|
|
|
13 Kasım 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yaşasın, artık coplar demirden!.. |
Merhabalar
Gülsem mi ağlasam mı haberlerden birini daha sizlerle birlikte okumak istiyorum. "Emniyet teşkilatı, plastik yerine 'demir cop' kullanmaya hazırlanıyor. Asayiş ekiplerine dağıtılacak yeni coplar, yarım metre uzunluğunda olmasına rağmen, içe doğru katlanarak 15 santimetreye kadar küçültülebiliyor. Böylece polis, copu kolaylıkla kamufle ederek kemerine takabilecek. Emniyet, bu sayede toplumda 'cop korkusu' oluşturulmasının önüne geçileceğini düşünüyor. Polis, geri dönülmez kazalara yol açmamak için kafa, kol, dirsek gibi bölgelere copla vurmayacak."
Demir copun tercih nedenleri de şöyle sıralanıyor:
"- Sivil hayatla barışık bir polis prototipi oluşturmak.
- Katlanabilir özelliği sayesinde copu gizleyebilmek.
- Çıkaracağı sesle göstericileri ürküterek eylemden vazgeçirmek.
- Şüpheliyi tek darbeyle etkisiz hale getirmek. "
Bilmem hiç sırtınıza cop yediniz mi? Bırakın yemeği, yiyebileceğiniz bir ortamda kalıp, olaya müdahale eden polislerin suratındaki ifadeyi gördünüz mü? En azından televizyonlarda izlemişsinizdir. Hani o koşarken yere düşen genç kıza tekme atan görevlilerden söz ediyorum. Bunların eline ne verseniz vuracak yeri öyle bir bulur ki, "tek darbeyle etkisiz hale getirmek" tercihini layıkıyla yerine getirir kuşkunuz olmasın.
...
Anlaşılır gibi değil. Bu cesareti nereden bulduklarını anlamak imkansız. Aysel Tuğluk isimli genç vekil bayan çıkıp hükümete "Aydın ve yazarların Kürt sorununa çözümüne hizmet edeceği anlayışıyla Abdullah Öcalan için önerdiği ’ev hapsi’ konusunda hükümetinizin bir çalışması var mıdır?" diye sorabiliyor. İşin diğer komik yanı ise "iyi polis kötü polis" benzeri "iyi DTPli kötü DTPli" rolü oynayan partililerin durumu. Tuğluk bunu söylüyor, diğerleri "Kişisel görüşüdür." diyerek temize çıktıklarını sanıyorlar. Ey DTPliler, hiç olmazsa biraz dürüst olun, baştakiler gibi bizi salak bellemeyin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
İNSAN ÜÇGENİ: Okumak, Anlamak ve Bilmek
Aslında "şeytan üçgeni" demek adetten olmuş. Ama konu "okumak" olunca, "şeytan bunun neresinde?" diye sordum kendi kendime. Bu yüzden yazımın başlığını "insan üçgeni" koydum. Sonuçta muhatap "insan" diye.
Okumak, anlamak, bilmek. Bahse konu üçgenin sac ayakları.
"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" demiş Heraklit. Devamlı değişen, yaratışların sürekli tekrarlandığı kainatta; bu değişime ayak uydurmak, yani sürekli öğrenmek de varlık nedenimiz olsa gerek.
Öğrenmenin en temel ve kestirme yolu da okumak.
Bilmenin, yani öğrendiklerimizi hayatımıza geçirmenin, pratikte uygulamanın en önemli başlangıç noktası okumak olduğu içindir ki; Tanrı bile ilk emrini verirken "oku!" demiş. Oku ki, öğrenmek için ilk adımı at. Öğren ki, kendini bil. Bilmek, uygulamaktır, bilgiyi yaşamaktır. Farklı bir ifade ile sorunlar karşısında çözüm üretebilmektir.
Hayvanla insanı ayıran en büyük fark akılsa; aklı kullanmak, yani düşünmek, "insan olmanın can noktası" da denilebilir.
"Kişiliğin temel taşlarından olan karar verme yeteneğini geliştiren en önemli etken, düşünmektir" (1) diyor işin uzmanları.
Düşünmenin de anlamaktan, yani onun da öncesinde okumaktan başladığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok sanırım.
İnsan sadece okuyarak öğrenmez tabi. Gözlemlemek, araştırma yapmak, başka tecrübeleri dinlemek de öğrenmenin yolları. Ama dünyadaki tüm tecrübeleri gözlemleme şansımız olmadığına göre, farklı deneyimleri öğrenmenin en kestirme yolu, okumaktan geçiyor.
Okumak ama nasıl?
Dikkati vererek, üzerinde düşünerek. Eskilerin tabiri ile "tefekkür" ile okumak.
Okurken yazı yerine, ocaktaki baklayı düşünüyorsanız eğer, bence hiç uğraşmayın, kapatın kitabı doğru mutfağa!.
Demek ki neymiş; önce anlayarak oku, sonra düşün. Zira bilgisiz düşünce olmaz. Düşünmek bilgi destekli olursa üretim yaratır, çözüm üretir. Bence okumadan düşünmeye çalışmak, keçiboynuzu yemeye çalışmak gibi . Yarım çeki odun yersin, üç gram bal alırsın.
Okumadan anlamak, anlamadan da düşünmek olmaz. Anlamak düşünmenin, düşünmek de insan olmanın yolu diyoruz. Düşünmeden yaşayan insan yok mu? Olmaz mı dolu!.
Türkiye' de 1000 kişiye sadece 7 kitap düştüğünü düşünürseniz, demek ki 1000 kişinin 993' ü düşünmeden yaşıyor.(2) Yorum: Demek ki %99.3' ümüzün beyin hücreleri, sahibinden az kullanılmış durumda.
Başka bir araştırmaya göre de, ülkemizde 95 kişiye bir kahvehane düşerken, 65.000 kişiye bir kütüphane düşüyormuş.(3) Yorum: Demek ki insanımız, "kahvenin" beyin üzerindeki zihin açıcı etkinin farkında.
İşin şakası bir yana; cephede bile kitap okuyup, yapacağı reformları düşünen; çocukluğunda her iki kuruşundan birini kitaba yatıran Mustafa Kemal'in torunlarına ne yazık ki hiç yakışmayacak veriler bunlar.
İşin bir de sağlık yönü var. Sağlıklı insanlarda, okuma ve düşünme işlevi sırasında, beyinin "beta elektrik aktivitesinde" artış olduğu gözlemlenmiş. Şu beta elektrik aktivitesinin nemenem bir şey olduğunu uzmanlar bilir ama; 20 li yaşlardan itibaren her gün 50 bin ile 200 bin arasında kaybedilen sinir hücresi karşısında, en önemli tedbirin okumak olduğu, beyni bunamaktan bile koruduğu ve geliştirdiği; hatta epileptik (sara) açıdan hastalık zemini bulunan kişilerde, epileptik deşarja bile neden oluşu, okumanın beyin üzerindeki olumlu etkisinin müthiş ispatı diye yorumlamak lazım sanırım.(4)
Okumanın- bilmenin sonu yok. Ömrümüz var oldukça beynimizi, aklımızı, ruhumuzu beslemek ve geliştirmek zorundayız. İster ihtiyaçtan, isterseniz ibadet diye.
Eflatun diyor ki; "bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım, başım göğe ererdi". Onun başı göğe eriyorsa, biz herhalde yakında Pluton' a varmak üzereyiz.
Hayat durmuyor, hep ileriye akıyor. Çağı yakalamak için meraklı olmak, öğrenmek ve hızlı bilgi sahibi olmak; bugünkü teknolojik gelişme ortamı içinde çok önemli bir ihtiyaç. Bu noktada ya akıntıya sürükleneceğiz, ya da sandal yapmayı öğrenip, dümene geçeceğiz.
Unutmayın, zaferler önce beyinde kazanılır. Ama onu kullanmak şartıyla.
Meltem Kaynaş
1 - 3 "Çocuklara Okuma Alışkanlığı Kazandırma" Eğitmen İbrahim Yumuşak
(İlgili makaleye, aşağıdaki bağlantının dosyalar kısmından ulaşabilirsiniz. )
http://groups.yahoo.com/group/annebabaokulu/
2 - 4 "Yarınlar Kimin?" Yrd. Doç. Dr. Nuri Gökalp
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Aşık olmak…
Uzaktan izlemek yalnızca… Dokunmaktan korkmak kaybolmasın diye. Tüm dünyadan kendince korumaya çalışmak incinmesin diye. Öylece zamana karşı oturup onu beklemek bir gün gelirse diye. Gülüşünü beynine kazımak gözlerini kapadığında ilk aklına gelen o olsun diye. Dünyayı onun için döndürmek özel olduğunu bilsin diye. Sadece onun yanında nefes almak yaşamın olsun diye. Sadece ona bakmak geriye kalan her şey anlamını yitirsin diye. Ona uzatmak kalbini yerini yalnız o bilsin diye. Kendinden geçmeyi göze almak o senden vazgeçmesin diye. Canın yansa da ona gülümsemek o üzülmesin diye. Her dakikanı bile onunla geçirmek istemek son nefesinde bile o olsun diye…
Bazense uzağa gitmesin diye her yolu denemek aşık olmak… Sımsıkı sarılmak. Bir gün kaybetmekten korkup daha sıkı sarılmak. Sadece yanında nefes alsın diye, onu uzakta nefessiz bırakmak. Onu tüm dünyadan öyle bir korumak ki başka bir zaman diliminde savunmasız bırakmak. Sadece ona bakmak. Bakışından anlamak ne halde olduğunu. Gülüşünü, ağlayışını, bağırışını, hayal kırıklığını, heyecanını, şaşkınlığını izlemek… Canın yandıkça onunda canını yakmak. Onu kimseyle paylaşmamak için koca bir camın içine hapsetmek. Yanındayken tüm zamanları durdurmak. Onu alıp uzaklara gitmek. Onunla doğmak yeniden. Ondan önceki zamanları yok saymak. Onsuz bir dünyaysa yaşaması gereken durdurmak dünyayı. Koşarak uzaklaşmaya çalışırken ona doğru koştuğunu fark etmek. Öylece gökyüzüne bakmak. Bir yıldız tutmak…
Karmaşık bir şey aşık olmak. Uzaklaşmaya çalıştıkça özlemek. Özledikçe yabancılaşmak. Yaralamak önce, daha sonra ise sarmak. Bencillik kadar fedakar olmak. Mucize aslında. Pek çok şekilde aşık olur insan. Ama aynı hepsinde gözlerimizin yanışı, canımızın acıması, karnımızdaki kelebeklerin uçuşu, boğazımıza bir şeylerin düğümlenişi, kalbimizin atışı, elimizin terlemesi, çenemizin titremesi…
Ayşenur Akkoç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"SAP"
Günlerdir "Döviz çapasında meydana gelen derin SAPmalar" konuşuluyor. Ben dururmuyum. Bu "SAP" hecesi çakıldı sanki beynime, iki laf edelim dedim. Hele Sn. Ertuğrul Özkök'ün 26 Ekim-de yazdığı "SAPına kadar erkekce bir yazı" yı okuyunca bu günlük böyle takılmak farz oldu.
Efendim , Monica Belluci ismindeki Hatun Kişi beni istese idi, (Bakın seslice düşünerek cevap veriyorum!)sağa sola SAPmadan, "Kızım senin derdin ne? SAP ile samanı karıştırmaya niçin kalkışıyorsun?" diye sorardım. Sonracağazım, ilk önce anlamamış gibi "Haa" der, "Hııı" diye düşünür ve "Hee" diye "Gari nedek bu da bir kader" der "Oluvesin bari" diyerekten gerinirdim. Övünmek gibi olmasın az biraz yakışıklıyım ve çekici birçok değin yanlarım vardır. Yanikim işbu Hatun Kişiye kendimi feda ederdim, memleketin erkekliğine söz getirmeden. Bu bakımdan Selahattin Duman sakın ola alınmasın, O'nun yeri en seksi gazeteci olarak SAPasağlam gönlümüzde.
Armudun SAPı varsa üzümün de çöpü var. Hernekadar "Çöpsüz üzüm" bazı bazı ilişkilerde öne çıkarsa da "Endamı güzel dağ Armudu" olup ezim ezim ezilmektense; yani kine, istemediğiniz bir ilişkiyi yaşamaktansa hiçbir şey olmamak en iyisi herhalde.
Söz gelimi, layık olmadığı yerlere gelenlerin bir zaman sonra nasıl SAPıttıkları hakkında görüşler yaşamımızı etkilediği halde , alkış tutmak alışkanlığımızdan kurtulamadığımız için aynı hatalara hep düşmüşüzdür. Neden mi? Süleyim bari. Herbir kimsenin yaşam içinde SAPıttığı o kadar obje var ki, ders almak işimize gelmez.
SAP hecesi bana çocukluğumda, içimi hala acıtan SAPan kullanarak o cik cik kuşlara attığım taşları anımsattı. Biri çıkıpta bana mani olmamıştı, hatta SAPanlar lastikleri çok daha iyi , boyanmış çatallar şeklinde çarşıda satılıyordu. Şimdilerde özrümü kabul ederlermi diye yüreğim kabarıyor, Ya hey, bu acılarla 1958 yılında 50 yıl önce aşağıdaki dizeleri tüm kuşlara ithaf etmiştim:
Gelin serçeler, güvercinler, kargalar
Bizim evin çatısına gelin
Hava soğuk, çok soğuk
Bir derde uğrarsınız diye korkuyorum.
SAPandan söz açınca Yahudilerin şu masal gibi hikayesini anlatayım:
Yahudiler ve Filistinliler arasındaki çekişme uzayıp giderken , iki ordu Filistin yakasında Elah Vadisi denilen bir yerde konuşlanmışlar. Filistinlilerin topraklarını savunan adı CALUT olan bir devi varmış. Her gün vadide dev adımlarıyla dolaşıp karşısındakilere meydan okuyormuş. Calut'a karşı gelmek için kimse cesaret edemiyor, kralın en yürekli ve cesur askerleri bile büyük korku yaşıyorlarmış. Bir gün bir çocuk, " Calut ile ben dövüşürüm " demiş. Adı DAVUD olan bu çocuğa Kral zırhını giydirmek istemiş isede o "İstemez" diyerek , birkaç tane taş toplamış. Elinde SAPanı ile vadiye inmiş. Dev koşar adımlarla gelirken Davud SAPanını çekmiş, Calut'u alnından iki kaşının arasından vurarak kafatasını parçalamış, öldürmüş.
Yahudiler bu olayın Kuran-ı Kerimde geçtiğini söylerler. Ben Yaşar Nuri Öztürk'ün Mealinde fihristte(Davud)ve (Calut)geçen ayetleri tetkik ettim. Böyle bir anlatım yok, ancak Davut'un Calut'u öldürdüğü Bakara Suresi-2/250. Ayette "Calut ve ordusuyla karşılaştıklarında şöyle yakardılar:Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit bastır. Ve küfre SAPanlara karşı bize yardım et " -2/251. Ayette " Nihayet Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Ve Davud Calut'u öldürdü" Nisa Suresi. 4/163 "Davud'a da Zebur'u verdik" İsra Suresi 17/5=. Ayette bu tekrarlanıyor. En'am suresinde Davud'un Nuh peygamberin soyundan geldiği vurgulanıyor, SAD Suresi 38/26. Ayette " Ey Davud , seni yeryüzünde halife yaptık. " dedikten sonra " Allah yolundan SAPanlara hesap günün unutmuş olmaları yüzünden şiddetli azap vardır "
O'nu nasıl yenmiş dersiniz? Bir adım sonra Calut, Davud'u ezebilecekken O cesaretle beklemiş-Davud önce kendi korkularını yenmiş , korkularını yenince Calut'uda yenmiş. Tabii Allah'ın Davud'a lutfu ve yardımı kesinlikle inkar edilemez.
Şimdi, bu yazıda Allah'ın adını anmak içime derin bir serinlik verdi . Soyadı "Üzmez" olan, bırakınız toplumu üzmeyi, geren- gerdikçe yaptıkları yetmiyormuş gibi SAPık laflarla insanları hiçe sayan söylemlere devam eden bu hilkat garibesini Allah'a havale edelim. , Mahkeme-i Kübra er geç kurulur, Allah'ın Adaleti şaşmaz.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
OPORTÜNİST DİNAZORLAR DA VAR
Medyamızda kendilerine minder bulmuş sözüm ona kalem ile güreşen, üstüne her konuda yazıp çizen ve de ahkam kesen hep aynı kalemlerden "illallah" diyenleriniz yok mu?
Gazetelerin kısıtlı okunduğu ülkemizde, "bunları da kimler okuyor?!!" diyenlerimiz var...
Aydın kisvesine bürünmüş sözde aydın, oportünist bir yaklaşımla ve Meşrep-i gereğince, at koşturuyor kendine verilmiş gazete sayfasında.
Siyasi görüşüne göre ayrılan gazetelerdeki bazı yazar-çizer takımı, optimist bir tablo ile kültür ve sanat üzerine kendilerinden başka bilirkişi yok(muş)ta(!) anlatıyor, yönlendiriyor; okuyucuyu...
Ama, kendine ne kadar okuyucu kitlesi bulabiliyor o tartışılır!!!
Mesela birileri var ki...
Kültür işlerimizde o kişi ve takımı duayen...
Ondan ve onlardan (bunlardan fazla yok ama)başka kültürlü yok sanırsınız bu memlekette...
Kitap fuarlarında boy gösterirler...
Ödüllü edebiyat yarışmalarında başı çekerler...
Jüri payesi almıştırlar, çünkü birileri kendilerini gazetede yazma imtiyazını kazandırmıştır ve ne de olsa tanınan bir zat-ı muhteremdir bu kişiler...
Edebiyatımıza emek vermiş, önce okumuş sonra yazmış bazı yazarlarımızın ilköğretim mezunu olduğunu bilenlerimiz biliyor...
Bu bağlamda da, öğretim ve eğitimin ayrı ama birbirine paralel olduğunu düşünüyorum fakat işin içinden bir türlü çıkamıyorum!
Çünkü düşünen tüm mürekkep yalayıp yutmuş insanların görüşüne göre ve kanaatimce; önce anne ve babamızdan ve yakın çevremizden aldığımız eğitim, mutlaka ve mutlaka daha yedili yaşlarımızda başlayıp yirmili ve bazen de hatta otuzlu yaşlarımıza dek süren (yüksek lisans ve doktora) olursa daha ne olsun'lu öğretim, bizim mi o köşe başlarını tutmuş "benim de ben" diyenlerin işlerine yarıyor bir bakalım...
Üniversite mezunları işsiz...
Ama zamanın ilk mektebini bitirmiş biri, iş bulmuş kendine... Hem de lisans üstü eğitim yapmışlardan daha donanımlı biri gibi karşınızda sayın okuyucular...
Yok ya!
Yoku mok'u yok!!!
Bu iş böyle...
Bunlar hep var ise, okuyan ve vizyon sahibi olan gençlerimiz de var fakat gençlerin önü açılmıyor bu çok bilmiş edebiyata hakim kişiler sayesinde!
Ve çünkü yaşlı başlı bir kalem sahibi, öbür kalem sahibinden söz ediyor, birbirlerini ağırlıyorlar kaptıkları o köşelerde!!!
Her bir varlığın bir miadı var teorisini ancak ve mealen; tövbe estağfurullah onlar çürütmüyor mu?
Biri, eskinin orta okulu bilgilerinden yola çıkıp edebiyat bilgisine henüz adım atmamış olan birileri edebiyat yapıyor...
Belki sonrasında edebiyat kitaplarından Fuzuli'yi, Dedekorkut'u , Cumhuriyet Dönemi ve Tanzimat Edebiyatımızı öğrenmiş olabilirler ama, bizim zamanımızda bize öğretilen hece ve vezin ölçüsünü, Aruz'u bilebilir mi? Tek başına yani öğretmensiz, okuma yazma ile başlayan, Türkçe Dilbilgisi ile devam eden ve de edebiyatın engin sonsuzluğuna erişebilirler mi bilmiyorum!?
Bildiğim ve bildiklerimizde ise, çalışmadan, okumadan, öğrenmeden hiçbir bilgiye ulaşılmayacağı gerçeğidir.
Yani, doktorun doktor olabilmesi için tıp fakültesini bitirmesi, avukatın hukuk fakültesini gidip, öğretim işini halletmesi üzerine öğretimin önemi vurgulanıyor da, edebiyatçılar bazen ilk mektep mezunu da olabiliyor...
Olabilir, bu da olasılıksız bir olasılık değil!
Gel gelelim öğretim ve eğitimli olan edebiyata sıcak bakanlar da bazen kötü yazar olabiliyorlar...
Fakat bu demek değil ki ilk mektep mezunu yazarlarımız kendilerini yetiştirmiyorlar...
Yoksa onlar DEHA MI ne?
Belki de insanüstü bir gayretle lise ve üniversite eğitimlerini kendi kendilerine tamamlıyorlar bu gibi edebiyatımızın yüz akları...
"Hadi canım sizde!!!" diyen sesiniz geliyor ya...
İlliyet bir yer bulur kendine ama öğretimsizliğin kendine yer bulmasını anlamıyorum...
Yıllardır müteakip arama gibi yazan ve yazdırılan yazarlarında gençlerin önünü açıp, emekli olmalarını istiyor ve diliyorum...
Siz dilemiyor musunuz yoksa?
İletişim Fakültesi mezunları işsizken eski şarkıcı türkücüler yazı yazıyorlar , televizyonlarımızda programlar yapıyorlar ve ilgili fakülte mezunları issiz dolaşıyor ya da öğretimini aldıkları iş dışında iş yapmak mecburiyetinde kalıyorlar!
Bu vaziyet reva mı?
Bize sunulan bu kişiler mi hep yazıp çizecek ve yapıştıkları köşelerinden ballı maaşları ile bizlere satır aralarında anlayanın anlayacağı laflar edecek?!!
Onlara bu iş tekelleşti mi yoksa demenin vakti gelmedi mi sizce?
Sözün özünde; tabiri yerinde ise oportünist (fırsatçı) üstüne üstlük dinozorlar gibi elimizi bağlayanlara el vermeye, onların borularını ötürmelerine ve "dediğim dedik, çaldığım düdük..." söylemlerine ara verip onları emekli etmeyecek miyiz daha!..
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç MARTIN LUTHER KING'DEN BARACK HUSSEIN OBAMA'YA… |
|
İnsan aslında ilahî imtihana mazhar olduğu için ve Allah tarafından muhatap kabul edildiği için değerlidir. Dünyanın gözbebeği kabul edilen ve onca nimetle ödüllendirilen insanlar sadece takva yönüyle birbirinden üstündürler. Allah'ın emir ve yasakları konusunda hassasiyet gösterme esas ölçüdür. "Üstünlük takvadadır"(Hucurat 49/13) ayeti de bu gerçeği dile getirmiyor mu? Durum bundan ibaretken insanlar birbirlerine üstünlük taslamak için renklerini, makamlarını ve zenginliklerini üstünlük sebebi saymışlardır.
İslamiyet evrensel bir din ve mesaj olduğu için onun ahkâmı bütün insanlığı kuşatmıştır. İslam bazı kesimlerin kendilerini üstün sayması ve bir kısım insanların birbirine haksız tahakküm etmesi konularında kesin hükümler vererek bu meseleyi kökünden halletmiştir. Dinimizde renklerin, dillerin, sosyal ve ekonomik durumların farklılığı üstünlük veya horlanma sebebi sayılmamıştır. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (sav) Veda Hutbesi'nde: "Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Adem'densiniz, Adem ise; topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten sakınanınızdır. Arap'ın Arap olmayana, hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir." buyurmuştur. Bu sözler İslam'ın insan haklarına bakışını en veciz biçimde ifade etmektedir.
Dünya tarihinde ırkçılık her dönemde görülmüştür. Amerika'da ırkçılık daha düne kadar önemli bir sorundu. Bundan sonra belki ABD'de ırkçılık sorun olmayacaktır. Çünkü ABD tarihinde ilk kez bir siyah adam Beyaz Saray koltuğuna oturuyor. Bu ABD tarihinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü siyahlar bu topraklarda çok çirkin muamelelere muhatap oldular. 1619'da Afrika'dan Amerika'ya köle diye getirilen siyahlar ilk kez 1830 yılında oy kullanma hakkına sahip oldular. O da erkekler… Beyazlar hep birinci sınıf, siyahlar da hep ikinci sınıf insan muamelesi gördüler. Köle diye alınıp satılan siyahlar, beyazların hizmetinde bulundu hep… Öyle ki bir otobüste beyazlardan biri ayaktaysa siyah renkli kişinin oturma hakkı yoktu. Siyah tenli kişi yerini beyaz tenliye vermek mecburiyetindeydi. Buna muhalif olan ve yerini bir beyaza vermemekte ısrar eden siyah kadın Rosa Park sırf bu yüzden tutuklanmıştı.
1964 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanan ABD'li siyah rahip, Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi Martin Luther King, siyahların tüm dünyada ve özellikle ABD'de haklarının korunması için büyük mücadele vermiştir. King, 1969 yılında henüz 39 yaşındayken bir suikasta kurban gitmiştir. Onun "Bir Rüyam Var" adlı konuşması çok meşhurdur. Bu konuşmadan aldığım bir bölümü ilginize sunuyorum: "Bugün diyorum ki dostlarım, şu anın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir rüyam var benim. Bir rüyam var: Gün gelecek bu ulus, ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak; Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Bir rüyam var: Gün gelecek eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia'nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar. Bir rüyam var: Gün gelecek Mississippi Eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek. Bir rüyam var: Gün gelecek dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar." Ne yazık ki bu konuşmanın bedeli ve bu rüyanın yorumu ölüm olmuştur.
1969 yılından bugüne 39 yıl gibi uzun bir zaman geçti. ABD Başkanlık seçimlerindeki iki adaydan biri olan Barack Hussein Obama, ABD'nin ilk siyah başkanı oldu. Böylelikle "Benim Bir Rüyam Var" diyen insan hakları savunucusu Martin Luther'in rüyası da gerçek oldu. Bir yanı Kenyalı, bir yanı Amerikalı, ailesinin bir yanı Müslüman, bir yanı Hıristiyan olan Obama, ABD'ye çok yakıştı doğrusu. Şimdi ABD'de yaşayan siyahların yerinde olmak isterdim. Bir zamanlar aşağılanan siyahlar şimdi başları dik gezebilecekler ABD sokaklarında. Obama gibi siyah tenli birisinin ABD'de tabandan tavana yükselişi demokrasinin ve ABD'nin zaferidir. Bundan sonra iş Obama'ya düşüyor. Başarılı olmasını temenni ediyorum.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
SEN.
At üzerime kelimelerini,
Yığ iyice cümleleri,
Merak etme, altlarında kaybolsam bile
Kolay kolay çıkmaz canım,
Dayanıklıyım.
Kast et canıma, sık
Sarmala boğazımı sessizliğinle
Düğümle yaşları içimde
Çekinme,
Yenir yutulur lokma değilim
Dayanıklıyım.
Daya hıncını, hevesini üste çıkma
Aşkını bedenime,
Zorla kapılarını sabrımın,
Korkma!
Çürümediler daha!
Selinden, kan selinden
Hislerimin, istila eden
Sınırlarıma..
Buradayım hala.
Burada olacağım
Hayatta!
Şaşırma, senden değil,
Senden değil asla.
Güçlüsün şüphe etme kendinden
Sakın! Yücesin sen, büyük.
En büyük benim için hala..
Zayıflığın değildir
Benim karşı koyuyor olmam.
İzidir hayatın, yılların
Bu direnç damlaları
Damarlarımda!
Senden değil,
Senden değil asla!
Tereddüt kalmasın aklında,
Zerre kadar da olsa!
Sakın! Yücesin sen, büyük.
En büyük benim için hala..
Gül Saba Taka
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Mouse'u bir ninja kadar hızlı kullandığınızı mı iddia ediyorsunuz. Çabuk düşünüp hızlı hareket edebildiğinizi gösterebileceğiniz basit bir oyun öneriyorum sizlere http://www.koreus.com/jeu/ninja-glove.html Talimatları hemen anlayıp, çok hızlı karar verip, hiç vakit kaybetmeden mouse'u kullanmanız gerekiyor. Başta biraz stres yaratsa da sabırlı olursanız zamanla başarılı olabiliyorsunuz. İyi eğlenceler…
Siz de benim gibi ironik durumları sevenlerdenseniz bu resimleri de seveceğinize inanıyorum http://adsoftheworld.com/media/print/brand_irony_nike Hayatı tadında yaşamayı sevenlere selam olsun.
Otomobil teknolojisindeki gelişmeler sadece daha az yakıt tüketmeyi hedeflemiyor. http://www.chip.com.tr/video/Sekil-degistiren-BMW_275.html Gina çok farklı! BMW'nin gina adını verdiği yeni bir program, otomobiller konusundaki bilinen bütün kuralları değiştirecek gibi görünüyor.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|