|
|
|
28 Kasım 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Gene vakit kalmadı!.. |
Merhabalar
Vakit darlığından bugün sizlerle fazla kalamayacağım. Siz en iyisi beni unutup aşağıdaki güzel yazılara odaklanın. Hepimize az yağışlı bir hafta sonu diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 9 |
|
Hacırahmanlı Kasabasının çoğunluğu göçmenlerden oluşur. Elbette azımsanmayacak kadar Yörük de vardır. Göçmenleri anlatmak için önce onları iki ana guruba ayırmak gereklidir. Yerliler ve muhacirler. Bu kasabanın aslında hiç yerlisi yoktur. Gediz ovası her sene taşkınlarla bataklığa döndüğünden kasabanın yerleşim tarihi iki yüz yıldan eski değildir. Kuruluşuna anlatan öykü bana hiçbir zaman gerçekçi gelmemiştir. Anlatılanlara göre ovanın bu bölgesinde Rahmanlar adında bir köyü vardır. Küçücük bir köy ama… Ovanın tepelerle birleştiği yere yakın bir yerde de Hacı Muçi'nin çiftliği. (Muçi kelimesini bütün başvuru kaynaklarında aradım ama bir şey bulamadım. Nasıl bir isimdir? Bu isimde biri hangi milliyettendir? Bilmiyorum…) Rahmanlar Köyü ile Hacı Muçi'nin çiftliği birleşerek Hacırahmanlı adında bir köy ortaya çıkmıştır. Rivayet böyle elden ne gelir? Bu köy 1968 yılında belediye olmuştur.
Kasabanın yerlileri sadece daha eski göçmenlerdir. Bin dokuz yüz ellili yıllardan sonra gelip yerleşenlere muhacir derler. Oldum olası devranın dönüşüne ayak uyduramayan benim açımdan bu durum sadece komedidir. Önce gelenler yerli, sonra gelenler muhacir ve ayak takımı. Kasabanın asıl yerlileri kışın ovaya inip hayvanlarını otlatan ama sıtmadan korkuya buraya yerleşmeyi göze alamayan Yunt Dağı Yörükleridir. Onlar da muhacirler gibi bu toprakların ayak takımıdır. Şimdi ne kadar önemseniyor bilmem ama benim yeni yetmeliğimde yerliler muhacirlere kız vermez ve kız almazdı. Her konuda daha çok söz söyleme hakkına sahiplermiş gibi davranırlardı. Çünkü onlar zengindi ve muhacirler onların kapılarında anca amele olabilirdi. Bu gidilen kahveler, siyasi partiler bakımından da böyleydi. Kasabanın yerlileri Adalet Partisine muhacirler ise Cumhuriyet Halk Partisine oy verirlerdi. Kız alıp verme konusundaki kurallar genelde pek işe yaramazdı. Çünkü göçmenlerde kızların kaçarak evlenmesi geleneği çok yaygındı. Kızlar kaçarken babalarının asaletine ve soyluluğuna aldırmıyordu.
Biz büyürken yetmişli yılların rüzgârları bütün sokakları yalıyor, yaşam kendini yeniden düzenliyordu. Seksenli yıllardan sonra devlet babanın uyguladığı tarım politikası amele, bey diye ayırımı yapmadan her şeyi yerle bir etti. Kasabadan, tarlalardan kaçmak birçok genç için tek seçenek haline geldi. Kaçanlar kurtuldu, kaçamayanlar bey olarak kaldı. Yörükler için hiçbir şey değişmedi. Onlar bu dünyaya göçmenler gibi durmadan para kazanmak ve çalışmak için gelmemişlerdi. Bir senede kazandıkları tütün parasını bir gecede harcayıp dünyaya aldırmadan yaşamaya devam ediyorlardı.
Bana göre de en iyisini onlar yapıyorlar. Herkes günün birinde fırsatını bulup bir Yörük köyüne gitsin. Ama öyle elini kolunu saylayarak turist gibi değil. Öncesinde bir ahbap edinsin ya da bir ahretlik… Hala kaldı mı bilmiyorum ama onların misafirperverliğine tanık olmak, dostluklarını hissetmek bambaşka bir şeydir.
Göçmenler misafirperver değildir. Onlara düşman olduğumu sanmayın ben de bir göçmenim. Para harcarken elleri titrer. Para kazanmak için gece gündüz çalışılır. Parayı ne yapacaksın diye sakın sorma. Ya ev alacaktır ya da arsa. Hiçbir şey almak istemeyebilir de üstelik. Para biriktirmek içindir. Ama nasılsa bir gün ölüp gideceksin, niye diye soracaksınız. Ölecek olsak bile asıl kutsal olan biriktirmektir. Bence göçmenlerin dini inançlarına ayrıca bir de biriktirme tanrısı eklenmelidir. Sakın aramayın fakir göçmen bulamazsınız. Eğer bulabilirseniz o çok beceriksiz bir göçmendir. Ve zaten böyle birini göçmenden saymak haksızlıktır. Emlak ve taşınmaz konusundaki takıntılarının nedenini bilmiyorum. Başka bir ülkeden gelip, yeniden köklenmek hissini doyuruyor olabilir.
Birçok yerde bu öykünün değişik versiyonlarını duymuştum. Olay bir göçmenin Yörüklere özenip para yemek maksadıyla kahveye gitmesiyle başlar. "Arkadaşlar," der göçmen. "Bu gün bendensiniz. Gelin, gelin, toplanın şöyle masaya. Biraz para ezelim, hayatın zevkini çıkaralım." Garsonu çağırır, " Hey garson patlat bakalım ordan dokuz kişiye bir gazoz. Yanımızda dönsün plak. Yirmi beş kuruşun üstünü geri ver. Aman ha unutma sakın." Öykü göçmenlerin nasıl paraya kıyıp harcayamadıklarını anlatmak için uydurulmuştur.
Göçmenlerin en meşhur yemeği çökelektir. Küplere biber ile karışık çökelek basarlar. Zamanla olgunlaşır ve kendine özgü bir koku ve tada kavuşur. Biberli çökelek dayansın diye, içine bolca da tuz koyarsın. Sabah kahvaltısında ince doğranmış biberin içine birazcık bu çökelekten karıştırırsın. İçine de yumurta kırdın mı epey zengin bir kahvaltı elde edersin. Öğlen yemeğinde çökeleğe yumurta kırmanın, müsrifliğin hiç gereği yoktur. Bu kez domates, biber kavurursun. Yine içine çökelek karıştırırsın. Olur, sana biraz menemenimsi bir yemek daha. (Domat yemekçezi) Göçmenlerde çok çeşitli ve zengin bir börek kültürü vardır. Ama peynirli börek yoktur. ( Hatta kıymalı börek hiç yoktur.) Zaten çökelek varken peynire de gerek yoktur.
Beş yıl kadar önce bir arkadaşıma gittim. Evinde çok güzel bir kanaryası vardı. Laf aşağı yukarı seğirtirken kanaryaya geldi çattı. Yetmiş milyon vermiş küçücük kuşa. Sen eğer göçmen olsaydın kanarya beslemezdin. Buncacık şeye de bu kadar para vermezdin," dedim. "Neden?" diye sordu. Kanaryanın yemi para, kafesi para, kendisi para… Ne işe yarayacak. Güzel ötecek, keyif verecek. Çok gereksiz. Madem hayvan beslemeye meraklısın. Git pazardan civciv al. Tavuk çıkarsa yumurtasını yersin. Horoz çıkarsa kesip kapama yaparsın. Hem yem paran boşa gitmez, hem de emeğin. Kanaryanın ötüşü karın doyurmaz ki… Elbette beni anlamadı, anlayamayacak. Çünkü o göçmen değil…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
TORDAKİ KELEBEKLER
İki üç günlük bir yağmurun ardından güneşli bir güne daha uyanıyor İzmir. Ne var ki falcı kadının baklaları gibi yamaçlara atılıvermiş gecekondulardan yükselen kömür kokularına hâlâ tutsak. Alerjiler, astımlar uyanmadan çekip gitmeli buralardan. Şimdi Bodrum pırıl pırıldır; varıp Bodrum'un tadını çıkarmalı.
***
Onu Menderes yol ayrımını geçince gördüm. Bazen odalarda, bazen yollarda kimi beklediğini bilmeden böyle tek başına beklerdi.
Aysel'di onun adı. Bataklı Dam'ın Kızı' ydı. Bir Muhsin Ertuğrul filminin başrolündeydi. Çalıştığı evin beyinden hamile kalmıştı. Gençliği, sanki tek başına peydahlamış gibi çocuğu için sıkıntılara katlanmakla geçmişti.
O, Asiye' ydi. Vasıf Öngören' in kalemine dolanmıştı önce. Sonra Atıf Yılmaz filmiyle çıkmıştı karşımıza. Erkek egemen toplumun sömürü araçlarındandı. Çarpıklığın, adaletsizliğin, cinsel-sınıfsal sömürünün aynadaki yansımasıydı.
Sultan Gelin'di o. Cahit Atay anlatmıştı onu bize. En yüksek parayı veren zengin bir köylünün oğlu Osman'la evlendirilmişti. Ama Osman kalp hastasıydı. Osman, ölünce bu kez de Osman'ın 4-5 yaşlarındaki kardeşi Veli'yle evlendirilmişti. Veli büyüyüp delikanlı olunca: "Sana eşim diyemem. Sen bana ablalık, analık ettin." demişti. Kayınpederi, karısının karnındaki bebeği,Sultan'a yeni eş adayı olarak sunarken Sultan hangi yazgıyı yaşadığının bilincinde bile değildi.
Keşanlı Ali'nin Zilhası, Deniz Küstü'nün Zühre Paşalı'sı, Ateşten Gömlek'in Aliye'siydi onlar.
Berdeldiler. Kiminin adı gazetelere E.E. ,kiminin M.Ç. olarak düşmüştü. Merdiven boşluğuna kendilerini asmadan ya da bir fincan zehir içmeden önce, karşılarına yüreklerinin sağdığı acının hikmetini soran Allah kulu çıkmamıştı. Bir başka gün Pippa Bacca olmuş, gelinlikle yollara düşüp bizlere barış mesajı vermek istemişlerdi. Hayallerini 78 yaşında bir (yazar!) alıp giderken on dördünde B.Ç. olmuşlardı. Güldünya olup şarkılara hüzün dokumuşlardı. Bazen de insanlara doğruyu, erdemi öğretmek için oyunlar oynarken ada yollarında yaşadıklarını anlatamayan A. olmuşlardı. Aslında A'dan Z'ye kadındı onlar:
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çoktu(r)lar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocuktu(r) lar.
***
Radyoyu severim. Televizyon gibi bencil değildir o. Hele yolda gerçek bir yol arkadaşıdır. Söke'ye yaklaşırken kadına dair sayısal veriler okuyor bir sunucu:
Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığının 2007 yılı raporuna göre:
- Bir önceki yıla göre şiddete maruz kalan kadın sayısı yüzde 70 oranında arttı.
- 72 bin 643 kadın şiddet içerikli suçlardan mağdur oldu.
- 842 kadın cinayete kurban gitti.
- 9 bin 317 kadın yaralandı.
- 5 bin 972 kadın kaçırıldı.
- 9 bin 675 kadın tehdide maruz kaldı.
- 466 kadın intihar etti. 5 bin 852 kadın intihar girişiminde bulundu.
- 14 bin 989 kadın aile içi şiddete maruz kaldı.
***
Belleğim yıllar öncesine götürüyor beni.
Yıl 1960, Dominik Cumhuriyeti'nde Diktatör Rafael Trujillo iş başındaydı. Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabel kardeşler bayrak açmışlardı bu insanlık dışı yönetime karşı. Üstelik Patria 1960 yılının Haziran ayında Clandestine Hareketi' ni kurmuştu.
Tarih, 25 Kasım 1960'tı. Üç kız kardeş tecavüz edilip öldürüldüler. Ajanslar "Araba kazasında" öldü, diye haber geçtiler.
1981 den bu yana her 25 Kasım, Mirabal Kardeşlerin anısına "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak kabul edilmişti.
***
Güvercinlik'e girerken yeniden gördüm onu. İki üç de arkadaşı vardı yanında. Kelebekler gibiydiler: Alımlı; ama savunmasız. Ormana yakın duruyorlardı.Onlar Mirabal Kardeşleri duymuş, Asiye'yi, Aysel'i Aliye'yi… okumuş ya da izlemiş olabilirler mi, Pippa Bacca belleklerinden çıkmış olabilir mi acaba?
Bir polis aracını görünce kelebekler gibi kaçışıyorlar ormanın içlerine doğru. İri kıyım bir polis iniyor, bir süre arkalarından bakıyor.
Kızlarına okul, kadınlarına iş, aş, yuva sunamayanlar istedikleri kadar millet kesesinden "fakir fukara, garip guraba…" edebiyatı yapsın, ormanın derinlerinde torlarıyla bekleyen kelebek avcıları her koşulda yakalanacak kelebekler bulacaklardır kendilerine.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Deryaneval : Derya Ongun TANIDIKLA AŞK II |
|
Tanıdık bana hem çok yabancı, tehlikeli, heyecanlı ve yepyeni bir pencere açmış, hem de aslında çok aşina olduğum , evin en küçüğü, sınıfımın en küçüğü, ezcümle içinde başrolde "ufak" olduğum genetik senaryomu tekrar seyrettirmeye başlamıştı. Beni olabildiğince arkadaşlarıyla tanıştırıyor, onların yanında , "o"nun korumasında ve ama aynı zamanda onun "tahtırevanında" oturmanın gururunu yaşıyordum.
Birgün bir bahçede bir ağacın altında otururken, resmimi çekmişti. Fotoğraf basılıp geldikten sonra "sevgi bakışı" nı görmüştüm kendi gözlerimde. Bana birsürü, varlığından dahi haberdar olmadığım şey öğretiyordu, hem de en doğal yolla, yaşayarak....yaşatarak...anlatarak değil.
Malum o zamanlar cep telefonu yok, 1978 den bahsediyorum, haftada bir-iki kez telefonla konuşuyoruz, haftada bir de görüşüyoruz gibi sanki, beni hem kucaklamış ve ama aynı zamanda da ucumdan tutuyor gibi, ben de ona hem teslim olmuş, hem de sadece kaçamak bakışlarla onu gözetler gibi..
Saatlerden bir iş çıkışı, gündüz telefonlaşmış ve buluşmaya karar vermişiz. Tuvalette alel acele ve ama büyük de bir itinayla makyajımı tazeliyorum. İyiki bu sabah berbere gitmişim, tedbirli olmayı da öğreniyorum, büyüdüm artık. Mermer zeminde neşeli tıkırtılar çıkartarak masama dönüyor, iş arkadaşlarımın yüzümde birden parlayan renkleri farkettiklerini anlıyor ve baştansavma bir "iyi akşamlar"la olası soruları savuşturuyorum. Ortaköy-Beşiktaş-Nişantaşı hattından Şişli'ye varmak üzereyken, Osmanbey civarlarında onu görüyorum. Kaldırımda yürüyor elleri cebinde, dışardan, yukardan, bir yabancıymış gibi bakmaya çalışıyorum, beceremiyorum..olmadı.. Bir sonraki hissim yanımda oturanı dürtüp "bakın şu sağda yürüyen deri ceketli kumral adam var ya, işte ben onunla buluşmaya gidiyorum, ne kadar yakışıklı değil mi" demek, elbette bunu da yapmıyorum ve zaten buluşacağımız yere geldik, iniyorum.
Divan Pastahanesinde yakaladığım, daha doğrusu "başıma gelen" büyü, devam ediyor, etraftaki herşeyden soyutlanıyorum onunla beraberken, tek fark var, durumu içime sindirdiğim için, arada dış dünyaya gururlu bakışlar atabiliyorum "ben bir aşk yaşıyorum, evet bu adamla bir aşk yaşıyorum" bakışları bunlar, bu hamleyle egomu parlattıktan sonra tekrar dış dünya kepenklerini kapatıp sıcacık heyecanıma dalıveriyorum.
Tiyatrocu olduğundan mıdır bilinmez, o kadar güzel cümleler kuruyor ki, hayır devrik ya da epik değil, sahici, basit ve bir o kadar da "unutulmaz" cümleler, beynim sürekli not alıyor, elimde değil. O gün de karşılıklı otururken, birden susuyor, bana bakmaya başlıyor, ağzımı kapatmalıyım diye düşünüyorum onun ağzına bakarken , dişleri ayrık, ayrık dişliler şanslı olurlar derdi anneannem acaba onun şansı benmiyim diye düşündüğümü hatırlıyorum, tam saçlarına içimden methiyeler düzmeye sıra gelmişken şöyle diyor:
- Yaşım yaşına durumum evlenmeye uygun olsaydı..bile..."seninle evlenmeye kıyamazdım"..
Öyle afallatıcı bir cümle ki, oturduğum yerde sendeliyorum. Aklım başımda ama başım bir karış havada.... O akşam eve giderken ayaklarım yere değmiyor, evde sofrada yemek midemde valsediyor, annem babamla otururken söylenenler kulağımı yalayıp geçiyor, uyumak için yattığımda ise hayallerim gülümsememe tutsak düşüyorlar.
20 yaşımdayım, artık çalışıyorum ve fakat babacığımın güven barajını aşamamışım, babam bir anlamda beni dizinden hayata yolcu etmiş ama kalbinde ve babalığının otoritesinde de zincire vurmuş, zincirin adı: hava kararınca evde olacaksın. Bundandır ki sadece gündüz görüşebiliyoruz, kaçak göçek. Bize okulda, ailede, yalan söylememek öğretildi, onun için yalan söylemiyorum, ama gerçeği de hiç söyleyemem. Kafamı ve mantığımı derhal farklı bir düzeye çekip, kendime "yalan söylemeyeceğim tamam, ama bu bütün doğruları da söyleyeceğim manasına gelmez" diyerek bu segah bahanemi şiar ediniyorum, bir miktar suçluluk elbette duyuyorum ama olsun, yalan söylemiyorum sonuçta. Gittiğim yer doğru, sadece orada kim(ler)le olduğum "eksik". Kendi hayatım adlı sahneye ürkek bir giriş sanki...
Haftasonları arkadaşlarımla buluşuyorum, doğru, ama onlardan erken ayrılıp imkansız sayılabilecek aktarmalarla sevgi durağına kısa da olsa uğrayıp eve döndüğümde kendimi yalan söylemiş hissetmediğim gibi, aynı anda hem kendimi memnun edip, hem de ailemi tedirgin etmemiş olmaktan gurur bile duyuyorum. Kötü birşey yapmıyorum ki, seviyorum sadece..
Gayrettepe de oturuyoruz, Suadiye'de oturan arkadaşımdan erken çıkıp Gayrettepe deki evimize "karanlık basmadan" dönüş yolunda Florya'ya!! uğrayabiliyorum. Orada beni 4-5 kişilik bir "yetişkinler" grubu alkışlıyor üstelik, daha da üstelik onu görmüş, dokunmuş, hala beni beğeniyor ve seviyor olduğunu bir kez daha yaşayarak hatırlamış oluyorum.
- Demedimmi gelir diye, "biblom" gelmiş
Sırf bu alkış ve sahiplenmeyi duymak bile o kadar yolu bir tur daha yapmama çok haklı bir gerekçe. Biblo mu dedi gene.....neyse...
IMÇ nin tepesinde bir kebapçıdayız, bir Cumartesi öğlen. En yakın arkadaşı var bize eşlik eden, (aslında ben o iki arkadaşın masasına eşlik ediyorum belki de ama bunun farkında olmak istemiyorum daha...) Adana Kebapçısı, e bu adamlar da Adana'lı. Mezelere, kebaplara, hatta salatadaki soğana bile naatlar düzüyorlar,
- Adana değil Ayıntep mutfağı muazzamdır (bu ben..)
- Ne dedin sen ne dedin?
- Ayıntep mutfağı dedim, onlar Adana'dan çok daha iyi bilirler bu işi.
- Bak sennn, bir anlat bakayım şu "iyi bilme durumunu".. Ayıntep de diyor yahu..haha
- Antep, yemeğin kebabın hatta salatanın içine konan malzemeleri baharatla terbiye eder bu bir, Antep soğanı çok dikkatli kullanır tercihen de soğan yerine gene işleme tabi tutulmuş sarımsağı tercih eder bu iki, Antep yemeklerini yedikten sonra hiçbir rahatsızlık duymazsı..n...
- Bir dakka bir dakka, sen ufacık biblo boyunla şimdi koca iki Adanalı yanında Antep mutfağını mı övüyorsun?
- Evet, ve haklıyım (kızıyor mu, şaka mı yapıyor, anlayamadım....)
- Sen bunları nereden biliyorsun söyle bakalım, duyuyor musun abi..
- Babamdan (eyvah, hayatımın iki kahramanı karşı karşıya, baba özür dilerim..)
- Baban Antep'li mi?
- Hayır ama orada çok uzun seneler kalmışlar daha ben doğmadan (tüh keşke bu doğma lafını etmeseydim, ..)
- Bak biblom, bak birtanem, kebap Adana'dan çıkmıştır, geri kalan heryer Adana taklididir bunu unutma, konu kapanmıştır.
- Hayır kapanmadı, ben Antep kebabı icad etti demedim ki, Antep mutfağı daha lezzetli ve güzel dedim, arada fark var (Allahım ne yapıyorum...)
- Abi şu Tofaş işini konuşacaktık, şimdi ben diyorum ki......
- Ne oldu, konu değiştiriyorsun, (kendime inanamıyorum, sussana Derya , "susmayacağım, ben biblo değilim, hayatta susmam"...)
- Biblom, bir dakika, şu meseleyi bir bitirelim.. diyorum ki akreditiflere...
- Biblo değil Derya, ve ben sıkıldım, kebapları da sevmedim zaten, hem siz iş konuşuyorsunuz, ben kalkıyorum, sakın rahatsız olmayın, ben kendim kalkabilir ve gidebilirim (blöf değil gerçekten kalktım..)
- Derya!
- Afiyet olsun size, trafik de düğüm olmadan ben gideyim (eğilip yanağından öpüyorum, biraz yumuşattım ama sahiden gidiyorum, sıkıldığımı kendime bile söylememiştim ama evet, sıkıldım)
Yolda giderken önce "hava kararmadan" randevusuna telaş etmeden yetişeceğim rahatlığı, ardından beni sessizce kırbaçladığını uzun zamandır hissettiğim "biblo" itirazımın sahiciliği, son olarak da kendime ait bir duruşu cesurca ve dozunda gösterebilmenin gururuyla keyifli iken, eve yaklaştıkça "ya beni bir daha aramazsa, ya zaten aslında esas o sıkılmışsa ve ....üffff...kötü mü yaptım" ların şüphesinde tedirginleşiyorum, akabinde uykusuz bir gece..
Bu arada iş değiştirdim, çalıştığım yerden istifa ederek başka bir işe geçtim, bundan iyi sebep mi olur aramak için, telefona sarılıyorum ve
- İş telefonlarım değişti, onu haber vermek istedim
- Birtanem, nasılsın, ben de seni arayacaktım (Nasıl yani....kızmadı mı, yoksa unuttu mu, e ben kaç gecedir neden uykusuzum, etkisiz miyim, yoksa hala biblo muyum,)
- İyiyim
- Kızgın biblolar sinirlenince daha da mı güzel parlarlar acaba
- Biblo çatladı, rafa kaldırıldı, artık ben yani Derya var
- Derya'yı bugün iş çıkışı görebilir miyim o halde?
- Tamam.......
Yugoslavya'ya gidiyorum iki haftalığına, o gün buluştuğumuzda vedalaşıyorum, o vedalaşmıyor, yani hiçbir fevkaladeden davranışı yok, ayrılırken biraz uzun sarılmak istiyorum ama sokak ortasında böyle şeyler yapamam, o ise pek oralı değil, yadırgıyorum, hafif inciniyorum ve ama bolca kendimi aptal gibi hissediyorum.
Belgrad'dayım, üçüncü haftaya girdik, dönüşüm geciktikçe özlemim artıyor, hergün mektup yazılır mı, yazılırmış, ne kadar çok anlatacağım şey varmış meğer, hem mektup yazarken yanlış yapma kaygısı da yok, kağıdı buruştur at, daha güzelini yaz, avunuyorum işte.
Döneli 4 gün oldu, hala telefondan ileri gidemedik. İçim huzursuz, içim sıkışık, biblo sahiden de çatladı, efsunu da çatlaktan sızıp buharlaşıyor mu ne.....
Telefon...yaşasın o..
- Alo
- Derya
- Efendim (bana hiç Derya diye lafa başlamazdı)
- Seni 6 da bekliyorum
Köşede duruyor, arabada, gitmesem mi, söyleyeceklerini duymasam mı, çok geç, galiba çoktan söylemiş, aksisedası kulağıma dokunmuş, yoksa neden ayaklarım geri geri gitsin...
Kapıyı açtım, arabaya bindim, soluma, ona döndüm öpüştük, motor neden çalışmıyor, neden biryere gitmiyoruz, neden duruyoruz, neden susuyor...
- Deryacığım, biliyor musun sana bir "kız evlat" çok yakışır, aynı senin gibi kara gözlü, meraklı canlı bakışlı, yürürken saçlarını savuran ama şımarık bıcır bıcır bir şermuta..
- ............... (parantez içine bile alabileceğim bir şey yok, dondum)
- Dilerim çok mutlu olursun, ve sakın unutma, ben hep varım, biryerlerde, ihtiyacın olmayacak inşallah ama olursa, varım ben.
- ........(......................)
(sonu gelecek)
Derya Ongun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Reklamlar : Isının ısının... |
|
Televizyonda sevdiğim bir dizi varsa; neredeyse kıpraşmadan otururum. Zap zup gibi fantezilerim de olmayınca ister istemez reklamlardan nasibimi alırım. Son yıllarda dizilerin sevilmesi ve konunun uzatılmasına paralel olarak reklamlar da lastik gibi uzadıkça uzadı. Dizinin süresi 50 dakika, reklamlarla birlikte 1 saat 20 dakikaya uzuyor. Neredeyse 1,5 saat süren maça çevirdiler dizi işini ( Hoş; maç işi de 15 dakika arası, 45 dakika da yorumlarıyla maç sonrası derken 2,5 saate çıktı ya ! ). Neyse; gelelim infrared teknolojili reklamımıza...
Ahmet Bey ! Ahmet Bey..! Ekonominiz...
- N'oolmuş ekonomimize ?
Çökmüş.. Çok çökmüş...
- Nee.. Ne...? Ahh.. Ahhh ..!
Hamdolsun bize koymaz; tansiyon ölçer, nabız ölçer...
Kriz bize gelmez, gelse de en fazla teğet geçer...
Dimdik ayaktayız, göçse göçse yabancılar göçer...
YTL alır başını, döviz piyasalarını hem döver hem biçer...
Menkul Kıymetler, Hisse Senetleri ve Borsa uçar...
Belki az bir miktar yatırımcı global dünyaya kaçar...
Lakin, bankalarımız etrafa kredi üstüne kredi saçar...
İşadamlarımız yastıkaltı zulalarını çıkartır, bohçalarını açar...
İşbilir belediyelerimiz; BOTAŞ'a, TKİ'ye birazcık borç takar...
Fena mı olur yani, bu sayede vatandaş bedava kömür yakar...
Yurtışından gurbetçi paraları sorgulanmazsa sular seller gibi akar...
Bu gibi işlere fevkalade uzman ekonomi kadrolarımız bakar...
Kriz boy göstermeye kalktı mı onlar durumu hemen çakar...
Hanımefendi ! Hanımefendi ..! Amerikan ekonomisi...
- N'oolmuş Amerikan ekonomisine ?
Hapşırmış.. Hem de iki kere...
- Nee.. Ne...? Ahh.. Ahhh ..!
Bilirsiniz derler ki; Amerika hapşırınca biz grip oluruz...
O eskidendi der; şimdi akıl fikir beyan eder, dimdik dururuz...
Ne yapar eder; iktidarda olmanın mutlaka bir yolunu buluruz...
Muhalefetin elini kolunu, olmadı elini ayağını çarşafa dolarız...
Yamuk soru sormaya kalkan gazetecinin saçını başını yolarız...
Gurbetçinin parasını ne yapar eder, bağış adı altında toplarız...
Gösteri yapmaya kalkan işçiyi, memuru, öğretmeni coplarız...
Ekonomi tıkırında masalıyla halkın gözünü nasılsa boyarız...
İhalelerde yandaş eliyle gerekirse denizi donuna kadar soyarız...
Denizin malı bitmez, hepimiz hep beraber tıka basa doyarız...
Hesabı, kitabı iyi bilir; 3 alacağımızı bilerek ortaya 1 koyarız...
AB'si ve ABD'si her neyi nasıl isterse, üstüne verir altını oyarız...
İçeride başka, dışarıda başka konuşur, kimselere çaktırmayız...
IMF ne derse bir dediğini iki etmez, görüşmelerde bıktırmayız...
Lakin her kuşun eti yenmez, ümüğümüzü asla sıktırmayız...
Borç alın ...
Anında ısının ...
Verimli ısının ...
Başınız ağrımasın ..
Bir kaçınız donsun varsın ..!
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Güzü Bahara Boyuyorum…
İçimden gökkuşakları geçiyor
Günbatımlarını, denizleri
Yeri göğü boyuyorum
Göçmen kuşları yolculuyorum
Avuçlarımda sonbahar
Saçlarımda lodoslar…
Bir damla yuvarlanıyor yanağımdan
Gökkuşaklı içime toprak kokusunu çekiyorum…
Üzüm buğusu sabahlara
Gelincikli masa örtüsünü seriyorum
Yaprak yaprak kırmızılar değiyor gözlerime…
Ağlamak geçiyor içimden
Bağbozumunda
İlkyazı özlüyorum…
Bir şarkı düşüyor dudaklarıma
Bahar kokulu
Çiçekler açıyor avuçlarımda
Güz kuytularını
İlkyaza boyuyorum…
Saçlarımda lodoslar
Omuzlarımda bağbozumunun ağırlığı
İçimden gökkuşakları geçiyor…
Güzün hırpalanmış dallarına
Tomurcuklar konduruyorum…
Gözlerime kırmızılar değiyor
Gelincikli masa örtüsünden
Bulutları güneşe boyuyorum…
Oya Ustabaş
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet bağlantı hızınızı test edebileceğiniz en yasal site http://speedtest.turktelekom.com.tr/ Bakın bakalım size taahhüt edilen bağlantı hızı gerçek mi? Yoksa etrafa hava attığınız kadar yok mu?
Flash oyun oynamayı sevenlere http://www.koreus.com/jeux/nouveau/ alternatif bir web sayfası. Değişik oyunlar ve yenilenmiş arayüzünü daha önceden bu siteye girmiş olanlar fark edeceklerdir.
Benim bu zamana kadar gördüğüm en kapsamlı paylaşım sitesi. http://www.mininova.org/ Kullanım için sizlere tavsiyem, ilk olarak herhangi bir paylaşımı indirmek istediğinizde karşınıza çıkan "To start this P2P download, you have to install a BitTorrent client like" yazısının sonundaki Vuze ya da µTorrent programlarından birini bilgisayarınıza yüklemeniz olacaktır. Böylece istediğiniz dosyayı sorunsuzca bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|