|
|
|
6 Kasım 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : No more Bush!*.. |
Merhabalar
Başlıktaki cümleyi Chicago'da seçim sonuçları belli olduğunda bir genç kızdan duydum. * "Artık Bush Yok!" Galiba seçimin ana fikri bu. Sekiz yıllık Bush yönetiminin yarattığı kaostan çıkma ihtimaline sevdalanan, umutlu, farklılıklardan, eli kanlı Dünya şerifliğinden bıkmış, değişimi özleyen, her haliyle kendini Amerikalı sayan yetmiş milyonun ortak sesiydi duyulan. Obama'nın yaptığı konuşma, her ne kadar yakın zamanda bizden birinden işittiğimiz balkon konuşmasını andırsa da, Dünya barışı için umudu beslemek adına müthişti. Muhtemel yumuşama dönemi tüm Dünyaya hayırlı olsun.
...
Üç saattir Can Dündar'ı izliyorum. Filmden aldıklarımın onun vermek istedikleriyle örtüştüğünü görmekten mutluyum. Filmi görmeden eleştiri rüzgarına kapılmaktan kaçının diyor, başka da birşey demiyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu ÇİVİSİ ÇIKAN DÜNYA |
|
Ortalık yerde karışıvermeli hayata diye bir nefes alıyorum. Kabuğundan çıkmaya çalışan bir salyangoz yolumu kesiyor. Yağmur sonrası biraz temizlenir etraf ümidiyle göğe akıtıyorum gözyaşlarımı.
Nerede kalmıştık? Neden gitmiyordu?
Her sabaha binlerce kez aynı ezberle başlıyorum. Bugün gazetelere bakmayacağım. Kahvemi yudumlarken sadece umutlanacağım.
Olmuyor.
Birileri bir yerlerde yaraya tuz basıyor.
Başka bir yerde abuk ve sabuk, açıklanamayan bir toplumsal çöküş.
Orada kan, yolda kaza, burada gözyaşı, şurada kirli para.
Pandoranın kutusu gibi. Açtıkça içinden lanetler yağıyor.
Durdurun dünyayı inecek var anonsunu yinelemekten bıktım.
Gök delinse temizlenir mi tüm lekeleri dünyanın?
Adam hepimizi Üzdü. Üzmez demişler. Komedi niyetine izlettiriyorlar trajediyi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu da sirke gibi ekşitir ortamı amma ortaya başka bir açıklama kalmıyor. Adam dışarda, karısı yanında gülüyor, çocuk adli raporlara göre beden ve ruhunu lekeletmemiş. Ortalık süt liman. Ama benim ruh sağlığım neden bozuk o zaman?
Yağ yağmur, hala bunların peşinden gidenlere, onlara saçlarını süpürge edenlere, en çok da kirli zihinlere yağ.
Çoktum çocuktum, kafama bir taş geldi hala acırım. Hepimizin çocukluğundan az çok bir taş ıskalamıştır kafayı. Bütün vücuduma taşlar atıldığını düşündüm de. Bir gün yaparlar belki. Güvenim yok. Birgün bir yerlerde beni de taşlarlarsa şaşırmam. Onların nedeni var, çünkü kadınım, çünkü belki de sadece kadınım ve onlar gibi düşünmüyorum. Ve Somali'de yaşı yirmiüç ya da onüç ne olursa olsun elliye yakın adamın üstelik de bin civarında bir izleyici önünde taşlanan Ayşe ile öldüm ben de. Çoktum çocuktum, artık büyüdüm ve taşlar hala canımı acıtıyor. Zina yaptı diye taşlanan Ayşe'nin babası tecavüze uğradı dese de o artık yok. Bedeni taşların arasında kaybolan bir çocuk.
Çocuk. Onüç,ondört, onaltı. Kadın bedenini utanarak karşılayan kız çocuklar. O kadar çoktular ki. Daha dün, onaltı yaşında isminin baş harfleri ve kırmızı nişan kıyafeti ile boy gösterdi üçüncü sayfalarda. Ekonomik krizin, siyasi çöküşün ve kavga dövüşün arasında cılız bir ses. Ama halkın hali gibi acıtıcı. Perişanlık, bitmişlik diz boyu. Anne ve babası biran evvel evlensin diye müstakbel damat adayına tecavüz ettiriyorlar. Kendi kızlarını, kanlarını ve canlarını. Bu nedir?
Yağmur yağ da tüm bu kötülüklerden arındır bizi. Daha önce yağan yağmurlara inat bizi bataklığa saplayan, ayağımızda ve paçamızda çamur lekeleri ile dolaştıranlara inat yağ ve temizle.
Sözcüklerin değil suskunluğun peşinden gidiyorum ve işte bunun için artık yeter diyorum. Umut yeterince güzel bir sözcük artık kirlenmesin. Söyleyin memlekete hala mert, dürüst ve gerçekten namuslu insanlar seni hep sevecek. Kimseler Üzemez seni.
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
YAŞAMIN İKRAMLARI
Hani insan yaşam yolunda yürürken minik dinlenme molaları verir de şöyle bir arkasına bakar. Acaba ne zamana kadar ve ne kadar yol aldım diye. . . .
İşte ben de bu molaların birindeyim. Benim molam her zamankinden farklıydı bu defa... bu gece kendi özümle muhasebe yapmak istedim.
Kosova göçmeni bir ailenin tek ve şımarık kızı olarak izmirde yaşama merhaba dedim herkes gibi elbet. Yaşam okulunda beni nelerin beklediğini hiç bilmiyordum. Ne tahmin, ne tahammül edemeyeceğim olaylar karşısında insan özündeki kriterlerle ne kadarda mükemmel mücadele ettiğini nerden bilebilirdim. . .
2006 yılının kasım ayında helalinden verdiğimiz ekmek kavgamızın tam cıvcıv zamanında yaşadıklarım bir ömre bedel mücadelenin ta kendisiydi. Minik kadınsal sağlık şikâyetlerim her geçen gün artmaya başlamış ve artık ağrı kesici almadan duramaz olmuştum. Nihayetinde doktora gittim ve bir takım yapılan tetkikler sonucunda tanı konulmuştu. Evet doktorum gayet mütevazı tavrı ve alıştırırcasına sorularıyla, o ana kadar hala başıma gelecek kâbus dolu dakikalarımı kestiremiyordum. Ne zaman hastalığımla açıklamalarına başlayıp sıra tanıya geldiğinde herşey bambaşka olmuştu. Konuşmanın akışına göre en fazla kist olayını düşünür olmuş, bir ameliyatlık işlemden sonra herşeyin yoluna gireceğini tahmin ediyordum. Lakin gerçek hiç de o kadar basit olmadığı gibi gittikçe kendini iyiden iyiye hissettirir oldu. Doktorum rahim ve karın zarı kanseri olduğumu söylediği andan itibaren artık etrafımdaki herşey dönmeye başladı, doktorumu anlamakta zorlanıyordum ve vücudum tir tir titriyordu. Buz gibi soğuk terimi bedenimde hisseder olmuştum. Belki yaşadığım bir kaç saniye ya da bir kaç dakika bende artık asır boyutundaydı. Zaten bedenim çok geçmeden bu şoka dayanamamış ve olduğum yere yığılıp kalmıştım. Kendime geldiğimde muayene masasındaydım ve bedenime hâkimiyetimde inanılmaz ve tarif edilmez bir şekilde zorlanıyordum. Doktorum tedavimdeki alternatifleri anlatarak beni rahatlatma çabasındaydı. Ama daha kısa bir süre önce hem eşimin teyzesini hemde kendi teyzemi kanserden kaybetmiştim. Bu yüzden iyi niyetle çabalayan doktorum gözümde tüm inandırıcılığını kaybetmişti. Çünkü her iki teyzemin tüm hastalık evrelerini yakınen yaşamış olduğumdan sonumu çok net tahmin edebiliyordum. Tüm gücümü toplayıp son bir hamleyle doğruldum ve kurtulma olasılıklarımı öğrenmek istedim. Doktorumun açıklamalarından sonra işyerime geçtiğimde artık hiç bir şeyin önemi kalmamıştı.
İşte o ana kadar hep gözardı ettiğimiz asıl servetin sağlık olduğunu geç olsa da anladım. Kafamda tek bir hüzün yüreğimi kanatıyordu. Ne büyük afacan oğlumun delikanlı olduğunu ne de minik kuzum küçük oğlumun ilkokul mezuniyetini göremeyecektim. İçim acıdıkça boğazım düğüm düğüm oldu. En az 20 dakika kendimi bırakmamam için direndim. Ya sonrasında yaşadığım ikilem beni kontrolden çıkarmıştı ve elime geçen herşeyi odada fırlatır olmuştum. O kadar itinayla kullandığım odamı savaş sonrası yıkımlara çevirmiştim. Yüreğim kabul etmiyor, mantığım başka çaren mi var dercesine beni çıldırtıyordu. En sonunda gözümün önüne iki afacanım geldi ve kaçamadığım gerçekle inatlaşmaktan başka çözüm olmadığını kabullenir oldum. Velhasıl artık tek hedefim sonucunu bilmediğim mücadelemde ulaşabileceğim en güzel sonucu yakalayabilmekti. Elbet çevremdeki insanlarda aynı benim yaşadığım şoku yaşayacaklardı. Zaman, düşünceler ve ikilemlerle bocalamamdan su gibi akmıştı ve afacanlarım nerde kaldın anne telefonuyla mücadelemde ne kadar kararlı olam gerektiğini benliğime bir kez daha yaşattı. Evet bana ihtiyaçları vardı ve pes etmemem gerekiyordu. Eve gittiğimde tıpkı tavuğun etrafında dolanan civcivler gibiydiler. O gece eşime söylediğimde aynı şoku yaşadı ve donup kalmıştı. Kabul etmekte direnir olmuş, hatta doktoru bile suçlamaya başlamıştı. Daha sonra başka doktor, diğeri derken altı yada yedi doktorda gittiğimizde ise, hepsi inatla aynı sonucu harfiyen söylüyordu. Nihayetinde tedaviye karar kıldım ve kemoterapilerim başladı.
Yaşadıklarımı ne ifade edebilirim ne de anlatabilirim. Şu an otuzyedinci kürümü yani kemoterapimi aldım. Rahim ve karın zarı kanserini yendim fakat böbrek ve göğsüme de sıçramış. Şimdi kanser denen o meymenetsiz hastalıkla mücadelem hala devam ediyor. Çünkü benim iki afacan oğlum, eşim, ve çevremdeki tüm sevenlerim yaşam enerjim. Hatta kanserle mücadele eden bir vakıf diğer hastalara örnek teşkil eden mücadelemi kaleme almamı istediler. Bu aralar çok heyecanlıyım. En azından bir hastaya emsal teşkil edebilsem ve pes eden yada kabullenmeyen, direnmeyen hastayı atağa geçirebilsem dünyanın en büyük ödülü benim olacak. Ben yılmadım hala… Kosova damarımı sonuna kadar kansere karşı kalkan yaptım ve bana yenik düştü şu ana kadar. Daha tedavim bitmedi ama en azından rahim ve karın zarında ben galibiyeti yaşadım. Tüm kemoterapilerim boyunca yaşadığım her anımı kitap olarak çok yakın zamanda herkesle paylaşıp, o illetle tekrar yüzleşicem. İnsan beyninin ne kadar mükemmel bir işleyişi olduğunu inanın bu mücadelemde çok iyi anladım. Bu hastalıkta yaşadığım onca yaşam tecrübelerin yanısıra en ağır bedeli ise babamı kaybetmem olmuştu. Canım çok acıdı, yüreğim çok kanadı, kendimi babamın ölümünden çok sorumlu tuttum. Lakin mukadderat gerçeğini çevrem kabul ettirmeye çalıştıkça artık kendimi tanıyamaz olmuştum. .
Sakın ama sakın ümidinizi kaybettiğiniz en had safhada dahi mücadelenizi kaybetmeyin. Daima size sunacağı mükafatlar olacaktır. Dünya telaşında asla ne kendinizin ne de ailenizin en büyük serveti sağlık olduğunu unutmayın. Şu anda bedenimde şah damarımda, göğsümde, iki elimin üzerinde , nabız saydığımız bilek yerinde, karnımda tam dört yerde açılmış bir çok ilaç yükleme yerleri var. Ama ben bu halimde dahi ne umudumu, ne mücadelemi kansere yenik düşürmedim. Hala duygularımın yumağını sizlere mısralarımla sundum. Ben mücadele ettikçe kansere karşı devleştiğimi biliyorum. Eminim ki bu illet benim bir zayıf anımı yakalamak istiyor ve hamlesini sergilemek için sabırsızlanıyor. Ama inşallah ben yeneceğim. Herkes gibi yaşamak için sebeblerim var. Her nerde ve her ne şekilde sorun yaşarsanız yaşayın asla pes etmeyin, direnin, mücadele edin... Ve, günlerin güzelliği, mücadelenin azmi, daima sizinle olsun temennim sizlere, benim gibi yaşam sloganınız olsun….
Şebnem Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Mustafa
Sonunda ben de Mustafa'yı izledim. Filmi izleyinceye dek öylesine bir eleştiri bombardımanı altında kaldım ki, film başlamadan önce kendime "okuduğun her şeyi unut ve öyle izle" diye defalarca telkinde bulundum. Ve film başladı. Öncelikle şunu söylemeliyim ki sinema tekniği açısından sorunsuz bir yapım izledim. 115 dakikalık bir belgeselin hiçbir anında dikkatim ve ilgim azalmadı diyebilirim.
En son söyleyeceğimi en başta söyleyerek başlayayım film hakkındaki izlenimlerime. Can Dündar kimseyi, özellikle de Atatürk'e hiç sıcak bakmayan kesimleri incitmemeyi birinci hedef olarak seçmiş. Bir belgeselin başarısını belirleyen en öncelikli unsurlar olan konu ile ilgili en öncelikli ve önemli bilgileri verme konusunda bir kaygısı olmamış Can Dündar'ın. Atatürk'ü bize insani yanı ile göstermeyi amaçlarken, her insanda olabilecek zayıflıklarına gerekenden fazla odaklanarak zaman zaman Atatürk'ü zavallı, yalnız, korkuları olan, sık sık ağlayan ve duygusal olarak dengesiz biri gibi göstermiş. Örneğin köşkte birlikte yaşadığı Fikriye hanımın Atatürk'le Latife hanımın evliliğinden bir süre sonra intihar etmesinin bütün sorumluluğu da Atatürk'ün üzerine atılmış. Bu belki de gerçektir. Ancak Atatürk gibi çağını etkilemiş ve bir ulusun yazgısını değiştirmiş bir liderin insani yanları verilirken onun neler başardığı ve bunu hangi şartlar altında başardığına hemen hemen hiç değinilmemiş. Örneğin 115 dakikalık belgeselde Çanakkale Savaşı bir dakikadan fazla yer tutmuyordu. Kurtuluş savaşının da bolşevik yardımı olmasaydı başarısız olacağı doğrudan söylenmese de bu çok kuvvetli olarak vurgulanmış. Onun yobazlara ve gericilere karşı bakışının en net örneği olan, Menemen olayı karşısındaki ilk tepkisinden hiç söz edilmemesi de bence önemli bir eksiklik. Ülkenin bugünlerini 90 yıl önceden görüşünü yansıtan ve Cumhuriyet'in uyanık güçlerini o günlerden uyardığı çok önemli Borsa ve Konya konuşmalarına hiç değinilmemiş. Çocukluğundan beri ne kadar yalnız bir hayatı olduğu sık sık bir zaafmışçasına vurgulanırken, en büyük yalnızlığını yaşadığı günlerde, Büyük Millet Meclisi'nde kurtuluş savaşının en karanlık dönemlerinde yobazlara ve fırsatçılara karşı tek başına ortaya koyduğu inanılmaz mücadeleye hiç değinilmemesi kötü niyetten değilse, belgesel çekmeye soyunan biri için ciddi bir fiyaskodur. 10 yıldan kısa bir sürede bir ulusu ortaçağ karanlığından çıkarıp çağdaş dünyanın en saygın uluslarından biri haline getirmesi değil de bunu çok da demokratik olmayan bir süreçte gerçekleştirildiği sürekli vurgulanırsa bu belgeselin yapımcısının iyi niyetli olduğuna inanmak güçleşiyor. Cumhuriyetin onuncu yıl törenlerinde okuduğu nutkunu hazırlarken "Beni hatırlayınız" deyişi bir kendini beğenmişlik belirtisi olarak sunulmuş. Bunu nutuktan çıkarışı da çevresinin uyarıları sonucu olmuş gibi anlatılmış. Tek başına "beni hatırlayınız" cümlesi farklı çağrışımlar yapabilir elbette. Oysa o cümlenin öncesinde Türk ulusunun dünya ülkeleri arasında her konuda ilk sıralardaki hak ettiği şerefli yeri alacağı ve bu gerçekleştiği gün hatırlanmak istediğini yazıyordu Atatürk nutkunda.
Beni bu filmde en çok rahatsız eden şey, Atatürk'ü son yıllarında işsiz, yalnız ve yapacak hiçbir şeyi olmayan ve adeta kendi halkına küskün bir durumda ve günün büyük bir kısmında uyuyan ve uyandıktan sonra da içmeye başlayan ve içki sofralarında ağlayan bir zavallı olarak gösteren son bölümdü. Bir yandan böyle bir tablo çizen Can Dündar, öte yandan son yıllarında Atatürk'ün Hatay için nasıl uğraştığını, bir yabancı yayın organında felç geçirdiğinin yazılması üzerine nasıl en hasta haliyle yurt gezisine çıktığını anlatarak belgeselin iç tutarlılığını da yok etmiş.
Kısacası Can Dündar bir yandan Atatürk'ün fikirlerini benimseyen ulusalcıların ağzına bir parmak bal çalarken, öte yandan öncelikle ve özellikle ülkemizdeki gerici, sağcı ve bölücü kesime Atatürk'ün adını kullanarak kocaman bir "ben aslında sizdenim" mesajı göndermiştir.
Bütün bu eleştirileri yaparken, bugüne kadar Atatürk'ü hak ettiği biçimde anlatan, içerik ve nitelik olarak göz dolduran başka bir yapıtın ortaya çıkmamış olmasının utancı ve ayıbı da Atatürk'çüyüm diyen herkese yeter de artar diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Filmin sonunda tarihin bize sunduğu bu eşsiz dehayı hiç de hak etmediğimizi bir kez daha fark edişimden olsa gerek, yanaklarımdan aşağı inen iki damla gözyaşını silerek salondan çıktım.
Taner Doğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç GÖZLERİN UMUT DENİZİ |
|
Umut deniziydi gözlerin…
Gözlerinden dayandım yürek kapılarına. Yaylalardan topladığım papatyaları başına taç yapman için getirdim sana. Şair yüreğimde yoğurduğum şiirleri serenat niyetine okudum uzun gecelerde. Ay ışığı sana düşkünlüğümün tek şahidiydi. Yağmur sonrası toprak kokusu gibi doğaldı sana dair sözlerim. Aşk süvarilerini sürdüm açık denizlerine. Deniz mavisi gözlerinde kayboldum günün ortasında. Akıp giden bulutlara karıştı eylül sarısı umutlar…
Umut deniziydi gözlerin…
Mavi gökler rengini gözlerinden çaldı besbelli. O gözler ki hırpalanan benliğimin katiliydi. Gönül yamaçlarını süsleyen saçlarınla sen bir Afrodit'tin bütün güzellikleri içine hapseden. İçimdeki aydınlık, gözlerinden akan ışık demetiydi. Gözlerine değen bütün maviler hırsızdı. Seher vakitlerinin tazeliği de gözlerinin maviliğinden almıştı bahar esintisini. Gözlerin bakışların en güzeline gebeydiler… Ve bir o kadar da çırılçıplaktılar.
Umut deniziydi gözlerin…
Kirpiklerin uzaklara, hayal ufuklarına açıldığım yelkenlinin direkleriydi. Açık denizlerde fırtınalara karşı sığındığım tek limandı içinde yükselen sevgi burçları. Yılgınlığımın ilacıydı bakışlarındaki pırıltılar. Gözümün feriydi keskin bakışların. Zemheri gecelerinde içimin buzlarını eritirdi göklerinden doğan sevda güneşi. Öyle bir güneşti ki yoktu bir eşi. Karanlıklar gözlerinin aydınlığıyla dağılırdı, sabahı müjdelerdi gözlerin.
Umut deniziydi gözlerin…
Dalgalar ayaklarıma değdikçe bir annenin çocuğunu severken içinde büyüdükçe büyüyen sevgisini sende bulurdum. Nefretler kaçacak delik arardı yürek coğrafyasında. Gecelerim, gözlerinden aldığı ışıkla sabahlara 'merhaba' demenin hazzını duyardı bütün hücrelerinde. Yaşama dair umutlarım imkânsızlığın yalçın kayalıklarına çarparken sımsıcak bir kucak olurdun yetim düşlerime. Kanadıkça acıyan yanlarıma merhem…
Umut deniziydi gözlerin…
Bana yasaktı sevdalı bakışların. Hasta kalbimin eceliydi gözbebeklerinden çıkan zehirli oklar. Gizemler saklardın ufka dalan mahmur bakışlarında. Sevinçlerim, umutlarım ve korkularım gözlerinden neşet ederdi. Elimdi, ayağımdı, başımdı ve sımsıcak aşımdı afet gözlerin. Şiirlerim mavi gözlerinden alırdı sonsuzluk ilhamını. Sensizlik sessizliğe karışırken gönül bahçelerimde açan bembeyaz bir çiçek olurdun. Çiçekler ki kokusunu alırdı senden.
Umut deniziydi gözlerin…
Gözlerinden doğardı gün. Yirmi beşinci saatim, on üçüncü ayım, beşinci mevsimimdin sen. Çöl gecelerinde buz kesen tenime sardığım sımsıcak yorgandın. Adını yazdım bulutlara; yağmur yağdı silindi. Çöllere işledim güzelliğini; rüzgârlar kıskandı silindi. Güneşe kaldırdım eşsiz sıcaklığını, akşam oldu buz tuttu. Ay ışığına emanet ettim hatıralarını; sabah oldu çalındı. Ağlayan gözlerinde tuz tortusu olmayı ne çok isterdim; sana daha yakın olmak için.
Umut deniziydi gözlerin…
Gözlerin bütün kelimelere hükmederdi. Gözbebeklerinde beliren hüzün ateşi yüreklerimi yakardı. Bir bakışına mahkûmdu hissiyatım. Şikâyetim gül bakışına değil, zakkum bakışımaydı. Şiirdi bakışların, güzellemeydi, ağıttı en sonunda. Duygularımı tetanos edecek kadar tehlikeli paslı bir çiviydi kalbimden söküp atamadığım düne dair hatıralarım.
Umut deniziydi gözlerin…
Şimdi bana gözlerinin sürgününden özlemin yadigâr kaldı. Hatıraların gölgesinde soluklanıyorum eylülün yürek parçalayan hüznünü. Yokluğunda hayat bile kayıyor iki elimin arasından. Zamanın göklerinin karardığı bu demlerde hayalini kurmaktan başka yok gücüm. Özgürlüğüm yüreğine zincirlerle bağlı. Şimdi benden öte 'sen' olmuşum. Bana ya beni ya seni ver. Çöz kalbime doladığın zincirin halkalarını. Koma beni uçurumun kenarında çaresiz.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Derin.
Hayal sınırlarını aşan bir derinlik
Sahip olduğu şu insanoğlunun,
Tahayyül dahi edemezsiniz neleri
Barındırır en diplerinde okyan'us'unun..
Derin, çok derin gözlerinin ardındaki
Oyuklar.
Hiç bir anlam yükleyemezsiniz anlık
Dolup taşmalarına.
Saçma, oldukça
Oradan oraya zavallı, perişan
Sürüklen de dur
Bıkıp usanmadan
3+3 elde var 1
Sil baştan her seferi, düzelmiyor
Olmuyor.
Gül Saba Taka
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Mouse'u bir ninja kadar hızlı kullandığınızı mı iddia ediyorsunuz. Çabuk düşünüp hızlı hareket edebildiğinizi gösterebileceğiniz basit bir oyun öneriyorum sizlere http://www.koreus.com/jeu/ninja-glove.html Talimatları hemen anlayıp, çok hızlı karar verip, hiç vakit kaybetmeden mouse'u kullanmanız gerekiyor. Başta biraz stres yaratsa da sabırlı olursanız zamanla başarılı olabiliyorsunuz. İyi eğlenceler…
Siz de benim gibi ironik durumları sevenlerdenseniz bu resimleri de seveceğinize inanıyorum http://adsoftheworld.com/media/print/brand_irony_nike Hayatı tadında yaşamayı sevenlere selam olsun.
Otomobil teknolojisindeki gelişmeler sadece daha az yakıt tüketmeyi hedeflemiyor. http://www.chip.com.tr/video/Sekil-degistiren-BMW_275.html Gina çok farklı! BMW'nin gina adını verdiği yeni bir program, otomobiller konusundaki bilinen bütün kuralları değiştirecek gibi görünüyor.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|