|
|
|
20 Kasım 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Çarşaf açılımına dikiz!.. |
Merhabalar
İsviçre dönüşü Tayyip Bey kulağıma fısıldadı; "Kriz mriz yok." Sıkıysa inanma. Hoş, ben inansam n'olur inanmasam ne olur ama bunu söyleyen Tayyip Bey'se durup bir düşünmek gerekir. Gözümün içine baka baka yalan söyleyen, yanlış beyanda bulunan bir adam durumuna düşer ki, bu mudur istediği tartışmaya değer. Kamuoyu araştırmaları kendisine inananların hala çoğunlukta olduğunu ortaya koyuyor. Şimdi o da kalkıp bana "Alan razı satan razı sana ne oluyor be adam." dese kızmaya hakkım olur mu? Olmaz. Neredeyse kırmızı bültenle aranmaya başlayacak bir adamın hâlâ RTÜK başkanlığı yapmasını, kriz mriz derken unutulan Ergenekon davasını, dişli fıratları yok sayarak güvenoyu veren halk seçimde de gider oyunu gene bunlara verir, biz de üstüne soğuk su içeriz.
Aldatan ve aldatılanın dansı devam ede dursun, diğer cenahta şaha kalkması gerek bir zat-ı muhterem çarşafa dolanmış ortalığa gülücükler saçıyor. Türbanlılardan geçtim, kara çarşaflılara parti rozeti takarken ağzının aldığı şekil onun başına çok bela olacak daha farkında değil. Belki de farkındadır kimbilir. Akut muhalif halini sürdürebilmesinin yolunun çarşaftan geçtiğine inanmışsa, neden olmasın. Kıyafet devrimini yapmış bir partinin genel başkanına, o devrime ihanet eder kıyafette birini güle oynaya partiye kaydetmesi hiç olmadı, yakışmadı. Özrü kabahatinden büyük savunması ise üstüne tüy dikti. "AKP'ye oy verirken oluyor da CHP'ye verirken neden olmasın?" Vermesin Bay Baykal, vermesin bunlar sana oy. Temsil ettiğini söylediğin Dünya görüşüne aykırı bu dediğin. Mevlana'cılık oynamaya ise hiç mi hiç gerek yok. Zaten alacağın üç tane oy, onun da biri çarşafa dolandı işte. "Çarşaf açılımı"nı yanlış anladın sen. Çarşafı açmak senin görevin, başına bağlamak değil. Geçmiş olsun. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Aramızda |
|
Kiminle neyin sorgulamasını yapıyorum ki böyle teni aşıp beden ötesi bir ruh girdabında kurak yorgunluklarım… Öyle susuz ki yorgunluğum; çıt desem kırılmayacak, çığlık olacak.
Yazları gök ırmak. Gerisi kurak…
Kendimden daha dışında, kendimden çok daha fazla neye duyduğum özlem ki bu; üç sağır, iki dilsiz bir kör arasında kalmışım. Köre yeşili anlattım. Sağıra buğuyu ve aslında biraz da çocukluğumu. Dilsize konuşmayı öğretecektim "sen de suskunsun" dedi. Haklısın bile demedim. Başımı salladım. Kör anladı; ağladı, ben de ağladım…
Alev yakmaz kendini külünden korkmasaydı
Haki bir siyahtan balçık sıvağı sarıya durma döngüsü hepsi. Hepsi işte. Olan ve biten. Biten ve olmayan. Olan ve aslında hiç bitmemesi gereken. Tümden geldim. Tüme varmayacağımı bile bile, hissede hissede. Bir gitarın konçerto sesiyle. Bazen tını, bazen deniz, bazen din bazen siyaset renginde. Bir rengin binlerce tonu içinde…
Anlaşılmaz olanı anlamak için çaba harcamaz çok insan. Kolay okur. Kolay sever. Kolay unutur. Kolay özümser. Kolay vazgeçer. Kolay izler. Kolay kazanır. Kolayın kollarını urgan yapmıştır boynuna sarıldıkça uzaklaşır benim dünyamdan.
Dili ağır çok kitaplarda gözlerimi ağırlaştırdım ben. Bir yazarın neden ağırdır dili yine de cevabını ben veremem.
Bir yazanın dilinin ağırlığı oysa; yaşadıklarındaki o omuz izi yükü kalemiyle üleştirmek istemesinden. Derdi bilgelik değil. Olsa ne yazacak; o, bir bilge değil. Hiç değil. Senin kadar cahil. Senden çok daha fazla sıradan. Sıradanlığını tanısan özel olduğuna kalıp basarsın; bana güven ve inan…
Bir kalemin içinden sızıp bir ömrün ön sözü ile son sözü arasındaki o bilinmezlikte ise;
Hüzünlendirmeye yetecek ve hatta söze dahi hacet bırakmayacak kadar gözlerini sulandıracak bir melodiyse,
Hepsi yükse
Hepsi gamdır
Yaradır…
Aklına bir jiletin en paslı ve derin bıçağı ile kazınmıştır.
Kaç örs gelse
Hatta üzengi gücü yeter mi.
Yetmez…
Protez kolun işlevselliğinden çok görselliğinde mutluluğu delikanlının.
Onun kanı deli, daha yaşı on yedi
O da haklı. Bütün derdi görselliği…
Aklındadır birkaç satır
Aklını unutursan unutulur
Devamında hep aklında durur
Karanlık da
Sonsuzluk da
Bilinmezlik de
Ayrılık da
Hepsi
Evet, ama hepsi
Aramızda…
…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"DİP"
Borsa'nın DİBE vurduğu hakkındaki söylemler beni oldukça etkiledi. O denli etkisi altında kaldım ki bu söylemin Yabancı Dillerdeki terminolojide nasıl geçtiği merakımı mucip oldu. Beni öztürkçe budalası olarak değerlendirenlere açıklamam gerekiyorsa; "Merakıma sebep oldu" demek istedik.
Tdk. İktisat sözlüğüne girdim, meğer bu kelime İngilizcede "Deep" diye geçiyormuş. Yanikine bize özgü değilmiş ama Türkçemizde öyle yerlerde kullanılmış, öyle terimlere yansımış ki özümüze , sözümüze Ata sözü kadar bir anlam yüklemiş.
Küresel Kriz daha patlamadan Borsanın " Doruk" noktasında olduğu günlerde "Elhamdülillah" büyümemiz Arş-ı Ala'ya kadar dayandığından en sevgili kullardan olma şerefine nail olduk. Şimdilerde yine " Hamdolsun" diyerekten krizin bizlere ulaşmasını önlemeye çalışıyoruz. Şuna desenize açık açık " İşimiz Allaha kaldı". Sözlükte bu terimide aradım taradım, bulamadım;gözlerim yoruldu bıraktım. Hem canım bizim yazımızın konusu bu değil. Senin neyine üç kuruşluk Dünya'da keyfini kaçırmak. Elle gelen Düğün Bayram, bulunur kurtaracak bahtı kara iktisadiyatımızı.
ATV-de Avrupa Yakası dizisine bayılıyorum, dizi olarak yalınız onu seyrediyorum. Dizinin Diber Teyzesi-Hala 'nın "Dipçik gibisin " deyişi var ki iltifatını en içten bir biçimde ifade ediyor. Hele insancıklarımızın dostlarıyla karşılaştıklarında "Seni biraz sararmış gördüm yoksa hastamısın? Söyle kardeşim elimizden ne gelirse yapalım " dedikleri bir dünyada yaşıyorsak! Ya hey, nasıl unuttuk "Günaydın-Hayırlı Sabahlar" "Seni çok iyi gördüm-Turp gibisin maaşallah" deyişlerini.
"Turp" dedimde aklıma geliverdi. Çukurova -Kadirli Beldesinde Turp ekimi öyle ilerlemiş ki büyük ölçüde İhracaat yapılıyormuş. Belgeselde üreticilerden biri "Ürettiğimiz Turp iç piyasada pek gitmiyor " deyince şaşırdım. Biz demezmiyiz" Aklına Turp sıkayım" yanikine Turp yiyenin aklı gelişir diye.
Yine dağıttık konuyu. Ne yapayım ağabey , ben Mütekait-Emekli bir Avukat olarak Borsanın Dibe vurmasından , üçbeş kuruş yaptığımız tasarrufu yastık altında saklamaktan korktuğumuzdan ve Bankalardaki mevduatlara da tam garanti vermediklerinden aklım karışık , yazıyı bile karıştırıyorum. Ya Bankalar panik olursa (Banking Panic) mevduat sahipleri paralarını çekmek için hücum ederlerse diye ödüm kopuyor arkadaş. Dipsiz bir kuyuda yaşıyorum anlayacağınız.
Her bir kimse yemek yapmasını beceremez . Ha Borsa'nın Dibe vurması ha da tencerenin dibinin tutması, hiç farketmez. Ocağın başında beklemezsen , pişirdiğin yemeğe göre ateşi ayarlamazsan olacağı budur. Hele Pilav yapımında azami dikkat etmek gerekir. Siz bakmayın "Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın" martavalına. Ancak " Papaz her zaman Pilav yemez. Dibi tutmuş pilavı eğer karıştırırsan pilav olmaktan çıkar. Önerim; tencerenin üstünden üstünden" Buna değmiş -buna değmemiş" diyerekten yemektir.
Geçenlerde pek hoşuma giden fıkra gibi bir mesel anlattılar. Fareler evin kedisinden öyle bunalmışlar, öyle korku içinde bir yaşam sürüyorlarmış ki -bu duruma bir çare aramak üzere kurultayı toplamışlar. Farelerden akıllı olması ile ön saflarda yer alan bir fare " Kediye çan takalım-geldiğinde haberimiz olur yuvalarımıza kaçarız" diye öneri getirmiş, bu yönde karar alınmış. Arka sıralarda oturan bir fare karara çekince koymuş. Çekince "İyi hoş dersiniz de çanı kedinin boynuna kim takacak! ? "
Ben lafımı ortaya gene koydum. Beğenen istediği kadar alır, beğenmeyene bir diyeceğimiz yok zaten. " Ah bu şarkıların gözü kör olsun" der geçerim. "
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Ümit Özkaya KİMİM BEN? |
|
''Söze nerden başlamalı bilmiyorum.'' diyerek başlamayacağım. Çünkü biliyorum. Yazacak o kadar çok şey var ki… Söylenecek o kadar çok şey var ki… Haykıracak o kadar çok şey var ki… Düğümlenen hiçbir şey yok boğazımda!
Kör karaları silip atıp beyinlerimizden bembeyaz doğruları öğreten Mustafa Kemal Atatürk gideli tam 70 sene oldu. Neler geldi, neler geçti yokluğunda… İdamlar, kıyımlar, katletmeler, darbeler, kavgalar, namertlikler, hainlikler!
Oysa Aydınlanma Devrimi'yle ışıldayan gökyüzümüz ne kadar da solgun artık. Kardeş kardeş yaşadığımız bu topraklar ne kadar da kurak artık. Omuz omuza halaylar çektiğimiz, kırk yıl anılı kahvelerimiz ne kadar da soğuk artık. Beraber topaç oynadığımız arkadaşlarımız nerede şimdi? Kapkaranlık, kör düşünceler bembeyaz bulutlara ulaşmamış mıydı? Ufuklarda görmüyor muyduk biz geleceğimizi? Sorular sorular sorular... ne bu sorular biter, ne de yüreğimizdeki kırılgan yangınımız… Nasıl da unuttuk birbirimizi, nasıl da yabancılaştık birbirimize…
Yabancılaşmayı biraz açmakta fayda var. Kurt Lang yabancılaşmayı ''Kişiliğin bütününün parçalarıyla yaşantılar dünyası arasında bir kopukluk, bir uzaklaşma'' olarak tanımlıyor. Colin Wilson ise yabancılaşmayı ikiye ayırıyor: ''Kim olduğundan emin olmayan kişi'' ve ''Kendine bir 'ben' bulan, ancak bunun gerçek 'ben'i olduğundan emin olmayan kişi.''* Sanıyorum ki Kurt Lang' in tanımı ilk olarak bize daha uygundur. Bütünümüzle yaşantılarımızın, geçmişimizin arasına öyle bir hat çizdiler ki, kendimizi, birbirimizi tanıyamaz olduk. Ülkemizi vahşi bir orman, bizleri de birer yabani fidanlara döndürdüler… Ve dolayısıyla ikinci olarak da Colin Wilson' ın yabancılaşmasına. Kim olduğumuzun farkında mıyız acaba?
17. yüzyıl Püritan İngiltere'sinde, Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna inanılan insanlar Kilise'nin baskıcı dogmalarından bile üstün görülürdü. Yani ne derlerse, ne yaparlarsa ''ayet'' kabul edilirdi. Toplumun alt tabakasındaki alt sınıf insanlar işledikleri günahlar(!)dan dolayı büyük cezalara mahrum kalırken, bu 'seçilmiş' olduğuna inanılan insanlar ve üst sınıf insanlar her şeyin üzerindeydi. İnançlar ancak bu kadar sömürülürdü.
17. yüzyıl çağını düşündüğümüzde aslında bu olanları pek yadırgamamak gerekir. Dünyanın birçok yerinde inançlar hemen hemen aynı şekildeydi. Ancak 21. yüzyıla geldiğimizde hala buna benzer inanışların, davranışların olduğunu görmek; Fransız Devrimi'ne, Aydınlanma Devrimi'ne rağmen, - biraz daha içe dönersek - 'büyük kurtuluşa' rağmen bunları yaşamak, cehaletle müthiş köreltilen beyinlerin acizliğini görmek, artık taşlaşmaya yüz tutmuş beyinlere sahip vücutları ne kadar da çekilmez kılar oldu!
Çağdışı düşüncelerle bizi yönetmeye çalışan 21. yüzyıl insanları, aynı 17. yüzyıldakiler gibi değil mi? Ekonomik bunalım diyoruz, ''Hamdolsun'' diye cevap alıyoruz. Hani nerede bilimsel açıklama? Hani nerede gerçekler? Kimi inanışlara göre belki her şey 'dinle' açıklanabilir ama politika, ülke yönetimi vb. konular asla ve asla dinle açıklanamaz. Şükredilemez. Akla aykırılığını tekrar vurgulamak gereksiz olacaktır sanırım.
Camiye ibadete gidiliyor; insanlar başlarında dikilen polislere, korumalara secde ediyorlar. İşin ilginç tarafı bir de tanrılaştırıyoruz onları, tıpkı 17. yüzyıldaki gibi… Kalkıp anlamadan, dinlemeden Atatürkçülüğü kendine ilke edinmiş insanları ''Puta tapıyorsunuz, büstlere tapıyorsunuz…'' diye topa tutanlar, yine onlar değil mi? İşte 21. yüzyılda yaşayan, 60 yaşındaki bir ninemizin değerli devlet büyüğümüze yazdığı şiirden alıntı:
''Selam Sana Başbakan'ım
Başbakanım Erdoğan
Nur damlıyor yüzlerinden
Allah seni ayırmasın
Peygamberin izlerinden
…''
Mustafa Kemal Atatürk'ün her zaman duyduğumuz, her yerde okuduğumuz ama cehaletten anlamını bir türlü kavrayamadığımız ''Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.'' sözü, ne kadar söndürmeye çalışsalar da, ışığımız olsun. Yokluğunun 70. yılında söylediklerini, yaptıklarını, bize miras bıraktıklarını belki de yeterince savunamadığımızdandır sızımız, kim bilir?
* Yusuf Eradam, ''Ben'den Önce Tufan: Sylvia Plath ve Şiiri.'' İmge Kitabevi Yayınları, 1997: 28
Ümit Özkaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç KESİŞEN ACI KADERLER |
|
Üç fidan kurudu gönül bahçelerinde. Üçü de çok sevildi. Arkalarından sular seller gibi gözyaşları döküldü. Tabutları on binlerin omuzlarında yükseldi. Halk akın akın cenazelerine koştu. Üçü de Karadenizliydi, üçü de müzik yapıyordu. Üçü de taze bedenleriyle girdiler kara toprağa. Hiçbirinin yüzünün buruşmasına, saçlarının ağarmasına, gözlerinin altında mor halkalar oluşmasına fırsat vermedi zaman. Toprak onları bir anne şefkatiyle kucağına aldı. Geride anneler, babalar, acılı eşler, hayranlar, yetim ve öksüz evlatlar bıraktılar. Üçünün de sazları ve sözleri yetim kaldı. Karadeniz onların acısıyla iyice hırçınlaştı. Gökler toprağa boşaldı ağlarcasına. Üçünün de ölüm sebebi aynıydı: Kanser, kanser, kanser!.... Bunlardan biri Kazım Koyuncu, öteki Osman Yağmurdereli ve sonuncusu da Erkan Ocaklı'ydı.
"Hey gidi Karadeniz/Doldu da taşamadı/ Etmiyelum sevdaluk/ Edenler yaşamadı" deyip çekip gitti Kazım Koyuncu… Kendisi daha çok Laz müziği yapıyordu. Artvinli bir aileden geliyordu. "Zuğaşi Berepe" grubunun kurucusu ve beyniydi Kazım Koyuncu… Lazca-rock yapıyorlardı. Daha sonra Gülbeyaz ve Sultan Makamı dizilerine yaptığı özgün müzikler çok beğenildi. Karadeniz ezgileri bestelerinde bütün ihtişamıyla yerini aldı. "Beni radyasyon değil, Türkiye'deki sistem kanser etti" sözü aslında çok derin anlamlar içeriyordu. O, toplum adamı idi. Sosyal meselelere duyarlıydı. İyi bir çevreciydi aynı zamanda. Trabzonspor'a gönül veren bir insandı. Hırslı ve mücadeleci bir karaktere sahipti.
2005 Haziran'ının 27'sinde uğurlamıştık Kazım Koyuncu'yu… 33 yaşında ayrılmıştı aramızdan. Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Otuz Beş Yaş" şiirinde sözünü ettiği ömrün yarısı bile değil. O, üç yılı aşkın bir zamandan beri aramızda yok. Onun eksikliğini çok hissediyoruz. Bir türküsünde "Koyverdun gittun beni" diyordu. Fakat aslında o bizi koyverdi gitti bu fani dünyadan. Ölümsüzlüğe uğurlandı sevenleri tarafından. Doğduğu topraklar bağrına bastı onu.
Çernobil nerde bir Karadeniz sanatçısı varsa koparıp aldı aramızdan. Yıllarını müziğe ve genel anlamda sanata adayan bir başka Karadenizli, Trabzonlu sanatçıyı da kanser illeti aldı aramızdan. Osman Yağmurdereli'den söz ediyorum. Yağmurdereli hoşgörülüydü, güler yüzlüydü, sabırlıydı, çalışkandı, alçakgönüllüydü, hayırseverdi, yüreği insan sevgisiyle doluydu. Mütebessim bir yüzü vardı. Tombul görüntüsü onu halk nezdinde daha sempatik kılıyordu. İnsan ilişkileri çok iyiydi. Gülmesini ve insanları güldürmesini çok severdi. Babası siyasetle uğraşmıştı yıllarca. Parti başkanlığından milletvekilliğine kadar yükselmişti. O da babasının yolundan gitmeyi yeğledi. AKP'den aday oldu ve kazandı. Fakat işler hep düz gitmiyor hayatta. Milletvekili koltuğunu ısıtmadan, o heyecanı doya doya yaşayamadan henüz 55 yaşında aramızdan ayrıldı. O şimdi Aşiyan Mezarlığı'nda kıyamet sabahını beklemektedir.
Karadeniz'in müzik tahtını ellerinde tutan bu iki ismin acısı henüz dinmemişken Erkan Ocaklı'nın kanser olduğu haberini aldık. Bir anda yağ gibi erimişti Ocaklı. Kanser kolunu kanadını kırmıştı. Her geçen gün dünyadan biraz daha uzaklaşıyordu. Ve sonunda film koptu.
Karadeniz müziği bir duayenini daha kaybetti. "Oy Emine, Almanya Acı Vatan, Hapishane İçinde, Armut Dalda Asilsun, Nataşa, Rize Güzel Memleket, Ula Ula Niyazi, Mısırı Kuruttun mi, Maçka Yolları Taşlı" türküleri yetim kaldı şimdi. Beylik laf olsun diye söylemiyorum ama şu bir gerçek ki böyle sanatçılar çok az geliyor dünyaya. Kolay yetişmiyor Erkan Ocaklılar… O, 38. sanat yılında aramızdan ayrıldı. Ölene kadar müziğe devam etme konusunda kararlıydı. Öyle de oldu. Müziği hiç bırakmadı, sazı ve sözü hayatının ayrılmaz bir parçası oldu. O, yüzlerce parça bıraktı arkasında. Müziğin efendileri ona bir klip çekmeyi bile çok gördü. Orasını burasını açıp karga sesiyle arz-ı endam edenlerin peşinde koştu kameralar. Fakat Ocaklı gibi gerçek sanatçılar hep nisyan bulutları arasında günlerce vefa beklediler.
Karadeniz'in güzel insanları, Çernobil kurbanları Kazım Koyuncu, Osman Yağmurdereli ve Erkan Ocaklı yok artık aramızda. Kim bilir belki orada buluşup bundan sonraki kanser kurbanını bekliyorlardır. Allah hepsine rahmet eylesin. Nur içinde yatsınlar.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Sahte Gökkuşağı
çocuktuk, istediğimiz renkler eksikti dünyada
büyüyüp, boyayacaktık dünyayı
eksik kırmızıları dolduracaktık,
sarıları, yeşilleri...
çocuktuk işte bilmiyorduk
yaşamak için gerekli kavgaları,
ayakta kalmak için gerekli ayak oyunlarını...
gökkuşağının altından geçince değişecekti dünya
biz değişecektik en azından
asla kırılmayacak, asla üzülmeyecek ve asla mutsuz olmayacaktık...
büyüdük ve anladık artık
altından geçtiğimiz gökkuşağının sahte olduğunu
gerçekleşmeyecek hiç bir zaman hayallerimiz....
Erman Akçay
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet bağlantı hızınızı test edebileceğiniz en yasal site http://speedtest.turktelekom.com.tr/ Bakın bakalım size taahhüt edilen bağlantı hızı gerçek mi? Yoksa etrafa hava attığınız kadar yok mu?
Flash oyun oynamayı sevenlere http://www.koreus.com/jeux/nouveau/ alternatif bir web sayfası. Değişik oyunlar ve yenilenmiş arayüzünü daha önceden bu siteye girmiş olanlar fark edeceklerdir.
Benim bu zamana kadar gördüğüm en kapsamlı paylaşım sitesi. http://www.mininova.org/ Kullanım için sizlere tavsiyem, ilk olarak herhangi bir paylaşımı indirmek istediğinizde karşınıza çıkan "To start this P2P download, you have to install a BitTorrent client like" yazısının sonundaki Vuze ya da µTorrent programlarından birini bilgisayarınıza yüklemeniz olacaktır. Böylece istediğiniz dosyayı sorunsuzca bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|