Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.509

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Kasım 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Yorulduk galiba!..


Merhabalar

Dün, günboyu yazıp çizmekten akşama birşey kalmamış anlaşılan. Neye nereden başlayacağım konusunda en ufak bir fikrim yok. Siz en iyisi bugünlük beni boşverin, aşağıdaki güzel yazılara yönelin. Haftabaşında daha dinamik bir durumda buluşmak üzere hoşçakalın. İyi tatiller.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 6

(PALAVRA)

Hacırahmanlı Kasabasında tarım dört mevsimdir. Çalışmaya maçası sıkanın her zaman yapacak işleri vardır. Aylaklık mevsimi zeytinler toplandıktan sonra başlar. Yine de bu aylarda bile pamuk yerlerinin sürülmesi, bağların budanıp çubukların bağlanması gerekmektedir. Aylak mevsimde ıspanak hasatının yapıldığını da kısaca anımsatmak isterim. Nasıl üstesinden geldiğimize aklım kesmese de bu kadar işin gücün arasında yine de dedikodu ve palavra için zaman buluruz. Avcı palavraları anlatacağımı sakın düşünmeyin. Ben daha eşsiz ve edepsiz bir konudan söz edeceğim.

Anlatılanlar şöyledir ki; ben ve yaşıtlarımın aklı henüz üçe beşe ermezken olanlar olmuş. Kasabamızın iki ünlü büyüğü bir iddiaya tutuşmuşlardır. Nasıl söylesem, nasıl anlatsam bilmiyorum. Çok ayıp yahu. Acayip ayıp çünkü. Siz hiç osuruk yarışı duydunuz mu?

Durup dururken olur mu? Kış aylarında geceleri yaprak kımıldamaz. Can sıkıntısı akılları uçurur, beyinleri dişler sanki. Böyle bir zamana rastlar işte bu saçma sapan olay. Yine akşamdır sonuçta. Teneke sobada karağaç kökleri çıtırdamaktadır. Kopuğun kahvesinde yatsıdan az önce gelmiş birkaç ihtiyar uyuklamaktadır. İhtiyarlar eski fotoğraflar gibi hafif kaykılmış, bastonlarına yaslanmışlardır. Çaycı Bekir açısından bu görüntü hiç de iç açıcı değildir. Terzi Sali' ye pas atmıştır. Maksat hareket olsun. Çünkü harekette her zaman bereket vardır. Sonuçta burası söğüt gölgesi değildir. Hadi diyelim öyle bile olsa. Yanan soba su yakmamaktadır. Vatandaşın uykusu kaçsın, bir iki çay daha içsin. Sakın yanlış anlamayın ama. Kötü bir niyetleri yoktur. Dükkânımızın bu etkinlikten bir kazancı olmayacaktır. Maksat vatandaş menfaatine…

Senaryo bire bir gerçek değilse de Panta Sali'nin sidik yarışını sevmeyen biri olduğunu herkes bilir. Bir iki kaç parça zeytinliği vardır babadan kalma… Birkaç dönüm bağı ve biraz da pamuk tarlası. Kendi yağıyla kavrulmaya çalışan biri. Kavgasını, gürültüsü tövbe billâh duyan yoktur. O akşam nasıl gaza getirilmiştir, hala anlayabilmiş değilim. Deli Sali ise pala bıyıklı iri yarı biriydi. Hamaldı zaten, dayanıklı, taş gibi bir adamdı. Bir kızı vardı, bir de yaşlı ana babası. Atması, tutması avcıları aratmazdı ama kavgacı gürültücü biri demek de haksızlık sayılırdı. Ama her lafa atlamayı, inatlaşmayı da severdi. Bu hikâyeyi başkalarından dinleyinceye kadar ben onların gaz çıkarma konusunda bu kadar becerikli oldukları bilmiyordum.

Osuruk yarışı ile parkur arasında nasıl bir ilişki vardır? Hiç aklım ermedi. Yarışmacılar kooperatifin önünden başlayıp demir yoluna kadar ata ata gidecekler, kazanan bir tepsi baklavayı kazanacakmış. İşin organizatörleri böyle karar vermiş. Hakem heyeti de önceden belirlenmiş. Söylemeye gerek var mı ? Elbette cümlesi aylak takımından ve can sıkıntısından geberenlerden… Ne biçim bir kasabayız biz arkadaş, her şeyin uzmanı var. Duyan da her yıl osurmanın turnuvasını düzenliyoruz sanacak. Yarışmacılar önceden gerekli hazırlıklarını yapmışlar. Belirtilen gün ve saatte müsabaka yerlerini almışlar. Hazırlıklarını nasıl mı yapmışlar? Kuru fasulye, lahana turşusu, mercimekten kocaman bir mide sıtoğu hazırlayarak elbette. Hatta Deli Sali kurallara uymayarak bunların üzerine bir de turp yemiş. Dopink kontrolünde değil, yarışma sırasında anlaşılmış.

Yarışma avare kalabalığın gözü önünde başlamış. Kasabamızın en ünlü gazcıları ard arda her adımda bir atış yapıyorlarmış. Katılımcılardan günümüze gelen bilgilere göre yarışmadaki ilk tartışma ses düzeyi küçük bir atış yüzünden olmuş. Hakemler atışın yeterli olup olmadığını hazır bulunan seyircilere sormuşlar. Seyirciler; "Biz duyduk, atış gerçekleşti."deyince yarışma kaldığı yerden devam etmiş. Okulu geçip köprü üzerine geldiklerinde Panta Sali teklemiş. Diğer bir deyişle yarışmada bir sayı geride kalmış. Sonra da Deli Sali tekleyince beraberlik sağlanmış. Her adımda beraberlik bir düzelmiş bir bozulmuş. Derken atışlardan biri tınk diye gelmiş. Seyirciler; "Bu çok kısa oldu, sayılmaz" demişler. Sayılırdı sayılmazdı dertken yeni bir tartışma başlamış. Çünkü çok kısa atışlar bir çeşit hile sayılırmış. Depodaki gazı küçük parçalara bölersen atış sayısı haliyle yükselirmiş. Ama bu durum kurallara aykırıymış. Seyirceler, hakemler, yarışmacılar konuyu tartışıp karara bağlamışlar. Kısa atış geçersiz sayılmış. Yarışmanın bitmesine elli metre kala Deli Sali, o dev gibi iri yarı adam son bir atış yaptıktan sonra kurumuş kalmış. Panta Sali iki adımda bir bile olsa atışlarını sürdürüyormuş. "Hadi bire Deli Sali sık dişini. Atıver birkaç tane daha," diyenlerin yalvarmaları da para etmemiş. Sıkmış sıkıştırmış ama atamamış. Hakemlere bakıp, "Benden paso, dişle çekseniz bi tane bile çıkmaz,"deyip yarışmayı bırakmış.

Yazdıklarımı ben uydurdum sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Hacırahmanlı Kasabası'nda yaşayanların hepsi bu hikâyeyi en az on kere dinlemiştir. Arada sırada kahramanları değişse de hikâye hep aynı kalmaktadır. Olayların doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü tüplü arabalardan önce tüplü insanlar yaşıyordu diyemem. Ayrıca MKE fişeği gibi her an patlatılmaya hazır osuruk mu olurmuş? Büyük bir ihtimalle bu öyküyü yaratan şey kış günlerinin can sıkıntısıdır.

Not: Panta Sali ve Deli Sali'nin nur içinde yatmalarını diliyorum.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


ATATÜRK VE KADINLARIMIZ

Adı Vedat'tı; Sedat da olabilirdi, İmdat da, Temel de…

Onu sizin de tanıdığınızı biliyorum. Çünkü bu topraklarda milyonlarca örneği var.

Bir dostumun iş yerinde karşılaştım onunla. Eli yüzü düzgün bir gençti. Karadeniz"den kalkıp gelmiş Bodrum'a. İnşaatçılık yapıyormuş.

Kaç kardeş oldukların sordum.

- Altı kardeş, dedi.

Ayıp bir şey söylüyormuş gibi başını eğerek:

- Dört de kız var, dedi.

Köyde anadan babadan kalan az buçuk tarla, bahçe varmış; ama yetmiyormuş. Üstelik kızlar bu bahçelere mirasçı olmak istemiş. Delikanlı onlara çok kızmış.

- Bu bahçelerde onların da yasal hakkı olmalı, dedim.

Delikanlı adeta köpürdü.

- On beşinde kocaya gittiler. O topraklar için biz kavga verdik. Gitsinler kocalarından alsınlar haklarını, dedi.

"Biz" dediği erkek kardeşler olmalıydı.

Medeni Kanun'un kabulünün üzerinden üççeyrek asır geçti değil mi?

Hani Atatürk Devrimi'nin en önemli hedeflerinden biri Türk kadınının çağdaşlaşmasıydı? Hani Atatürk, Türk kadınının toplumda etkin görevler üstlenmesini Türk toplumunun kalkınması ve çağdaşlaşmasının en etkin yolu olarak görüyordu? Ona göre okuyan, dünyada olan biteni yakından izleyen, bilimde, sanatta, sosyal- kültürel alanlarda üreten Türk kadınının ülkenin çağdaşlaşmasının da ön koşulu değil miydi? Ben de yıllarca okullarda öğrencilerime Tevfik Fikret'in "Kızlarını okutmayan bir millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir. Hüsranına ağlasın" sözünü açıklarken "Kadının sosyal yaşama katılmadığı bir toplum, yarımdır. O toplumun sağlıklı düşünen, olan biteni sağlıklı duygularla algılayan bireylerden oluşması olanaksızdır" derdim.

Neyi değiştirebildik bu toplumda?

Bu "Millet, analarıyla, babalarıyla, kız kardeşleriyle Millî Mücadele'yi kendine ülkü edindi" ği için kurtuluş savaşını kazanmıştı. Savaşta eşiyle, babasıyla, kardeşiyle omuz omuza çarpışan "Türk kadını, dünyanın en aydın, en erdemli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağırlık, ağırlıkta değil; ahlakta, erdemdedir. Türk kadınının görevi; Türk'ü düşüncesiyle, zihniyetiyle, gücüyle, kararlılığıyla korumaya ve savunmaya gücü yeten kuşaklar yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal yaşamın temeli olan kadın, ancak erdemli olursa görevini yapabilir. Herhâlde kadın çok yüksek olmalıdır." (14 Ekim 1925) dememiş miydi Atatürk?

Kurtuluş Savaşı'nı Halide Onbaşıların, Kara Fatmaların, Süreyya Sülün Hanımların, Nezahat Hanımların, Binbaşı Ayşelerin Mehmetçikle yan yana omuz omuza çarpışması sayesinde kazanan Atatürk'ün "Ey kahraman Türk kadını! sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!" demesi ve bunun gereğini olarak Medeni Kanunu çıkartması, kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesi Türk kadınını dünya kadınlarından bir adım daha öne çıkarma çabasının ürünü değil miydi?

Onun ölümünün üstünden 60 yıl geçti. Kızlarımızı hâlâ kampanyalar sayesinde okula gönderebiliyor; denetimsiz Kuran kurslarında, göçükte ölen kızlarımız için "şehit!" deyip avunabiliyoruz. Cumhuriyetin ilk kadın milletvekillerinin Meclis'teki temsil oranı yüzde 4.6 'ydı, şimdi (bir öncekinde %4.4'tü) %8.3'e çıkardık diye övünebiliyoruz.

"Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer bir şeyler sararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır. " (1 Eylül 1925)

O kadınları, bazı yerlerde değil, artık her yerde görüyoruz. Bu sorunu çözmesi gerekenler Atatürk'ün;"Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz" sözüne inat bu halin daha da yaygınlaşması için kelle koltukta kavga veriyor, üstelik gözümüzün içine baka baka Atatürkçü olduklarını iddia ediyorlar. Öte yandan kimilerimiz de Nazım'ın:

"Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız."


dizelerine alkış tutarak kadınlarımıza karşı görevimizi yaptığımızı sanıyor ve rahatlamaya devam ediyoruz.

Bu ulus, gerilikten, yobazlıktan kurtulmak istiyorsa öncelikle erkeklerine, kadın haklarına saygılı olmayı öğretmek zorunda.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Derya Ongun

 Deryaneval : Derya Ongun


  SESSİZLİKTE YARALIYIM

Sessizliğin sesini duyarım ben, isteyen herkes de duyabilir aslında. Sessizliğin öyle bir sesi var ki, kulaklarıma ulaşması her seferinde farklı bir frekansta oluyor. Fark kendi içsesimin, ruhumdan, duygularımdan, algılamalarımdan, algılamamalarımdan, görüşlerimden, anlayışlarımdan, anlayamayışlarımdan, yani neticede beni "o andaki ben" yapan herşeyden etkilenerek ona uygun giyinmesinden kaynaklanıyor.

Sessizliği işitebilmek için ise içinde bulunduğum sahnenin ille de sessiz olması gerekmiyor. Aksine, zaman zaten sessiz, zamanın kendisi, magması, çok sessiz ve ama o sessizliğin içinde yankılanan kendi duruşumuz. Karışık değil aslında, kendime söylüyorum bunu, karışık dedi de içimden birisi, ona cevap verdim. İçerde bir merkez var, benim içimde, ben bir yandan düşünür ve birtakım neticeleri irdelerken o da "dışardan" izleyip fikir yürütüyor, ona söyledim, karışık dedi demin bana.... Hayır karışık değil işte.... gözünle değil gönlüne okuyunca hiç karışık değil...

Zaman ile ilgili türlü çeşitli metaforlar yapılır, misal: zaman göreceli, zaman yanıltıcı denir. Oysa zaman herkesin kendine göre giydirdiği bir çıplak bana göre, ama aynen sessizliğinin sesi gibi çıplaklığının da sonsuz bir giysi koleksiyonu var. İnsanlığın ve düşüncenin sınırsızlığı ile sınırlı bir koleksiyon bu. Zamanın sürati de aynı sessizliğinin sesi ve çıplaklığının kostümleri gibi değişken, dinamik, ama bir o kadar da tutucu ve durağan.

Zamanı giydirmeden, hareketine/hareketsizliğine müdahale etmeden ve ama sessizliğin sesini de hep duyarak yaşayabilmek isterdim, bunun, arada bir gelen bir "uyanış" olmasındansa, sürekli beni kucağında tutan bir mütemmimim olmasını isterdim. Bu yukarıdaki tarifin bir parçası olmak isterdim. Belki o zaman, ben, yani esas ben, kendimden saklanmayan, saklanmaya ihtiyaç duymayan ben (inşallah bir gün), gerek zaman, gerek mekan ve gerek zaman ve mekanın bir yerlerinde varoldukları yanılgısında parazitimsi gürültüler yapan dış etkenlerden etkilenmeksizin, ve ama onları da reddetmeye ihtiyaç duymaksızın, kendim olarak varolmanın güvenli huzurunda olabilirim.

Alice Harikalar Diyarı'nda yaşıyorum çoğu kez. Zaten bunu kim istemez ki, en azından ben çok istiyorum ve öyle de yaşıyorum. Bir yandan tüm realitelerin farkında olduğumu kendime tekrarlarken diğer yandan da aslında inanılmaz bir Harikalar Diyarı yaratmış olduğumun ve onun içinde savunmasız, bariyersiz, filtresiz ve çırılçıplak düşüncelerimin ve duygularımın eşliğinde yaşıyor olduğumu farkettiriyor bazen bir anda tosladığım ve çarptığı yerimi acıtan dünya ve ona ait olan herşey.

Bu çarpma meydana geldiğinde sessizliğin sesi, zamanın giysisi, zamanın hareket/sizliğ/i, hepsi ama hepsi kayboluveriyor, ve ben de kayboluyorum, tanımadığı hatta "görünmez" düşmanla çarpışan bir çocuk da olmuş olabilirim, ağacın arkasına gizlenen avcı tarafından vurulmuş bir aslan da olabilirim, bahçesinde çamaşır yıkarken bir askeri jetin yanlışlıkla yaptığı atışta yaralanan bir köylü kadını da..... ne olduğum neticeyi değiştirmiyor, vurulmuş oluyorum sonunda, sessizliğin sesi susuyor, zaman görünmez ve/veya statik oluyor, benim ise canım acımış oluyor, umutlarımın ve "var sandıklarımın" canı acıyor en çok. Onların ağrı kesicisi yok, doktoru ise gene susan sessizlik ve giyine/meye/n, gide/meye/n zaman.

Bu durumda bazı kararlar vermeye koyulurken buluyorum kendimi, elbette acı geçmeye yüz tuttuğunda,

• Dünyada yaşıyorum
• Dünya gerçek
• Gerçek acımasız
• Gerçek içinde birsürü başka gerçekler barındırır
• Varsaydıklarını tekrar gözden geçir, en azından sıralamaları baştan düzenle
• Dünyevi terminoloji ve duygularla değerlendir
• Kendi egondan sıyrılmaya çalışarak üçüncü gözle bakmaya çalış
• Ve vs.

En esasında oldukça sık başıma gelen bu yaralanma silsilesinin her bir öğesi, her seferinde yukarıdaki ve benzeri kararları aldırdığında bana, sanıyorum ve umuyorumki, en az bir tanesini "kalıcı kararlarım" listesine dahil edebiliyorum.

Yaralarım ve ben, imkansız aşk gibiyiz..........Ne onlarla, ne onlarsız.....

Derya Ongun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  1.. 2.. 3.. Tıp...

Biz eskiden eskiden; sadece su içmezdik testiden..
Çoğu zaman kanlarımız kaynar, oyun üstüne oyun oynar, annemizin;
"Akşam oldu, hadi artık eve ..!"
çağrısına hemen itirazda bulunur;
"Nooolur anne, biraz daha, nooolur ! Bak, falancanın annesi de izin verdi.."
gibilerinden kuyruklu yalanlara, nafile denemelere başvururduk. Sonuçta;
"Evli evine, köylü köyüne, evi olmayan, sıçan deliğine..." eşliğinde dağılırdık. Meşhur oyunlarımızdan biri de başlıkta belirttiğim oyun idi.
1.. 2.. 3.. Tıp...
Dedi mi herhangi birisi; ( verilecek ceza korkusuna ) çıt çıkmaz, konuşamaz, gülemezdi o an orada bulunanların hiç birisi. Gülmeye eğilimli birilerini;
"kaş-göz" sözüm ona komik olmuşçasına yaptığımız işaretlerle de kandırmaya çalışırdık. Cezaların en meşhuru da;
"Eşek gibi anıracaksın.. Hem de üç kere ..!"

gibisinden oldukça kazık idi...

Biz eskiden eskiden; sadece su içmezdik testiden..
Bu kazık ceza nedeniyle çıtımızı çıkarmamaya çalışır, ağzımıza TIPar, neredeyse utancımızdan mahcup çocuklar gibi yere bakmaya özen gösterir idik. Kimbilir belki 13, belki de 14 yaşında idi mahcup mahcup önüne bakan o çocuk gözlerimiz. Kaba bir hesapla; neredeyse 5 kuşak çocukluk görmüş o gözlerde ise; utancın u'sundan eser yok ne yazık ..! Vazgeçtik o gözlerden;

"Siz kim oluyorsunuz da benim hakkımda konuşuyorsunuz ..?"
"Benim kaç leşim var haberiniz var mı ..?"
"Anası vermiş, ötesi sizi mi germiş ..?"
"Dinimizce mübah, bunun neresi günah ..?"
"Köşe vermişler yazarım, canım isterse azarım ..!"

gibi; tiksinmeseydik bari böylesi pervasız, böylesi utanmaz sözlerden...

Biz eskiden eskiden; sadece su içmezdik testiden..
Örnek aldığımız meslekler var idi, saygın mı saygın, imrenirdik onlara. Öğretmen olmak, Hakim olmak, Milletvekili-Senatör-Bakan olmak, Subay olmak gibi. TIPkı Doktor olmak gibi. Hele o TIP; ne kadar zor erişilir bir hedef idi diğerlerine göre. Bir de uzun, maraton gibi geçmesi gereken üniversite yılları, stajyerlik zamanları.. Sonunda edilen yeminler... Öyle önüne uzatılan mikrofonları her gördüğünde; kırıTIP sırıTIP demeç veremez bu insanlar. Araştırmadan, soruşturmadan, ince eleyip sık dokumadan, akşamdan yaTIP sabah kalktığı gibi rapor veremezler. Kuralları vardır TIPaTIP uymaları gereken.

İnşallah; TIP tahsili görüp yemin etmiş insanlar, bu kez uyduruk rapor düzmez..
İnşallah; anneleri, babaları, aileleri, toplum vicdanını daha fazla üzmez de;
TIPış TIPış
gidersin hakettiğin yere ..!

Ara sıra da olsa bazı olaylar karşısında "susmak"; orada burada ( sırf konuşmuş olmak için ) konuşmaktan daha iyidir.. Öyleyse ister katip ol, ister hatip;
1.. 2.. 3.. Tıp...

dendi mi susacaksın...

Konuşanı, güleni, sessizliği bozanı bekleyen ceza malum...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,439,439,439,439,439,439,439,439,43
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Osman Günay

 Marmaris Balıkçısı : Osman Günay


   Ciğerci Kedisi

Ben kedileri çok severim, hem de her cinsini.. Bol tüylü, nazlı, şımarık ve bakımlı ev kedileri kadar; kalın enseli, orası burası çizik içinde, kulakları iğne oyası gibi tirfil tirfil olmuş sokak kedilerinin de yerleri ayrıdır gönlümde.. Hele ciğerci kedisi derler kediler vardır ki, her birinden ayrı hikayeler, pek enteresan karakterler çıkar.. Bu modellerden bir zamanlar Üsküdar Çarşısındaki ciğercinin önünde konuşlanmış 10-15 tane vardı, ama bizim eski ciğerci daha çok tavuk satan marketimsi bir yer olmuş, "tıbbi tahlil laboratuarı" gibi de her yer bembeyaz plastik ve fayans.. Kedilerin çoğu da ortadan kaybolmuş bu arada. Muşamba önlüklü, lastik çizmeli, " Buyyrrunn!!" diye bağırınca herkesin gülümseyerek baktığı, babacan ve posbıyık ciğerci yerine laborant kılıklı beyaz gömlekli abi gelmiş, kedi de sevmiyor galiba.. Artık pek anımsadığım gibi ciğerci dükkanı kalmadı sanırım, kalanların da kedileri pek kayda değer gibi gelmedi bana. İstanbul'da nostalji peşinde koşmanın sonu budur işte. Ciğerci ararsan kendi çocukluğundan; başına gelecek, hüzün ve ceplerine dolduracağın hayal kırıklığıdır. Ama biz kulak asmayız, damağımızdaki lezzetle gönlümüzdeki umut yerinde olsun; kabullenir, dükkanlardaki, insanlardaki değişimin "moderen" zamanın sonuçları olduğunu anlayışla karşılarız. Ama, yine de doğru-güzel-lezzetli bildiğimizden şaşmayız, ıskalamayalım!!

İstanbul'un "moderen" halini bırakın şimdilik biz kedilere dönelim.. Kedilerden kibar ve mahzun olanlar gibi, korsan ruhlu ve haşarı karakterli olanlar da ciğercinin dükkan nüfusuna kayıtlı idiler. Bunlar kapının önünde oturur bekler, arada patronun ikramlarından veya yufka yürekli kedi sever ev hanımlarının ciğerciye ricayla ayrıca paketlettirdikleri artıklardan sebeplenirlerdi.. Pek kavga çıkmazdı kayıntı bol olduğu için, ama ikramı kapmak bir çabukluk ve atiklik gerektirirdi, yeteri kadar hızlı olmayanlar yemeklerine en son kavuşurlardı..

Hele ciğercinin ekibinde kayıtlı olmayan yabancı bir kedi mamalara yanaşmaya görsün, ekipteki en kalın enseli, en çok burnu çizik olan, önce siren gibi bir sesle uyarır, aldırış eden olmazsa sağlam bir "Braveheart" narasıyla saldırarak yabancı kediyi sınırlar dışına püskürtür, sonra da etrafla sanki hiç ilgilenmiyormuş gibi oturup orasını burasını yalar, dükkanın önünde "Buranın kralı benim, var mı lan yan bakan?" havalarında dikilir, bir yandan da hattın gerisine başka sızma harekatlarına karşı etrafı kolaçan ederdi.

Bu kedilerin isimleri de standarttır. Kedi severler bilir, siyah kedilere "Arap", küçük gri kaplanlara "Tekir", siyah beyaz olanlara "Böcek", beyazı çok olup da inek modeli gri-siyah lekeleri olanlara "Mestan", sarışınlara "Sarman", gri olanlara "Duman", beyaz olanlara da "Pamuk" isimleri verilir.. Daha özenle seçilmiş isimler ev kedilerinde olur, bunlara daha çok futbolcu, ya da eski sevgili isimleri verilse de; bazen çizgi roman kahramanlarının, tarihi kişiliklerin, sinema oyuncularının da isimlerinin yakıştırıldığı olur..

Kedilere daldık damak tadını unuttuk sanılmasın.. Zira kediler damak tadı konusunda da pek özeldirler.. Hele bazıları kendine özgü muamele olmazsa yemek yemez, bir deri-bir kemik kalana kadar inatlarını sürdürürler. Mutlak istediği malzeme servis edilmelidir, kendi tabağında, porsiyonlar da yutmaya uygun lokmalar halinde olmalıdır. Eğer gönlüne göre bir servis yoksa kendi tabağından uzaklaşırlar sizin sofraya doğru, ve yiyeceğinize göz dikerek hakkını alana kadar vazgeçmeden nazikçe ama inatla ısrar ederler.. Hazır mamalardan marka seçen, taze pişmemişse yemeğini yemeyen kedilere rastlamışsınızdır mutlaka.. Ben çikolata düşkünü, meyve meraklısı kediler; balık yemeyi reddeden tuhaflar bile gördüm. Ama artık kedilerin de modern yaşamdan ötürü yiyecekleri değişti, gariban hayvanları sunta kılıklı mamalara alıştırdılar, içine ne koyuyorlarsa artık, güzelim akciğer haşlamasına takla atan pisiler bile, bu tuhaflıklara alışıp ucundan tadar, bilmem ne lezzeti yapıştırılmış drajelere "pati-pati" yapar oldular..

Kedilerden söz açılmışken balıkçı kedilerinden de bahsetmek gerekir, onlar biraz daha hırsızdırlar. Ciğerci dükkanı yerine balıkçı dükkanlarına takılırlar. Onların da rızkları balıkların kafalarından ya da ıskarta balıklardan olur. Bunlar ciğerci kedilerinden farklı olarak oltacıların olduğu deniz kıyılarına deplasmana da giderler. Acemi oltacıyı gören kulağı kesik dostumuz hemen uygun bir yere konuşlanır, ilgilenmiyormuş gibi yapıp, ilk fırsatta balığı kaptığı gibi ortalardan kaybolur.. Dört ayaklı dostlarımız arasından mangal üzerinden yarı pişmiş köfteleri aşıran, iyice profesyonel olanlardan mutfakta tencerede pişen tavuğu bir pençede dışarı alıp ucundan kemirmeye başlayanlar da vardır. Abartılı gelmesin, bizim eski kedilerden "ismiyle müsemma" rahmetli Arap, ateşin üzerindeki tencereden tavuk çalma becerisini göstermiş, ve hafta boyunca tavuğun geri kalanını kemirmeye mahkum olmuştu.. Bir de bu dükkan kedileri pek suratsız olur, insanlara da pek sokulup sürünmezler. Hatta yakışıklı bir parça bile ikram etseniz mamayı kaptığı gibi uzaklaşır, sizi de bir daha yolda bile görse tanımaz.

Ciğerci dükkanına bakıp bakıp kedi temaşa etmenin sonu kendimize ufak bir alışveriştir. Ciğerci muhabbeti de yaptık ya ciğer çekti canım. Ciğerci yoksa oturduğunuz kasabada bendenizin başına gelmiş olduğu gibi; durum yine dostunuz kasaba avuç açmaktır. Taze dana ciğerini alıp mutfağınızda damarlarını ve zarını güzelce ayıklarsınız.. Bazıları ciğeri temizlemeden süte yatırmanın pek faydalı olduğunu, ciğere lezzet kattığını söylese de, ben ne kadar natürel olursa pişirdiğim, o kadar keyif alırım, o yüzden süt meselesine pek sıcak bakmıyorum.. Ama güzelce temizlemek için koca bir tahta ve iyi bir bıçak mutlak gereklidir. "Ben yapamam yahu!" derseniz kasaba müracaat edin.. Ciğeri tahtaya yatırıp önce ızgaralık parçaları ayırmak gerekir. Bir buçuk-iki santim kalınlığında ciğerden verevine kesilmiş parçalar bir yanda beklerken biz yaprak ciğer tavamıza geçelim. Bu tava mutlak sıcakken yenmek zorunda olduğu için önce kırmızı soğan piyazını hazırlamak gerekir. İncecik piyazlık doğranmış, bol tuzda hafifçe ovalanmış soğanları kevgire alın, soğuk suda güzelce fazla tuzunu yıkayın, süzülsün. Soğanların suyu süzülünce bolca sumak, biraz kırmızı pul biber, zevkinize göre tuz ve ince doğranmış bol maydanozu harmanlayıp soğan piyazınızı hazırlarsınız. Ciğerleri güzel kesmek için ufak bir numara var, kaynar yağda ciğeri üç-beş saniye alt-üst ederseniz kaygan ve yumuşak olan ciğerin dışında ince bir pişmiş bölüm oluşacaktır. Bu da kesme işlemi sırasında büyük kolaylık sağlar. Keskin ve ince bir bıçakla, en fazla yarım santim inceliğinde iri tavla pulu büyüklüğünde parçalar halinde doğrayın ciğerinizi, sonra da bir kabın içersindeki un, tuz, azıcık karbonat ve bir fiske kırmızı toz biber karışımına bulayın, kevgirde fazla unu silkeleyin, kızgın ve bol yağda kızartın. En önemli kısım budur, sakın ola ki fazla kızartmayın, kurur. Zaten ciğer pek çabuk pişer, hele incecik kesilmiş "yaprak ciğer" parçalarınız daha da çabuk pişecektir. Soğan piyazı ile lüpleteceğiniz yaprak ciğerlerin yanına mutlaka bir duble rakı ve taze ekmek kabuğu gerekmektedir. Haydi ekmek kabuğu neyse ama rakı içmeyenler hakkında suç duyurusunda bulunurum, baştan anlaşalım. Bir duble rakıyla yaprak ciğerleri göçürdükten sonra, hazırladığınız ızgaralık parçaları da ateşe koyarsınız, bunlar da pek çabuk pişer, yanına kekik, tuz ve kırmızı pul biber karışımıyla, sevenlere kimyon pek yakışır, isterseniz bir ikinci duble de onlarla höpürdetebilirsiniz, hadi yarasın…

Osman Günay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Servet Yaylı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


ELLER YUKARI

sıyırdım kollarımı
uzattım, uzandım en yükseklere..
ayırdım bulutları, araladım..
güneşim oldun, yüzüme vurdun..
önce ufak bir sızı,
tatlı bir acı..
ardı sıra sıcacık nefesin girdi dünyama,
nefesime karıştı.!
aldın, alıverdin içine, derinlere..
girdim, sokuldum iyice,
karıştım soluğuna..
sorgusuz-sebepsiz teslimim sana,
beni ben yapana,
bana, sana, bize..!
güneşe aya, geceme gündüzüme,
an-ıma, şimdime-sonrama..
çekildi bayraklar,
en beyazından,
ateşkes'teyim şimdi barış vakti ,
teslimim sana.

Gül Saba Taka

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"
 
Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Mouse'u bir ninja kadar hızlı kullandığınızı mı iddia ediyorsunuz. Çabuk düşünüp hızlı hareket edebildiğinizi gösterebileceğiniz basit bir oyun öneriyorum sizlere http://www.koreus.com/jeu/ninja-glove.html Talimatları hemen anlayıp, çok hızlı karar verip, hiç vakit kaybetmeden mouse'u kullanmanız gerekiyor. Başta biraz stres yaratsa da sabırlı olursanız zamanla başarılı olabiliyorsunuz. İyi eğlenceler…

Siz de benim gibi ironik durumları sevenlerdenseniz bu resimleri de seveceğinize inanıyorum http://adsoftheworld.com/media/print/brand_irony_nike Hayatı tadında yaşamayı sevenlere selam olsun.

Otomobil teknolojisindeki gelişmeler sadece daha az yakıt tüketmeyi hedeflemiyor. http://www.chip.com.tr/video/Sekil-degistiren-BMW_275.html Gina çok farklı! BMW'nin gina adını verdiği yeni bir program, otomobiller konusundaki bilinen bütün kuralları değiştirecek gibi görünüyor.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Don't Speak - No Doubt









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20081107.asp
ISSN: 1303-8923
7 Kasım 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com