|
|
|
16 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bir A.R.O.G. Cilalı Taşlaması!.. |
Merhabalar
Dün söylemeye fırsat olmadı. Tatilde A.R.O.G.u seyretmiş birbuçuk milyondan birisiyim. Seyredenler, henüz seyredemeyenlere anlatsın demişler gibi, her köşebaşında bir A.R.O.G. yazısı. Benim ne eksiğim var. Buyrun size en cilalı taş devrinden bir A.R.O.G. taşlaması.
Bir kere, filmden tat almak için Cem Yılmaz hayranı olmanız, üstüne GORA'yı seyretmiş olmanız gerek ve yeter şart. Film daha Yılmaz'ın beyin kıvrımlarındayken başlayan pazarlama etkinlikleri başarılı bir yapımın habrercisiydi zaten. Beklentinlerin ayyuka çıkmasını da bu etkin ve yetkin pazarlama stratejisine bağlamak yanlış olmaz kanaatindeyim. İşte zaten o beklentiler filmin ilk haftasında tavan yapmasına neden oldu. Bir kere film bir akıl ve beceri ürünü. Hiçbir detayı hafife almadan, seyirciye azami saygı gösterilip kotarılan bir yapım. Lamı cimi yok, Hollywood ayarında bir film yapılmış. Gülme durumu biraz göreceli. Başta söyledim, Cem Yılmaz hayranı iseniz ve onu sahnede seyretme şansı bulmuşlardansanız, tolere edilebilir bir hayal kırıklığı yaşamanız normal. Ama kendinizi tipik Yılmaz espri anlayışından soyutlayıp filmi seyrederseniz ve biraz da mizah yeteneğiniz varsa, kahkahalar atmamanız için hiç bir neden yok. Şakaları anlayabilmek için sinema kültürü geniş olmak gerekliliğine katılıyorum ama gene de belden aşağı vurmadan güldürmeyi deneyen bir yapım olması nedeniyle takdiri fazlasıyla hakediyor.
Sahnedeki Yılmaz kadar gülünmediği eleştirisi ise oldukça komik. Adam sahnede capcanlı ve gerçek. Kendinden ya da çevresinden aldıklarını, kendine has mizahi anlatımıyla, aynen yansıtıyor. Oysa A.R.O.G'ta Cem Yılmaz değil, Arif'i oynuyor. Orada gerçek değil. O bir film. Öyleyse, bu karşılaştırmayı yapmak, elma ile armudu toplamaktan farksız.
Bir diğer eleştiride ise, GORA'da daha çok gülündüğü söyleniyor. Doğrudur. Ancak bu filmde, ilkine oranla, işin görsel yanına daha fazla özen gösterilmiş. Detaylarla uğraşırken söze dayalı şakalar biraz az tutulmuş. Buna bir de anlayamamayı eklerseniz, daha az gülündüğü savı doğrulanır.
Özetle, son zamanlarda yükselen Türk sinemasının özel örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Mutlaka görülmesi, üzerinde konuşulması gereken bir yapım. Adamın kazandığı parayla hiç ilgilenmeden, özenle yaptığı bu filme ve başından beri kusursuz uyguladığı pazarlama stratejisine şapka çıkarıyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Bayram Rüyası;
Bir bayram sabahıydı açtığımda gözümü,
Olabildiğince heyecan, bir başka telaş,
Annem, her bayram sabahında olduğu gibi,
Dikmeye çalışıyordu bayramlık üstlüğümü,
Tamamdı işte herkesten daha güzel,
Daha şık olacağım belliydi,
Çünkü,
Benim bayramlıklarımı diken annemin eliydi.
Babaannem hazırlanmış,
Yerini almıştı divanda,
Annem bir yandan kahvaltı hazırlarken,
Diğer yandan gözü yolda,
'Aydi kızanım çabuk azırlan,
Birazdan gelir buban da',
Herkes evin erkeğini beklemekte,
Benim gözlerim ise,
Omuzlarımdan aşağı sallanan beliklerimde,
İki beliğimin ucuna don lastiği değil de,
Bağlanmıştı bayrama özel iki kırmızı kurdele.
Bir bayram sabahıydı uyandığımda,
Babam göründü avluda,
Bir elimde kolonya,
Şekerliği tutmaktayım, diger terleyen avucumda,
Önce babam öptü anasının elini,
Sonra annem saygıyla kutladı eşini,
En küçük olduğum için,
Sakladım kendimi en sona,
Yirmidört yıl görmemiş gibi,
Atlayıverdim boynuna,
Alt tarafı,
Bir bayram namazı saati kadar,
Ayrı kalmıştık oysa.
Bir bayram sabahıydı uyandığımda,
Babamın dizinde kahvaltı edişim,
Annemin talimatları doğrultusunda,
Gelene gidene hizmet edişim,
Lakin,
Üzerinize afiyet biraz keyifsizlenmişim,
Çocukluk işte, ben sanırım yine,
Baklavayı fazla yemişim,
Babam yine sevgiyle baktı yüzüme,
Annem yine titredi üstüme,
Babaannem tüm sevecenliğiyle,
Deyiverdi, 'amaan çok şımarttınız bunu siz de''.
Uyandığımda, bir bayram sabahıydı,
Anladım ki tüm bu yaşadıklarım,
Sadece bir rüyaydı.
Beyhan Ada
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
YAZ(A)MAYAN KONUŞ(A)MAYAN GENÇLİK….
Kalemler girmiş cebe, kitaplar rafta…
Yaz(a)mayanlar, konuş(a)mayanlar aynı safta…
Çocuk yatağına bırakıldı. Eline sesli oyuncaklar verildi. Onun sesiyle kendini avutması istendi. Ne ninni, ne masal…Çocuk bunların hiçbirini bilmedi, dinlemedi…Hayal gücü daha o yaşlarda güdük kaldı. Teknoloji onun hayallerini çaldı…Herkes suçu birbirine attı. Kimse ağlayan çocuğu susturmadı. Konuşan çocuğu susturmak için herkes sıraya girdi. Çocuk zor ikna oldu….Sustu…Konuşmak nedir bilmedi…Gördü ki, o zaman daha çok sevildi..Soru da sormadı, cevap da vermedi…Bir köşeye sindi, insanların içine girmedi..Gülmedi…
Hükümsüzdür… Kurduğu hayaller uzun sürmedi…
Yıllar geçti, o çocuk büyüdü.. Hayat yolunda yalnız yürüdü. Hayallerini duman bürüdü. Düşünmeden hareket etti, önünde kim varsa onlara katıldı. Zira onlar da düşünmeden yürüyen bir sürüydü. Yazmak mı, o da neydi?..Konuşmak, zaten gereksizdi. Düşünmeye vakit bile yoktu. Çünkü düşünülmemesi gerekenler daha çoktu. Kendini anlatmaktan acizdi. İki kelime yan yana gelse, bu onun için mucizeydi. Ne kendini anlattı, ne anladı başkasını. Nerde hata yapıyorum diye de düşünmedi, şapkasını koymadı önüne.
Hükümsüzdür…Müebbet ceza kesildi hayallerine…
Duygularını, düşüncelerini anlatmak için aldı eline kalemi. İçinde birikmişti derdi, elemi..Birkaç kelimeden sonra kalem gitmedi ileri. Yazdıkları birbirinin tekrarıydı sanki. Kişi okumazsa düşünce olmaz ki…Dedi: Okumaya vakit mi var, kim çözecek bu kadar testi? Anladım ki, daha suya gitmeden kırılmış testi. Çocuk ağladı, çocuk gürledi, çocuk esti…
Hükümsüzdür…Kör bıçaklar hayallerini kesti…
Çok kitap aldı hem de çok…Yeter, dedi annesi raflarda yer yok. Okurum diye niyet etti her akşam. Böyle diye diye geçti zaman.. Kitaplar evin doldurdu içini. Çocuk okumadı, okuyamadı hiçbirini…Sınava hazırlanmak lazımdı çünkü, okumak sınavda yarar mı işe? Boğuldu sınav maratonunda ne ümit kaldı, ne neşe…Ne zaman kitap açsa, ilk sayfalarda sıkıldı. Topluluk önünde konuşmaya çıktı, bozardı, kızardı…Bir yazı kaleme alayım dedi, çakıldı yarı yolda …Hükümsüzdür…Hayallerini kaybetti sınavlarda….
Ezberinde olmadı bir tane bile şiir..Duyguların nasır bağladı, düşüncelerin kir…Yazmayan, konuşmayan gencim! Bari şimdi konuş, bu gaflet nedir? Gördüm ki, kalemin kırılmış, dilin olmuş lâl…Ruh için yazmaktır, konuşmaktır istiklâl…Hiç mi yok sözün, kağıda dökecek? Ne olur söyle, bu suskunluk ne zaman bitecek? Anladım… Takatin yok konuşmaya…
Hükümsüzdür…Hayallerini götürün vurmaya…
Ömer Kemiksiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar ANTALYA - İSTANBUL - ATİNA SERÜVENİ I. |
|
Benim "Facebook"la tanışmam biraz gecikmeli oldu. Tereddütlerim vardı...
Ama "kahveci" arkadaşlarımın çoğunu orada bulunca kaygılarım bir anda yok oldu.
Kendime, fikirlerimi, düşüncelerimi ve fotoğraflarımı paylaşabileceğim bir alan bulmuştum.
Kolları sıvadım ve kısa zamanda adapte oldum.
İyiki de olmuşum... Yoksa bu satırları sizlerle paylaşmak mutluluğuna erişemiyecektim.
Bir gün üyesi olduğum Adım Dans Okulunun grubunda "Latin Müzik-HİKO" diye bir gruba rastladım. Latin müzik ve dansına olan tutkunluğumdan dolayı o gruba da katıldım.
Ondan sonra da o gruptan devamlı mesajlar gelmeye başladı.
Mesajların birinde ( 10 Kasım ) bir Atina gezisinden bahsediliyordu.
Kasım ayının son haftasında bir grup, İstanbul'dan hareket ederek, üç günlüğüne ( 28-29-30 Kasım ) Atina'da düzenlenen "Todo Latino - 1. Salsa Festivali"ne gidecekti. Şartlar da çok uygundu.
Otobüsle gidiş-geliş, iki gün otel ve Festivalin her etikliğine katılabilmek için FULL PASS,
hepsi 215.- Euro. ( sadece Full Pass'ın fiyatı 120.- Euro )
İşte bu mesajdan sonra içimi bir kurt kemirmeye başladı.
Bir taraftan "kurt", bir taraftan da "şeytan", karar vermem için beni ablukaya aldılar.
İstek ve arzum çok büyüktü. Ama bu geziye katılmamı engelleyecek iki büyük sorunum vardı.
Birincisi, ben otobüs yolculuğundan çok korkuyordum. 10 yıl evvel annemle birlikte arabamla Antalya'ya giderken dağ yolunda, yoldaki mıcırdan dolayı kontrolümü kaybedip büyük bir kaza atlatmıştık. Dönüşü de bir otobüsle yapmıştık. Kabus gibi bir yolculuktu.
Ondan sonra da bir daha otobüse binmedim.
İkinci sorun, bu geziye katılanların hepsi genç insanlardı.
Aralarında "aykırı" düşebilirdim...
Gerçi ben gençlerle sohbeti severim, onlarla iyi dialog kurabilirdim.
Yine de çekiniyordum.
Sonunda içimdeki kurtu öldürdüm, şeytana uyup gitmeye karar verdim.
Ödenecek ücreti de internet üzerinden hallettim.
Ama evvela İstanbul'a gitmem gerekiyordu.
Sun Express'den 69.- YTL ödeyerek bir uçak bileti aldım. (Nerede ise Otobüs fiyatları kadar)
Sonra, Bayram tatil günlerini düşünerek, hemen gidip dönüş biletimi da aynı fiyattan aldım.
23 Kasım Pazar günü İstanbul'a uçtum. Doğru oğlumun evine gittim.
İlk günümü alış veriş ve yemek pişirmekle geçirdim.
Oğlum çok yoğun olduğu için yemek pişirmekle pek uğraşamıyordu. Hep kahve ve kuru şeylerle beslendiğini gördüm. Üç gün ona bezelye, bamya ve ıspanak pişirdim. Bamyayı pek sevmemesine rağmen onu bile yedi. Anlaşılan annesinin yemeklerini özlemiş...
İkinci gün hava çok güzeldi, İstanbul hasretimi gidermek için yollara düştüm.
İlk olarak Ortaköy'e gittim. Orasını çok severim.
Dolaşırken Kız Kulesi'nin bir reklamını gördüm.
İstanbul doğumlu olmama rağmen henüz oraya gitmemiştim.
Hemen Kabataş'a gittim ve motor saatlerini öğrendim.
İlk seferleri saat 12.00de başlıyordu ve saat henüz 11.00 idi.
Bu pek hoşuma gitmedi. Benim "beklemeye" karşı allerjim var...
Ama başka çare de yoktu ! Aklıma koymuştum bir kere.
Evvela bir gazete aldım. Sonra da yanımdan geçen bir simitçiden, taze, tombul bir simit aldım. Simidimi yiyerekten Dolmabahçe'ye kadar yürüdüm.
Sonra geri dönüp motorların kalktığı iskelenin yakınında bir banka oturdum.
Simidimin yarısını bitirmiştim ki etrafımda serçeler kol gezmeye başladı.
Simidin diğer yarısını da onlarla paylaştım.
Aralarında henüz yavru olduğu belli olan bir serçe vardı.
Ne zaman bir kırıntıyı almak istese, üzerine 8-10 tanesi çullanıyor, onu eziyor ve simit parçasını kapıyorlardı. Garibim her seferinde avaz avaz ciyaklayarak kendini toparlamaya çalışıyordu.
Ben de bir sistem geliştirdim. Birkaç parçayı sağ tarafa fırlatıyordum. Büyükler anında o tarafa yöneldiklerinde, yavu onlara yetişemiyor, ben de onun tam önüne atıyordum kırıntıları. Bu sistemle defalarca yavruyu doyurdum.
Simit faslı bitince gazete okumaya başladım.
Ve nihayet motor kalkış saati geldi çattı.
Hemen gişeye gittim, 10.- YTL uzattım. Gidiş-dönüş 5.- YTL idi.
Üstünü veremedi. Motor kaptanının da acelesi olduğu için, dönüşte öder, dedi.
Ve benden başka yolcu olmadığı için, TEK BAŞIMA motora kuruldum.
Oldukça dalgalı kısa bir yolculuktan sonra KIZ KULESİNE vardık.
Orada yarım saat vaktim vardı. Sırasıyla katları dolaşmaya başladım.
En son kata gelince ve balkona çıkınca, kendimi Titanic vapurunda gibi hissettim.
Biraz ürkütücü idi, ama manzara nefisti. Yuvarlak balkonu üç kez turladım.
Manzaraya bakmaya doyamıyordum.
Alt kattaki garsona, benim bir fotoğrafımı çekmesi için, seslendim.
Fotoğrafçılıkta pek usta olmamasına rağmen, birkaç kare çekti.
O kadar kendimden geçmişim ki, dönüş saatimin geldiğini fartetmemiştim.
Motorun uyarıcı acı klakson sesiyle rüyadan uyandım.
Acele ile merdivenleri inip motora atladım.
Kabataş'a vardığımızda gişeye bilet parasını ödedim.
Unuttum yazmaya: Ben Kız Kulesinde iken Elif Eser aradı beni.
Onu daha evvel ben arayıp belki birkaç "kahveci" ile bir buluşma ayarlayabilmek imkanı bulabileceğimizi söylemiştim. Fakat maalesef hiç kimse vakit bulamamış.
Eh, bu aralar biraz "kahvecilerimizde" uyuşukluk hakim.
Çok yoğunlar herhalde. Bunu da üzülerek, ama anlayışla karşıladım.
Saat henüz erkendi. Bir de Beşiktaş'ta dolanmak istedim.
Malum, hasta bir Beşiktaş taraftarı olduğumdan bu kaçınılmazdı.
Uzun uzun çarşı, pazar dolaştım. Ufak tefek alış-veriş yaptım.
Bu arada İstanbul'da hayatın ne kadar pahalı olduğunu fark ettim ve
Antalya'da yaşadığım için sevindim.
Nihayet yorgun, ayaklarım şişmiş bir vaziyette, ama mutlu bir şekilde eve döndüm.
Hareketten evvelki son günümde de güzel Boğaz'ımızı arşınladım.
Oğlum Arnavutköy'de yaşadığından, güneşli bir havada Bebek'e kadar yürüdüm.
Deniz kenarında ilerlerken, sahile yakın bir dubanın üzerinde, güneşten faydalanarak kanatlarını kurutan karabataklar gördüm. Hiç hareket etmeden heykel gibi duruyorlardı.
Sahil de amatör balıkçılarla dolu idi.
Oraları ne kadar çok özlediğimi, ama trafik yüzünden artık İstanbul'da yaşayamayacağımı bir kez daha anladım.
Ve hareket günü geldi çattı.
Buluşma yerimiz 4. Levent'te, Ziraat Bankasının önü.
Bir taksi ile, içim pır pır ederekten, saat 19.00 da oraya gittim.
Bankanın önündeki gençlerden oluşan kalabalığı görünce, ilk önce geri dönmeyi bile düşündüm. Sonra bir gayret ve cesaretle taksiden indim.
Bütün gözler bir an için bana yöneldi. Belki de bana öyle geldi.
Kim bilir benim hakkımda neler düşünmüşlerdir...
"Bu "olgun" hatunun da aramızda ne işi var" dediklerini duyar gibi oldum.
Çok sıkıldım, çok utandım, ama istifimi bozmadım.
Artık ok yaydan çıkmıştı...
Gözlerim grup başkanı Hikmet'i aradı. Henüz gelmemişti.
Beş dakika sonra geldi.
Yanıma gelerek elimi sıktı, yanaklarımdan öperek "hoş geldin" dedi.
Bu tür gruplarda öpüşmek adettendir. Herkes herkesi öper. Antalya'da da öyleydi...
Onun için garipsemedim.
Derken otobüs geldi. Valizler yerleştirildi.
Ve 19.30'da hareket ettik.
Atina serüveni pek yakında bu sayfalarda...
Nadya Alpkonlar nadyaalpkonlar@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan SİYASET BİLİMİNİN EVRİMİ |
|
Churchill dedi ki; "Sosyalizm yoksulluğun eşit şekilde, Kapitalizm ise zenginliğin adaletsiz şekilde paylaşıldığı düzendir." Bu büyük adamlar her halta nane oldukları sıralarda, bolca inciler yumurtlamışlar ve tarih hepsini günümüze taşımıştır.
Genellikle İngiltere' nin Güneyinde doğmuş büyümüş bu teokrat taifenin yaşamında ekmek kavgasının rolü o kadar küçüktür ki , Kraliçelerinin de zamanında söylediği gibi "tercihen pasta da yenilebileceği" savını sonuna kadar destekler. Bu da gerçek yaşamdan ne kadar haberdar olduklarının neredeyse kanıtı gibidir.
Oysa gerçekler hiçbir zaman için bu kadar yüzeysel olmamıştır. Ve dahi bu kadar özet cümlelerle açıklanamaz.
Zengin çocukları mutludur. Fakir çocukları da mutludur. Mutsuzluk kapıcı çocukları ile başlar. Çocukturlar çünkü. Elmalı şeker isterler.Verirseniz susarlar, mutlu olurlar.Vermezseniz ağlarlar. Ama yaşın kemale erdiği zamanlarda, elmalı şeker vererek insanları kandıramazsınız. Hatta cennetteki elmanın bile insan soyuna neler ettiğini bilmeyen neredeyse yok gibidir. ( b.k.z. Elmalılı)
Sosyalizm, komünizm, faşizm, kapitalizm, Marksizm, Leninizm, hümanizm, globalizm, ve daha adını bilmediğim epeyce diğerleri için düşünürler, feylesoflar, bilim adamları onca kafa patlatmış, konuşmuş, tartışmış yeni dünya düzenleri oluşturulmuş. Bu dünya düzenleri denenmiş, mahsurları belirlenmiş , bertaraf edilmeye çalışılmış. Velhasıl bu ciddi işlerle epey uğraşılmış.
Demokrasiler inşa edilmeye çalışılmış, üç tane sağdan, yıllarca sonra rövanş olarak üç tane soldan, fidanlar gönderilmiş darağaçlarına . Yazarlar kitaplar yazmışlar, okuyanlar ağlamışlar. Ders almışlar çoğu paragraflarından. Bazıları hiç anlamamışlar.
Bakmışlar ki sonra sonra, bu işler için boşa kafa patlatmış siyaset bilimciler.
Ne gerekirmiş ki 1789 ihtilalleri, Hitler, Stalinler, Yahudiler, toplu katliamlar, sınırlar, darbeler, sürgünler, inşa edenlerdeki bu azim bu cefa. Ve ne lüzum vardı bunca uzun uzadıya söze ,lafa.
Sanki insanlar bütün bu olanları eleyip dokuyarak mı geldiler bu durumlara. Moda neyse o oldu hep. Zaten sağda yüzmek serbestti milliyetçilikten liberalliğe, liberallikten muhafazakarlığa !?..
Şimdilerde ise Yaşar Alptekin'cilik çok moda. Bir zamanlar Merve'de olduğu gibi bütün ülke sallanmada. Gariptir Ilıcak abla hala sahneye hoplamamada.
Alptekin nur topu gibi hac'dan gelmede. Hava limanında izdiham ile karşılanmada. (Bence İstanbul'da bir ilçe belediye başkanlığı da kendisine çok yakışmakta.)
Patiska gibi beyaz tenli, bıldırcın etli tazeler, kahverengi çarşafları ile hacdan dönen Alptekin'in kollarını, dirseklerini üç kere öpüp alınlarına yaslamakta, ellerini yalamakta.
Çarşafı ar sayanlar, namus diyenler bu tazeyi televizyon kameralarının önünde yaptığından dolayı hiç mi hiç yargılamamakta.
Benim gibi üç beş yazan ise aklımızca dünya tarihinin gidişinde epey söz sahibi olmuş (değerli ya da değersiz) bir mühim şahsiyeti, Churchill'i ahkam kesmekle suçlamakta, beğenmemekte, yerden yere vurmakta. Haydaa..
Eskilerin Leyla Sayar'ı, Kudret Şandıra 'sı aklıma geldi de nedense.. Yüzüm gülümsemede.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Sanki
Ertene yüklenen özlem ve hasret
Bİlmem ki ne vakit bulur nihayet
Benim içinde doğacak şafaklar elbet
Sabırdan öteye yol mu var sanki..
Liyakat dost bağında bir yer edinmek
Vefadan hisseli bir vefi denmek
Ne hoştur dostlarla hasreti yenmek
Dostlardan güzel gül mü var sanki..
İçinde depreşirken binlerce ümit
Yüreğin der ki al başını dosta git
Çözülsün vuslata vurulan kilit
Onun köyünden güzel il mi var sanki..
Feyz-i ilahi bilip gördüğümüz her şeyi
Nasip etsin yaradan yine Ona gitmeyi
Bırakıp dünyanın neyi varsa neyi..
Böyle yaşayandan mutlu kul mu var sanki..
erten: şafak demektir
Ziya Paşa Akyürek
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.
Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.
İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|