|
|
|
23 Ekim 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Binbeşyüzüncü Sayı!.. |
Merhabalar
Dün bütün günü Google tarafından organize edilen bir seminerde geçirdim. Görüp duyduklarımın sizi ilgilendiren yanlarını ileride sizlerle paylaşacağım. Şu kadarını söyleyeyim, yakın bir gelecekte bilinçsiz ve yetersiz aramalardan tamamen arınmış, hedefi onikiden vuran arama, bulma ve tüm bu olanakların paralelinde reklam yayınlama olanaklarına kavuşacağız. O zaman da hem içerik sağlayan hem de kullanıcı açısından doyurucu bir mecradan rahatlıkla söz ediyor olacağız.
Aslında bugün Kahve Molası ve benim için ilginç, ilginç olduğu kadar da güzel bir gün. Şu anda okumakta olduğunuz sayı tam 1.500'üncü KM sayısı. Bu sizler için küçük bir ayrıntı olabilir ama benim ve nacizane Türk İnternet Camiası için önemli bir durum. Bununla ilgili sayfalar dolusu yazıp, saatlerce konuşabilirim ama şu an saatim epeyce geç bir saati gösteriyor ve benim pilim bitmek üzere. O nedenle bugün de kısa kesip kaçıyorum. Kusura bakmayın, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu YAZMAK İYİ GELİR Mİ? |
|
İçinden hüzün geçen şarkılardan yorulmuş kalbim yeterince dinlendi. Yazmak yarayı kanatır mı? Yoksa kabuk bağlar mıyım?
Yazmayalı çok olmuş. Yeniden başlamanın bir yolunu arıyorum. Sadece ninni söylemişim geçen sürede. Dünya dönmüş, dünya durmuş, dünya yanmış, dünya ağlamış. Memleketin yüreği zaten kanıyor.
Kaldığım yerden mi başlamalı, yoksa yeni bir sayfa mı açmalı? Yoksa sözcüklere haydi bulun yolunuzu diye bir el mi etmeli? Çok soru sormak da yorar zihni.
O zaman yeniden yepyeni bir Merhaba,
Uzun bir aradan sonra İstanbul'u görmekten bana kalanla başlayayım o zaman. İki sene sonra bu yaz nihayet İstanbul'daydım. Ama İstanbul'u göremedim.
Boğazın mavisine kavuşamadım, özlemime iyi gelen tuz kokusunu genzime çekip Kız Kulesi'ne doğru bir çay yudumlayamadım.
İstanbul'dan bende kalan tek şey oldu; Yorgunluk. Aklım yoruldu, bedenim yoruldu ve ruhum yoruldu. Bir zamanlar bunca kalabalıkta nasıl yaşamışım dedim. Yaşlanmışım dedim. Dedim de dedim.
On yıldır tek bir kaldırımı kazılmayan, yıkılan her eski yapısı restore edilip tarihi dokusunda yaşatılan, yeşillikler içinde köylük sayılabilecek bir yerde yaşıyor olmanın yabancılığı da bulaşmış ruhuma. Trafiğe yabancıyım, gürültüye yabancıyım, kirliliğe yabancıyım. Ukalalık saymayın, beni tanıyanlar bilirler İstanbul'umun üstünede gül koklayamam ama. İşte orada kocaman bir ama ile kalakalıyorum. Artık İstanbul'da yaşayamam da.
Memlekette olup biteni başka bir cebime atıp taşa, binaya takıldım bu sene. İstanbul'da ne çok bina varmış. Ne çok alışveriş merkezi, ne çok gökdelen. Ve İstanbul bitmezmiş. Yolumuzu Trakya'ya düşürelim dedik cehennem sıcağının ortasında. Yolları da unutmuşum, git git bitmezmiş İstanbul. Topkapı, Bakırköy, Avcılar, İkitelli, Çekmece, Silivri git git bitmedi binalar. Bitmiş binalar, bitmemiş inşaatlar. Git git taş, duvar, beton. Yüzyıllarca çadırlarda gezmiş milletin çocukları betonların içine tıkılıp kalmışız. Ne bir ağaç gölgesi, ne bir yeşil alan. Başım döndü. Sonra yazlıklar başladı. Arka arkaya yazılı yazlıklar, büyük yazlıklar, küçük yazlıklar, ağaçlı siteler, ağaçsız siteler, terk edilmişler, daha içine hiç girilmemişler, öylece yapılıp sıvasız ortada bırakılmışlar, yaz yaz yazlıklar...
Tekirdağ'a doğru güneşe küsmüş günebakanların arasında denize paralel yüzlerce, binlerce ev. Arabadan inip bir nefes almak istiyorum, daha çok tıkanıyorum. Arabanın içi daha havadar. Etraf hep bina dolu, beton dolu. Çanakkale'ye uzandıkça yanmış da olsa o güzelim ormanlar bir nefes verdi bize yeşillikler. Yanmış, yakılmış yerlerin hala burnuma gelen is kokusuna ağladım. Ama ne çare. Yakmaya, yıkmaya, kazıp kazıp yeniden yapmaya bayılan ve hatta bu uğurda rekor kıran bir milletiz.
Uzun lafın kısası, yazın cehennem sıcağında tüm bu betonların arasında boğuldum, yoruldum. Çok soru sordum çok kendime, bunca bina, bunca çarpık kentleşme, bunca düzensizlik adına . Cevabı hala yok. Ama en acı ve en ürkütücü soru hep dilimin ucunda.
Ya deprem olursa? Dost acı söylermiş. Dostum İstanbulum koru kendini. Boğazın mavi sularında ve tek tük kalmış yeşil köşelerinde seninle doya doya görüşmeyi dilerim. Söyle seni kirletenlere üstüne daha fazla beton dikmesinler artık.
Artık dilimde, elimde açıldı galiba. Yazmak iyi gelir mi? Biriktirdiğim tüm soru işaretlerim ile bir bebeğin büyümesinden arta kalan zamanlarımda yeniden geleyim mi?
Sözcükler bitti. Bir daha görüşünceye kadar yeni sözcüklere hazırlanmalı. Harflerin ardından da işaretler yerleşti yuvalarına.
Nokta da buldu yerini.
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BİR SEVDA VARMIŞ… BİR SEVDA YOKMUŞ…
Kayıp bir kentte yaşıyordu babam. Annem onu bulmaya adak adamıştı kendini. Bir bulsaydı eğer; gözünü bile kırpmadan gidecekti ölüme Hz. İbrahim misali. Sevgiden, sevdiğinden uzak olmanın ne demek olduğunu ondan iyi bilen yok ona göre. Ya ben? Ya benim sevdiklerim? Belki kayıp bir kentte yakışıklı bir aşkım yok benim, ama ben de severim! Benim de yüreğim aşk diye atar ve benim de içim tutuktur sevdaya… bunu kim anlar, sevdiğimden başka?... ya da, sevdiğim anlar mı ki? Bazen yitik bir ezgi olur aşk dudaklarımda ve ben durmadan aynı şarkıyı söylerim. "bir sevda varmış… bir sevda yokmuş…".
Hızla tükeniyor sigaralarım. Çakmağımın gazı bitmek bilmiyor oysa. Bu, tezatlıktan da öte benim için. Kafa karıştırıcı bir trajedi-m ya da… abartılarım arasında benim hayatım da boşluklarda. Güven yok. Umut, var olmaya adımlarda… İnci Aral'ın dediği gibi; "içimden kuşlar göçerken" zaman zaman, zaman olur geriye döner kırlangıçlar gittikleri yerlerden. Ben yine de sevinemem. Bilirim çünkü, yeniden gidecekler…
Gelincik çiçeklerini yemekten büyük haz alırdım küçükken. Onları yedikten sonra, gelin olduğumu hayal ederdi sınırsız zihin gücüm. Olmazdım ama. Sadece bir sanıdan ibaret olurdu, beyaz bir tül ve yüzümü örten incecik ama kocaman duvak. Damat yok ortalarda. Ya da bir ağaçtan seslenirdi bana; "gel, burada dut var!"… O zaman Havva gelirdi aklıma. Yasak meyveyi yedikten sonra cennetten kovuluşu. Yediği elma kırmızı mı yoksa yeşil miydi?
Anlamsızlıklar ülkesinde, delice anlam arayan minicik bir kız gördüm geçende. Odamda ve benim aynamda bana bakıyordu iri gözleriyle. Önce tanıyamadım. Bilemedim kim olduğunu. Sonra, baktım da; uzun yıllardır tanıdığım bir yüzdü bana bakan. Ben! Meğer, zaman geçtikçe o kadar uzaklara gitmişim ki kendimden… kendimden bile bihaber olmuşum yıllarca. Kendini tanıyamamak ne demek Allah aşkına?!
Gül Çakır gulcakir9@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"HİÇ OLMAK" ile" HİÇ" aynımıdır?
"Her şey olmak isterken
HİÇbirşey olamadım"
(Cyrono Bergerac)
Kahveci Bn. Seçil Yılmaz'ın "Hiç Olmak" yazısını okuyunca taslak halinde aylardır defterimde bekleyen HİÇ kelimesini mizah yüklemi içinde dizgiye sokmak gereğini duydum.
" HİÇ olmak " ile HİÇ'in cümle içinde kullanılması ve deyimlere girmesini bir tutmamak gerekir. HİÇ'yokluk ifade eden bir kelime olarak algılandığında HİÇ OLMAK-*Yok olmak * gibi bir sonuca bizi götürebilir. Aslında bu deyiş, boş olan bir iç dünya, gayesiz ve belirtisiz bir yaşam vurgusudur. İngilizce de NOT EVER-NEVER olarak geçmektedir. Bu kelime Farsçadan dilimize konuşlanmış olup, yalnız başına güçsüz, zavallı bir kelimedir, dilimize de bedavadan anlamsız bir biçimde girmiştir. Söyleyecek veya cevaplamakta sıkıntı çekilen durumlarda vaziyeti idare etmek için kulanılagelmesi, bazı kişilere kolaycılık doğurduğundan bayağı rağbet görmüş ; iyice dilimize yerleşmiştir.
Anlı şanlı , hatipliği ile ün yaptığı söylenen bir Devlet Büyüğümüz "HİÇ yoktan istikrarı bozdular" diyerek zevahiri kurtarmaya kalkmış ancak dil bilimi yolunda çok büyük hata yapmıştır. Şöyleki HİÇ ile" Yokluk" kelimesi aynı anlamı içerir. Zira, burada yok olan istikrara, bir de HİÇ kelimesi ile eklenerek sanki vardı da HİÇ-liğe mahkum edildi gibi bir anlam yükleme uyanıklığı yapılmaktadır. Kanımca ifade "HİÇ yere" şeklinde kullanılmalıdır. "Yok yere" deyişi de uygundur. Sonracağazım, yetti gari bu ka , seen ne been ne bu tahli-li azam. Lazım bir fıkra yazam. Ol ki , ilim fikir demektir, alim kendin bilmektir. (Ne ka kaçınsam da zikrimin derinliğini aşamıyorum, felsefe benim tabiatım sanki!)
Şu bizim Temel ile Fadime arasındaki dialoğ ne güzeldir:
Kasabaya luna park gelmiş. Fadime büyük bir hızla dönen salıncaklara binmek isteyince Temel "Olmaz donun gözükür"diye izin vermemiş. . Fadime simit almak üzere Temeli büfeye gönderir. Temel dönünce bir de bakarki Fadime salıncaklara binmiş, kızgınlıkla "Ben sana ne demiştim in aşağıya" deyince Fadime "Kızma canım görünmez-görünmez! Donumu çıkartıp bindim" diye cevap verir. İmdii , ne alaka demeyiniz. İsteyen istediği yere çekebilir bu fıkrayı. Teşbihte hata olmaz deyiverin a canım, ne olur yani...
Gibi gibi meselelerde , cevap vermekte zorlanırsanız , açıkcası cevap vermek işinize gelmez ise , sorulara karşılık HİÇ deyiverin. Derin derin bilgi sahibi olduğunuz düşünülür, bilge insan olarak bile kutsanabilirsiniz. Bırakınız HİÇin ne olduğunu karşındakiler çözsün.
Hele bazıları cevaplarında"HİÇte öyle değil "diyerek önünüzü keserler.
"Peki nasıl?" diye artık soramazsınız.
Okuduğum bir yazıda aşağıdaki cümle beni fena sardı, sizlerle paylaşmadan
yapamadım. HİÇ size iletmeden nokta koyarmıyım.
"Köpeksiz köy buldular, değneksiz geziyorlar"
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç BİR DAĞ(LARCA) DEVRİLDİ |
|
Şiir burçları şairlerin omzunda göklere yükselir. Duygu ve düşüncelerimize tercüman olan şairler dilin bayraktarıdırlar aynı zamanda. Onlar ölünce dil bayrağı düşer mi? Şairin ölümü şiirin ölümü değildir elbette. Şair ölünce eserleri konuşmaya başlar. Şair yarınlara dair sözlerini şiirleriyle ebedileştirir. Şiirler yarınlara yazılan mektuplardır aslında. Okuyucu o mektupları okuyarak dünle bugün arasında sağlam köprüler kurmaya çalışır. O şiir mektupları okunmaz olunca dünle bugün arasında kurulan köprüler atılır. Dilin en güzel numuneleri olan şiirler hayattan çekilince sadece nefes alıp vermekten ibaret kalır hayat.
Şair söyleyecek sözü olan insandır. O, söyleyeceklerini şiirin kalıpları içerisinde az ve öz sözle, sağlam bir dille ifade etmeye çalışır. Kelimeler yoğun anlamlar yüklenir şiirin satır aralarında. Şair manayı yoğuran ve ondan yeni şekiller kuran insandır. Bu şekiller ruh dünyamızda yeni açılımlar kazanırlar. Şiir evreninde yeni dünyalar kurulur her seferinde.
'Şairler az mı yaşıyor?' sorusu hep zihnimizi meşgul eder durur. Şairlerin az yaşadığından yakınıp dururuz hep… Gerçekten de öyledir. Şairler az yaşıyor. Elli yaşını gören şairler o kadar da çok değil. Onlar vereceklerini verip bir an evvel çekilirler iyilerle kötülerin kavgasına sahne olan dünyadan. Durum bu iken çağımızın yaşayan en büyük şairi geçti gözümün önünden. O, bu tezi uzun bir ömür sürerek çürütüyordu sanki. Doksanını aşan, yüze yaklaşan Fazıl Hüsnü Dağlarca'dan bahsediyorum. Keşke yüz yaşını görseydi de şairlerin 'dalya' diyenlerinin arasına alabilseydik onu. Çok yaklaştı ama olmadı işte.
Türk şiir çınarının yapraklarından biri daha hüzünle döküldü toprağa. Ölümü çağrıştıran sonbahar avcısı, dalında sararan yapraklardan bir tanesini daha avladı. Hayatını şiire adayan ve hemen her konuda muhakkak bir veya birkaç şiiri bulunan Dağlarca, adeta bir şiir makinesiydi. Türk şiir kitaplığına birbirinden kıymetli eserler kazandıran bu duygu adamı Cumhuriyet tarihinin de canlı tanıklarından biriydi. Zira Cumhuriyetten daha yaşlıydı kendisi.
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde apayrı bir yeri vardı. Bugüne kadar 138 kitabı yayınlanan şairi büyük küçük tanımayan yoktur sanırım. O, şiirde hiçbir akıma ve edebî gruba dâhil olmamıştı. "Çocuk ve Allah, Daha, Çakır'ın Destanı, Kaçaklar, Çiçek Seli, Batı Acısı, Akdeniz, Üç Şehitler Destanı, Haydi, Aç Yazı, Toprak Ana, Kınalı Kuzu Ağıdı, Mevlâna'da Olmak, Uzay Çağında Olmak, Türk Olmak, Dışardan Gazel, Bağımsızlık Savaşı, Asu, Çukurova, Dört Kanatlı Kuş, İstanbul Fetih Destanı, Çanakkale Destanı, İzmir Yollarında..." adlı kitaplar ondan bize miras kalan dil şaheserleridir.
Uzun ve bereketli bir ömrün ardından aramızdan ayrılan Dağlarca'yı daha çok "Çocuk ve Allah" adlı eseriyle özdeşleştirmiştik. O, bu kitabında çocuklara Türkçenin sade ve gülen yüzüyle seslendi. O, bu kitaptaki şiirleriyle çocuklara kelimelerden yeni dünyalar inşa etti.
Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiir aşığıydı. Adeta şiir için yaşadı. Onun dünyasında şiirin apayrı bir yeri vardı. Duygu ve düşüncelerini şiirin imkânlarıyla geniş kitlelere aktardı. Başka şairler gibi şiirin yanında roman, hikâye, deneme gibi türlerde yazmadı. Sade ve sadece şiir yazdı uzun ömrü boyunca. Şiire sadakati kelimelerle ifade edilecek cinsten değildi.
Dağlarca Türkçeyi en doğal haliyle en güzel kullanan şairlerin başında geliyordu. Onun "Türkçe benim ses bayrağım" deyişi herkes tarafından sevilerek benimsenmişti. O, yaşayan Türkçenin yaşayan en büyük şairlerinden biriydi. Kelimelerle kavgası yoktu, O, kelimelere dosttu, kelimeler de ona. Türkçenin saflığını ve pınar duruluğundaki berraklığını onun bütün dizlerinde görebilirsiniz. Bir konuşmasında kendisini "Yarısı şiir olan bir yaratık olarak" tanımlıyordu. Onun ölümüyle Türkçemiz ta yüreğinden yara aldı.
Hayat-ölüm… Her şey bu iki çizgi arasında saklı… 26 Ağustos 1914'te doğan Fazıl Hüsnü Dağlarca, 15 Ekim 2008'de 94 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. O şimdi Karacaahmet'te belki yeni şiirlerini yazıyordur… Çocuğa, vatana, ölüme, hayata dair şiirler…
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca, 27 Ekim'de şiirlerle anılacak
Şiirimizin çınarı "Ustalara Saygı"da
Etkinlik: Fazıl Hüsnü Dağlarca için "Ustalara Saygı"
Tarih: 27 Ekim Pazartesi
Yer: Melih Cevdet Anday Sahnesi - Akatlar Kültür Merkezi
Saat: 20.00
Şiirseverlere unutulmaz dizeler bırakarak 94 yaşında aramızdan ayrılan Fazıl Hüsnü Dağlarca, "Ustalara Saygı"da anılacak. Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen "Ustalara Saygı" toplantılarının dördüncü dönem ikinci etkinliği, 27 Ekim Pazartesi akşamı, şiirimizin çınarı için gerçekleştirilecek. Faruk Şüyün'ün hazırladığı "Ustalara Saygı" toplantısı Melih Cevdet Anday Sahnesi'nde (Akatlar Kültür Merkezi), saat 20.00'den itibaren takip edilebilecek.
Yaşamını şiire adayan, ilk kitabından son dizelerine kadar hiçbir akıma yaklaşmayarak şiirimizin biriciği olan Fazıl Hüsnü Dağlarca için organize edilen gecede, başrol elbette dizelerin olacak. 15 Ekim'de aramızdan ayrılan ustanın şiirleri; tiyatro sanatçıları Ayşe Lebriz, Cemil Büyükdöğerli ve Cüneyt Türel ile Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencileri Bedir Bedir, Cem Sürgit, Nilay Erdönmez'in yorumlarıyla hayat bulacak.
Gecede Dağlarca'yı şiirler kadar şairler ve şiir dostları da anlatacak. Ahmet Soysal, Enver Ercan, Haydar Ergülen, Refik Durbaş, Ruşen Eşref, Turgay Fişekçi ve Zeynep Oral, ustayla ilgili anıları ve yorumlarıyla Dağlarca'yı konuklara daha yakından tanıtacak.
Ruhi Su Dostlar Korosu da "Ustalara Saygı" toplantısına şairin bestelenen yapıtlarından "Almanya'da Çöpçülerimiz" başta olmak üzere sevilen ezgilerle katılacak.
Ayrıntılı bilgi için:
Faruk Şüyün: 0533 468 30 63
Melih Cevdet Anday Sahnesi: 0212 351 93 84
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
ANNE BALLADI
"Anne!
Yık aramıza ördüğün(m) duvarları."
kanırta kanırta emzirdiğin
iki yana ördüğün sıralı
korkularınla
çek üzerim(iz)den
hüzün yüzlü hatıraları...
ay sarnıca düştü
uzat
solmuş patiskalarını
melanet yağmurları doluyor
gözlerimden içeri
bakışlarım dibe çöküyor...
çek üzerim(iz)den
gün yüzü görmemiş
sana söylenmemiş
bana çok gördüğün /cümleleri...
anne!
anne!
Yasemin Kemaloğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Cep telefonunun zararlarını anlatmak için bas bas bağıranlara inat, kullanmaya devam eden tüm gsm takıntılarının mutlaka seyretmesi gereken bir video http://www.koreus.com/video/telephone-portable-mais-popcorn.html Beyninizin patlamış mısır gibi dağılmasını istemiyorsanız, bu videoyu mutlaka seyredin ve özellikle çocuklarınıza mutlaka seyrettirin.
Ne nasıl yapılır? İster tavsiyelere uyun ister siz de tavsiyelerde bulunun http://hadi-yap.blogspot.com/ web sayfasında ilginç bilgilere ulaşacağınızdan emin olabilirsiniz. Mesela: …Kaliteli banyo ve el sabununu evde yapmak mümkündür. Evde biriken yağ, iç yağ, kuyruk yağı veya bunların karışımı sabun yapılarak değerlendirilebilir. Bu maksatla evvela yağ kaynatılarak süzülür ve 40 dereceye kadar soğutulur. Kostik soda, su ile karıştırılıp kaynatılarak 25 dereceye kadar soğutulduktan sonra, bu iki sıvı ağır ağır birbirine karıştırılır…
Dünya üzerindeki tüm çocukların bilgisayarla tanışmasını ve ister okulda, ister evde; yani her ortamda bilgisayar kullanabilmesini sağlamak amacıyla XO isimli bir bilgisayar geliştirildi. Yeşil renkli bu şirin bilgisayarın bilgilerine http://www.laptop.org/ web sayfasından ulaşabilirsiniz. Sloganları da çok güzel: One Laptop Per Child. Peki bu organizasyon neden Türkiye'de yok diyenlere güzel bir haberim var. OLPC Türkiye Ofisi 2008 başında İstanbul'da kuruldu. Hem de sloganı değiştirmeden: Her Çocuğa Bir Laptop diyerek yola çıktı bu arkadaşlar. Projeyi merak edenler için bir web sayfası hazırladılar http://www.abcdizustu.com/ Aslında bu tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk projesi. Seslerini duyurmak için tanıtım faaliyetlerine başladılar ve hızla devam ediyorlar. Sizler de bu çorbada tuzumuz bulunsun diyorsanız, web sayfalarını inceleyerek işe başlayabilirsiniz. Türk çocuklarının da bu projeden faydalanmalarını istiyorsanız, desteklemekten çekinmeyin.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|