Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.527

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Bir gün olsun onların sorunlarını konuşalım !!


Merhabalar

"1992 yılında Birleşmiş Milletler aldığı bir kararla, 3 Aralık gününü “Uluslararası Engelliler Günü” olarak ilan etti. Bu kararın ardından BM İnsan Hakları Komisyonu 5 Mart 1993 tarihli ve 1993/29 sayılı bildirisi ile üye ülkelerce 3 Aralık gününün “engellilerin topluma tam olarak katılımının sağlanması ve insan haklarından tam ve eşit ölçüde yararlanması” amacıyla tanınmasını istedi. Ve o günden beri, 3 Aralık “engelliler günü” olarak bilinmektedir. "

Sıradan insan için bile türlü tuzaklarla bezeli Dünyamızda, engellilerin sorunlarını konuşmak için önümüzde koskoca bir günümüz var. Suni gündemleri, kifayetsiz yöneticilerin yarattığı sorunları bir günlüğüne de olsa bir kenara bırakıp, yaşama engel tanımaksızın tutunma telaşı içindeki insanlarımıza kulak verelim bugün. Hiçbirşey yapamıyorsak, park etmiş otomobillerle, kazılıp bırakılmış çukurlarla dolu bir sözde kaldırımda bir engelliyle empati kurmaya çalışalım örneğin. Belki o zaman, metroda, alışveriş merkezlerinde engelliler için ayrılmış asansörlerin önünde sıra olmuş saygı özürlü insanları uyarmayı görev ediniriz kimbilir? Yerli yerinde duran her uzvumuzun değerini bileceğimiz bir gün diliyorum hepimize. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Ayşegül Taylan


Annem

Bir çığlık yükseldi bugün gönderde…

Önce bir kadının feryadıydı yükselen sonra onun. Kadın rahat bir nefes aldı, sonra gözlerini dikti tavana. Derin bir sessizlikti bu. Fırtına sonrası bir yıkım mıydı yoksa ölümün soğuk yüzümüydü kadın anlayamadı. Sonra gözleri büyüdü elini tutan, karnına bastıran kadınla göz göze geldi. Yüzü mattı, donuktu. Kadın yine bağırmaya başladı. Avaz avaz yırtınırcasına bağırdı. Sonra rahatladı. Çığlık yerini sessizliğe bıraktı. Gözleri merakla etrafa baktı. Bir ses bekledi yoktu. Beklediği bir nefesten başka bir şey değildi. Dünyasını değiştirecek bir nefes. Yalvaran gözlerle yanındakilere baktı. Baktı baktı ama herkesin dili lal olmuştu bu ara. Her bir yüzde ayrı ayrı baktı. Her bir yüzde ayrı ayrı doğdu. An değil ay sürmüştü yüzünde ki o meraklı bekleyiş, meraklı cevap. Umudunu yitirmişti. Tüm bakışları bir yana bıraktı ve bitkindi kadın. Yorgundu. Oysa daha nelere hazırlamıştı kendini. Yorgunluk aklına hiç gelmemişti. Hiç hesapta yoktu derin sessizlik. Bu derin boşluk yıktı kararttı dünyasını. Her yer kırmızıydı. Kan kırmızısı ve derin bir sessizlik. Kadın desteksiz kaldırdığı başını daha fazla tutamadı direnemedi. Yorgundu ve her yer kan kırmızısıydı. Umudun umarsız bir sessizliğe dönüştüğü o arada bir yaprak düştü yer yüzüne. Cennetteki isim ağacı bir yaprağını daha düşürmüştü. Çığlık çığlık yükseldi yaprak. Sessizliği yaran çığlık sesleri nasılda mutlu etmişti kadını. O sadece bu yaprağa gebeyim sanıyordu. Oysa daha nelere gebe olduğunu kimse bilmiyordu. Kadın yorgun başını tekrar kaldırdı. Ortalığı yıkan bir yaprağın küçücük bedeninden çıkıyordu bu kadar ses. Kadının gözünden iki damla yaş süzüldü. Biri Allah'a şükür içindi. Diğerini kendide bilmiyordu. Sonra elini sıkan kadınla göz göze geldi kadın gülümsüyordu. Oda güldü. Bebeği aldı ve bir daha kimsenin koparamayacağı bu yaprağı büyük bir şükranla ve büyük bir ustalıkla kadının kollarına bıraktı. Kadın mutluydu, kadın umutluydu.. . Sımsıkı sardı bebeğini. O gün bu gündür acıtsada canını, kırsada kanadını, tekrar tekrar bağlasada hayata kadın hep sardı hep kucakladı yavrusunu. Çünkü kadın mutluydu. Çünkü kadın umutluydu.

O kadın!
Yani benim annem. İşte beni böyle getirdi dünyaya. Umudu da umutsuzluğu da yudum yudum tattı. Her hatamda her doğrumda kimi zaman yanımda kimi zaman karşımda ama hep varlığımdar memnun.
Kadın yani benim annem. İyi ki varsın ve ben iyi ki doğdum.
Kendimi ve seni kutluyorum. iyiki doğmuşum ve iyi ki beni doğurdun annecim.
Sana binlerce kez teşekkür ederim...

Ayşegül Taylan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,209,209,209,209,209,209,209,209,20
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Ergül Kocamaz


SUYUN RÜYASI, RENKLERİN DANSI: ''EBRU ''

Bugün renkler suyun yüzündeydi; aktılar, çoştular, özgürce dolaştılar, suyun üst yüzünde... rüyalarını gerçekleştirdiler . Sudaki rüyaya Nuri Pınar Yıldırım yol verdi, el verdi...

1960larda Konya'da ebru sanatını ilk duyduğu günden beri hep içinde ebru yapma isteği duyan Ramazan rüyasını gerçekleştirdi, laleleri ölümsüzleştirdi sudaki izlerde..

Hazal , 10 yaşında , ebru yaratısıyla tanıştı, iki güneş kondurdu suya...Leziz , suyun yüzeyinde ve derinliklerinde gezindi, elinde bız denilen bir çeşit tığ ile...

Alper, Kuşadası Rehberlik bölümü öğrencisi rehber adayımız,yüreğini suya verdi, yüreğinin pırıltısını yansıttı sudaki rüyasına..

1971'den beri Profesyonel Turist Rehberi kimliğiyle yoğrulan uluslararası ebru ustamız upuzun nefesler verdi , hem neyiyle hem de yol göstericiliyle nefeslendik, soluklandık.. Prof. Uğur Derman'ın (H.C.) "TURK SANATINDAN EBRU" isimli kitabında "Çırak yetişmiyor artık" sözünü okuyunca , 1979'da, Pınar 'ın 15 yıl süren çıraklık yaşamı başlar. Yıl 1994, Pınar Çeşme'deki ilk sergisinde pınar olup çeşmeden akıtır gibi sunar herkese ilk yaratılarını ....

Gelelim malzemelere...

1- Aşk ilk ve tek önemli öğe, olmazsa olmaz . Pınar'ın deyimiyle, sofradaki salatada bile ebru deseni görmek gerek. Yaşamınıza egemen olan Mecnun'un her şeyde Leyla'yı gördüğü gibi bir aşk , , ebruli bir yaşam....

2- Görünen malzeme
Doğal sakız - Kitre- Geven çalısından elde edilen doğal bir sakız, en uygunu Kayseri yöresinden geliyor.
Deniz kadayıfı - Caragean
Agar agar
Değişik renkli toprak çeşitleri(Çatalhöyük'ün demiroksit içeren kırmızı toprağı, Kütahya'nın mor ve turkuaz renkli topragı, Pamukkale - Karahayıt toprağı, Obruk toprağı , Konya-Beyşehir arası vs ), İndigo , o pırıl pırıl mavi rengi yaratan indigo tek bitkisel boya ebru boyaları arasında...İndıgo Pakistan, Lahor'dan Kuşadası Rehberler Derneği'ndeki ebru gösteriminde yerini alana değin kaç kişinin alın teriyle, emeğiyle yoğruldu ve de kaç kişinin sudaki rüyalarını gerçekleştirecek?????
Fırçalar gül dalından ,uçları Türkmen atlarının kuyruk kıllarından
Görünen malzemeyi rafine etmek için sığır ödü.
1 Litre suya ( yağmur suyu ,damıtık su ,ozonsuz, kireçsiz, klorsuz) 10 gram öğütülmüş deniz kadayıfı eriyiği eklenir
Tekne (35x50 cm) budaksız çam ağacındanmış eskiden, şimdilerde paslanmaz çelik.
Bız denilen ve boyaların dağılımını sağlayan bir çeşit tığ
Yüzey temizliği yapmak için gazete kağıdı
Ebru kuruduktan sonra, KITRE SAKIZININ PARLATICI OZELLIGINI DE ORTAYA CIKARAN AKIK TASINDAN MUHRE.
Oda sıcaklığı da en fazla 20 derecede gelsin dal ebrular, gitsin battal ebrular....
Amerika'dan alınan bigudilerin telleri bir fırçaya tek tek dizilip el emeği göznuru ebru tarağını da unutmayalım :) "KEM ALETLE KEMÂLÂT OLMAZ" diye bitirdi görünen malzemelerin açıklamasını sevgili Pınar...
Ve ekledi

''Topkapı Sarayı'nda 1539'a tarihlenen her sayfası ebrulu el yazması Guy-i Çevgan adlı divan, ama, tevazu nedeniyle imza atılmaması ebru tanıtımımıza ket vuruyor. Oysaki, Mesnevi'de ''Beri gel beri, suya resim yapanları gör'' der Anadolu'ya kendisiyle beraber bu sanatı da getiren Mevlana..,..Mevlevi dergahlarında musikî ve ebru eğitimi yanısıra hat , minyatür, katı (ince kağıt oyma sanatı) sanatları da önemliydi... Yüzlerce nakkaş var Osmanlı sarayında, en şaşaalı dönem Lale Devri. Francis Bacon yazılarıyla bu sanatı dünyaya tanıtır.

1970li yıllarda ebru sanatının kilit isimlerinden Mustafa Düzgünman sayesinde ebru sanatı tanınır ve de kız çocuklarına EBRU ismi konmaya başlanır.Muhasebe defterlerinde bir sayfa eksilmesini bile belli etmek için ebrulanan kenarlar, cilt kapakları arasına sıkışmış kalmış ebru kâğıtları günümüzde artık birer sanatsal tablo olarak evlerimize ve iş yerlerimize girdi.

Çıradan elde edilen is ile yazılan yazıdaki hata, elin küçük parmağı yalanarak hemen düzeltilirdi, mürekkep yalama deyimi buradan gelir.,ama ebru zeminli anlaşma kâğıtlarında bu hile yapılamazdı ve böylelikle bu tür sahtecilik önlenmiş olurdu.

Farsça'da, Arapça'da , kaşa benzeyen, buluta benzeyen anlamlarını taşıyan ebru kelimesi şiirseldir,soyuttur, Batı'lı dillerdeki mermer kâğıdı tanımlamasının - le papier marbré'nin- tüm somutluğuna karşın.....ama, Paris Ulusal Kütüphanesi'nde ebru örnekleri var.Türkistan Urumçi kentinde ebru müzesinde olduğu gibi... Floransa da ebru sanatçılarını barındırır, le papier florentin (Floransa kagıdı)olarak da tanınır.

12 Mart gününü , ülkemiz için farklı çağrışımları getiren bu günü doğaçlama yapılan tek sanat olan ebru sanatıyla zenginleştiren ve "Ebru yaratıcılığında fırçadan çıkan boya hangi çapta nereye yerleşeceğini kendisi zaten bilir" diye bize bir yaşam dersi veren, 20 ayrı ülkede ebru tanıtımları yaparak sergileri açarak ülkemizi tanıtan Nuri Pınar YILDIRIM ile kendimizi suyun akışına, berraklığına , serinliğine bıraktık. Teşekkürler sevgili Nuri Pınar Yıldırım; iyi ki varsın...

Ergül Kocamaz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  YÜZYIL BASINDAN BU YANA IKEBANA -13



Pek çok ülkede olduğu gibi Japonya'da da 1920'lerin sonuna doğru sanatlarda bir devrim izlendi. Mimarlıkta, resimde ve müzikte batı fikirleri ve teknikleri, geleneksel biçimlerle birleşerek yeni düzenlemeleri ortaya çıkardı. Japon üslubundaki evler betonarmeden yapılır, geleneksel Japon guaşlarında gerçeküstü-cülüğe yer verilir, Japon halk çalgıları için konçertolar bestelenirken, çiçek sanatı da bu "yeni biçimler''in dışında kalamazdı. İlk ortaya çıkışında bu yeni duzenlemesine "Jiyubana", yani "özgür biçimli çiçek düzenlemesi'' denildi. Yeni üslup esas olarak OHARA ekolu Moribanasi'ndan esinlenmekteydi.

1939 yılında Tokyo'da açılan bir sergide sunulan palmiye yaprakları, kaktüs ve kontraplaktan (o zamanlar için yeni ve güzel kabul edilen bir malzemeydi) yapılmış düzenlemeler, tüm gelenekçi Ikebana toplumunu çok şaşıtmıştı. Başka bir sergide ise, kayalara, kamışlara ve kurutulmuş katırtırnaklarına yer verilmişti.

Sanatçının bu seçiminde kuşkusuz ''burjuva sınıfını şaşırtma" düşüncesi vardı ama ana fikir, "gerçekten yepyeni şeyler ortaya koymak isteniyorsa, geleneksel biçimlere sımsıkı bağlı kalma zorunluluğu olmadığı" idi. Yalnızca düzenlemelerde yapılan bir-iki basit değişikliğin yenilik kabul edildiği yıllar çok geride kalmıştı. Binbeşyüz yaşını geçmiş olan Ikebana tüm olanaklarını tüketmiş gibi görünüyordu. Ikebana'nın genç devrimcileri kendilerini bir çıkmaza girmiş gibi hissediyorlar ve iki çıkış yolu öneriyorlardı: Ya o zamana dek görülmemiş küçüklükte veya büyüklükte düzenlemeler yapılacak ve eksantrik olma uğruna, o zamana kadar benimsenegelmiş tüm kurallar bir yana bırakılacaktı, ya da çiçeğin yanısıra her türlü malzemeye de bukette yer verilecekti.

1930'da yayınlanan "Çiçek Düzenlemesinde Yeni Üslubun İlanı" başlıklı manifestoda, yazarlar amaçlarını şöyle açıklıyorlardı:

"Geçmişi de biçimsellik kurallarını da reddediyoruz. Çiçek seçiminde soyut kavramlar karıştırılmasına ve bu esaslara dayalı ayrımlar yapılmasına karşıyız. Vazoların özgürce kullanılmasını kabul ediyoruz. Sonuna kadar devrimci olduğumuzdan hiçbir kalıba bağlı değiliz. Bunların yanında, çağdaş yaşamın üsluplarına ilgi duyuyoruz; sanatsal sorunların da bilincindeyiz. Görevimiz, geçmişin çiçek sanatçılarınınkinden tümüyle farklıdır. Bize gereken, yeni düşünceleri, yeni görüntülerle dile getirmektir.''

Manifestonun altına imzalarını atan ustalar, örneğin başlangıçta RIKKA üslubunun esinlenmiş olduğu din ve ahlak kurallarını Ikebana'dan insafsızca soyutluyor, Ikebana'nın " nerede olduğu da pek bilinmeyen bir Budist cennetinin koşullarına terkedilmeyeceğini " savunuyorlardı.

Bu devrimciler arasında, 1928'den beri radyoda verdiği yeni Ikebana dersleri ile tanınmış bir genç, SOFU TESIGARA'da yer alıyordu. Zamanla, Ikebana devrimcileri grubuna onun önderlik ettiği anlaşılacaktı. 1928'de düzenlediği ilk sergisinin Ikebana'da taşıdığı anlamın "Armony Show"un Amerikan sanatında taşıdığı anlamla eşdeğer olduğu söylenir. O dönemin savaş çığlığı " Ikebana'yı Tokonama'dan çıkarın ! " idi. Sofu ve arkadaşları, kuştüyü, yün ipliği, egzotik bitkiler ve parçalanmamış ağaç kütükleri gibi malzemelere düzenlemelerinde bol bol yer verdiler. Bunlar, görkemli, çarpıcı ve genel olarak da evlere sığmayacak kadar büyük çiçek düzenlemeleriydi. Tabii, her yaptıkları eser, tutucuları çileden çıkarıyordu.



Ancak, geleneklerine en bağlı okulların bile bütün bu yeniliklerin dışında kalması mümkün değildi. Örneğin, Rikka'yı öğreten ve bugün de öğretmeye devam eden IKENOBO Okulu, tıpkı OHARA Okulu gibi, Moribana'yı da benimsemiş ve ölçülü bir biçimde batı çiçeklerini kullanmaya başlamıştı. Ikonobo Kırkdördüncü Iyemoto'su (nesil-kuşak) olan Sen'i, yönettiği okulun geleneklerden biraz olsun uzaklaşması gerektiğini anlayanlar arasındaydı. Bu amaçla, bir kitaplık ve bir de günümüze kadar yaşayan Ikebana meslek okulu açtı. Halen daha öğrenimini bu en büyük, en eski okulda yapan öğrenciler, Ikebana'nın tüm geçmiş evrenini neredeyse yeniden yaşamak zorundadırlar. Okulda yayınlanan bir tarihçe olup bitenleri şöyle özetler:

Gelenekçiliğin yerini bireysellik, nesnelliğin yerini ise öznellik aldı. O ana kadar Ikebana'nın konusu, "doğal biçimiyle bütün çiçek" idi. Şimdi ise, çiçeğin bir parçasını, bir yaprağını ön plana alan ve tümüyle soyut bir anlatıma yönelen bir eğilimi günümüzde de izliyoruz.

Yazılarıma Ümit Yaşar Oğuzcan'in İstanbul'daki sergimde IKEBANA icin yazdığı satırlarla son veriyor, İlgi gösteren, okuyup yorum yazan herkese teşekkür ediyor ve Japon usulünde selamlıyorum.



Banu Kurtis Chouard

Redaksiyon :
Ferda Önler


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 Kahveci : Oya Ustabaş


Sevinçlerim de aynalar da öksüz şimdi…

Usul usul, sessiz sedasız yağıyordu yağmur… Issız ve boş sokakta yürürken şemsiyemi kapattım… Karanlığa azametle baş kaldıran sokak lambalarının silik ışıkları ıslak, kıpırtısız ağaç yapraklarında oynaşıyor, ıslanan saçlarım alnıma yapışıyordu… Aslında yanaklarımın ıslanmasına yağmur bahaneydi, kendime bile çaktırmadan ağlıyordum… Yüreğimdeki öksüz sevinçlerle ve geceyle yalnızdık… Havada inceden inceye, odun yanan evlerin bacalarından süzülen marsık kokusu vardı… Çocukluğumdaki portakal rengi günü anımsadım hemen… Anne saçındaki İstanbul kokusunu… Derin bir soluk aldım… Ciğerlerim marsık kokan geceyle doldu…

Oysa tam soluklanamıyorum sanki, ciğerlerim dar geliyor… Bugün, ölümünün tam dördüncü ayında annemin evi satıldı… Rahmetli anacım sağlığında da çok istemişti, bu ev satılsın da, İstanbul'a dönsünler diye… Satılmasını isterdi de satıldı diye sevinçli, satıldığını göremedi diye hüzünlüyüm… Sevinçlerim öksüz işte bu yüzden… Kalabalıklar içinde kendimi yalnız hissediyor, gazetelerde, televizyonda kederli bir hayat öyküsüne rastlasam, bir şarkı ilinse kulağıma şöyle hüzünlü, burnumun direği sızlıyor, annem geliveriyor aklıma, onu özlediğim için değil de haberlerdeki Ayşe'nin dramına ağlıyor gibi yapıyorum… Sanki annem O'nu özlediğim için ağladığımı hissedecekmiş, yüreği yanacakmış gibi geliyor bana… Ondan çaktırmıyorum işte kendime bile, ağladığımı…

Anne evinin yaşanmışlıklarının anılarda kalacak olması … Anne kokusu, O'nun pişirdiği yemeklerin buharının sindiği duvarlar, balkonda güneşe karşı içtiğimiz orta şekerli kahveler, hani o benim eve dönüş saatlerimde "Dur birer sigara içelim de öyle git"ler hepsi… Ya dikiş odası… O yıllarca, gerektiğinde sabahlara kadar başından ayrılmadığı, en güzel giysileri diktiği ve yarattığı dikiş makinesi… Hünerli elleriyle tuttuğu iğne, iplikler, kumaşlar, esinlendiği modeller… En çok bana diktiği giysilere prova yaparken gülerdik… "Dur" derdi annem "Senden önce ben bakayım da güzel olsun, eğilip bükülme sen"… Üstelik toplu iğnelerle de başım dertteydi… Tepinip dururdum prova bitene kadar…

Yağmur yağıyor, ben ıslanıyorum… Bir de ağlıyorum işte çaktırmadan… Öksüz sevinçlerimle el eleyim karanlıkta ve eve yaklaşıyorum artık… Yolumu değiştirip bir önceki sokağa saptım… Eski deprem evlerinin bulunduğu sokak… Deprem evi falan bir iki taneden fazla kalmadı artık bu sokaklarda gerçi… Dörder, beşer katlı apartman oldu hemen hepsi… Yalnız bir tanesi var… İki kocaman apartmanın arasına sıkışmış gibi duran… Ayaklarım o eve sürükledi beni… Bir sarı pencere aradı gözlerim. Ne var ki gece kadar karanlıktı pencereleri de eski deprem evinin… Duvarları yer yer yıkılmış, bahçe kapısı şöyle bir kenara dayanmış bahçeye girip holün penceresine yapıştırdım burnumu… En azından bir tül perdeyle karşılaşmasını beklediğim gözlerim karanlık bir boşlukla buluştu. İçerisi benim sevinçlerim kadar öksüzdü… İyice hüzün kapladı içimi… Hamideler taşınmıştı demek sonunda! Ama nereye? O'nu bulabilecek miydim? Şaşkınlık içinde, kendimi çaresiz hissettiğimi fark ettim. Tarifsiz bir hüzün dalgası yayıldı yüreğime…

* * *

Hamide'yi, annemin hastalığının da, yaşamının da son günlerine doğru tanımıştım… Annemin vücudunun artık tamamen hareketsiz kaldığı günlerdi… Gözlerim en çok kımıltısız, solgun ellerine dalıyordu… O narin eller, o hünerli eller artık kumaşları şekillendiremeyecek, iğne iplik tutamayacaktı… Yüreğimin sızısıyla fırladım evden… Çarşı içinden hızla geçtim… Ulalı Osman Amca'nın dükkanına daldım… Uçuk renk zemin üzerine çiçekli iki ayrı bluzluk kumaş almamla çıkmam bir oldu… Yolda koşar adımlarla yürüyordum… Temmuz sıcağının terletmesi, bunaltması hiç umurumda değildi… Deprem evlerinin sokağına varıp, daha önce Fatoş'un tarif ettiği o evi buldum. Terzi Hamide'nin evini… Evin giriş kapısı açık, tel kapı kapalıydı. Hiç karşılaşmamış, hiç tanışmamıştık… İçeri "Hamidee" diye seslendim… Ufak tefek, başında arkadan sıkma bir eşarp olan genç bir kadın çıktı içerki odadan… "Buyur abla, benim" diyerek tel kapıyı açtı… Sabırsızca süzüldüm içeri… Tanıştık önce… Kumaşları aceleyle çıkardım kara naylon torbadan… "Bu kumaşlardan iki tane bluz diktirmek istiyorum" dedim. Ölçülerimi aldı Hamide… "Annem de terzi" dedim… "Ama çok hasta, o hünerli elleri tutmuyor artık"… "Allah şifa versin abla" dedi Hamide…

Hamide daha benim bluzları dikemeden, annemi kaybettik… Annemin vefatından bir müddet sonra koşup gittim Hamide'ye… Bluzları dikmiş… İçim sızlayarak giyip denedim… İlk kez annemin dışında birinin diktiği giysileri giyiyordum… Soluk renkli zemin üzerine çiçekli bluzları boy aynasının karşında giyip çıkardım… Ben bluzları denerken, Hamide de hem aynaya, hem bana bakarak yarattığı eseri inceliyordu… Aynı annem gibi… Ama aynada annem yok, Hamide ve ben vardık…

O günden sonra paça kısalacak Hamide, fermuar değişecek Hamide, o daralacak, bu bollanacak Hamide… Hamide'nin dikiş odasını özledim, koştum gittim… Kumaşların, ipliklerin, o eski deprem evinde dikilen dikişlerin dünyasını soludum… Annemin artık yaşamayan dikiş odası, Hamide'nin dikiş odasında hayat bulmuştu sanki benim için… Her kaprisime, her bir lokmacık dikiş isteğime aynı annem gibi, hiç ses çıkarmadı Hamide… Dikti durdu…

* * *

Hamide sen de mi? Sen nerdesin şimdi… Annemin göçü, evinin göçü, üstüne bir de sen yoksun şimdi… Öksüzün öksüzü olmuştu sanki şimdi sevinçlerim… O anda kendimi en az bu ev kadar yıkık dökük hissediyordum…

Sokak lambasının hafifçe aydınlattığı bahçeden sonbahar yapraklarının hışırtıları uğurladı beni… Hüzün, ayrılık, özlem, burukluk, yalnızlık kol geziyordu yüreğimde…

Yağmur usul usul yağmaya devam ediyor, yüreğime çöken hüzün, öksüz sevinçlerimle yıkanıyordu… Hava, anne saçındaki İstanbul kokusu gibi kokuyor, içime çekiyordum bu kokuyu doya doya…

* * *

Eve geldim… Yağmurluğumla birlikte hüzünlerimi, öksüzlüğümü, annesizliğimi, burukluğumu, yalnızlığımı, ağlamalarımı, İstanbulsuzluğumu çıkardım üzerimden… Öksüz sevinçlerime el salladım… Evime büründüm…

Ama anne yaa, anne… Sen, ah sen, bir de sen olsan var ya…

Oya Ustabaş


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Halil Önceler


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


NAZLI BEYİTLER

Günlerini serpip giden mevsimler,
Fırtınayla biten yazlar nazlıdır.

Ömürler tükenir,zamanlar akar,
Sonsuza uzanan güzler nazlıdır.

Zeybek vurur yere,çılgın yay gibi,
Halay çekip dönen dizler nazlıdır.

Sevdadan tutuşan, halim bilmeyen,
Gönlüme akmayan gözler nazlıdır.

Söz düşmez dudaktan,hecesi nice,
Nağmeleri susmuş sazlar nazlıdır.

Nazlıdır sedalar,adsız güfteler,
İlansız duygular,sözler nazlıdır.

Naim ÖZDAMAR

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet bağlantı hızınızı test edebileceğiniz en yasal site http://speedtest.turktelekom.com.tr/ Bakın bakalım size taahhüt edilen bağlantı hızı gerçek mi? Yoksa etrafa hava attığınız kadar yok mu?

Flash oyun oynamayı sevenlere http://www.koreus.com/jeux/nouveau/ alternatif bir web sayfası. Değişik oyunlar ve yenilenmiş arayüzünü daha önceden bu siteye girmiş olanlar fark edeceklerdir.

Benim bu zamana kadar gördüğüm en kapsamlı paylaşım sitesi. http://www.mininova.org/ Kullanım için sizlere tavsiyem, ilk olarak herhangi bir paylaşımı indirmek istediğinizde karşınıza çıkan "To start this P2P download, you have to install a BitTorrent client like" yazısının sonundaki Vuze ya da µTorrent programlarından birini bilgisayarınıza yüklemeniz olacaktır. Böylece istediğiniz dosyayı sorunsuzca bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Rains and Tears
Demis Roussos









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20081203.asp
ISSN: 1303-8923
3 Aralık 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com