|
|
|
14 Kasım 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Tek uzaylı ben değilmişim!.. |
Merhabalar
İki saattir 32.Gün izliyorum. "Mustafa"'nın en bilerek tartışıldığı, kısa ama öz bir tartışma oldu. Kendi adıma mutluyum zira yalnız olmadığımı en güvenilir ağızlardan duydum. Aslında varolmayanların üzerine inşa edilen eleştirilerin ne kadar acımasız olabileceğini görüp korkmamak mümkün değil. Geriye tek yol kalıyor, suya sabuna dokunmamak. Çakma iktidarların yönetiminde güdülmeye eyvallah demek, susmak, biat etmek. Balığın baştan kokması gibi, kirlenme, tahammülsüzlük, hükmetme güdüsü, taa en baştan başlıyor. Eleştirinin dozunu ayarlama enstitüsü de onların elinde. Kişisel otokontrol de yetmiyor, illa elinize verdikleri kitaba uygun davranmanız gerekiyor. Davranmazsanız akredite olamıyorsunuz, yüzünüze "Terket git" denilebiliyor. Ya da bir avcı vekil çıkıyor, "Vurmaktan hoşlanırım." diyor, küçük dilinizi yutuyorsunuz. Neyse, konu dağıldı galiba. Siz iyisi mi "Mustafa" hakkında kafanıza yer etmiş düşüncelerinize katkıda olsun diyerek 32.Gün'ü izleyin. Bilmeden fikir sahibi olmak yerine, gidip görüp fikir sahibi olmayı seçin, hafta sonunda sinemaya gidin "Mustafa"'yı seyredin. O zaman belki konuya daha mantıklı yaklaşmanın yolunu bulabilirsiniz. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 7 |
|
(SARHOŞLAR)
Bizim oraların adamı içki muhabbetlerinden pek anlamaz. En azından yirmi beş sene önce bu böyleydi. Şimdi değişmişse bilmiyorum. Bunu ukalalık olsun diye söylemiyorum. Toprak benim, su benim. Sonuçta bende benzesem benzesem onlara benzerim. Siz hiç yazın gün ortasında, tepenizde yakıp kavuran bir güneş varken susuz rakı içen birini gördünüz mü? Ben çok gördüm. Bilin bakalım bu işin sonu nereye varır? Birincisi ayakta duramayacak hale gelirsiniz. İkincisi düğün sahibinin sabrını zorlarsınız. Çünkü eften püften istekleriniz bitip tükenmez. Kaprisleriniz, ukalalıklarınız herkesi çileden çıkarır. Üçüncüsü kesinlikle dayak yersiniz. Dördüncüsü sizi bir tenhaya götürürler. Beşincisi üstünüz başınız kir pas içinde eşekler gibi uyursunuz. Ertesi gün herkese bir şey hatırlamadığınızı söylersiniz.
Ama size daha ilginç bir şey söyleyeyim. Düğünde sarhoş olup kavga ettiniz ya. Hani üstüne üstlük dayak de yediniz. Bundan normal ne olabilir zaten ayakta duracak haliniz yok. Yerlerde yuvarlandınız, toza toprağa bulandınız. Bir iki gün herkes sizin düğündeki perişan halinizi konuştu. Artık bu delikanlının kimse yüzüne bakmaz mı sanıyorsunuz. Hayır, bu tiplerin izlenme oranı her zaman şaşılacak denli yüksektir. Hepsinin için için yanmaktan gebermiş yavukluları vardır. Öyle veya böyle bu tipler kesinlikle evde kalmazlar. Buradan çıkarılacak ders, " Reklam reklamdır, reklamın iyisi kötüsü olmaz."
Her köyde düğün olur ve gençler askere gider. Bu alışılmadık bir şey değildir. Ama eğer bizim kasabada böyle sosyal bir etkinlik varsa tam üç gece uyuyamayacaksınız anlamına gelir. Gençler sabaha kadar bağırıp, böğürüp duracaklardır. İçki içip nara atmıyorsanız zaten genç bile sayılmazsınız. İçkinin türü de önemli değildir. İster rakı için, ister şarap, bira bile olur. Yazar Yusuf ATILGAN belki de bunları görüp kocaman bir roman yazmıştır. Gerçi yazara haksızlık etmeyelim. Aylak Adam romanının karakteri sabahlara kadar sokaklarda nara atarak dolaşan bir tip değildir. On dört yaşımda ilk kez o kasabadan çıkıp başka kasabaları, köyleri, kentleri görünce, insanların içine karışınca şaşırıp kaldım. Çünkü insanlar saatlerce içki masalarında demlenip sohbet ediyorlar ama kavga etmiyorlardı. Nara da atmıyorlardı. Hatta yalpalayarak yürümekten de çok utanıyorlardı.
Kasabamızın enikonu iki sürekli sarhoşu vardı. Pehlivan Aga ile Halil Ağa…Pehlivan Aga bizim sokakta otururdu. Pek sosyal biri değildi. Kocaman bahçe içinde kerpiç bir evde yaşardı. Aynı bahçenin sokakla buluştuğu yerde oturan kızı Nazike Abla ona bakardı. Yemeğini, ekmeğini o götürürdü. O sokakta, kasabada yaşayan herkesi tanımasına rağmen kimseyle muhatap olmazdı. Aslında böyle davranmakta haklıydı. Çünkü o içki sorunu olan biriydi ve insanlarla oturup kalktığında ona nasihat çekecekler ve bıkıp usanmadan doğru yola getirmeye çalışacaklardı. Onun doğru yolu bizimkinden ve kasabalılardan farklıydı. Ve Küçük çevreler buna asla izin vermezlerdi. Evinin arkasından dere geçerdi. Dere ile evinin bahçesinin sınırlarını duvar gibi aşılmaz, sık bir kargılık bölerdi. O kargılığın arkasında müthiş güzel şeftaliler olurdu. Çok değil ama birkaç kez ben o sınırı geçip şeftalilerin tadına baktım. Kimseye zararı olmasa da Pehlivan Aga'dan bütün çocuklar korkardı. Çünkü onun karısını kestiğine dair bir sürü öykü anlatılırdı. Karısını kesen adam çocukları niye kesmesin diye düşünürdük. Elbette anlatılan bütün öyküler yalandı. Pehlivan Aga adından da anlayacağınız gibi eski bir pehlivandı. Onu tanıdığım zaman ilerlemiş yaşına rağmen hala iri yarı bir adamdı. Genelde ispirto içerdi. Elbette oturup kapı önünde içmezdi ama şişeyle çarşıdan dönerken görürdüm. Ve üstü başı idrar ve ispirto kokardı.
Halil Ağa kasabamızın ikinci sürekli içicisiydi. Pehlivan Aga'ya göre daha sosyal biriydi. Onu sürekli çarşıda ve düğünlerde görebilirdiniz. Herkesle oturup kalkmazdı. Özellikle yeni yetme gençlerden uzak dururdu. Gençler onu Co diye çağırırlardı. Ve elbette küfrü yerlerdi. Halil Ağa Zeytinlik Mahallesinde yarısı yıkık, virane kerpiç bir evde yaşardı. Sürekli sallanarak yürüdüğü için çocukken onu gördüğümüzde ödümüz kopardı. Bize öyle öğretilmişti. Sarhoşlar genelde kendini bilmez adamlardı ve onların sağı solu belli olmazdı. Halil Ağa'nın gözde içkisi şaraptı. Ama züğürt zamanlarında o da Pehlivan Aga gibi ispirto içerdi. Düğünlerde genelde seçme şansı olmazdı. Gençler ona sürekli karışık içkiler verirlerdi. Bazen küfür etse, kızıyormuş gibi tavırlar takınsa bile eline geçeni çabucak mideye indirirdi. Her düğünde kafayı bulunca oynar ve en sonunda bir köşede sızıp kalırdı.
Halil Ağa'nın varlıklı biri olduğu, bey olduğu ve yaşamı boyunca hiç çalışmadığı anlatılardı. Doğum sırasında bebeği ile birlikte eşinin öldüğü, onun da yaşadığı bu acı olaydan sonra bir daha eski yaşamına geri dönemediği anlatılırdı. Bildiğim kadarı ile hiç akrabası yoktu. Benim aklımın ermeye başladığı yıllarda artık mülkü de kalmamıştı. Genellikle Avcılar Kulübü ile Gençlik ve Spor Kulübünde oturdu. Gençlerle baş edemeyince spor kulübünden eline ayağını çekti. Öteki kahvelere takılmaya başladı. Pehlivan Aga'nın tersine ince, esmer, dal gibi bir adamdı. Kasaba onları kendine eğlence etse de kimsenin tavuğuna kışt diyecek insanlar değillerdi. İspirto ikisinin de sonu oldu. Öylece sessiz sakin göçüp gittiler.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
BODRUM'U ORHAN VELİ'YLE YAŞAMAK
Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün'de Bodrum'a ilk girişini " En nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular 'Neredeyse Bodrum görünecek' dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu... Tepedeki bir dönemeci dönünce 'şırrakguuuur' diye Arşipel' in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi." sözleriyle anlatır.
Ne zaman Yokuşbaşı'na gelsem bu sözleri anımsarım; ama nedense Orhan Veli'nin dizelerini de mırıldanmadan edemem:
"Gemlik'e varınca
Denizi göreceksin
Sakın şaşırma "
Bu, şiirin kolay söylenebilirliğinden midir, yoksa dizelerdeki şaşırtmacadan mıdır bilmem. Bildiğim, gördüğüm denizin, beni her keresinde şiirinin büyüsüne götürdüğüdür.
"Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
...
Ben de öyle yapar, kimselere haber vermeden alır başımı giderim. Deniz, kimi zaman,
"Elifbamın yapraklarında
Gemilerim, yelkenli gemilerim"
kimi zaman,
"Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında."
diye diye gidilen ekmek kapısıdır.
Bir tepeden ötekine geçerken, bir bükten paldır küldür inerken ben de bağırırım:
Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
Günlerdir Orhan Veli'nin;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.
dizeleri düşmüyordu dilimden. Bodrum'un havasına veriyordum bunu. Ancak dün sabah fakülteye giderken gördüğüm belediye işçileri bana onu anımsattı.
Orhan Veli'yi, daha nice güzel şiirler yazacağı dilinden 14 Kasım 1950'de Ankara Belediyesi'nin açtığı bir çukur ayırmıştı. O, çukura düştüğü gün kırkım çıkmış benim. Ölüm, yaşama değer katamayanlar için geçerli; gerçek ömrümüzü belirleyense geride bıraktığımız eserler.
Aklıma Orhan Veli düştü ya, yine avareliğim tuttu. Dersim biter bitmez arastalara attım kendimi. Vitrinlere bakarken:
Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,
Sandık odalarında;
Senin de dükkânın öyle kokar işte.
Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri,
Bu duvak onun duvağı işte…
dizelerini mırıldandım. Balıkçıların önünden geçerken ayaklara dolanan sırnaşık kedileri görüp
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
dedim. Parklarda Altındağ şiirinin;
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.
dizeleri dolandı dilime. Bir guletin küpeştesinde güz güneşini yudumlayan sarışın kadınla;
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikâyesi?
dizelerini anımsadım.
Sonra vurdum kendimi Marina'ya. Köşede iki taksici güzün tenhalığını yüksek sesle konuşarak doldurmaya çalışıyordu. Kulak verdim:
"Bu dünyada topu topu 57 yıl nefes alıp vermiş adam."
"Buncağız ömre darmadağın olmuş bir imparatorluğun küllerinden çağdaş bir ulus yaratmayı sığdırmış."
" …. bunca işi uykusunda becerdiğini sanmış olmalı ki onu, sabahlara dek içen bir ayyaş gibi gösteriyor filminde."
İyi ki bu toplumda şiir "işi yolunda" olanların umurunda değil, diye geçiriyorum içimden. Değilse suret-i haktan görünen bir başkası çıkıp
"Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam."
dizelerini yorumlayarak Orhan Veli'nin belediyenin açtığı çukura düşmesini "Hak etmiş canım!" dedirten bir film yapabilirdi. Üstelik onun:
Bütün güzel kadınlar zannettiler ki
Aşk üzerine yazdığım her şiir
Kendileri için yazılmıştır.
Bense daima üzüntüsünü çektim
Onları iş olsun diye yazdığımı
Bilmenin.
dizelerinde dile getirdiği şiir perisiyle, gerçeğin yol ayrımını görmezlikten gelerek
Gel benim canımın içi, gel yanıma;
İpek çoraplar alayım sana;
…
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksekkaldırım'da, güpegündüz?
Melahat'ı almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
dizelerine bakıp onun ne büyük zampara olduğunu da eklerdi filmine.
Gerçi Yahya Kemal, o ve arkadaşları için "cahil ve geri kimseler" demiş; Necip Fazıl Kısakürek de, onun şiirini "hazin ve basit" olarak nitelemeye çalışmıştı; ama o, yaşamaya devam ediyor; Türkçe ve şiir var oldukça da yaşayacak. Çünkü o da şiirin sultanlığını yıkan, şair-i âzamları, üstatları hak ettikleri yere gönderen bir şairdi.
Endişe gereksiz, diye geçirdim içimden. Erzurumluların deyişiyle "Yel, kayadan ne aparır?" deyip yürüdüm mandalina kokulu bahçelere doğru.
Burası Bodrum:
"İçkiye benzer bir şey var bu havalarda,
Sarhoş ediyor insanı, sarhoş."
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Deryaneval : Derya Ongun BİR EYLÜL SABAHI - BİR ANNE |
|
Yatağımda uyuyorum, uykunun tatlı girdabı beni yavaş yavaş yüzeye fırlatmaya başlamış, sabah yaklaşmış olmalı, ama çalar saatim daha çalmadığı için kaç dakika sonra çalacağına keyifle kaygılanırken uykunun kucağındaki yumuşacık misafirliğime devam etmekteyim.
Odamın kapısı yavaşça açıldı, girdaptan izliyorum gözlerimi açmadan, daha doğrusu kulaklarım sesleri beynimde küçük bulmacalara oradan da olası görüntülere çeviriyor, rüyayla gerçek arasında bir yerlerdeyim.
Kapıdan içeri giren, ufak ve özenli sessiz adımlarla başucumdaki pencereye geliyor, tül perdenin kıpırtısını duyuyorum, ardından da tülün altındaki güneşliğin olabilecek en yavaş frekansı yayması için olabilecek en seri hareketle kapatılmasını, ardından gene minik bir adım, yüzümü belli belirsiz yalayan bir nefes, başucumdaki komodinden kaldırılan saatin miniminnacık bir çınlaması ve odanın kapısına doğru ilerleyen, uzaklaşan gene özenli sessiz ayak tıpırtıları....
Gözümü açıyorum.... Annem....odadan çıkmak üzere, eli kapının kolunda, minimum gürültüyle kapatmaya hazırlanıyor, başımı kaldırarak yüzüme uyku mahmuru dağılmış saçlarımın arasından bakıyorum..
- Anne napıyorsun?
Annem, bir elinde çalar saatim, diğer eli kapının tokmağında,
- Yok bir şey yavrum,
- Anne, saatimi aldın nereye gidiyorsun, uff saat kaç?
- Saat 05:30 Deryacım, sen yat uyu, bugün işe gitmeyeceksin..
- Gitmeyecek miyim , neden ki?
- İhtilal oldu yavrum, sokağa çıkma yasağı var, hadi sen uykunu açma, uyu...
Deli gibi fırlıyorum, yüzüme dağılan saçlarım bile irkiliyorlar.....
Annem güneşlikleri kapattığı için odam loş, odamın ışık/ses yalıtımı uykunun koynunun ta kendisini oluşturmuş annem sayesinde.
Meğer günlerden 12, aylardan Eylül, yıllardan 1980 imiş, meğer ihtilal olmuş, meğer 20. yüzyılın son çeyreğindeyken bir Avrupa ülkesi olduğuna kendimizi inandıramazken bir de üstüne devrim olmuş..... Ne gam....
Çok gam.... ama önce analık gamı.....Afallamıştım....uykunun koynundan ihtilalin soğuk gerçeğine geçme yolunda annemin kucağında takılı kalmıştım. Politik gündemi babamla birlikte büyük bir dikkat ve özenle takib eden, haberleri izlerken/dinlerken neredeyse "iç geçirmemi" bile gürültüden sayan annem, işte şimdi, ülkede devrim olmuşken, hem de henüz olmuşken, hem de duyduktan hemen sonra, ilk iş kızının fazladan uyumasını kendine dert edinmiş, anneliği tercih etmişti.
Nereden mi aklıma geldi,.... aslında sanırım hep aklımda... aktüaliteyi takib ederken ve annemi özlerken...evet..hep aklımda..
Şanslıyım biliyor musunuz, askeri darbeyi böylesine sımsıcak "anne hatırasıyla" sarmalayabilmiş bir şanslı...
Annelerin, anneliğin tarifinin içine "darbe olduğunda evladının uyumasını görev edinen kalp" i de katabilir miyiz lütfen...
Derya Ongun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Evlere Şenlik - 3 |
|
Neredeyse; her söylemi ve her eylemi ile dünyanın en renkli kişiliklerden birisi de hiç kuşkusuz Berlusconi'dir. Bizim Süleyman Amca gibi 8 kere gidip 9 kere başa gelmiştir. Vaktiyle bana da;
http://www.kmarsiv.com/sayilar/20050527#sesen
http://www.kmarsiv.com/sayilar/20060224#sesen
yazılarını yazdırmıştır. Bu kez İzmir Marşı ile gelip, Mehteran Marşı ile gitmiştir. Meğerse; Expo 2015'i kazanacağımız ve bu nedenle nasılsa kankamızı İzmir'e davet edeceğimizi hesaplamış büyüklerimiz. Lakin Expo'daki hesap İzmir'e tutmamış, Milano araya girip oyunbozanlık yapmış. Öyleyse; bir İzmir Zirvesi gerekir adamcağıza değil mi ?
Alooo, Silviyo Birader ! Ne oldu, aramaz sormaz oldun hiç ?
- Olur mu Senyor Birader, gelmeden patlatmadım mı demeç üstüne demeç ! Şöyle iyisiniz, şöyle güzel şeyler yapıyorsunuz, hatta laiklik konusunda kimse elinize su dökemez demedim mi ?
Eyvallah Birader, dedin demesine de, durumlar hiç de iç açıcı değil...
- Hayırdır inşallah ..?
Yahu adam herkesi aradı, bana bir alo bile demedi. Benim neyim eksik ?
- Barraaack allasen şu bronz tenli adamı. Takma kafaya nasılsa işi düşünce arar...
Ayıp etti yani bana. Sen zahmet etme ben geleyim bari yanına diyorum, kaçak güreşiyor. Sahi bak şimdi aklıma geldi, diyorum ki; senin isminde de var Coni, acep sen benim yerime sen arasan ya şu bronz tenli Coni'yi ? Şikago felan dinlemem, atlar giderim ..!
- Hakketen gidersin bilirim Birader. Buşun atları da boştur hatta bu aralar...
Silviyo Biraderim, ya süpürürlerse bu defa diye hop oturup cop kalkıyorum zaten. Gözünü seveyim şu randevu işini hallet, halvet bastı içimi halvet...
- Hallederiz ya, merak etme sen. Şu dünyada bir sen bir de Rasputin, geri kalan işler rutin. Bu arada satılacak yeni bir şeyler var mı ?
Hatırlattığın iyi oldu, ÜnüneÜnKatan Ağabey ile görüşürüm bir ara, merak etme sen ..!
- Biliyorsun bizim oralarda kriz var. Ne derler bilirsin; her krizin bir kerizi vardır. Sahi, siz de durumlar nasıl ?
Yuff olsun yani Silviyo ...! Bize kriz söker mi ? Hamdolsun cari açık almış başını açık ara önde gidiyor. Bütçe desen fevkalade; hem uçuk hem kaçık. Şükürler olsun ki; işsizlik ekonomimize paralel olarak gittikçe büyüyor. Esnaf da satışlardan öyle memnun ve duacı ki kepenkleri kapatıp biraz tatil yapalım diyorlar. Bizim adımız Tomas, kriz bize komas...
- İlahi Birader, bir Dante'yi bilirim bir de seni yani Komedya'dan yana.
Bu arada senin Milan'dan ne haber ? Pek iyi değilmiş, istersen Fato'yu göndereyim. Bir çeki düzen versin takıma, bir kulağını çeksin Ronaldinyo denyosunun ..?
- Sen önce Dede'yi göndermeye bak ! Avrupa'da dökülüyorsunuz bu sene..
Cim-Bom yine destan yazıyor ama Avrupa'da. Hatta bu hafta hisselerinin 1'e 4 verdiğini söyledi bizim ekonomistler..
- Sahi bir de başka Dede'niz varmış, zamparalıkta beni geçtiği söyleniyor, nedir bu işin aslı astarı ?
Boşver oni, Veronika Yenge'm yine dalacak bak sonra sana ..!
- Başlatma şimdi Veronika'dan... Çaldırmam bak "Hadee hadee !" şarkısını İtalya'da !
Aaa, hani anlaşmıştık be Silviyo ? Ben de İbo'ya "Le Şante mi Kantareee" söyletecektim.
- Şaka şaka Biraderim, kimse bozamaz bizim kankalığımızı. Kapatayım da fazla yazmasın şimdi telefon sana...
Ayıpsın Birader, lafı mı olur ..! Haber ver bana, yok ona, yok yok hem ona hem bana. Randevu için yani, ona bana mıydı ? Yoksa babama mıydı ? Hay aksi neydi yahu ?
- Tamam tamam anladım, yorma çeneni..
Silviyooo.. Hatırladım.. Tüh kapattı...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"Ustalara Saygı" etkinliklerinin kırk sekizincisi
17 Kasım'da Suna Pekuysal ve Ergun Köknar için
Tiyatromuzun iki büyük ustasına saygı
Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen "Ustalara Saygı" etkinliklerinde dördüncü dönem, 17 Kasım 2008 Pazartesi akşamı tiyatromuzun iki büyük ustası için gerçekleştirilecek gece ile devam ediyor.
Kültür, sanat, edebiyat ve düşün dünyasındaki usta isimlerin çalıştıkları alanlara damga vuran çeşitli yönleriyle izleyici ile buluştuğu gecelerin kırk sekizincisi, saat 20.00'da Melih Cevdet Anday Sahnesi'nde (Akatlar Kültür Merkezi) yapılacak…
Suna Pekuysal ve Ergun Köknar için düzenlenecek olan "Ustalara Saygı" gecesi, 2000 yılında kaybettiğimiz Köknar ve bu yıl içerisinde aramızdan ayrılan Pekuysal için gerçekleştirilecek ilk etkinlik olma özelliğini taşıyor.
Faruk Şüyün'ün hazırladığı ve yöneteceği gece, iki sanatçının aile albümünden ilk kez gün ışığına çıkacak görüntüler ile başlayacak. Etkinlikte, Pekuysal ve Köknar'ın birlikte oynadıkları filmlerden görüntülerin yer aldığı bir kolaj da sunulacak.
Edebiyatçı ve tiyatrocu dostları Adalet Ağaoğlu, Ani İpekaya, Arif Erkin, Atilla Alpöge, Ayşe Kökçü, Beklan Algan, Deniz Kavukçuoğlu, Erol Keskin, Gülgün Akansu Pabuçcuoğlu, Haldun Dormen, Hasan Özen, Orhan Alkaya, Osman S. Arolat, Şükrü Türen, Tarık Pabuçcuoğlu, Toron Karacaoğlu, Üstün Asutay, Vedat Demirci, Zihni Göktay'ın anıları ve yorumları ile konuşmacı olarak katılacakları gecede sanatçıların oğlu Sait Ali Köknar da bulunacak.
Bilgi için:
Faruk Şüyün: 0 533 468 30 63
Melih Cevdet Anday Sahnesi
(Akatlar Kültür Merkezi): 0 212 351 93 84
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Dedi Mirza
Sultan Köprüsünün başında
bir çift kara göz;
Mirza,
kitapsız bir zencefil karanlığında;
böyle dert koştu çağlayan sulara:
Vuslatı deli eder,
ırak illere sözlenir;
bilmem, hangi gizlere yaslanır;
sarkışını hangi hallara benzetir, bilmem..
N'eylersin koç yiğidim,
n'eylersin;
yana döne aranıp yakınsan,
kime kalır endâmı..
Küfre saplanan umutsuzluk,
yorgun gözleriyle gün keser..
Deli gönül gam yükün boynuna asar,
ikmâle uzanan yolun keser..
Ele gelmez,
dile dokunmaz,
yüze sığmaz,
için götürmez gayrı
toprağını yakar kavurur..
Olur şey değil;
bu kılıç bu kına sığar mı hiç..
N'eylersin koç yiğidim,
n'eylersin;
tozpembe bir kuytuluk,
arar mı kurdu, çakalı;
bir zülfütaç neşesiyle bakarken karanfile..
Akşam vakitlerinde içini derin bir hüzün kaplar..
Kıyılara iner, seyre durursun gün çiçeklerini..
Fakat üç deniz kabuğu kadardır saltanatı hüznün;
eğilir, deniz kabuklarını dinlersin;
gezdikleri Deniz'lerden haber verirler..
Ve içinde yükselir o ateş, binlerce kere ve ölesiye..
Kavgasıyla, direnişiyle, umutlarıyla;
yalnızlıklarıyla, acılarıyla seni olduğun yere getirirler..
Handır bu;
yorgun gelir dinlenirsin;
güce gelince yola devâm edersin..
Aldanma boran sellere,
varsın gönül eğlesin çoban köpekleri..
Kaç suyun sebil eder;
yokluk sağar bir feryat,
kesik bir düş,
kesik bir kol gibi önüne serer..
Deli zemberektir bu,
kimseye eyvallahı yok..
Boş gecelerin,
çayır çimen kokusunda kürekçi kavgası değildir bu;
bir ömrün kavgası..
Çıkmazlar sancısında küflenmiş,
bir örnek gerçekliğe ne benzer!..
Saçın başın yolsan,
bir yol zemherine buğulasan,
kendine geceler çoğaltmaya çalışsan, faydasız..
N'eylersin koç yiğidim,
n'eylersin;
yazılmıştır bir kere:
kaya dolgu engin düş,
söz bilmez gonca güle hasreder;
bize de sevdâmızı türkülere oya gibi işlemek düşer,
su başlarında türkün yakmayıp da n'eylersin..
Alkım Saygın
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Mouse'u bir ninja kadar hızlı kullandığınızı mı iddia ediyorsunuz. Çabuk düşünüp hızlı hareket edebildiğinizi gösterebileceğiniz basit bir oyun öneriyorum sizlere http://www.koreus.com/jeu/ninja-glove.html Talimatları hemen anlayıp, çok hızlı karar verip, hiç vakit kaybetmeden mouse'u kullanmanız gerekiyor. Başta biraz stres yaratsa da sabırlı olursanız zamanla başarılı olabiliyorsunuz. İyi eğlenceler…
Siz de benim gibi ironik durumları sevenlerdenseniz bu resimleri de seveceğinize inanıyorum http://adsoftheworld.com/media/print/brand_irony_nike Hayatı tadında yaşamayı sevenlere selam olsun.
Otomobil teknolojisindeki gelişmeler sadece daha az yakıt tüketmeyi hedeflemiyor. http://www.chip.com.tr/video/Sekil-degistiren-BMW_275.html Gina çok farklı! BMW'nin gina adını verdiği yeni bir program, otomobiller konusundaki bilinen bütün kuralları değiştirecek gibi görünüyor.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|