|
|
|
15 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kaderimse çekmeli miyim? |
İyi haftalar
Hele şükür bitti. Geçirdiğim en donuk zoraki tatillerden biriydi. Benim artık buna bayram diyesim yok, siz ne derseniz deyin. Öğrencilik yıllarımdaki gibi tatil kollayıp naralar atacak günlerim de geçtiğine göre, olsa da olur olmasa da. Büyük kentlerimizde artık gelenek falan da hak getire. El öpecek büyük, ziyaretine gelecek küçük bulmak hayal oldu. Birkaç konuda hakkını layıkıyla veriyoruz ama, şimdi yok yere kalbini kırmayalım. Meselâ, ortalığı kan gölüne çevirmek, tatil boyunca 134 ölü, 697 yaralı zayiat vermek, en sadık geleneklerimizden birkaçı. Bu konularda en ufak bir uslanma bile söz konusu değil. Bunlar yetmezse, üstüne bir de ekonomik sürünmeyi, işsizliği, sadaka cumhuriyeti oluşumuzu koyun, gelin de bayram edin. Haklısınız, bu aralar pek formumda değilim. Gamlı baykuş ruh halindeyim.
On gün boyunca şöyle ipe sapa gelir, elle tutulur, gözle görülür, hatta afiyetle yenir güzel birşeyler aradım ama bulamadım. Sorunlar da bizimle beraber tatil yapmayınca olmuyor, birşey değişmiyor. Hatta bazıları çığ olup büyüyor. Mesela, on gün önce oy avcılığını kömür ve erzak bağlamında değerlendirirken şimdi binbeşyüz liraya varan maaşlardan söz ediyoruz. Ankara'da bir verene üçle rölans çekiliyor. Sadaka cumhuriyetinin temelleri atılmıştı, şimdi üzerine kat çıkılıyor. İşsize iş bulmayı vaadedeceğine, benim paramla hovardalık edip, aylık bağlamayı taahhüt eden bir anlayışın, bir aczin yönetimindeyiz. Gel de bayram et, mutlu ol. Şaibeli bir seçimin arefesinde, çökmekte olan ekonomiyi, arabın parasıyla canlı tutmak için, türlü dolaplar çevirmekteyiz. Son numara, devlet binalarının şeyhlere, emirlere kiralanması için kılıf dikilmesi. Provası yapılıyor, yakında mecliste oylanıp hepimize giydirilecek. Hamdolsun edebiyatının son merhalesi, şeri kurallara uygun rant paylaşımı. Bayramınız kutlu olsun, mutlu olun!..
Sesi kısılan YSK'nın seyirciliğinde türeyen altı milyon yeni seçmenin ülkeye dağılımı ise bir başka kahrolma konusu. Milletin söyledikleri trajikomik. Üçyüz seçmen nüfuslu altmış metrekare evler, cümleten Ankara'dan İstanbul'a kaydırılan, pardon göç eden, apartmanlar, kendine soru sorulduğunda cevap vermeyen sorumlular hep bu kahredici dişlinin parçaları.
Yukarıda saydıklarım, sorunlu sorumluların başımıza açtıkları işler. Peki ya bizler? Bizler n'apıyoruz? Sesimiz mi çıkıyor, hakkımızı mı arıyoruz? Bakın komşuda 16 yaşında bir genç polis tarafından öldürüldü diye yer yerinden oynadı. Yakıp yıkmak değil elbette söylediğimiz ama "Hamdolsun" "Şükürler olsun" "Mukadderat" söylemlerinden arınmış, aklı başında hakkını arayan bir toplum olamaz mıyız biz? Ne yazık ki artık çok güç ve gittikçe imkansızlaşıyor. Genlerimize işlemiş "Kadercilik" vasfımız kulaklarımızdan taştığı sürece de gidene ağam gelene paşam demeye, üretmeden verilecek üç beş kuruşa talim etmeye devam edecek gibi görünüyoruz. Pis kokulardan arınmış bir hafta dileğiyle hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı KOYUNLU KUZULU TAŞLAMALAR |
|
Amerikalı bir bilim adamı, hücrelerinin yüzde on beşi insan, yüzde seksen beşi hayvan olan bir koyun üretmiş. Bu çalışma, hayvanlardan insanlara organ nakline doğru atılmış bir adım olarak görülüyormuş...
O da bir şey mi? Bizde yüzde yetmiş beşi koyun ne insanlar var. Kurtlara kuzu gibi boyun eğiyorlar.
Bir de şu var: Hayvanlardan insan naklini de çoktan gerçekleştirdik. İnanmazsanız eşek şakası yapanlara, hayvanca davranışlar gösteren magandalara bakın!
Sanatı sevmeyenler
Gerçeği görmeyenler
İnsanlığını yitirirler
Sonra da olurlar koyun.
Bu kurtlar vadisinde
Kurtlar salıverilir
Koyun kuzu bağlanır
Kurtlara yem olunca
"Kader" denilir, ağlanır...
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
AKP'NİN SEYİR DEFTERİNDEN "APO'YA JEST"
"Kötü muamele görüyorum","Beni gizlice zehirliyorlar", "Saçımı zorla tıraş ettiler" günlerce gündemimizi bu sözlerle işgal etmişti terörist başı.
Ne de olsa içerde psikolojisi bozulmuş Öcalan'ın…
Psikolojisini düzeltmek yalnızlığına son vermek için 6 arkadaş gönderiyor hükümet İmralı'ya. Seçilen hükümlülerin terör suçlusu olup olmadığı ise net değil.
Başbakan terörist başına kötü muamele yapıldığına ilişkin haberler karşısında "kötü muamele, işkence yok" diyerek bu durumu lehine çevirmeye çalışıyor.
İmralı'da terörist başına arkadaşlık yapabilmeleri için kalacak yerleri yok yol arkadaşlarının. Bu durumda devreye TOKİ giriyor. Gecekonduyu andıran Aktütün karakol saldırısından sonra da TOKİ yeni karakollar yapacağının sözünü vermişti. E nede olsa TOKİ başbakana çalışıyor.
Yalnızlığına son verilen Apo' ya birde televizyon verilecekmiş…
Artık Apo ve arkadaşlarının değmeyin keyfine…
Terörist başının İmralı'dan örgütü yönettiği yetmiyormuş gibi kundaktaki bebeklere kurşun sıkan, kadınları kızları katleden, her gün kınalı kuzularımıza saldıran teröristlerin elebaşının el üstünde tutulması derinden yaralıyor.
Bunca şehit ailesine gazilerimize bile gösterilmeyen özel muamele 35000 vatandaşımızın katiline yapılıyor.
Özel muameleden söz etmişken.
"Her gün pratisyen doktor kontrolünden geçiyor. 15 günde bir kardiyolog, psikolog ve dâhiliye uzmanından oluşan heyet muayene ediyor. Her akşam saat 22.00'de yatıp, sabah saat 06.30'da kalkıyor. Sabah ve öğleden sonra, günde 2 kez toplam bir saat spor yapıyor. Her gün düzenli olarak gazete ve kitap okuyor. Radyo dinleyebiliyor. Cezasını 25 metrekarelik koğuşunda çekiyor."
Cezasını çekerken boş durmuyor bunca şehidimizin katili…
Kendisine sunulan 4/4 lük hizmetle zinde sağlıklı, yol arkadaşları ile de İmralı artık tam bir PKK karargâhı olacak. Karargâh binasında TOKİ imzası tabii…
Bu kadar özel muamele ile bakımevinde sefa süren Öcalan'ın önümüzdeki günlerde "imza günü" olacaktı… Evet, evet yanlış duymadınız "Kültür ve Sanat Devrimi" isimli kitabından bahsediyorum. Referans gazetesinin haberi ile Öcalan'ın İmralı'da vaktinin büyük kısmını yine bölmeye parçalamaya çalıştığını gördük. Peki, Abdullah Öcalan nasıl izin almıştı kitabın basılması için?
Diyarbakır'dan Aram Yayınevi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü'nün 81 ile on-line sistemle açık olan merkezine müracaat yapılmış. Olay kitap İstanbul'da Gün Matbaası tarafından bandrollü basılmış ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturması ile kitap piyasaya sürülmeden toplatılmış.
İmralı'da 35.000 vatandaşımızın katili, şehit ve gazi ailelerimizin yüreklerini acıya boğan, hepimizin yüreklerini yakan terörün ele başı cezasını çekiyor. Ve bu acısına dayanamayan hükümet arkadaş gönderek sınırsız hizmet veriyor.
Bu hizmetin altında ne yatıyor sayın Başbakan'a sormak lazım. Bunca hizmet PKK yandaşlarından almayı istediği oylar için mi?
O oylardan size hayır gelmez sayın Başbakan, kendi bindiğiniz dalı ısrarla keserim diyorsanız artık size sözümüz yok.
Ancak yıllardır ülkemizi kana bulayan teröre çözüm bulmaya çalışmak yerine sayın diyerek ve kuş sütüyle beslemek bu vatana, millete ve Cumhuriyetimize ihanettir.
Benim Başbakanım olmadınız hiçbir zaman ama teröristlerin başbakanı olmayı istemek arzusu ne tür bir haz anlayamıyorum…
Nuran Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Nilüfer Altunkaya |
GECEYE SARKAN GÜNEŞ
"Eğer bende duracak olsaydı onu hiç bu denli sever miydim?"
Andre GİDE
Neden hep böyle düşünürüm onu?... Beyaz çiçekleri olan, açık mavi elbisesinin geniş yakası omzuna doğru kaymış, buğday teninden nemli kokusu tüterken... O canımın parçası siyah saçlarını biraz dağınıkça toplamış, elinde çay tepsisiyle...
Neler anlatıyor? Komşumuz Fahri Beylerin sünneti olacakmış... Karısı da pek sessiz, pek iyi bir kadıncağızmış... Ne takmalıymışız çocuğa?... Ev sahibimiz geçenlerde hastanelik olmuştu ya, hani sokağın başındaki, o güzel iki katlı Rum evinde oturan zengin dulumuz Gülizar Hanım... Taburcu olmuş, ziyaretine gitmemiz gerekirmiş...Eski bir gömlek ve kazak karşılığında sıkı pazarlıklar sonunda öyle ucuza almış ki, şu koca kovayla, iki leğeni...Nasıl da seviniyor...
Belki o sadece susuyor. İri elmacık kemikleri, uçuk pembe, incecik dudakları, sisli bakışlar giyinmiş gözleri, üzüm salkımı elleri... O sadece öylece oturuyor. Nerde olduğunu hiç bilmez, anlamaz gibi. Konuşturan benim onu. Sesi yabancı, uçurumlu kıyılardan esiyor.
Günün en çaresiz, en geçmez saatleri bunlardır. Pasaport'da otururum. Kızıl, kıpkızıl güneş, serinleyen maviden kopmak istemezcesine nazlana nazlana süzülür dağların ardına. Gitmesin isterim. Birden bire biter sanki gün. Azalırım. Eskirim. Martılar çıldırır, rüzgar grileşir. Maykıl o küçücük bedeniyle pin pon topu gibi oradan oraya koşturur. Maykıl cücedir ama bunca uzun boyludan daha yararlıdır. Bir bakarım akşam serinliğini azaltmaya yarayacak mangalları tütsüler, masaların çevresine yerleştirir. Bir bakarım, boş bardakları toplarken, trafiğe takılan arabalara saldıran sokak çocuklarıyla dalaşır, her şeyin yolunda olduğu bir aralık bulunca da bana laf atar:
"Ne o Şevket Ağbi, şair gibi daldın gittin yine guruba. Anladık kara sevdaya tutuldun sen."
" Konuşma fazla da bir orta çekiver bana, telvesi bol olsun, karışmam."
" Ayıpsın Ağbi."
Şu gelip geçen insanlarda onu görürüm. Herkes ondan kopmuş bir parçadır. El ele tutuşan yaşlı çiftin peşine takılırım gözden yitirine dek. Nasıl uydurmuşlar adımlarını birbirlerine... Gözlerindeki her bakış, yüzlerindeki her kırışık aynı. Dinlenip, hızlanarak geçip, giderler. Sanki biri kaybolsa, diğeri şehrin ortasında yapayalnız, acıdan ölüverecekmiş gibi sımsıkı dolaşıp, karışmışlar birbirlerine. Sonra evrak çantalı, gözlüklü esmer bir adam, hızlı hızlı ve başını hiç yolundan çevirmeden durağa yaklaşırken duraktaki otobüs kendi otobüsü bile olsa, adımlarının temposunu bozmaz. Kaçırdığı sadece bir otobüs değildir oysa. Bir grup gencin bağıra çağıra takım sloganı attığı duyulur. Bizim arka masalardan nargileci Emin Amca gençleri görür görmez fokurdanır:
"Şunlara bak hele. Soytarı gibi giyinmişler. Saçlara bak. Kız mı erkek mi belli değil.Yakışıyor mu hiç?"
Yanında duran Rasim Dede kafa sallar. Ben Rasim Dede'yi görmesem de yüzüne eskileri yad eden mum ışığı gülüşünü yayıp, yarı baygın kafa salladığını anlarım.
Yaşamın kendisi değil seslere bölünmüş gölgesi akar durur... Aynı anın içine sıkışmış gömeçler gibi yazgılarıyla insanlar, gülüşler, koşuşlar, duruşlar, bakışlar giyinip dolanır bu gölgenin çevresinde... Hevesler, vazgeçişler, beklenenler, bekletenler, arananlar, arayanlar... Aynı rüzgara, aynı boş vermişlikle kapılır, gideriz...
Beklediğim anın gittikçe yaklaştığını, Ali ile Cemil'in tavla seanslarının bitişinden anlarım. Yenen de yenilen de hırsla aşağılar diğerini. Ali, omuzlarına attığı paltosuyla, bir omzunu düşürerek önden çıkar, Cemil elinde tespihi düşünceli düşünceli takip eder onu. Bir baltaya sap olma kaygıları yoktur, hiç olmamıştır. Beni görünce sevinir, iyi akşamlar dileyip, ayaküstü her akşam aynı lafları eder, dağılırlar geceye. Ya kumara ya da ucuz serüvenlere... Hiç ayrılmazlar.
Onların ardından içimi öyle tarifsiz bir heyecan sarar ki, sormayın. Son sigaramı kendime eziyet ederek, ağır ağır içerim. Sanki acelem yoktur. Sanki ona yaklaştığım bu anlar da diğerleri gibi sıradandır. Gittikçe yüreğimin atışları hızlanır, elimi ayağımı ter basar. Az sonra, evet, az sonra...
Zor iştir bizimkisi. Taksi şoförü olmak, geceyi, koynunda uyumaktan bıkmayacağın, asıl sevgiliyi sever gibi sevmeyi gerektirir. Sarhoşundan, iti, kopuğuna kadar her çeşit insana sırdaşızdır biz. Damara göre şerbet vermeyi bileceksin. Kavgaya katıldın mı, yorum yaparken ince hesapları göz ardı edip kendini kaptırdın mı, işin iş. Ya hapishane, ya tımarhane... İyisi mi, tek derdin direksiyonla olacak... Bir de...bir de...
Mualla, Basmane'de "S...Pub" da çalışır. Daha önce çalıştığı yerden pek memnun değildi. Şimdi iyi para alıyor olmalı.Onu her akşam gece yarısından sonra alırım. Bazen gecikir. Ama ben hiç gecikmem. Yalnız bir kere izledim onu sahnedeyken. Bir daha da yüreğim elvermedi. Bir çiçeğin tazecikken solmasına nasıl elverir insanın yüreği...
Mor ışıklar, sisler, esrara bulaşmış yaşamlar arasında takma kirpikleri, boyaları, daracık, parlak ve dekolte elbisesi ile görünce nasıl sakladığını anladım içindeki sevgiyi. Zoraki gülümsemesi, yaşama eyvallah diyen bakışları altında uyuttuğu güzelliğini, o zaman daha yakından gördüm. Çarpıldım. Nasıl da beyaz, bütün renklerden arınmış o uysal renk.
Aceleyle makyajını siler. Üzerine sinen içki, sigara ve kirlenmişlik kokusunu teninden bir kat gibi soyar, kendi giysilerini; uzun siyah eteğinin üzerine bol bir kazak, rengi atmış gri mantosu ve düz ayakkabılarını giyer, aceleyle başörtüsünü takarak sıyrılır Necla'dan.
Çok az konuşuruz yol boyunca. Onu alıp, İkiçeşmelik'te daracık bir ara sokaktaki beyaz badanalı eğri balkonlu, küçük pencereli evine bırakmak, yaşamımın en önemli görevidir. Ben bu göreve her zaman taksimi günün atıklarından temizleyip, kendimi tüm insanca pisliklerimden arındırarak titizlikle hazırlanırım.
Bulduğum anda bırakır, bıraktığım anda özlerim onu. O kutsal yol boyunca sadece benimdir. Kimse bozamaz suskunluğumuzu... Huzurla yerleşir koltuğa. Oturur oturmaz sessizce " oh be" der. Sigara yakar. İncecik parmaklarının arasından, incecik dudaklarına uzatıp, üflediği, içine çekip ferahladığı ben olurum. Pencereyi aralar. Yüzüne çarpan, saçlarını okşayan, kucaklayıp bırakan rüzgar olurum. Yarı düşte, yarı gerçek bakındığı evler, caddeler, ışıklar olurum. Kayar gider altımızdan dünya, tekerleri yüreğimi ezer taksinin...
Bütün gün kurduğum düşler, planladığım sözler uçar gider usumdan.
" Mualla" derim. " Gitsek buralardan. Sen de beni seviyorsun, biliyorum. Sevmesen de zamanla seversin.Bir dediğini iki etmem. Sen buraların kadını değilsin. Vallahi değilsin...Neden Mualla? Neden düştün buralara, bu kurtların arasına? Tut elimi, tut ki beni de, kendini de kurtar..."
Mualla susar. Mualla bakar. Mualla "ah" çeker. Mualla nefes alır. Mualla şarkı söyler. O, bütün bunları yapması gerektiği için yapar. O yaşamaz. O gülmez. O ağlamaz. Başkaları yaşar. Başkaları güler, ağlar onun yerine. Yaşam bedenine çarpıp kaskatı geri döner. Ben onun çevresini saran duvarlara çarpıp, dağılarak geri dönerim kendime.
Mualla "Bırak beni" der. "Gençsin, yakışıklısın. Delikanlı adamsın. Yüreğin pek yufka. Bırakmazlar peşimi. Bela olurum sana. Hem ben mutluyum. Acınacak halde değilim.Senin namus safsatalarına ihtiyacım yok. Ne sevgisi, ne aşkı be!..Bizden geçti onlar. Hadi bak keyfine!..."
Şimdi her gece yaşamın önünde diz çöküp, yine telaşla kapıdan çıkışını bekliyorum.Onun yerine kürklü, bol makyajlı, incecik topuklu ayakkabılar üzerinde sallanan, kısacık etekli kadınlar, cırtlak kahkahalar atarak, kollarına taktıkları pos bıyıklı erkeklerle dağılıyor gecenin karanlığına.
Her yerde arıyorum izini, içimde ve dışımda. Komşumuz Fahri Beyler taşındılar. Ev sahibimiz Gülizar Hanım öldü. Eskiciye satacak hiçbir avuntum kalmadı. Mualla yok. Mualla var.
Nilüfer Altunkaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
İŞ ARIYORUM...
İşsizlik günlerimize bir de kriz ardışıklığı; eklenince benim ve benim gibi iş arayanların işsizliği sürer gider, görünen bu manzarada...
Bir bir aradığım eski iş arkadaşlarıma; işsizim, aylak vaziyetime uygun düşen boş vaktimde; iş aradığımı, dilimin ucuna gelenlerde; zor güç söyledim.
Ne dese birileri beğenir misiniz? Hem de sözleşmiş gibi... Hepsinin sesini kaydetsem ağızlarından çıkacak kelâm koro halinde olacak vallahi...
"İş mi, çok zor çok... Bir sürü insan çıkarılacak bizim iş yerinden... Ama ben yeni bir oluşumda görev alabilirim..." İyisi mi sen bu sektörü unut. Başka yerlerde iş bak kendine..."
O kişinin kastettiği iş yeri, bizim malum medya sektörü...
Onlar mutlu, ben mutsuz olduğumdan olacak, az biraz mutlu olayım istedim ama, ne gezer...
Beter bir mutsuzluk yumağı içinde buldum kendimi bu umutsuz konuşmaların sonunda.
Umut köprülerimi yıkan insanların yanında; boynumu büktüm... Kendimi onlardan saklamak için mi bilmeden; odama kapattım gene kendimi... Kitapların arasına gömüldüm... Dirilişi kitapların ilmek ilmek örülmüş sayfalarında yaşamak istedim... İç sesimde çoğaldım... Ağlamak ayıp değil dedim ama ağlayamadım bile...
Yağmurun hüzünlü gelişinde; yağmur benim yerime nasılsa ağlıyor, temizliyordu yerkürenin yağmura düşen yüzünü aslolanda...
Kendimi sokaklara vurduğumda, caddelerdeki insanların yüzüne baktım... Mutsuz ve mutlu gülümsemelerin birbirine karıştığı o vakitte; hayatın bir başka yüzünü yakaladım...
Gazeteleri açıp, okudum... Bazı köşe yazarlarının, çarpıcı başlıkları dışında, içi boş yazılarına gülüp geçtim.
"Bunları kim yazdırıyor yahu!!!"dedim kendi kendime...
Türevi; akraba, ahbap-çavuş ve yalakalık ilişkilerinden doğmuş olduklarını bildiğimden ötürüdür, büsbütün öfkelendim, güya yazan ve bu sayede ünlenen, üstüne para kazananlara...
Gazete sayfalarında, eski manken beyaz dişlerini gösteren, beyaz bembeyaz ihram giyinmiş Yaşar Alptekin'in tam sayfa resmini görünce; unuttum işsizliğimi...
Adam gündemi yakalamış, diye düşündüm...
Al sana bir iş...
Ünlenince; gündem olunca iş çok...
Eyüp Sultan Camii de üzerine giydiği hacı esbabı ile boy boy fotoğraflar vermiş eskimanken yeni hacımız... Hem de türbanlı bayanlara kendini hayran bırakarak...
Helal mi desem, ne desem, şu tahkiye yapan cingöz adama diye söylendim...
Takiye yapan, bu eski mankenin prim yaptığı kanaatine varmadan geçemedim...
Mübalağa ne kadar çoksa, o kadar ekmek gibi... Yani; "Ne ka ekmek, o ka köfte..." dediği gibi Arnavut'un ama işin aslı öyle değil...
Yeniden, bana bu piyasada ekmek var mı diye sorguladım kendimi.
İnsanın fikri neyse, zikri, odur misali.
Bir lokma ekmek için mi salt bu iş düşüncesi?
Kesinlikle hayır...
Aç mezarı da yok ...
Amerika'daki gibi ne iş olsa yaparız, desem olur mu acep? Merdiven temizlemek, çocuk bakmak ve bu arada okula giden Amerikalı bayanlar gibi saat başı iş anlaşması ile para kazanmak... Alâ.. pek güzel ama... Ama'sı var ama'sı...
Yaşım geçmiş bu işlere... Ve elimden yazı yazmaktan başka işler gelse de yaptırmıyorlar bu işleri yaş gereği... (Temizlik dışındaki işleri...) Çocuk bakmak bile genç işi... Doğrusu da bu olmalı mı? Tezgahtarlık yirmili yaşlara göre...
Marketlerde kasa da oturup onun bunun filesine ne girdiyi hesaplamak bile genç işi... Koca holdingler de ise iş bulmak hayal... Genç koşturacak elaman lazım...
Kendi işimi kursam, neyle?
Hay Allah!!!
Kırkından sonrası, "teneşir mi paklıyor yoksa?!!"
Hay Allah... Umut ve umutsuzluğun ince bileşkesi insanı ne hallere getiriyor...
Bu düşünce kaosu ile iş arıyorum... Yazın hayatında... Aramaya devam mı edeceğim... Yoksa, pes edip, meydanı cahiller ordusuna mı bırakacağım bilmiyorum...
İşimin başında olmayı hayal edip, yeni kitaplar mı üreteceğim... Yazdığım tüm kitapları yayınlaması için yeniden, yeniden yayıncı mı arayacağım? Ünlü olanların dışında; yayın evlerinin kitaplarımı basması bir başka bahara mı kalacak yeniden?
Of ya, of!...
İş arayıp bulacağım, deyip yeniden umuda mı sarılacağım...
Gelgitler düştü yakamdan, iş arıyorum yeniden...
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Leyla
Rüyası görülmeyen ızdıraptır
Güller bitiren kara topraktır
Dağ başına yağan karlar kadar aktır
Gönlüme dokunma dokunma Leyla
Ben razıyım yaşamaya
Birkaç kâbus dolu rüyayla
Kardelen yalnızsa bir dağ başında
Riya mümkün mü akan yaşında
Sadece o masum aşkın peşinde
Gönlüme dokunma dokunma Leyla
Ben asla yaşayamam senin gibi
Aşkın düşmanı bitmez riyayla
Aşkın belasıysa mecnunun aşı
Gül değil bülbül olur onun sırdaşı
Unutmuş baharı seviyor kışı
Gönlüme dokunma dokunma Leyla
Yalnızlar yıldızları sever
Arkadaş olamam ben dolunayla
Sevda libasını bedenimden soyamam
Giden olmadığından yenisini koyamam
Boya hakkın boyası başkasına boyamam
Gönlüme dokunma dokunma Leyla
Süsünü püsünü sevmem sözlerin
Derdimi anlatırken yaşı gözlerin
Yanmışlıktır inanmanın gölgesi
İnanmadır yanmışlığın simgesi
Allah tan başka yok ki kimsesi
Gönlüme dokunma dokunma Leyla
Ben yaşamaya alıştım zaten
Böylesine bir gönlün yangınıyla
İfrattır tefrittir bizim sevdamız
Birimiz eğlence birimiz gamız
Ben oldum yollarda hep yapa yalnız
Gönlüme dokunma dokunma Leyla
Gecelerde ağlayacak yine niceler
Biliyorsun ve de bil dilim yalnız seni heceler…
Ziya Paşa Akyürek
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.
Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.
İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|