|
|
|
20 Ekim 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Gomonistler Moskova'ya!.. |
İyi haftalar
Cuma gününün flaş haberini duyunca, baktım herkes bir güleç yüzlü olmuş, doların çıkışını borsanın inişini bile bırakıp gülümsemeye başlamış. Ben de bir tuhaf oldum yalan yok. Boru mu? Ha milli takım Dünya Kupası'na gitmiş ha Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne geçici üye olmuş. Tayyip Bey'i, babacan bakanı bile kutlayasım geldi. Sonrasında ayrıntılar duyulmaya başlandı. Adaylık için birbuçuk yıl çalışılmış, Afrika'dan Asya'ya onlarca memleket gezilmiş, yirmi otuz milyon dolar harcanmış falan. Seçim var denince insanın aklına peki adaylar kim diye sorası geliyor haliyle. Aday diye üç isim zikrediliyor hababam, Avusturya, İzlanda ve Türkiye. İkisi seçilecekmiş. Bizimkiler de merakla milyon dolarlar harcadıkları seçim propangadalarının sonucunu bekliyorlarmış... İzlanda topu dikmiş, İngiltere bütün mal varlığına el koymuş, seçim meçim görecek hali mi var? Yok elbet, geriye kim kaldı? Avusturya, Türkiye... Kaç memlekete seçilecek? İki.. Ve seçiliyoruz. Nereye? Geçici üyeliğe. Ne halta yarayacağını hep beraber göreceğiz. Biliyorum, dün Özdil pek güzel yazmış köşesinde, benimkisini de altına çekilen çizgi niyetine okuyun yeter.
Adil düzen safsatasının yerle yeksan olduğunu görenler dilin bağını da çözdüler artık. Öyle ki insan sessizliği özlüyor. Konuşmuyor, saçmalıyor büyüklerimiz haberleri yok. Veya onların var da dinleyen koyunların yok. "Efendim işte bu iktidarda yolsuzluklar var. 'Ne olmuş, yolsuzluk nerede var, göster bakayım' dediğin zaman ne yapıyorlar; iftira at, tutmazsa iz bırakır. Teknikleri bu. Bu zihniyet kimlere ait biliyor musunuz? Bu koministlere ait, geçmişte koministler öyle yapardı. Ve komünizmin en önemli dayanaklarından bir tanesi buydu. İftira at, tutmazsa iz bırakır. Bakıyorum ki bunlar da herhalde alıntı yapıyorlar." Bu sözlerin sahibini biliyorsunuz değil mi? Tayyip Bey. Hani şu adil düzen diyerek %47 oyla iktidara gelen, birinci dereceden bireysel kalkınmanın babası, halkın en hassas değerlerini kullanarak gaspettikleri paraları yalayıp yutanların yakın dostu, iş takipçisi dişlilerin genel başkanı ve Türkiye Cumhuriyetinin iş yerine laf üreten başbakanı Tayyip Bey. Komünistlermiş!.. İftira atmakmış!.. Hamdolsun, maksat torba dolsun.
Ey ahali duyduk duymadık demeyin, sonra neden o aldı ben almadım diye kapı kapı gezinmeyin. Bütçeye 1.1 Milyar YTL'lik bedava kömür rüşveti için ödenek konmuş. İki buçuk milyon aileye bedava kömür dağıtılacakmış. Benim paramla rüşvet dağıtacak sonra da oy isteyeceklermiş. Yaklaşık bir milyar dolardan söz ediyoruz. Hani şu Irak'ın kuzeyine girmeyeceğiz sözüyle çaktığımız imzanın karşılığı olan bir milyar dolarlık ABD hibesi benzeri. Al parayı dağıt oy karşılığı. Ben hakkımı helal etmiyorum arkadaş. Benim paramla hovardalık yapıp parsa toplayan bütçeye de onay vermiyorum. Kimse takmaz onu da biliyorum ama en azından kendi kendimin sırtını sıvazlayabiliyorum. Ona da şükür.
Epeydir beklenen dava bugün başlıyor. Sonunda ergene kimin konduğunu anlayacağız Allahın izniyle. Hepimize hayırlı haftalar, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
FARKLI KADIN!
Kaç kadın diyerek düşündü. Kaç kadın? Niceliğini kondurmak istemediği niteliklerde aradı sorusunun cevabını. Soru kolaydı ama cevabı can yakıcıydı ona göre. Çünkü cevabındaki miktarın yükü taşınamayacak kadar ağırdı. Kolay mıydı birilerinin sınıflandırdığı tiplemenin arkasında, önünde, sağında, solunda her yerde olduğunu görmek. Ve bu büyük çoğunluğun hiçbir yerinde olamamak. Olmak istememek belki de. Ergenliğin kuytularında gizli "ben farklıyım" isyanıydı içinden yükselen belki de. "ben farklıyım"!
Aynanın karşısına geçip kendini tanımaya çalıştığında sorduğu soruydu "ben nasılım" sorusu. Kendini uzun uzadıya incelediği saatler ilk gençlik yıllarının aşk günlerine düşüyordu. Saçının her bir teline umutlu kalbinin titrek elleriyle dokundu. Platonik bir hayal gördü aynadaki gözlerinde. Gördüğü hayali kalıcı kılmak için altını sürmeledi gözbebeklerinin, hayal değil gerçek demek istercesine. Duygularının yanık pembesi pul pul döküldü allık niyetine yanaklarına. Yaşadıklarına aşk dendiğini öğrendiğinde kırmızı bir imza attı elindeki rujla dudaklarına.
"O" nu gördüğümde her şey donuklaşıyor, bir "O" kalıyor canlı yaşamda sanki diye düşünüyordu. Donuklaşan her şeyle birlikte kendi de tutulup kalıveriyordu karşılaşma anlarında. İçinden bütün duygular feryat figan bağırarak dışarı çıkmak istese de kalın bir parmaklık engel oluyordu doludizgin akmaya çalışanlara. Parmaklığın adı korku!
Kendini bildi bileli tanıdığı bütün duyguların bambaşka şekilleriyle tanışıyordu. Evdeki oyuncaklarına bakarken duyduğu sevgiyi duymuştu önce, hep oynamak isteyişinde gizli. Komşunun çocuğuyla paylaşamadığındaki kıskançlık gibiydi hani bazen. Kendinden izinsiz kullanılmasındaki öfke gibiydi. İlla ki "O" benim diye düşündürten hırsı ya da. Oyuncaklarıyla birlikte olduğundaki mutluluk gibi mesela, oynarken kırıldığında onarılamayacağını düşündüğü korku gibi ya da. Bütün duygular vardı bu garip aşk oyununun içinde ama bütün duygular tuhaftı. En güzeli bile bazen çok canını acıtabiliyordu, en kötüsü de durduramıyordu insan durdurmak istediğinde. Bütün duygular sonu belirsiz bir yol gibi uzayıp gidiyordu. Ne kendini durdurabiliyordu bu arkadaşı bol sonu belirsiz yolda, ne de duygudan arkadaşlarının kışkırtan fısıltılarını.
Durmadan aynada buluyordu kendini. Adı parmaklık olan engellerden biriydi yüzündeki sivilceler. Öyle ya "alnımda ergenlikler ilk aşkı simgelermiş" diyordu zaten şarkı ve şarkılarda yoldaş bulmayı öğreniyordu ağır bir yükle demlenen yüreğine.
Durmadan aynada buluyordu kendini. "Ben nasılım" ı arıyordu gözleri. Oyuncaklarının yerini alan yeni oyununun kahramanında gizliydi aradığı cevap. Altı sürmeli gözlerinde, duyguların pembesi düşmüş yanaklarında, titrek ellerle örgülü saç tellerinin umudunda "ben böyleyim" dercesine imzalıyordu kırmızı bir renkle dudaklarını.
"Ben nasılım" ın yerini "ben böyleyim" e bıraktığı anda hazır buldu kendini. Kendine arkadaş olan duygularıyla seçti oyun kostümünü.
Evden çıkarken annesine babasına takıldı gözleri. Onların gözleriyse inanamadı karşısındakinin genç kızlığına. İlk doğduğu, ilk konuştuğu, hayata ilk adımlarını attığı gün düştü ikisinin de aklına. "Zaman" kare kare akıverdi gözlerinden. Uzunca bir filmin hızlı çekimi gibiydi hafızalarından süzülen. Artık zamanı yavaşlatma isteğinin sözcüleriydi belki de şakayla karışık söylenen uğurlama sözcükleri: "Film bitince çabuk gel, özleriz biz seni."
Ve işte sinemanın önündeydi arkadaşları ve "O". Birkaç dakika geç kalmıştı "ben nasılım" ın aynadaki uzatmaları yüzünden ama yetişmişti işte aynı sorunun her biri kendi kahramanı olan arkadaşlarının yanına. Her şeyin donuklaştığı ve kendinin de donuklaştığı bir yeni an daha yaşıyordu. Etrafta şu arabaların sesleri de olmasa kalbinin sesini herkes duyabilirdi. Ama iyiki sinema ana bir cadde kenarındaydı. Onlara iyice yaklaştığında kalbi duracak sandı. Bütün duyguları bir kere daha feryat figan dışarı çıkmaya çalışıyordu. Daha öncelerinde kalın bir parmaklık olan korkuyu susturmak için giydiği yüksek topuklu ayakkabılarıyla kadınsı bir adım attı donmuş bur görüntünün içine. Sonra bir şey oldu. Donmuş görüntü kaymaya başladı gözlerinden. Kulağına gelen bir "taaak" sesiyle kendini donmuş görüntünün içindeki arkadaşlarının ayaklarının dibinde bulması bir oldu. "O" nu görünce başka şeylere körelen gözleri önündeki koca kaldırımı da görmemişti. O koca kaldırım bir tokat gibi uyandırıvermişti onu ilk gençliğinin aşk rüyalarından. Asıl darbeyse "O"ndan, ilk gençliğinin "aşk"ından gelmişti. "Ne gerek var ki böyle ayakkabılara, boyalara, televizyondaki tipler gibi!" diye bir mırıldanma yapışmıştı kulaklarına. Arkadaşları kendisini yerden kaldırmaya çalışırken "O" hayatındaki örnek erkeklerin kadınlara savurduğu kendi korkudan parmaklıklarıyla sesleniyordu kendini tanımaya çalışan, tanımlamaya çalışan bir kadına! Hayatındaki örnek erkeklerden öğrendiği sevginin ifadesi, kendine güvensiz, korkularının homurtusu, tuhaf bir sevgi diliydi kullandığı. Kim bilir belki "O" da erkek olmayı öğreniyordu hayatındaki örneklerden.
Arkadaşlarına kollarından tutup kalkmasına yardım ederken utanç dolu bir "iyiyim" sözcüğü döküldü kırmızı imzalı dudaklarından. Ayağa kalktığında birkaç dakika içerisinde üstünü başını toplayıvermişti. Filme girerken dışarıdan her şey derli toplu görünüyordu, içindekiler dışında! "O"nun sözlerini duyduğunda, kaldırıma çarpıp düşen bedeninden kat kat daha ağır bir şeyler dökülmüştü içindekilerden, yol arkadaşlarından. Kendinden emin bütün duyguları saçılıvermişti dört bir yana.
Film başladığında, bittiğinde, eve giderken, evde, hep o söz takılı kaldı zihninde. Düşerken duyduğu: "Ne gerek vardı ki böyle ayakkabılara, boyalara, televizyondaki tipler gibi…"
İlk başlarda hissettiği utancın yerini yeni bir şeyler almaya başlıyordu tüm benliğinde. Kendi benliğini tanımaya, anlamaya çalıştığı ve kendince kırmızı imzalı adımlarını yaralayan günlerine düşüyordu "O"nu anlamaya çalışmak. Daha kendini tanımadan "O"nu tanımak… Ve "O"nu tanıyıp anladıklarıyla kendini anlamlandırmak!
O günlerde "O"nu tanırken öğrenmişti kadınların sınıflandırıldığını. Kimine popüler kültür; kimine alt kültür; kimine yükselen; kimine alçalan; kimine dergilerle, çikolatalarla avunur denilen; kimine sevgi ibareleri yapıştırılıp erkeğin kalbinin coğrafyasını ısıtabilmekten söz edilen… Kadının değerini güya kendisinin düşürdüğünü ifade eden bir sürü erkeksi sınıflamalarla tanışıyordu. Erkek egemen bir dünyanın kadını böldüğü, ayırdığı, yıllardır bölük pörçük ettiği kadın zihni gibi, niteliklerine göre niceliklerine ayırıyordu kadınları. Ve her yeni öğrendiği bilgide içinden durmadan sanki "O"na haykırırmış gibi sessiz çığlıklar yükseliyordu: "Ben Farklıyım" la başlayan. "Ben farklıyım ilk gençliğimin aşkı, ben o bildiğin televizyondaki kadınlardan değilim.
Oysa ki kadın, kadındı işte. Avunabilmeyi kimi bir çikolata, kimi bir erkek, kimi de kitaplarla yapıyordu. Kimi saçıyla oynuyordu yeni başlangıçlarında, kimi evini-odasını-dünyasını şekillendiriyordu. Kimi bir erkekle bütün, kimi işi, kimi çocuğu, kimi de balkonundaki çiçekleriyle bütün oluyordu. Aslında kendi yaşamlarıyla birlikte illa ki bir erkek olmasa da yüreğini ısıtabilecekleri bir kendinden başkalık vardı mutlaka hepsinin yaşamında. Ve aslında kadın olabilmek başka kadınları anlayabilmekti biraz da… Başkalarını anlayabilmenin yolu ise önce kendini anlayabilmekten geçerdi.
Kadınların sınıflandırıldığını öğrendiğinde bu gerçeği öğrenemeyecek kadar küçüktü yaşamı. Ve başka kadınları göremeyecek kadar "O"ndaydı gözleri. "O" ise erkekliğin muamma olduğu, kendi gerçeğine körelmiş gözleriyle kadını sınıflandırmaya çalışarak ezik egosunu durmadan tatmine uğraşandı. Kendi içine kör olduklarını tamamlayamamanın çabası yansıyordu etrafındaki kadınlara. Her yarım olan gibi, yarım ve ezikti o da ve etrafındakiler de yarım kendi gibi, yarım ve ezik olanlardı.
Artık durmadan aynaya baktığında "O" gibi düşünen bir kadındı. Aradan yıllar geçtiğinde bile hep "O" gibi erkekler düşledi. Hep "O" gibi erkeklere yöneldi. "Ben nasılım" sorusunun cevabını "ben böyleyim" yerine "O'nun istediği gibiyim"e bıraktığı ve çığlık çığlığa "ben farklıyım" dediği zamanlarda hep ezik ve hep yarım kaldı. Hep bir erkeğin kalbini ısıtmaktan söz etti, tatlı dilli kadın olmak gerektiğini düşündü. Başka kadınları niteliklerine göre niceliklerine ayırırken kaç kadın diye başka kadınlara sivri dilli göndermeler yaparken aradığı erkeğe tatlı dilli adımlarla yaklaşmaya çalıştı. İçi yarım bir erkeğin, dil ne kadar tatla dolu olsa da, içini doldurmaya yetmedi. İçi dolmayan, hiç ısınmayan bir yürek yanındaki kadını da ısıtamadı. Kendileri gibi hep buruk ve yarım sevdalara soluk kırmızı imzalar attılar. Sevdalar yarım kaldıkça başka kadınlara sivri dilli göndermeler yaptı. Başka kadınların üzerine basarak aradığı "O" erkeğe ulaşmaya çalıştı. İçindeyse ergenliğinin, ilk gençliğinin kuytularında gizli, bir sinema önünde yerlere dökülen duygularının çığlığı vardı: "BEN FARKLIYIM"!
Buket Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Korku Oyunu, Perde Arası ve Sahne Işıkları
Mutsuzum.
Şu an kesin olarak bildiğim tek şey bu. Öyle mutsuzum ki insanların mutluluğuna göz dikiyorum. Utanıyorum kendimden.
Hiç kıskanç değilim derdim eskiden. Kıskanıyorum ama baksana; insanların mutlu olmalarını kıskanıyorum, sensiz can çekişirken burada. Öyle berbat bir yalnızlıkla acı çekiyorum ki...
Yalnızlık!
Ne değişken bir kelime…
Sensizlik mi bu?
Evet, sanırım.
Gelince gidecek mi bilmiyorum.
Bekliyorum.
Sonsuzluğumu bekliyorum.
Sen misin o sonsuzluk bilmiyorum. Sen olmanı istiyorum içten içe. Sensen eğer yakın gibi beklediğim. Değilsen eğer sonsuzluk sürecek bekleyişim.
Tüm korkum bundan, biliyor musun?
Sonsuzluğum sensin şu an, sanıyorum.
Ama senin sonsuzluğun ben değilsem ya? Senin mutluluğun, senin bekleyişin...
Ya ben değilsem özleyişin? Ya ufak bir hevessem senin için? Saf bir çocuk belki de gönül eğlendirdiğin...
Ya gerçek değilsem senin için?
Bekliyorum. Zaten yapabildiğim başka bir şey de yok şu an için. Yine bana bebeğim demeni bekliyorum. Üşüdüğümde yanımda olmasan da, olamasan da varlığınla beni ısıtmanı istiyorum. Havalar da soğuk gidiyor hani şu sıralar. Önemli olduğumu hissetmek istiyorum. Önemli olduğunu bilmeni istiyorum.
Korkuyorum.
Delicesine korkuyorum hem de.
Bilinmezden korkuyorum. Senin için anlamımdan korkuyorum. Anlamsızlığımdan...
Seni kaybetmekten korkuyorum. Kaybedeceğim kadar benim olmamış olabileceğinden korkuyorum. Beni bir bütün olarak kabul etmediğinden korkuyorum. Çabuk başlayan her şeyin çabuk bitmesinden korkuyorum. Dayanamayacağımdan korkuyorum.
Düşünmek o kadar ağır geliyor ki. Gel artık istiyorum. Sessizliğinle cevapla tüm sorularımı, sil bütün korkularımı.
Ama korku ya bu hani, bunu yapamayacağından korkuyorum. Yapamayacağından değil aslında. Yapmak istemeyeceğinden korkuyorum.
Her şeyin bir oyun, bir yanılsama olmasından korkuyorum. Bir sahneydi belki olduğumuz yer, biz iki karakterdik belki de. Işıklar kapandığında iki iş arkadaşı soğukluğunda olacağız, kim bilir?
Işıkları sürekli yanık tutmaya gücüm yok, biliyor musun? Güçsüzüm ben.
Kapanmalı belki de ışıklar.
Perde arasındayken biz, perde bir daha hiç açılmamalı.
Işıkların birden sönmesine dayanamam çünkü.
Korkuyorum.
Neden biliyor musun?
Ben sahneye kendimle çıkmışken, senin rolüne bürünmüş olmandan korkuyorum. Aynı gerçeklikte olmayışımızdan.
Yine de bekliyorum çaresizce açılmasını perdenin. Çünkü karakteri de sensin bu oyunun, yönetmeni de senaristi de ışık teknisyeni de.
Işıkların açık durması senin elinde.
Kızarsın belki yönetmenliğinle, senaristliğinle. Yazdığın karakteri sorgulamamalı oyuncun. Kendini sahneye katmamalı büyük ölçüde.
Bir oyun mu sahneliyoruz gerçekten, yoksa gerçekliğimizi mi oynuyoruz? Bunu bilmeye öyle ihtiyacım var ki.
Oyunu anlamadan karakterime bürünemem değil mi?
Hâlâ korkuyorum. Seni incitmekten, kaybetmekten korkuyorum. O kadar saf ve temizdin ki, seni kirletiyorum.
Gel istiyorum artık. Yoruldum beklemekten.
Bitsin bu sonsuz ara, açılsın artık şu lanet perde...
Eda Ovacıklı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Arzum Günay Bir buz dağı gibi üstüme çöken |
|
Bir buz dağı gibi üstüme çöken,
Elmaslar tenime batmadı mı sanıyorsun?
***
Sabahladım sevgilim. Sesini duymadan sabahladım. Özlerken bir üşüdüğümü anımsadım, birde yittiğimi.
İlk tanıştığımız yeri hatırladın mı? Uzun bir bekleyişti, sonra sen geldin uzun yollardan. Yanıbaşımda gözlerin gözlerimi arıyordu. Ben siyahlara bürünen kırmızı başlıklı bir kızdım sen ise yorgunluk çökmüş gözlerinle halsizdin.Sustum sadece ' iyiyim ' diyebildim koluna girerken.Sonrası gidilen mekanlar , yenmiş yemekler ve içilen çaylar kaldı müzik eşliğinde. O zaman mavi gözlerine aşık olmuştum işte , memlekete kar yağarken.
***
Bir gri buluttu üstüme düşen ,
Tutsam ellerime yapışacaktı.
Koy verdim gitti , en sakin zamanda
Avuçlarımın içine yerleşiverdi.
O sevdaydı , hasretti , şefkatti…
Üçünü bulduğum muazzam bir fırtınaydı…
Adı AŞK 'tı.
***
Memlekete kar yağarken almıştım ilk evlilik teklifini. Yüreğim üşümüştü ellerim boynuna sarıldığında.
Beraber edinilen arkadaşlıklar , paylaşılan sohbetler oturtmuştu rayına ilişkiyi…
Şimdi ne zaman ondokuzocakikibinsekiz 'i düşünsem ellerimin terlediğini hissediyorum.
Seni bir kez değil sayılamayan sayılar kadar seviyorum. Hayatıma renk verdiğin için , kaprislerimde çekilip yoklukları oynamadığın için , farklı düşüncelerde ortak payda çözümü bulup bana katlandığın için teşekkür ediyorum.
AŞK , görülen fiziki yapı değilmiş , yürekmiş , beraber olduğunda alınan etkileşimin hiç bitmemesiymiş , elini tuttuğunda terlemekmiş utanarak. AŞK öyle bir şeymiş ki kapatılmadan uyunan uykuların tatlı horlamasıymış.
Sevgiyle Kalın , Yüreğinizden Sıcak Gülümseme Eksik Olmasın.
Arzum Günay arzum@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç NEFESİ GÜL KOKAR ÇOCUKLARIN!... |
|
O yumuk ellerinle selamla kutlu geleceği çocuk!... Sonsuzluğa sen de bir çengel at. Dantel dantel işle yarınların düş yorganını. Sevinç gözyaşların sulasın bahçemizdeki gonca gülleri. Yüreğindeki aydınlığın ışıltısını göklerimize ver. Dağılsın başımızın üstündeki kara bulutlar. Sen tohumlarında ve tomurcuklarında nice çınarlar saklarsın!... Sevgi merdiveninle bulutlara değer başın. Kâinatı kuşatan düşlerinde ve gecelere sığmayan rüyalarında ışığını dünden alıp yarınlara taşıyan koca bir gelecek saklıdır. Senin uçurtmalarındır bizi çocukluğumuzun gizlerine taşıyan. Uçurtma değil, sanki hatıralardır gök boşluğunda nazlı nazlı sallanan… Onlar şimdi sevgiyi, hoşgörüyü ve umutları taşıyor masmavi göklerimize. Eksik kalan yanlarımızı tamamlıyorsun güzel çocuk!... Düş yırtıklarımızı yamalıyorsun.
Senin, kelimelerle bir derdin olmaz ki güzel çocuk! Lügatinde sevgi, saygı ve hoşgörü başköşede yer bulur kendisine. Aynalarla dosttur süt kokulu yaşın ve gökleri delen o mağrur başın. Sevmelerin ve gönül vermelerin karşılıksızdır senin… Coşkun akar içinde büyüttüğün sevgi ve muhabbet ırmakların. Suskunlukların bile en büyük çığlıktır duyarlı kulaklarda. Senin yürek yankılarında gizlidir yarınların gölgesi. Bugünü kavrayabildiğince, hayatın sırlarını anlayabildiğince mutlu olacaksın. Yarının dünyasında 'keşke'lerin olmayacak senin.
Senin gül kokulu dünyanda barut kokularına yer yok besbelli. Kan kırmızı ırmakların suyunu ta tepeden kesmek için doğdun. Dünyaya demokrasi dersi verdiğini sanan fakat bunda ikmale kalanlara, demokrasi renginde zulüm getirenlere en büyük dersi vermek için teşrif ettin dünyamıza. O gül kokulu nefesin bastırdı iğrenç barut kokularını. Gelişin milat olacak içimizdeki altın kaideli putların devrilmesi için. Gerçekler süslü kelimelerin ardına saklanamayacak bundan sonra. Sen haykıracaksın mazlumların yüreklerine gömdüğü münzevi çığlıkları. Mazinin deriliklerinden bulup çıkaracaksın yaşamın el değmemiş güzelliklerini.
Aklın tutsaklığından Hakk'ın nuruna sığınacaksın zaman bahçelerinde dolaşırken. Senin küçük dünyanda nice galaksiler saklıdır. Siz büyüdükçe bizim de hayallerimiz, yarınlara dair umutlarımız büyüyor, güven bir sarmaşık misali sarıyor gönül ağacımızı. Sizler büyüdükçe bizler küçülüyor, zamanın çarklarında iyice ufalıyoruz. Sırtında altın bir gelecek, kurşundan ağır bir dünya taşıyorsun sen. İzin verme dünyanı kirletenlere. Başlarında patlasın bombaları, barutları. Yüreğinde gül yüzlü isyanlar büyüt suni dünyalarına teslim olmamak için… Seni açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmek isteyenlerin önüne dikil o pörsümez çelik iradenle. Dününe, gününe ve önüne sahip çık, balık hafızası taşıma ne olur… Diri ve iri ol lokma lokma yutulmamak için… Demir gibi ol ki seni yutmak isteyenlerin azı dişleri kırılsın.
Aslında kimliği de, devleti de yoktur çocukların. Kimlikleri, sevgi ve hoşgörüsünü kaybetmemiş insanlıktır; devletleriyse bütün dünyadır. Dünyayı paylaşma, kapitale konma gibi bir dertleri de yoktur sevgi tomurcuklarının. Zira sevginin adresidir onlar. Masumiyettir onların posta kodu. Ne sırlar saklıdır donuk bakışlarında. Çocuk renkli bir dünyadır ruhun aynasında. O aynaya bakan, geçmişini görür orada. Kanat çırpar yarınlara, umuda.
Elleri toprak kokar çocukların. Güneşedir karanlıktan kaçan, aydınlığa varan yolculukları. Gönlünde keder barınmaz çocukların. Rüzgâra verirler bütün tasalarını. Eğilmezler, bükülmezler, kırılmazlar, dik dururlar zamana karşı. Yoksulluklarının bile farkına varmazlar çok kere. Her biri bir yıldızdır uçsuz bucaksız göklerde. Nefretleri ve kırgınlıkları camdaki buğu kadardır. Her mevsimde açarlar, baharı beklemezler çiçeklerini açtırmak için.
Sen koptun ya dünyamdan ey çocuk, büyük bir boşluktu bıraktığın… Mutluluklar pazara düşeli beri kalmadı deliksiz uykularım. Rüyalarıma sığmayacak kadar büyüdün sonraları. Beton binalar senin hissiyatını da kalıba koydu ne yazık ki!... Işığın kaynağı sandın kendini, güneşe döndün sırtını. Dünyalık senin de bürüdü gözlerini, gökyüzündeki rengârenk uçurtmaları bile görmez oldun. Sırların deşifre oldu aynalarda. Aynalar cam kırıklarına, cam kırıkları can kırıklıklarına dönüştü. Ben senin o yumuk yumuk ellerini, çocuk halini sevdim.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
KIŞ
Bayramiç'te,
Arnavut kaldırımlar çıkılınca varılan tepecik evinde
Soğuk bir kış günü
Kırmızı ataol şarabım önümde
Yirmisekiz sene önce yazılmış devrim yazısı üstüne sürülen tüm boyaları eritip atmış
Fırtına var
Kazdağı güneşin binbir renkli çiçeklerini vereceği baharı bekliyor umutla
Öğrenci uyuyor, umutlu Kazdağı kadar
Kedi kapının pervazına sinmiş
Ruzgar türküsünü söylemekte
Görkem Yanık
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Gelin öyküler yazalım birlikte. Kimseler beğenmese de biz beğenelim. Gelin karakterler yaratalım belki çok iyi tanıdığımız belki de hiç tanımadığımız ve onları sevelim. Gelin kitaplar okuyalım. Yazanları, yazılanları konuşalım. Gelin kendi öykü atölyemizi kuralım. Sevinelim:) Böyle yazmış editör, davet etmiş hepimizi. İster yazmayı, ister okumayı sevelim ama en az bir kez uğrayalım bu web sayfasına. http://www.ikiciftlaf.net/ Söyleyecek iki çift lafı olan tüm güzel insanlar davetlidir.
http://www.marijn.org/logos/online ilginç bir web sayfası. Tamamen incelediğinizde siz de hak vereceksiniz ama benim size önerim bu kısa yoldaki çalışma. Hani şehir girişlerinde o şehrin adının yazılı olduğu tabelalar vardır. İşte bu web sayfasında öyle bir tabela yapabilmeniz ve bu tabelayı logo şeklinde kullanabilmeniz için online bir çalışma mevcut. Eğlenceli bir deneme için buyurun lütfen.
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|