Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.532

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Laf olsun torba dolsun!..


Merhabalar

Birkaç hafta önce almıştım bilgilendirme mesajını. "Özür diliyoruz" başlığı ile gelen bu mesaja kayıtsız kalmamam gerektiğine karar verdim önce. Bir site açılmış ( http://www.ozurdiliyoruz.com ) ve şu metinle özür dileniyor. "1915'te Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum." Normal koşullarda ve aydınlık bir bakış açısıyla değerlendirdiğimde altına rahatça imza atabileceğim bir metin gibi görünmüştü. Ama bir türlü fırsat bulup imzalayamadım. Ve hatta unuttum. Ta ki düne kadar. Dün bazı gazetelerde yeniden yer alınca tekrar okuma ve değerlendirme gereği duydum. Bir barış gönüllüsü, demokrasi aşığı olarak romantik bir bakış açısıyla metni okuyunca insana oldukça sıcak geliyor ama biraz kuşkulu yaklaşınca insan beyni türlü anlamlar yükleyebiliyor. Yüklenen anlamlar da hem metne, hem metni imzalayanlara hem de metni okuyacak Ermeni dostlara göre çeşitlilik gösterebiliyor.

Bir kere olayın doğruluğu konusunda kimse hemfikir değil. Aklı başında bir araştırma için gerekli ortam özellikle Ermeni diasporası tarafından oluşturulmuyor. Çünkü bu işten global olarak nemalanmanın lüksünü alabildiğince yaşıyorlar. O zaman;

Soru 1: Peki böyle bir ortamda, "Büyük Felaket" denilerek üstü örtülmüş "Soykırım", iddia olmaktan çıkıp, bir gerçek olarak kabul edilmiş olmuyor mu?

Soru 2: Özür dilendiğine ve vicdan kabul etmediğine göre, baştan iddialar kabullenilmiş olmuyor mu?

Soru 3: "Adaletsizliği..." denilerek, toprak talebine kadar istekleri olan Ermenistan'a göz kırpılmış olmuyor mu?

Soru 4: Bu metnin yerine "Soykırım yapılmıştır. Özür diliyoruz ve hakkını arayan Osmanlı Ermenilerine tüm haklarının verilmesini istiyoruz." denseydi, farklı bir anlam mı çıkardı?

Soru 5: Bu metni ciddiye alacak ya da sinekten yağ çıkartacak Ermeni diasporası "Bakın adamlar kendileri herşeyi kabul ediyor ve özür diliyorlar, sizler de kabul edin tüm soykırım yasalarını." dese, kim ne diyebilir ki?

Soruların içinde cevabı da saklı olduğundan bu metni imzalamayı reddediyorum. Üzgünüm.

...

Dün gene bir tiyatro vardı Meclis'te. Aktörler 2009 Bütçe görüşmeleri sırasında kürsüye çıkanlardı. Tüm eleştirilere son konuşmacı olarak cevap veren Tayyip Bey, oyunun jönüydü. Sorulan sorulara cevap vermek yerine, önceden hazırlanmış, seçim öncesi hamaset nutuklarından birini attı. Elini vicdanına koyup, sağını solunu gözleyen biri, çok rahatlıkla Tayyip Bey'in çizdiği tablonun hangi ülkeye ait olduğunu şaşırabilirdi. Ama iyi hatip oyuncu olduğundan gene mangalda kül bırakmadı. Bir de "Terbiyesiz" diye vekili azarlayışı vardı ki, sormayın gitsin. Oyun bittiğinde avuçlarım patlayıncaya kadar alkışladım kendisini. Suarede tekrar görüşmek üzere vedalaştık. Siz de en önlerden yer kapmayı sakın unutmayın, kaçırmayın bu politik, antiekonomik, lafazan sokak komedisini. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  İstanbul Kazan - 2

Bundan on beş yıl önce, büyümeye pek hevesli bir çocukmuş henüz. Sonradan başına geleceklerden habersiz, boyundan ve yaşından büyük; 'kimsenin baskısı ve etkisi altında kalmadan, kendi rızası ile' atılmış bir zorlu maceraya. Masallar her zaman "bir varmış bir yokmuş" diye başlar sanıyormuş ve hep mutlu sonla bittiğine inanıyormuş fakat yanıldığını anlamış kısa zamanda.

'Çocuktum ufacıktım, top oynadım acıktım' (*) mısralarını ip atlarken tekrarlarken sokakta, bir el almış onu küçük dünyasından; pencereleri demir parmaklıklı, 'bahçesinde ebruliii hanımeli' (**) açmayan, odaları rutubetli bir eve kapatmış. Aylarca tutsak kalmış o evde. Gökyüzünde süzülen kuşlar kadar özgür, bulutlarla saklambaç oynadığı günleri geldikçe aklına, gözlerinden akan yaşları varamazmış farkına.

Yetmemiş esirliği, daha ilk zamanlardan merakla haber bekleyen kocasının annesine vermiş müjdeyi; 'bebek bekliyoruz.' İçinden 'erkendi ama...' dediğini kendinden başka duyan olmamış. Ve çocuk olduğunu unutmuş o dakikadan sonra, büyümüş, yetişmiş, Sezen Aksu'nun 'Ünzile'sine benzetirmiş halini biraz da. Karnına dokunup dokunup, içinde başka bir can barındırdığına inanmakta zorlanırmış. Karnı gün günden büyümesini sürdürürken, çocuk yüreğini içinin en derinlerine muska yapıp saklamış.

Yaptığı yemeklere hüzün karışır, çaydanlıkta kaynayan suyun buharında eski güzel günlerin hayâlini fokurdatırmış. İstanbul'un bir kenar mahallesinde, İstanbul'u buram buram özlerken kendini yakalar "sus, sus! Bir duyan olursa ayıplarlar seni" diye terslenirmiş. Gidebildiği en uzak mesafe kayınannesinin eviymiş, birkaç mahalle ötede; kadınların toplanıp toplanıp gün boyunca gelin-kaynana dedikodusu yaptığı.

Karlı bir kış sabahı, geçen onca ayın ardından -neredeyse bir yıla yakın- kocasını işe uğurladıktan hemen sonra, tüm cesaretini toplayıp, dizleri titreyerek çıkmış demir parmaklıklı evden. Ufak bir tepecik haline dönüşen karnını, tek kışlığı deri kabanının içine saklamaya çalışmış. Otobüs durağına vardığında kalbi yerinden çıkacakmışcasına çarpmaya başladıysa da aldırmamış. Gelen ilk Taksim otobüsüne atlamış. En son, öğrencilik zamanında belediye otobüsüne bindiğini hatırlayıp, yüzünden bir anlık gölge gibi geçen hınzır, çocuksu gülüşünü dudaklarıyla bastırmış. Ayakta durduğu oturma yerinin camının altında yazan "gazi ve yaşlılara, hamile ve çocuklu bayanlara yer veriniz" uyarısına takılmış gözü, deri kabanının üzerine elini iyice bastırmış, çok utanmış. Yüzü çocuk, kendi çocuk, kimse anlamasın istemiş karnındaki şişliği.

Taksim'de çiçekçilerin önünde inen insan akınına karışmış, inmiş otobüsten. Bir an soluğu kesilmiş! Soğuktan, meydanın açıklığından değil hayır! Bir zamanlar bu meydanda 1 Mayıs kutlamalarına katılırken, bu kez herkesten habersiz çaldığı özgürlüğünün heyecanından! Gurbette yaşayanların nasıl ki vatan toprağına attıkları ilk adımda hissettikleri coşku, keder, sevinç karışırsa kanında; o da, tüm o duygularla harmanlanmış halde, çevresine pür dikkat bakarak, İstiklâl Caddesi'ne doğru yürümüş ağır adımlarla.

Çingene çiçekçi kadınlara selam vermiş içten tebessümlerle, güvercinlere yem atmış, her kanat çırpışlarında onlarla havalanmış. Kâh dolmuş taşmış gözleri, kâh gülümsemiş. Caddenin başına gelip de, üzerine üzerine yürüyen kalabalığı görünce öyle çok korkmuş ki, kendini kenara nasıl atacağını şaşırmış. Dizleri bir kere daha titremiş, 'ya bir gören olursa?' Muska yaptığı derinlerinin köşesinden çocukluğu başını uzatıp göz kırpmış "görmez görmez, sizin oralardan buralara kimse gelmez, korkma." Kıkırdamış kendi kendine, karnına sarılmış. Yine de tedbiri elden bırakmayıp mağaza vitrinlerine, kitapçılara, sinema afişlerine, lokantalara bakınarak, kenardan kenardan yürümüş cadde boyunca.

Karnı acıkmış, cebinde fazladan bir simit alacak parası ancak varmış. İlk görüğü simitçiden aldığı susamlı simidi büyük bir iştahla koparıp koparıp yemiş. İnsanlara, dükkânlara, yüzyıllık binalara ilk kez görüyormuşcasına hayret ve saflıkla bakmış, bakmış. Galatasaray'ı geçince Anzavur Pasajı'nda otantik kıyafetlere dokunmuş parmak uçlarıyla, iç geçirmiş, birazcık parası olsaymış, bebeğine şıngır mıngır bir şeyler alacakmış.

Pasajdan çıktığında havanın kararmakta olduğunu fark edip paniğe kapılmış! Hemen Odakule'nin arasından Tepebaşı'ndaki otobüs durağına doğru hızlı adımlarla yürümüş. "Dilerim ben eve varmadan gelmez."

O yıllarda Sezen Aksu'nun "Işık Doğudan Yükselir" albümü yeniymiş. O albümde eski bir Karadeniz türküsü varmış. Hareketli bir türküymüş ama o ne zaman dinlese ağlarmış. Karnını tutarak indiği Tepebaşı'nın merdivenlerinde türkü gelmiş birden aklına, basamaklara çökmüş, yığılmış oracığa, başlamış hıçkırarak ağlamaya;

"Bir bezden bebem vardı, bohçamda hayallerim
Kızlığım yarım kaldı, ben annemi isterim..."

* * *

Bundan on beş yıl önce karnında bebeği ile kaçak gittiği Beyoğlu'nda dolaşan çocuğun, bir kızı olmuş... Kızı bu gün on dört yaşında. Köprünün altından çok sular akmış, hattâ devran dönmüş ortada altından su akacak köprü de kalmamış. Küçük çocuk kocaman bir kadın olmuş olmasına da, yüreğindeki çocuk hiç büyümemiş, o hep aynı kalmış.

Bir akşam kızına "gel," demiş, "seni bir yere götüreceğim. Her şeyin ilkini benimle yaşayacaksın." Ana-kız Beyoğlu'na varmışlar kolkola. Kızı da en az anası kadar tutkunmuş Beyoğlu'na, koca İstanbul'da en çok Beyoğlu'na...

İstiklâl Caddesi'ne girmişler. Biraz ilerledikten sonra sağdaki sokaklardan birine sapmışlar. Sokağın solunda kalan kahvehaneleri hemen geçince dar bir kapıdan girmişler, içerisi tıklım tıkış insan dolu. "Burası neresi?" diye sormuş kız. "Elimi bırakma, göreceksin şimdi" diyerek yanıtlamış. Dar mekândan içeri, insanların omuzlarına çarparak ufak sahnenin yanına dek ilerlemişler. "Bar kısmında mı oturmak istersin yoksa taburelerde mi?" diye sormuş kızına. "Taburelerde oturalım" demiş. "Yaşınız henüz müsait değil küçük hanım, zaten burada da fazla kalmayacağız. Burası benim çok sevdiğim yerlerden biridir. Sadece müzik dinlemeye getirdim seni. Şimdi sen kendine alkolsüz içeceklerden ne istersen söyleyebilirsin, ben de bir votka içeceğim." demiş. Müzik başlamış, garson siparişlerini getirmiş. Kız gülümsemiş "ben bu şarkıyı biliyorum... Kâzım Koyuncu söylemiyor muydu?" Sımsıcak gülümsemiş kızına "evet, bu çalan arkadaşlar da onun ekibi. Hadi bir şarkı isteyelim." demiş, o eski, yıllar önce onu ağlatan şarkının çalınmasını rica etmiş. Sonra da kızının elinden çekiştirip mekândaki diğer müşterilerle birlikte kolkola girip horon tepmişler. Kızı o akşam çok gülmüş, çok eğlenmiş.

İki saat kadar sonra kapıdan çıktıklarında genç kız hâlâ kahkahalarla gülüyormuş "ya anne, biz harbiden deliyiz. Yanımdaki kadın sana 'anne' diye seslendiğimi duyunca uzaylıymışız gibi baktı bize gördün mü?" Gülmüş kızına, elini omzuna atmış meydana doğru yürümüşler "bak şimdi, sana bir masal anlatacağım, bir varmış bir yokmuş diye başlamayan. Sen henüz doğmamıştın, şimdiki gibi yanımda değil, karnımdaydın... Bir gün ben..." diye başlamış anlatmaya.

O akşam, güle oynaya dönmüşler eve. İçlerinde özgürlük, yüreklerinde çocuk kahkahaları uzandıklarında karşılıklı yataklarına, ikisinin de dudaklarında tebessüm, yarınlardan umutlu dalmışlar tatlı bir uykuya.

(*) Ala Geyik / Ziya Gökalp
(**) Mavi Gözlü Dev / Nazım Hikmet


Elif Eser
zeycanirmak@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hayrettin Yazır


Yaşlı bir öykü

Kim bilir ömrümün kaçıncı telaşı, daha nicedir yaşatılmış acıları bir kenara iteleyip yeni bir şiir edasında yazarı belli olmayan okunası tadında ve bir mide krampı geçirircesine acı çektirmeye yönelik sevdadan arta kalanlar. Şimdi geçmiş zamanları bir kenara iteleyip sabahların tütün kokusunda havasını içime çekercesine yaşamaya çalışıyorum karlı rüzgârları.

Yaşamak, ıssız adada terazisi yalnızlığı seçmiş ihtiyar, azgın, güçlü, bencil korkularına hükmetmiş ama hala tedirgin bir adamın öyküsünden ibaret.

Yalnızlığa kaçan adam susturulmuş umutlarını yanına alarak seyre durur kederlerini. Zaman ilerledikçe dem vuran hayatını hasretle sarsacak ömrüne kilitler. Kurtuluşu çıkmaz bir sokağın derinliklerinde kaybolma hevesi ama stresi arkadasın da kalacak olanın sevdası olur. Durur sürekli tekerrür ettiğini yineler ve "kaçış"

(Hayatın başlangıç ve bitiş anı göz kapakların açılıp kapanmasından ibarettir. Bu geçen sürede gördüklerimiz göremediklerimizden çok az olsa gerek. Ki aslında öyledir de. Ve aslında Aslı da yok Kerem'de, bütün mesele sevebilmekte, çünkü sevip sevilebildiğin sürede yaşama tadında ağzında kekremsi hoşluğu hissedersin )

Yalnızlığa kaçan adam yaşamın kıyısında taht kurmuş kendi krallığını sürüyor ama kimsenin haberi yok kendinden başka. Ha düştü ha düşecek derinlere bir adımda ve kimsenin umurunda da değil. Karartılmış gecelerde gün doğumu beklemek prangalı mahkûmun kaçış serüveni kadar zor geliyor.

(bir çığlık)

-duyun beni;

Beni benden çalan sonra yalnız bırakan insanlar duyun beni, verin bana beni…

İklimlerde, iliklerine işleyen soğuk, damla damla akan terleri ve suratını çatlatan derin hazan soğuğunu yaşarken karanlıktan büyümüş göz bebekleriyle gözlerinden akan yaşları yaşlılıktan titreyen elleriyle silme gayreti.

Adam hayata oynadığı son perde tadında hüzünlü öyküsünü bırakırken yaşamın arta kalanına içinde büyüttüğü sevgisinden öte yaşama hevesini hala göz kırpma zamanı kadar kısaltılmış, kısıtlanmış umutlarıyla götürme çabasını veriyor.

"Ölüm kolay, ölüm acı, ölüm yalnızlık bir bakıma…"

Ve artık ben yaşamaya gayret gösteren insanların süregelen mutluluklarını izlemek üzere yeni yazacağım kitabımın önsözünü doldurma hevesindeyim.

Hayrettin Yazır


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,579,579,579,579,579,579,579,579,579,57
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  YOLUN YOLCUSU -1

Oldum olası camdan dışarısını seyretmeyi pek severim. zaman zaman, dışarıya bakıp doyamadığım manzaralar nedense beni hep bir yerlere götürür. bazen de baka kalıp daldığımda, ah öylesine güzel hayaller kurarım ki, sanki gerçekleşmesine ramak kalmış gibi de sevinirim.

Bugün, hava çok soğuktu. Ön camı açamadım. Buğulanmış camı ellerimle sildikçe gölgem cama daha bariz yansıdı. İlk bakışta bana bakan gölgem iyice gözüme takılınca huzursuz oldum. Perdeyi çekip banyoya kaçtım. Bu defa da duvarda asılı ayna ile karşılaşınca, yağmurdan kaçıp doluya tutulduğumu hissettiğimde artık çok geçti.

Biliyordum zaten, aynalar yalan söylemezmiş... Öyle demişler ya! Kim bilir, belki de doğrudur. Aynalar, eğer dış görünüşümü yansıttığı gibi içimi de yansıtabilselerdi, ne olurdu? Hiç şüphesiz, düşünmeden şu aynayı yerinden koparırcasına çeker alır, yere fırlatıp kırarak, paramparça ederdim. Aynanın kırılmasına da "uğursuzluk getirir!" deseler dahi hiç umursamadan ben bu riski göze alırdım, üstelik!

Son zamanlarda benim kendime yönelik ciddi sorunlarım olmaya başladı. Aynaya, cama bakmaya doyamazken, artık aramıza kara kedi girdi. Ayna ile her karşılaştığımızda,

Hiiiiii! şu görüntüdeki sahiden sen misin?..
demekten kendimi alamadığım gibi, deliler misali kendi kendime cevap da veriyorum:
Hiç şüphesiz sensin... Evet, zaat-i âliniz!

Saçımı başımı aynanın karşısında sanki ayıbımı örter gibi hafifçe düzeltip derin bir iç çekişinden sonra tam dışarı kaçacaktım ki, gözüme köşedeki tabure ilişti. Hemen çekip üstüne çıktım. Vücudumu aynada incelerken, ruhumu durmadan kışkırtan iç seslerimden biri beni yatıştırıp koruyordu:

- Çıplakken fena sayılmazsın, kemiklerin çok ince, vallahi abarttığın kadar zayıflığın belli olmuyor...

Nü olmak, diğer bir deyimle, ARİ olmanın zamanı çoktaaaaan geçti gibi sözler, kafamda dolanıp zonklamalar yükseldikçe, asıl sorunumun giyinikken olduğunu hatırladım. İçimden, esas meselenin "Moda" denilen garabete pek iyi uyamadığım düşüncesi olduğu birden beynime hücum etti. İyi ama, şu zırt pırt değişene neden uyamıyorum?

Her geçen gün biraz daha küçülen varlığıma artık ne giydirsem üstümden aktığını veya başkalarının giysilerini ödünç almış da giymiş gibi hiç yakışmadığını hem görüp hem de kabullenmekten hala kaçıyorum derken, birden çenem açıldı ve derinden yükselen bir sesle söylenmeye başladım:
- Salak! zayıflamak ne kelime, ayol eriyorsun!.. Hani derler ya, bir deri bir kemik. Şey... bir de kocaman bir burun!..

Durmadan giysilerime uydurma pensler, pililer yapıp aksesuarlar ile ayıbımı örter gibi süslemekten bıktımmm. Sanki bunlar yetmiyormuş gibi, giyinmeyi becerip kendimi sokağa atar atmaz, bu defa da bir başka sorunla karşılaşıyorum. Katiyen, koşmadan yürüyemiyorum! Olağanüstü bir kuvvet beni feci sportmen yaptı. Bazen kendimi kontrol edip, "heyyyyy! dur be, yeter be, yeter ayol, acelen ne, tabakhaneye bok mu yetiştiriyorsun?.." desem de, bir an duruyorum ama doğru dürüst daha bir-iki adım attıktan sonra yine içimdeki o münasebetsiz dürtüye uyarak, ister istemez dörtnala koşmaya başlıyorum.

Her sabah koştura koştura evden çıkıp terden sırılsıklam bir halde işe vardığımda üstümü değiştirip üniformamı giyerken niçin bazı sorular kafama takılıyor diye de düşünmeden yapamıyorum.

Mesela, neden her gece yatağımda koyunları, keçileri sayarak uyumayı beklerken, tramvaya binince hemen uyuya kalıyorum? Bıktım!.. tramvayların son durağında vatmanın veya biletçinin beni dürtmesinden:
- Bayan! son durak, inmeniz lazım...

Ben çalışan bir insanim, öyle olur olmaz zamanlarda her yerde uyuyamam ki... İşime de her gün geç kalamam!.. Neyse ki, işimde vakit çabuk geçiyor. Zaman zaman gelen ağlama ihtiyacı duyduğumda kimseye belli etmeden tuvalete kaçıp birkaç damla gözyaşı dökerek, sonra da yüzümü yıkayıp işime devam edebiliyorum. Günler geçtikçe kendimdeki bu yabancıları saklamam daha bir zorlaşıyor.

Farkındayım, bende benden daha kuvvetli bazı hisler oluştu. Bu hisler bazen o kadar kuvvetleniyor ki, iliklerime kadar hissediyorum. Direk hayatıma yön verip beni değiştirmeye çalışıyorlar. Çok kızınca, "teoristlerrrrrrrrr! gidin," de diyebiliyorum ama...

Ne kadar zormuş bu karamsar duyguları taşımak, bende yaşatmak. Doğrusu bana hiç yakışmadılar. Kabullenemiyorum. Kendimle devamlı savaşıyor, üstüme çöken bu duvarın altında kalmak istemiyorum. Ne oldu bana? Nedir bu beni altüst eden sebepler? Hani yaşam her şeyin üstesinden gelirdi? Yoksa, ben mi bir yerde suçluyum? Acılar beni çok yıprattı deyip bu yenilgiyi kabul etmeli miyim? Sanki bir tiyatroda, bir başkasının hayatını oynuyorum.

İşte bugün banyoda aynaya bakarken, "düşün, düşün, kötüdür işin!" deyip kendimi yeni baştan ele almaya karar verdim. Uzaklaşmalıyım, beni saran bu ruh aleminden bir an önce kaçıp kurtulmalıyım veya hiç olmazsa bir müddet yok olmalıyım. Gitmeliyim, hem de çok uzaklara, hiç görmediğim, bilmediğim bir yerlere yönelmeliyim. İçimde biriken taşları gidip oralara boşaltıp, beynimi yıkamalıyım. Öyle bir yer olmalı ki, dürtülerim bir daha beni hatırlayıp geri gelmesinler hiç. İçimdeki bu karanlık hisleri mutlaka biran evvel aydınlatmalıyım. Yabani kedi gibi üstüme üstüme geliyorlar. Beynimin içini, göynümü tırmalayarak beni için için yıpratıyorlar.

Ne olur bana, " insan hiç kedisini terk edebilir mi? " demeyin lütfen, olur mu?

Çünkü bu başka türlü bir kedi, bildiğimiz gibi değil!.. Nasıl tarif etsem? Renksiz, tüysüz, sevimsiz, hırlayan, tırnakları keskin, devamlı sizi tırmalayıp kanatan, acımasız, kapkara, kupkuru bir mahluk.

Ey, içimi kemiren kedi! Ben artık seni beslemek istemiyorum!

Yabani kediye benzettiğim tüm huzursuzluklarımı paket yapıp bir yerlere götürüp bırakmanın zamanı geldi de geçiyor galiba. Böyle duyguların aslında cehennemin dibine kadar yolu var. Uzaklaşabilir miyim bu duygulardan? Başarabilir miyim? Ne demek?.. Başarmaya mecbursun! Ne demişler: "Başarılı olmak isteyen kendine bir yol bulur. İstemeyense mazeret uydurur."

Anlatamam size ne haldeyim. Ruhum var ama bir yerde sıkışıp kalmış. Göynüm, kapkaranlık bir zindana kapanmış. Başım, cadı kazanı gibi olumsuzluklarla dolup taşıyor. Yüreğim de alev alev yanıyor. Ağzım, son derece aptal, ya susuyor ya da renksiz konuşuyor. Vücudum, artık beni taşıyamayacakmış kadar çelimsiz. Geçenlerde doktora da gittim. Bana; 'Eğer kendinize sahip çıkmazsanız ölüme yolcusunuz' demesin mi?!. "Anormal aksi" adini verdiğim hastalığım (anorexie) için aldığım ilaçlar beni daha çok sallamaya başlayınca yari yolda bıraktım.

Ay! şu yasam, bazen ne kadar da zalim. Dünyamı alt üst etti. Kolay mi tamir etmek simdi?

Sakın sormayın bana, "neydi seni böylesine yıpratan sebepler?" diye, çünkü bunları anlatmam, ne size ne de bana hiçbir şey kazandırmaz. Hepsi hayat kitabimin içindeki bana ayrılmış sayfalar. En kötüsüyle bile bana dönük. Ayrıca, ulu orta başkaları ile paylaşmaktansa, bir an evvel onlardan kurtulmak en çıkar yol değil mi? Hem zaten ne yapacaksınız ki huzursuzluklarımı öğrenip de? Neden sizleri de üzeyim?..

Eğer Tanrı beni doğuştan umurlu yaratmasaydı zaten çoktan batmıştım. Bu gemi yol almalı. Gitmeliyim, dedim ya! Bilmem beni anlıyor musunuz? Sadece karamsarlık kokan bu duygulardan kurtulmak, aklımı ve dikkatimi başka konulara çekmek için uzaklaşmalıyım.

"Gitmeliyim, yol almalıyım" demek çok kolay ama nereye gitmeli? Haritaya baktım. Gidilecek o kadar çok yer var ki, birden ani karar da veremedim. Koca koca kıtalar, minik minik adalar gözümde büyümeye başlayınca yine kendime kızmaya başladım. "Sen ne istediğini biliyor musun?" diyecektim ki, vazgeçtim. Acıdım kendime. Doğrusu, bir yerlere kaçmayı düşünmek, nihayet gideceğim yurdu seçmeye başlamak dahi bana ilaç gibi geldi.

"Tamam, harika bir yer buldum gidiyorum" diyecektim, düşüşe geçtim. Oralara gitmeye yetecek kadar bütçem olmadığını hesapladım. Bir bu eksikti bana dert olmayan. Peki, ne yapacağım şimdi? Borç, harç yapıp hiç gidemem!

Birden aklıma o kutu geldi. Orda burada saklamaktan bıktığım kutu. İçinde, yıllardır bir kere olsun takıp takıştıramadığım yüz görümlülüklerim... Bunları saklamak niye? İlk evvela bunları yok etmeliyim. Çok hoşuma gitti bu fikir. Kafamdaki takıntılarımdan kurtulmak icin kutudaki takılarımı satarak yola çıkabilmek... Şahane bir başlangıç olabilir...

Artık beni kimse tutamaz! Tamam, her şey tamam, biletlerimi isteyeceğim, vizelerimi alıp valizimi hazırlayacağım. En kısa zamanda da yola çıkacağım. Merak etmiyor musunuz nereye gideceğimi? Bilin bakalım nereye? Ay, şımartın beni azıcık ayol, sorun!

- yahu! nereye gidiyorsun, yaaa?..

Siz orası mı, burası mı diye bana sorunca, bende azıcık ağzımı büke büke, "hayırrrrr! orası da değillll, burası da değil!" diyerek nazlanıp, sizlere gülümseyeyim...

Gidişimi boş verin artık, dönüşüm önemli... Eh, ümit dünyası işte! inandırdım kendimi bir kere, aldım başımı gidiyorum. Yanlış yolda giden treninin makasını değiştirerek, yeni bir ray üzerinden yola çıkıyorum...

Bitmedi

Banu Kurtis Chouard


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,807,807,807,807,807,807,807,80
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Mehmet Sağlam

 Kahveci : Mehmet Sağlam


  Dilimizi Sokan Arılar

Dilimizdeki kelimelerin ilk kez kullanıldıkları otantik bağlamları ve tarihsel dönemleri bilebilseydik, sözlükte yer alan her bir sözcüğün -hatta eş anlamlı kabul ettiğimiz tüm sözcüklerin- farklı birer olguyu anlattığına tanık olabilirdik gibime geliyor.

Kavramlar arasındaki farklara dikkat etmemek belki günlük yaşamda fazlaca sorun yaratmaz; fakat örneğin iddialı bir öykü veya roman yazdığını söyleyen yazarlar için büyük bir prestij kaybı olabilir. Benim gözlemlerime göre, sayıları giderek artan pek çok yazar -farkında olmadan- affı zor hatalar yapıyorlar.

Aşağıda listelediğim birbirleriyle anlam benzerliği olmayan kavramların nasıl da düşünülmeden eşanlamlıymış gibi kullanıldıklarını sorgulayan bu "mahkeme"de, siz tüm MB okur ve yazarlarını tanık sandalyesinde oturmaya davet ediyorum:

Düşünce ile fikir... farklı iki kavramdır.
Fikir ile görüş...
Görüş ile zihniyet...
Zihniyet ile ideoloji...
İdeoloji ile inanç...
İnanç ile inanmak...
İnanmak ile ikna olmak...
Edep ile saygı...
Saygı ile yüceltme...
Yüceltme ile hayranlık...
Hayranlık ile övme...
Övme ile beğeni...
Beğeni ile empati...
Empati ile sevgi...
Sevgi ile aşk...
Aşk ile ilişki...
İlişki ile birliktelik...
Birliktelik ile beraberlik...
Beraberlik ile dayanışma...
Dayanışma ile özveri...
Özveri ile kahramanlık...
Yetenek ile hüner...
Akıl ile zekâ...
Zekâ ile deha...
Dâhi ile aydın...
Bilgi ile bilgelik...
Bilge ile bilgin... aynı şey değildirler.

Hüküm ile önyargı...
Hayal ile tahmin...
Yorum ile çıkarsama...
İlkesizlik ile ahlâksızlık...
Duyarsızlık ile tepkisizlik...
Değişim ile dönüşüm...
Sistem ile şablon...
Şablon ile plân...
Plân ile program...
İşbirliği ile işbölümü...
Yöntem ile tarz...
Tarz ile tutum...
Eski ile klasik...
Erdem ile ahlâk...
Ahlâk ile huy...
Huy ile kişilik...
Kişilik ile mizaç...
Mizaç ile tutum...
Tutum ile prensip...
Prensip ile inanç...
Süreç ile süre...
Süreç ile süregiden...
Süreç ile süreklilik...
Süreç ile yordam...
Süreç ile oluşum...
Süreç ile yol...
Süreç ile ilişki...
Süreç ile serüven...
Süreç ile aşama...
Süreç ile içerik...
Süreç ile mekanizma... farklı anlam taşırlar.

İzin ile onay...
Şans ile baht...
Açmaz ile çıkmaz...
Arayış ile beklenti...
Eğilim ile ilgi...
Ortak nokta ile ortak alan...
Yanyanalık ile ardışıklık...
Açıklık ile içtenlik...
Gösterge ile belirti...
Gerekçe ile dayanak...
Zararsız ile faydasız...
Beklenti ile umut...
Tercih ile beğeni...
Beğenmek ile benimsemek...
Öz ile iç...
Biçim ile kabuk...
Özel ile özgü...
Özel ile kişisel...
Bir ile tek...
Tek ile yalnız...
Yalnız ile sahipsiz...
Aynı ile benzer...
Saklı ile gizli...
Gizli ile kaçak...
Kaçak ile illegal...

Karıştırmak ile şaşırmak...
Karışmak ile burnunu sokmak...
Burnunu sokmak ile müdahale etmek...

Eylem ile tutum...
Kesişme ile birleşme...
Örtüşme ile buluşma...
Yakışma ile bağdaşma...
Bağdaştırma ile özdeşleştirme... aynı anlama gelmezler.

İncelemek ile araştırmak...
İncelemek ile irdelemek...
Birleştirmek ile buluşturmak...
Bırakmak ile salmak...
Terk etmek ile vazgeçmek...
İlişki ile ilinti...
İlişki ile bağlantı...
İlişki ile yakınlık...
Doruk ile uç...
Uzak ile ücra...
Neden ile gerekçe...
Mükemmel ile kusursuz...
Yapmak ile yaratmak...
Hakiki ile orijinal...
Kendilik ile doğallık...

Eleştiri ile hakaret...
Hakaret ile küfür...
Özeleştiri ile pişmanlık... farklı farklı şeylerdir.

Arzu ile içgüdü...
İçgüdü ile içgörü...
Güdü ile heves...
Niyet ile eğilim...
Niyet ile kasıt...
Erek ile emel...
Çokluk ile çeşitlilik...
Durum ile konum...
Oran ile orantı...
Dikkatli olmak ile özenli olmak...
Sabır ile tahammül/katlanmak
Harcamak ile tüketmek...
Türetmek ile yaratmak...
Yaratmak ile üretmek...
Üretmek ile oluşturmak...
Öneri ile tavsiye...
Tavsiye ile nasihat...
Nasihat ile aydınlatma...
Deneyim ile birikim...
Deney ile test...
Test ile analiz...
Tespit ve teşhis...
Öngörü ile hayal etme...
Öngörü ile uzağı görme...

Tanımak ile bilmek...
Bilmek ile kavramak...
Kavramak ile içselleştirmek...

Hoşgörü ile tolerans...
Kaygı ile kuruntu...
Uygun ile kullanışlı...
Avunma ile oyalanma...
İptal etme ile öteleme...

İnşallah ile keşke... farklı olgulara verilen adlardır...

Mehmet Sağlam
mehmetttsaglam@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Neslihan Güzel


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


GECE

Bu gece matem var gökyüzünde
Yıldızlar aya incinmiş
Görünmüyor göz önünde
Boş kalan meydana karanlık serilmiş…
O ayrılık şarkısı mıydı ruhumu biçen
Bir soru var şimdi sormaya korktuğum
O yâr mıydı yanımdan görmeden geçen
Ay bu gece yarım
Ay diğer yarısını atmış vücudundan
Sandım ki
Ay kendini parçalamış kahrından…

Ömer Kemiksiz

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.

Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.

İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Here Comes The Sun
Sandy Farina









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20081217.asp
ISSN: 1303-8923
17 Aralık 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com