaşamak insan ruhuna nasıl bir etki yapıyor ki? Fabrikadan çıktığımda başım dönüyor. Bütün gün öğrendiklerimin hazmı için zamana gereksinimim olduğu açık.
Bu ovanın, 3000 yıllık tarihini anlamak isteyen güneşi Priene'den uğurlamalı. Bereketli toprakların sekisi bu kent. Bir zamanlar 60 bin kişi yaşarmış. Athena'nın sütunlarına yaslanıp uçsuz bucaksız topraklarda Menderes'i ararken Germencikli köylü ile bir Amerikalı arasında geçen konuşma aklıma geliyor:
Köylü, yaz sıcağında incir bahçesinde çalışırken bir Amerikalı gelir yanına. Amerikalı sıcaktan bunalmıştır. Köylü ona bir tabak incir verir. İncirleri yiyen Amerikalının içi serinler. Böyle sıcak bir yaz gününde içini serinleten bu meyveyi çok sever Amerikalı.
- Ben bu meyvenin fidanlarından Amerika'ya götürmek isterim.
Köylü:
- Götürün; ama size aynı tadı verir mi bilmem, der.
Amerikalı, nedenini öğrenmek ister.
Köylü:
- Bu toprağı bulamazsınız, diye yanıtlar onu.
Amerikalı:
- Olsun, toprağı satın alır götürürüm, der.
Köylü:
- Yetmez, bu bahçeler, yüzlerce kilometre uzaktaki karlı dağlardan beslenen bir
ırmakla sulanır, bu suyu bulamazsınız, der.
Amerikalı onu da satın alabileceğini söyleyince, köylü yapıştırır sözünü:
- Siz her şeyi satın alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Buraların Ege Denizi'nden esen
rüzgârlarla harmanlanan havası ve incirin sütünü ballandıran bir de güneşi vardır, onları da satın alamazsınız ya!
Başkalarının bizim topraklarımızı, sularımızı havamızı güneşimizi alıp gitmesine gerek yok artık. Biz onların arzularına boyun eğerek Tanrı'nın bize bağışladığı zenginlikleri bozduk, şimdi onların reçeteleriyle kurtulmaya çalışıyoruz.
Akşam oluyor, güneş tasını tarağını toplamış, Ege denizine yangın yalımı gibi düşerken. Dağlarca ölmüş diyor, biri.
İlk şiirlerimin ışığı da söndü, demek. Koca usta yeni uzgörülü dizeler sunmayacak artık bize. Şimdiye dek verdikleriyle kavramaya çalışacağız yaşadıklarımızı.
Sevgili dostum Semih Adıyaman, bouleuterionun (meclis binası) basamaklarına oturmuş, bize bir şiir okur musunuz şu muhteşem manzaraya karşı diyor. İçimden Dağlarca'nın dizeleri akıp geçiyor:
Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadolu'ya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,
O kadar uzak değil.
Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.
Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.
….
Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
Ama okumuyorum. Ne Menderes, ne de bu muhteşem ova için umutların sönmesini hiç istemiyorum.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Deryaneval : Derya Ongun EREN |
|
Eren....kocam.....
Uzun zamandır ona yazmak, onu yazmak, ona dair yazmak istiyordum. Elim mi varmıyordu, yüreğim mi susuyordu, ruhum mu kilitliyordu, bilemiyorum, ama yukarıdakilerden hangisi idiyse, o dün çözüldü.
Banu'ya dedim "Eren'i yazmak istiyorum, elim varmıyor, hicran koksun istemiyorum. Eren'e dair hiçbir şeyin insanları üzmesini istemediğim gibi tam tersi gülümsetmesini istiyorum", Banu cevap verdi "e o zaman sen de gülümsetecek şeylerini yaz!".
O kadar haklıydı ki, en basit cevap aslında hep orada olan ama en çok da gözden kaçan olabiliyor. Gene öyle olmuş demek ki.
Yazıyorum Banu, önce sen oku diye, sonra da içimdeki bu sabırsızlığın doğuracağı yazıyı kendim de okuyayım diye.
1983 yılının Nisan ayında tanıştık , tanışmamız komikti, eğlenceliydi ama onda, bütün o doğal "eğlenceli" olma halinin kenarında derin derin bakan bir "bilgelik" hep vardı. Detayları inşallah yazmayı planladığım kitabıma sakladığım için burada sadece Eren'e, burada olup da okuyabiliyor olsaydı "dudak kenarlarında hafif bir kıvrılmayla beliren gülümsemeye eşlik eden kafa sallatacak", onu tanıyanları tebessüm ettirecek, tanımayanların ise "hayal dünyalarını" çalıştıracak kuplelerle düzenlemek istedi canım.
Tanıştığımız ilk ayları takip eden zamanlarda süper dosta bağlamıştık ama arkasında hep bir çekim vardı,ve fakat ikimiz de o çekimin içine çekilmiyorduk kendimizi çekiştirerek.
Askere gitmiştin, duymuştum.
Bir Eylül sabahıydı, yataktan yeni kalkmış, sabahlığımla ayağımı altıma almış, annemin mis çayını içerken kapı çaldı, terliklerimi ayağımdan kaçırmamaya çalışarak koşa koşa gidip kapıyı açtım,ki, karşımda Eren duruyordu, omuzlarına kadar dökülen bukle bukla siyah saçların hariç o duruyordu karşımda.
O akşam hep beraber eğlenmeye gittik birkaç arkadaşımızla, gecenin bitiminde bana evinde kahve ikram etmeyi teklif etti. O da, ben de kendimizi çekiştirmekten vazgeçmek üzereydik, bu belliydi, bana sütlü nescafe'yi çilekli sütle yapması ve benim de bunu içebilmemden belliydi çekime karşı kendimi çekiştirmediğim.
Yanyana otururken ve o filmlerde hep izlediğimiz göz-dudak kilitlenmesi oluştuğunda Eren biraz bana yaklaşıp:
- Derya yolun yarısını ben geldim, sen de diğer yarısını gel, ortada buluşalım
demesiyle benim ona yaklaşmam ve kahkahalarımızla öpüşmenin imkansızlığı ve gene kahkahalar.... ama gecenin sonunda kahkahalar durulup da bedenler ve çekiştirilmeyen çekim devreye girdiğinde bu sefer de benim
- Eren saat 03:00 eve gitmem lazım
Dediğimde
- Derya saçmalama, nasıl yani şimdi mi gideceksin
lafına, verdiğim cevap
- Yahu, "yarı yola" gelmek için 2 saat bana resim albümü göstermeseydin de ben de eve geç kalmasaydım, valla gidiyorum aaa.
dan sonra, o gece için ayrılıyor olmanın hüznünü tekrar kahkahalarla yaşamamız bizi 2003 yılının 12 Nisan gecesine kadar ayırmayacak dehşet lezzetli bir serüvenin habercisiymiş. Hisseder gibi olmuştum ne yalan söyleyeyim.
Ankara'ya tayin oldu askerlikte, ben de Ankara'dayım, abimlerde kalıyorum ve o da abimlerle tanışacak. Yolda yürüyoruz, Eren üniformalı, dolayısıyla elini falan tutamam, sepet gibi yürüyorum yanında. Birden sorasım geldi:
- Eren, sen hangi takımı tutuyorsun?
- Fenerbahçe elbette, neden sordun
- Amanın, sakın abime Fenerbahçeli olduğunu söyleme
- Nedenmiş o,
- Abim Galatasaray'lıdır, papaz olursunuz,
- Saçmalama, ne alakası var alt tarafı bir futbol takımı
- Sen beni dinle söyleme, geçiştir
- Daha neler Derya, hadi karşıya geçelim
- .......
Abimlerdeyiz, abim içki hazırlıyor,
- Biz de eve yeni geldik, Sinan'ı basketbol maçına götürdüm (Sinan abimin oğlu, 3 yaşında), fakat şerefsiz Fenerlilerin maçı varmış, kalabalık kıyametti, giremedik, bu namussuzların olduğu heryerde kargaşa oluyor, delirdim sinirden. Eren, sen hangi takımı tutuyorsun bu arada?
cevap açık ve net ama bir titrek:
- Tutmuyorum abi....
Evlenmeye karar verdik, zaten aileler tanışıyor, hatta öyle ki, ben kayınvalideme Suna Abla demeye başlamışım daha evvelden, onu değiştirmiyorum bile. Eren asker, İzmir'de Nato toplantısında ve ama telefonun ucunda benimle, annesi babası bizdeler,
- Derya toplantıya gireceğim, adamlar bekliyorlar, bir dakika lütfen, kız istiyorum diyerek telefona geldim, hadi ama istesinler
- Erenciğim babanla abim maçları konuşuyorlar, bir dakika
- Derya, babamı versene
- Eren saçmalama haha, dur baban başlıyor galiba lafa,
- Yahu eğildim bankonun altından konuşuyorum, rezalet
- Tamam istedi
- Verdiler mi seni bana
- Ay verdiler, hadi baban kahve istiyor
- Seni seviyorum
- Ben de şekerim,
24 Haziran 1985 Cumartesi, evlendik, saat 16:30 da Beşiktaş Evlendirme Dairesi'nde.
24 Haziran 1985 Cumartesi 16:30 da başlayan evliliğimiz 12 Nisan 2003 Cumartesi akşamı saat 21:45 de elinde rakı kadehinle cümlesini bitiremeden sona erdi.
Sonrası büyük bir boşluktu, öyle büyük bir boşluktu ki, boşluk kelimesine yüklenebilen her türlü anlamı fındık kabuğunun içinde biçare hissettirecek büyüklükte bir boşluktu.
Beni hayatım boyunca güldüren erkek, hayatımdan ebediyen çıkarken gülümsetemedi elbette, onu Eren bile başaramazdı, ama ağlatmadı da.
Göz yaşlarımı, o güne kadar başta Eren'in alay yoluyla silmeye çalıştığı, artık reklamlardaki saliselik görüntülerle bile tetiklenecek kadar müsrifçe harcadığım göz yaşlarımı aldı giderken. Çok arada bir, kendini ebedi mahkumiyetten kazara kurtarabilen bazı göz yaşlarım gözümden süzülüveriyorlar kısa bir süre için ama ağlamak bitti. Ağlayamıyorum.
Eren alacağın olsun, hayatta en doğal, en zorlanmadan yaptığım şeyi aldın benden giderken, ağlayabilen Derya yok artık. Bir diğer en "hakkını vererek" yaptığım şey olan kahkahalarıma emanet ettin beni. 18 yıl içinde biriktirttiğin unutulmaz esprilerin, hayatın içinde keyifle zıplamalarınla en içten gülümseme kaynağım olan sen ve sana dair her şeyi döne döne seyredeceğim ve her seferinde asla azalmayan, ha gayret çoğalan bir istekle, gülümseme-kahkaha arası kuliste beni hapsettin, anahtarını da aldın gittin.
Senin bu dünyaya bıraktığın iz GÜLÜMSEME. O izin asla silinmemesi için ben yaşadığım müddetçe üstüme düşen her şeyi yapacağım. Belki o zaman, ileride birgün, bir başka boyutta buluşmak var ise eğer, ağlamama izin verir misin, ağlamamı bana geri verir misin, senin yanında ve nezaretinde...... yapar mısın....
Derya Ongun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Reklamlar : Ne yapmiycez ? |
|
Sayın ebeveynler..
Evladımız okuldan eve gelir gelmez, elini yüzünü yıkıycek, karnını doyurcek.. Açıcek.. Hatta açmazsa napiceksiniz ? Zorla bilfiil açtırıceksiniz..
Çünkü neden ..?
Reklamda ne kadar da kolay söyleniyor değil mi ? Oysa; ülke insanımızın hamuru "kendi aramızda konuşmak" mayası ile yoğurulmuş. Konuşmadan duramadığımız gibi; sustuğumuzda bile ne yapıp edip kaş-göz olmadı el-kol hareketi yapıyoruz. Ne yapalım, hareketli bir milletiz, dünyada eşi benzeri yok tekiz, zira genlerimizin ritmi dokuz sekiz..
Milli Takım soyunma odasına yenik dönmüş, odaya dalıp verilir gazlar...
Milli Takım galip gelmiş, Taksim'e çıkılsın, kurşun eşliğinde çalsın sazlar...
Magazin Dünyası'nda falanca kucaktan filanca kucağa hoplayan kızlar...
Bu devirde bunca bankaya rağmen emekli kuyruklarında yürek hala sızlar...
İhracat artı, döviz taştı, yabancı sermaye, vs.vs. yalandan beyazlar...
Ekonomik kriz kapının zilini çalmış, boşverin oyalansın kazlar...
Düğünümüz var, istemem yan cebime koy misali nazlar...
Her işin başında, her işi havale ettiğimiz yere niyazlar...
Her işin sonunda, laf salatasından oluşan sirkeli piyazlar...
Nasılsa böyle geçer memlektimde kışlar, böyle gelmişti zaten yazlar...
TRT dizilerinde boy göstermeye de hazırlanıyormuş artık yobazlar...
Atatürk'den bahsedenler, ah o haylazlar, yok mu o haylazlar...
Eğitim Sistemi'nde ve müfredatta imamlar, fetvalar, vaazlar...
- Ya çocuklar zararlı şeylere filan girerse ne yapıcağız ?
Yooo yo, evlatlarımızı napicez ? Koruyceğiz... Koruma şifresi niçün var ..?
O onu, bu bunu muhatap kabul etmeyip kaale bile almiycek...
Diğeri berikine tekme tokat arkaya dolaşıp dalmiycek...
Aynı ülkede yaşadığını unutup ayrı telden çalmiycek...
İstifa etmenin dayanılmaz hafifliğinde yek saniye kalmiycek...
Bilmem kaç dönem tepemizde çınar ağacı gibi kök salmiycek...
Oturduğu koltuklarda bilmem kaç dönem çakılmiycek...
Belge yerine maval bulup gözümüzün içine içine okumiycek...
Okumadığı gibi soruşturmiycek, mümkünse bile araştırmıycek...
Araştırmadığı gibi ortalığı arap saçı misali karıştırmiycek...
Asla ince ince eleyip sık sık dokumiycek...
Dokunulmazlıklara cinsel tabu gibi katiyen dokunmiycek...
Zor durumda kaldığında mızıtıp; "Banana ye !" demiycek...
Boğazından ömrü billah bir kuruş haram lokma geçmiycek...
Milletin ardı yamalı iken servet beyanı bildirmiycek...
Herşeyi üstelik en mükemmel biçimde illa ki bilmeyecek...
Ne özü sözüne, ne sözü özüne beş benzemiycek...
Soru soranı derhal oracıkta yaka paça benzetmiycek...
Çocuklar napicek ..?
Beslenicek...
Öyleyse; kendi aramızda ne yapmiycez ..?
Konuşmiycez ..!
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu |
"ARTIK DIRDIR YOK, HORLAMA SESİ DİNLEMEK YOK!"
Prof.Dr.Bilgin Çokbilmiş'in "otomatik çene" icadı
Tanıtım
Bu çene icatı, günümüz çetin hayat koşullarında psikolojik travmaların kadın ve erkek için oluşturduğu konuşma bozukluklarını gidermek için yapılmıştır. Daha çok kadınlar için üretilmiş olup, çok konuşan boş konuşan erkekler için de dizayn edilmiştir. Ayrıca horlayan kadın ve erkekler için çeşidi mevcuttur.
Cihaz üretim aşamasında olup, piyasa koşulları belirlendikten sonra satış bayileri için ayrıca duyuru yapılacaktır.
Kullanım ve Özellikleri
"otomatik çene", en yeni teknolojiden yararlanarak üretilmektedir.
Uzaktan kumanda ile istenilen duruma getirilerek kullanılacaktır. Bu durumlar şöyledir:
Evli erkeklerin çok konuşan kadınları için;
1. Erkekler istedikleri kadar kadınların gündelik konuşma zamanlarını ayarlayabilecek. Sabah, Öğle, Akşam. Üç öğünde kadın, yemek için çenesini kullanabilecek, diğer saatlerde çenesini kullanamayacaktır.
2. Süreler uzatılabilir, öğün arasında kısa zamanlar ayarlanabilir, bu kısa zamanlarda kadın ev oturmalarında süreyi kullanarak, konuşarak günlük hakkını doldurur, akşam konuşmaz. Eşinden isterse daha fazla süre talep edebilir.
3. Günlük süresini doldurmamış kadınlar, akşam evde bekledikleri kocalarına dırdır etmek için hazır olduklarında, erkek çeneyi dilerse kapatacak, dilerse ses kısma özelliğinden yararlanarak başının şişmesini önleyecektir.
4. Günlük süresini uzatmak isteyen bir kadının, süresi isteğe göre uzatılabilir. İsteği yerine getirilmezse doğacak sonuçlardan sorumlu değiliz. Yan etkileri okuyunuz.
Evli kadınların eşleri ve bekar hanımların geveze sevgilileri için;
1. Geveze erkekler gevezeliğine başladığı zaman, yaşadığı basit olayları abartınca, yersiz övünmeye başlayınca, yalan söylediğini hissettiğiniz kişisel benbilmişlik tavırlarında, yani çok konuşup boş konuşunca, çenesinin sesini kısabilir, konuşma süresini kısaltabilirsiniz, hatta dilerseniz kapatabilirsiniz.
2. Evli kadınlar, maç seyreden kocalarının küfürlerini ve olur olmaz bağırmalarını duymamaları için eşlerinin sesini kısabilirler.
3. Alışveriş istekleri olan kadınlar, isteklerine karşı gelen eşlerinin sesini kısabilirler, yüksek meblağlı kredi kartları hakkında kavga başlamadan erkeğin konuşmasını engelleyebilirler.
4. Horlayan eşlerinin seslerini gece yatarken kısabilirler ve çeneyi kapatabilirler.
5. Erkekler hasta olduklarında, yersiz mızmızlanmalarını duymamak için çene sesini kısabilirler ve böylece duymazlıktan gelerek rahat rahat dizilerini seyredebilirler.
6. Bitmek bilmeyen ve abartılarak anlatılan askerlik anılarını dinlemek istemeyenler de ses kısma ve kapatma özelliğini kullanabilirler.
Kumanda kullanımı
Kumandada şifre özelliği mevcuttur, bu nedenle sadece kumandaya sahip olan kişi kullanabilir,
şifreyi karşı taraf öğrendiğinde şifre değiştirme seçeneği olmadığından komple çenenin değiştirilmesi gerekecektir. Çünkü her üretilen çene tek şifre kullanımında programlanmıştır.
Kumandanın çocuklardan uzak tutulması gerekmektedir.
Otomatik Çene Faydaları
Dırdır yok, şikayet yok, kavga etmeye zaman YOK,
dedikodu yok, eski kavgalardan örnekler çıkararak yeni bir kavga yaratmaya fırsat yok, evde sessizlik olacak.
Kabarık telefon faturaları artık olmayacak.
Erkekler maçları rahat rahat izleyebilecek.
Gece yarısı horlama sesi ile uyanmayacaksınız.
Erkekler hasta olduklarında, mızmızlarını dinlemek zorunda kalmayacaksınız.
Vb. gibi faydaları vardır.
Yan Etkileri
Kadın konuşamayınca derdini yeterince anlatamaz ve saldırgan davranışlarda bulunabilir, vucutta şişme, göz bebeklerinde büyüme, sinirlilik görülür. Mutfaktaki eşyalar kırılmaya başlar, ev her gün temizlenir vb. gibi kadınlar için yan etkileri vardır.
Erkekler, duvarlara yapıştırılmış küçük notlarda isteklerin arttığını göreceklerdir. Doyumsuzlukla hazırlanmış büyük alışveriş listesi, sessizlikten istifade kredi kartı harcamalarında artış da erkekler için yan etkidir.
Maç seyreden sesi kısılmış erkeklerin, yiyecek ve içecek talepleri yeterince karşılanmaz.
Konuşma süresinin uzatılmasını isteyen kadınlar, süre uzatılmadığında çene bozukluğu yaşayabilir ve ömür boyu dır dır yapabilirler. Bu durum, kadının bilgisayar ortamında (msn vb.) daha fazla zaman geçirmesine neden olarak da olumsuzluk yaratabilir.
Hamilelerde test edilmemiş olup, duygusal durumları göz önüne alınarak kullanmaları sakıncalı olabilir.
Tavsiyeler
• Bu çenelerin bir facia çıkarmaması için, ev oturmalarına gidilecek günlerde bir gün önceden programı yarın tarihi itibari ile ayarlanarak süresi uzatılması gerekir. Sürenin uzatılması çenenin şarj edilmesi anlamındadır. Bırakın evde değil, dışarıda şarj olsun!
• Çene bakımı ise çok kolay, ayda bir kadın tarafına gidilen ev ziyaretinde süre uzatımı iki katına çıkarılarak ziyarette kadından ayrı odada oturulacak ve böylece çene işlevini tamamlayarak, gerekli pislikler atılmış olacak, paslar sökülecek, daha güzel çalışmaya başlayacaktır. ( işleyen demir ışıldar) Ancak ziyaret sonrası kapıdan çıkarken hemen kumanda ile çene diğer günün sabahına kadar kapatılması gerekmektedir, çünkü ziyaret sırasında çenenin çalışarak kendisini yenilemesinden sonra akrabalar tarafından beyne yerleştirilen yeni haberler, dedikodular sizin canınızı sıkabilir ve tartışma ortamı yaratabilir.
• Yenilenen çene bazen ters tepki verebilir. Süresini yemek yemekten ziyade dırdır için biriktirir ve başınızın etini yiyebilir ama fazla telaş etmeyin kumada sizin elinizde olduktan sonra bu sıkıntılardan kolaylıkla kurtulabilirsiniz.
• Başınıza gelebilecek en kötü durum ise, çenenin olağandışı durumda arızalanmasıdır, üretim hatası olabilir, çözümü yeni bir çene alana kadar başınızda sürekli dırdır olacağı için başınız ağrıyacak, yeni çene taktırmanız gerekecek, taktırmaya gücünüz yoksa sistem kapatılarak eski haline dönülecek ve hayat boyu doğal çeneyi kontrol etmek için duygularınız kumanda olacaktır, sinirleriniz yani…
• Horlama seslerinden bıkan kadınlar, ömür boyu rahat uyuyacaklardır. Ama bazen horlama esnasında boğazına tükürük takılan eşlerini duymazlarsa, çok kötü bir durum olabilir.
• Hasta olan mızmız eşlerin bitmeyen isteklerini bazen yerine getirmemek, iyileştiklerinde harcamaları kısmasına neden olabilir, sizin isteklerinizin de yerine getirilmemesi demek…
Duyuru
Erkekler için olan çenede, şimdilik sadece ses kısma ve kapatma özelliği mevcut olup, kadınlara güzel sözler söyleme programı üzerinde çalışılmaktadır.
Kadınlar için olan çenede, şarkı söyleme programı üzerinde de çalışılmaktadır.
Bilginize sunarım, bol çenesiz günler dilerim.
Saygılarımla,
Prof.Dr.Bilgin Çokbilmiş
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
ne çığlıklar düştü
ne çığlıklar düştü
ne "denizler" geçti bu dağlardan
-ah bir kelam bırakabilseydik-
ne sevdanın ağırlığından
ne ölmek ölüm korkusundan
Erhan Sertbaş
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Gelin öyküler yazalım birlikte. Kimseler beğenmese de biz beğenelim. Gelin karakterler yaratalım belki çok iyi tanıdığımız belki de hiç tanımadığımız ve onları sevelim. Gelin kitaplar okuyalım. Yazanları, yazılanları konuşalım. Gelin kendi öykü atölyemizi kuralım. Sevinelim:) Böyle yazmış editör, davet etmiş hepimizi. İster yazmayı, ister okumayı sevelim ama en az bir kez uğrayalım bu web sayfasına. http://www.ikiciftlaf.net/ Söyleyecek iki çift lafı olan tüm güzel insanlar davetlidir.
http://www.marijn.org/logos/online ilginç bir web sayfası. Tamamen incelediğinizde siz de hak vereceksiniz ama benim size önerim bu kısa yoldaki çalışma. Hani şehir girişlerinde o şehrin adının yazılı olduğu tabelalar vardır. İşte bu web sayfasında öyle bir tabela yapabilmeniz ve bu tabelayı logo şeklinde kullanabilmeniz için online bir çalışma mevcut. Eğlenceli bir deneme için buyurun lütfen.
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|