|
|
|
18 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kurtulun bu adamdan!.. |
Merhabalar
Dünkü yazıma aldığım tepki ve destek mesajlarından sonra bir konuya açıklık getirmek durumundayım. Zira gelen mesajların hemen hepsi imzaya açılan metnin içeriğinden ziyade, bu metne imza koyanların kişilikleri ile ilgiliydi maalesef. Vatandaşlıktan atılmalarını isteyenler bile vardı aralarında. Bir kere hiçbirimizin bu aydın insanlarla bir alıp veremediğimiz olamaz. Tam aksine bizden farklı düşünen insanların aykırı her düşüncesine, bir gün bizim de aynı saygıya ihtiyacı olabileceğini düşünerek, azami saygıyı göstermek durumundayız. Yani benim gibi düşünmüyor diye bir aydını vatan haini ilan etmenin anlamlı bir gerekçesi olamaz. Hele vatan sevgimizi kıyaslamak kimsenin harcı değildir. Ben, o metnin içeriğine katılmadığımı söyleyerek imza atmayı reddettim ama imza atanların başımın üstünde yeri olduğunu da her zaman söylerim. Eğer vatan haini ilan edilecek birileri varsa onu, Hrant Dink'in öldürüleceğini bile bile kılını kıpırtmayanların arasında aramak gerekir diyorum. Ve eğer özür dilenecekse Dink'in ailesinden başım önümde utanarak özür dilerim. Özetle, sapla samanı birbirinden ayırmakta yarar var diyorum.
...
Gökçek'i seyretme şansınız ya da doğru deyişle şanssızlığınız oldu mu diye sormak isterim. Verecek aklı başında cevabı olmayan ama münazarada kavga eden çocuklar gibi bağırıp çağıran bu adamı Türkiye'nin başkentine bir kez daha başkan seçmeyi düşünen Ankara'lılara seslenmek istiyorum. Sizin kendinize hiç mi saygınız kalmadı?
...
Dün akşam acı bir haber aldık maalesef. Kahve Molası yazarlarından sevgili arkadaşımız Cüneyt Göksu anneciğini kaybetti. Cenazesi bugün ikindi namazının ardından Üsküdar Bülbülderesi Camii'nden kaldırılacak. Sonay Teyze'ye gani gani rahmet, başta sevgili Cüneyt'e olmak üzere tüm sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Nur içinde yatsın. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Natürmort |
|
Ölü bir toprağın aslında canlısıyla kıyaslanmasının sadece vakti bol insanlar tarafından yapılan gereksiz bir doğa düşkünlüğü olduğunu sanan, sandıkça yanılan, yanıldıkça çoğalan insan kalabalıkları. Eskiden böyle değildi cümlesini sık kurmaya başlamaktı büyümekten artık vazgeçip olgunlaşmaya durmanın diğer tanımı. . Büyümek bitti benim için şimdi. Büyümek mi beni, ben mi büyümeyi terk edip başlattım bu ihaneti hesap etmedim. Hatta bu süreç ne zaman ömrümde iz tuttu, o çok sevdiklerimin neden birçoğu artık mutluluklarımın içinde yoktu bilmiyordum. Eskiyle gelen az şey kaldı. Çoğu uğurlandı. Bazılarını uğurlamak istemedim ama yanımda kalmak için görevlerinin tamamlandığını anladığımda onlara yol verdim. Oysa dinlemek için hala kalbimi hızlı ritimlere gark eden masallarım… Ki kırık bir kanadın en son gecesinden büyümüş, benliğime sızan burukluklarım oldular. Söz verdim; hani kendi can yangınlarının üzerinden sözler verirsin ya bazen; o kadar acizce sözler verdim; benim kızımın masal anlatıcısı hiç susmayacak dedim. Tanrıdan daha şimdiden bunun için söz istedim…
Öldürücü bir savaşın en son silahını kendi cebinde unutmuş, yumruğuyla savaşıyordu zaman. Zaman, bir daha asla geri dönmeyecek kadar acımasızca tüketiyordu kendini. Konuk gelmiş, bir konukluk vasfını taşımayı becerememiş misafir müsveddeleri gibi. Evi altüst eden ama toplanmasında bedeninden hiçbir enerjiyi benimle bölüşmek istemeyen o sevmediğim, konukluk vasfını taşıyamayanlar gibiydi zaman. Yaşadıklarımın tamamını üzerimde bırakıp sıyrılmak istiyordu. Tahripkârdı bazen. Manevrasını son mecazda fütursuz kullanmıştı bana kalırsa dünya. Ve yan yana öleceğinden emin iki sevdalının birlikte gömülmesinin hiçbir zaman gerçek olmayacağı inancı vardı bütün insanlarda. Romantizm değildi ağır gelen. Cebinde silah taşıyan bir aşığa âşık olabilir miydin ki sen…
Hasta bir odadayım şimdi. Payesi varlığından daha ölümcül, daha fazla tanrı ümidine tutsak hasta bir oda. İnce ilerleyen, kara tanımlı, yazık ama tanrının evlatlarına bağışlamayı pek düşünmediği bir oda hastalığı. Ümitsiz, kasavet yükü, gam dolamlı, çıkarsız, yolsuz, üzgün, sessiz, kimsesiz, bilinmez, ağır ama derin ilerlemiş bir oda hastalığı bu. Sevmiyorum avuçlarıma dökülen kolonya kokusunu. Kaçıyorum kolonyanın burnuma sokulma çabasından. Cabasında kolonya kokusu gizlemiş bir hasta odaydı. Avuçlarıma döktüler. Sonra burnuma…
Yaraydı. Teşhir ettikçe azalmayan, paylaşıldıkça bilakis çoğalan, daha da büyüyen, daha da acıtan bir yara. Susturacak kadar hasta bir odanın nem ve gam yüklü duvarlarında bağdaş kurmuş, silahını sol cebinde unutmuş zamanlardan geçtim. Kitaplara, bazen de şarkılara ve mısralara sığındım. Odamın şahitlikleriyle yükselen, havale geçirten ateşine çare olamadım. Bu ateşe ben de el attım. Ben de yandım. Odamın ateşini dindirmek istiyordum; ateşe bulandım. Har kaldım. Kapandım. İçime yandım. İçimle sustum. İçimle ağladım. Görene yanılgıdasın dedim. Zaten görmeyen daha fazlaydı bu ığıl karanlığı. Görenleri de yanıldıkları hususunda kandırmak kolaydı…
Ur gibi bir çağdan diğerine isim geliştirerek ilerleyen suskun sevmeler…
Sevgisinde ismim var. Bir bedenin içinden sızıp bir başka bedende yol olan öz'ün anlamına özdeş bir başka anlam kazandıracak kadar gerçek bir sevmek hali. Anlatsaydım anlamayacaktın. Anlatmadım. O da anlatmadı. Öz'ün içinde, bir başka öz sözcüğüne taviz bırakamayacak kadar tanrısal, anlayamaya gücünüzün yetemeyeceği kadar derin, bu derinliğin giz altında aşikâr bırakılmasına inanç büyütecek kadar yol aldık biz. Bu yüzden sevgisinde ismim var. Sevgisinin en ortasında, sevgimdeki isminin yanında, işte tam kalbinin en solundaki noktada benim ismim…
Bir aşk olma sözcüğüne tanım biçmek için harcanan mesaiyi yaşadıklarına harcadıkça yol alan öykülerin önsözünü yazdığım çok oldu. Son sözünü söylediğim de elbette. Şimdi aşk olma sözcüğünün gelişmesini yazıyorum bir yürek işçiliğiyle. Ve sen bir öykünün en maharet gerektiren yerinin gelişmeden çıktığını bilirsin. Bir öyküyü içe işleten gelişme, dikkatini çektiren giriş, seni kendinden öteleyen sonucudur. Gelişen, geliştikçe güçlenen, bir yürek ortaklığının inancını giyinen öyküleri dinliyordum. Artık yazıyorum ben…
Ölçtükçe birimlenebilecek kadar bilimsel, ninovayı unutmayacak kadar okunaklı bir coğrafyada, kimsenin çok da anlayamadığı iklimlerde topuk izlerimi bıraktım ben. Ayak izim kaybolurdu diye çıkardım ayakkabılarımı. Topuklarımla bastım toprağa, izim kaldı…
Büyümenin çoktan kendini kendi kabuğuyla yenilediği bir yolda, olgun zamanların hasadıyla yürümeyi göze alacak kadar cesurum. Yürüyorum. Bütün planlarımı kendi üzerimden yaparak. Yükün gücüm ölçüsünde olanını sırtlanarak. Bugüne sığınarak dünden caymayarak. Bugüne ait, dünden soyut; yarından ümitkar olacak kadar insani yaşayarak. Yaşımla değil yaşadıklarımla yaşlanıp, tecrübelerimin ışıltısından onurlanarak…
Çok cümleler duymak olur yaşarken. Anlamak duyduklarını, yaşadıklarının duyduklarınla paralelliği ölçüsünde mevcuttur. Bayramların o eski tadını hiç bilmeyen bir güzel yüzlü çocuğa bunu anlatamam ben. Eski bayramlarda ağzımda tat oluşturanların şimdi hissiz bıraktığı günlerdeyim diyedir belki; evet anlıyorum bu cümleyi. Eski bayramların kime ve neye göre eski olduğu değil sorgulanması gereken. Değilmiş. Bir bayram sabahında hangi yılda bıraktıysan ağzındaki tatlı hissiyatı oradan sonraki bütün bayramlar için sen de kurma lüksüne sahipsindir bu çıkarsamayı bir cümle yolu ile etrafındakilere. Bayramların eski tadı yok. Benim için artık ne şeker ne harçlık ne giysi ne heyecan ne kavuşmayı simge eder oldu bayramlar. Dinlenmek için koşturulan bir ömrün kıyısından bedenimi biraz kenara çektiğim, kendimle ilgilendiğim günler oldu bir zamandır bayramlar. Bayramlarda bir bayram doluluğuna yakışan çok şeyi ihmal etmeye başladım. Ama çocuklar dışında. Bayramlarda çocukları ihmal etmedim hiçbir zaman. Bayramınızı yürekten kutlu eder sizin de bu bayram ve önümüzdeki bir ömür süresince görmemize vesile olacak tüm bayramlarda çocukları ihmal etmemenizi yürekten temenni ederim. Bayramınız kutlu olsun. Sevgiyle. Huzurla. Sağlıkla…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
AMCAN GİTTİ
Aslında o değildi aradığım.
Koridorda yarı aralık kapılardan içeri aceleci bakışlar fırlatarak adı bile insana ürküntü veren bu bölümde dün yatırılan bir akrabamı arıyordum. Bazı odalar kapalı olduğundan içeriye, başımı zorunlu fakat bir o kadar da isteksiz uzatıyor; yatanların gözlerine asla ilişmeden odayı gözlerimle tarayıp çekiliyordum.
Altmış beş numaralı kapının aralığından da aynı hislerle başımı uzattım.
Bu sefer diğerlerinden farklı olarak odayı, kapıya en yakın yataktan taramaya başladım. İlk yatakta, yatağı neredeyse tamamen kaplamış; endamlı mı endamlı bir kadın yatıyordu. Kıpkırmızı yanaklarından fışkıran sıhhat, kolundan uzanan serum hortumuyla pek tezattı. Başındaki yazmanın ihtimamla işlenmiş iğne oyaları terden sırılsıklam olmuş alnında sancısını hafifletme çabasındaydı. Diğer üç hastayla birlikte endamlı kadın da başını aralık kapıya çevirdi. Sancısı bir an mola verdi. Soran bakışlarla gülümsedi. Ben de geçmiş olsunla mukabele ettim.
Bitişik yatakta ağzını ve burnunu kaplayan oksijen maskesiyle nefes alma gayretindeki kadın; bir an gözlerini kapıya kaydırmak istediyse de, bitkinliği galebe çaldı. Vazgeçti. Gözleri biraz önceki açıkla, kapalı; görürle, görmez arası hale büründü.
Pencereye yanındaki yatağa bakmadan kapıyı yavaşça kapatacaktım ki bir parmakçık aralıktan puslu bir çift mavi uzandı. Kapıyı kapayamadım. Biraz önceki sağanağın ardından henüz yükselmiş bulutları andırıyordu gözleri. Kendine hayli büyük gelen yatağın içinde tüyleri dökülmüş ıslak kedi yavrusu kadar şefkate muhtaç ve dertoptu.
Sadece bakışlarıyla çağırdı. Aralık kapıdan içeri süzülüp kapıyı olabildiğince sessiz kapadım. Yatağa yaklaşırken üzerindeki battaniye ve çarşaf yığınında kımıldanma oldu. Doğrulmaya çalışıyor fakat acemiliği, içinde bulunduğu ortama yabancılığını aşikâr ediyordu.
Bir hamleyle yatağın arkasını dikleştirerek yatağa oturmasını sağladım.
Ağır işiteceğini düşündüğümden seslice "Geçmiş olsun teyzeciğim!" dedim.
Birden sinek kovar gibi bir hareketle "Bağırmasana kızım kulağımın dibinde!" dedi.
Pembe çiçeklerle işlenmiş, pamuklu geceliğinin içinde el yapımı bez bebekten farksızdı. Ebruli bir gümüşle bezeli başını bana çevirdi. Onca kırışıklığın arasından şaşkın, anlamaya çalışan ama olanlara bir türlü anlam giydiremeyerek bakıyordu. Bol gelen geceliğinin kolunu çekiştirdi. Eliyle yaklaşmamı işaret etti. Yaklaştım. Neredeyse fısıltıyla:
- Amcan gitti. Dedi.
- Nereye gitti amca? Diye sordum.
- …
Eliyle, çok uzağa gidenleri anlatan bir işaret yaptı. Hali, sergilediği manzara her şeyi anlatıyordu. Aslında suale hacet yoktu. Benimkisi konuşmak olsundu.
Bakışlarını ellerine kaydırdı. Serum takmaktan yer yer mor halkacıklar oluşmuş damarlarını bir müddet seyretti. İlk kez görüyormuşçasına hayretle:
-Görür müsün nasıl olmuş elcağzım!
Elimle morartıları sıvazladım. Elleri ne kadar soğuk ve ısıtılmaya muhtaçtı. İki elimle, ellerini avuçlarımın arasına alıp hem morartıları gizlemek hem de ellerini ısıtmak istedim.
- Hemen geçer onlar, meraklanmayın, ama elleriniz üşümüş.
- Geçer he mi? Doktor musun?
- Hayır öğretmenim.
- Eyi... Örtmen de bilir her bi şeyi.
Ellerini ellerimden almak için en ufak bir harekette bulunmadan öylece durdu. Ellerimi seyretti. Yüzüğüme baktı.
- Beyin va mı? Dedi. Cevap vermemi beklemeden:
- Biliyon mu amcan gitti. Dedi.
Konuyu nasıl değiştireceğimi düşünürken; minicik yüzünde yüzlerce kırışık dile geldi. Alt dudağı ağlamak üzere olan çocuğunki gibi belli belirsiz titredi. Bulutlanan gözleri doldu ve gözünün hemen altındaki kırışıklarda gölcükler oluştu. Kırışıklıklar gölcüklerin akmasına müsaade etmedi. Bebek saflığında ve derin bir iç çekti.
- Amcan gitti.
Bulamayacağımı bile bile söyleyecek bir şeyler aramaya başladım. O kendi kendine konuşur gibi devam etti:
- Amcan mezara, ben mezada…
Artık bir şeyler söylemeliydim. Ayakucunda gazete okuyan, -teyzenin kızı olduğunu tahmin ettiğim -bayanı göstererek:
- Olur mu teyzeciğim, bak kızınız sizi ne kadar seviyor.
- Bilirim sever. O da astadır(hastadır), olurum ona sıkıntı, var kırk gün buraayız/buradayız. Lazımdır gitmek evcağızıma.
- Doktorlar izin verince çıkarsınız. Siz bir an önce iyi olmaya bakın!
Tekrar yaklaşmamı işaret etti. Kupkuru, kemikten ibaret parmaklarıyla gözyaşlarını silmek istediyse de ellerinin titremesinden bir türlü başaramadı. Uzandım gözlerini sildim. Gözyaşları ellerinin aksine, insanın içini ısıtacak kadar sıcaktı.
Kızının kendisine bakmadığından emin olduğunda bana doğru eğildi:
- Dün gece amcan buraa / buraya geldi. Benden lacivert elbisesini istedi. Ama yoktur buraa,/burada, evde elbisesi.
Gazeteden başını kaldırmayan kızını işaret parmağıyla göstererek;
- İnanmıy bana" Sen ayal görürsün "diy.
- Rüyanızda mı geldi amca?
- A yır. Ruya değildir. Sen de inanmıysın bana.
Dedikten sonra azarlanmış, küskün, kırgın bir halde öteye döndü. Omuzlarına hafifçe dokunarak kendime çevirdim. Gayriihtiyarî teyze gibi konuşmaya başladığımın farkında değildim.
- Bak amca da sever sizi, ta nerelerden kalkmış gelmiş sizin için.
Onu güldüreceğinden adım gibi emin olduğum sözüme; gayet ciddi, bütün kırışıklıklarını dümdüz ediveren bir tebessümle karşılık verdi. Yanakları pembeleşti. Yüzünü kaplayan gülümseme yayıldıkça gözleri nerdeyse birer çizgi haline geldi.
- Kırcalı'nın en güzel kızıydım be. Su boyunda çaput yuğarken görmüş beni. Kızanlardan sordurmuş var mıdır sevdiği deye. On dört yaşıma yeni girdiydim. Ne bilirim sevmek mevmek. Bütün Kırcalı ahalisi döküldü düğüne. Hem bizim köyde hem onun köyünde oldu düğünümüz.
Demin ağlayan küskün teyze bir yerlere varmış, oralarda hem geziyor hem de anlatıyordu. Düğününden, sonra amcanın haşmetinden cevvalliğinden dem vurdu.
Gençken ne kadar çok çalıştıklarını, evlerini nasıl kurduklarını anlattı. Ayçiçeği tarlasının bir ucundan baktın mı diğer ucunun görünmediğini, ayçiçeklerinin iriliğini avuçlarını birleştirerek gösterdi. Çocuklarının doğumlarını hatırladı, ta o günlere uzanan derin bir iç geçirdi.
Türkiye'ye zorunlu dönüşlerini, burada her şeye sıfırdan başlamalarını bu hay huy'un arasında okuma yazma öğrenmeye fırsat bulamadığını, bildiği duaları artık hatırlayamadığını, çocuklarının hepsinin okuduğunu, Türkiye'nin de vatanları olduğunu ama Kırcali'yi kırk senedir hala rüyalarda gezdiğini, Türk Devletinin kendilerine pek cömertlik yaptığını, sırtı teneşire gelse bunu hatırından çıkarmayacağını anlattı anlattı.
Sesine sinmiş hasret, dinleyen birini bulmanın rehaveti, odaya da sirayet etmişti. Odadaki hasta ve refakatçiler pür dikkat bizi dinliyordu. Teyzenin kızı okumakta olduğu magazin sayfasını katladı, annesinin yanına dikildi.
- Anne anne, uçtun yine! Sonra bana dönüp gayet kibarlaşarak:
- Kusura bakmayın sizin de kafanızı şişirdi.
- O nasıl söz hanımefendi! Sohbet ediyoruz.
Teyze, kızının celallenmesini hiç de umursamayarak kaldığı yerden devam etti.
- Amcanın yanındaki sakallı dede; baktı çok ağlarım, öğretti bana.
- Neyi öğretti?
- Dua be, dua öğretmiştir.
Teyzenin kızı, konuşmanın iyice sarpa sardığını düşünerek:
- Anne sen dua bilmezsin uydurma!
Kızını odada yok sayarak devam etti.
- Amcanın yanındaki beyaz sakallı dede bana öğretti.
- Neyi öğretti?
- Amcan gideli yedinci gün olmuş, ben pek ağlıydım. Baktım önde sakallı dede arkada amcan odaya girdiler. Amcan gülerek dedeyi gösterdi. Dede "Kızım bu kadar ağlamak olmaz. Kendini bitirme. Erkes yoluna devam ediyor. Kocan oradan terhis oldu, buraya geldi. Sana ediye yollamak düşer."dedi. "Ne ediyesi" diye sordum. "Dua" dedi gülerek. Kocamın yüzü karardı, benim dua bilmediğimi biliy."Ben dua bilmem" dedim. O da "Ya Allah Ya Muhammet; ya sabır ya selamet" de. Dedi. Ben bilmem dedim ya; kolayından söyledi. Ben şimdi hep dedenin duasından ederim.
- Ne kadar güzel! Bundan sonra ben de söyleyeyim. Nasıldı?
Oturduğu yatakta cevvalce kıpırdandı. Gözlerini olabildiğince açarak doğru cevabı bilen öğrenci gibi: "Ya Allah ya Muhammet; ya sabır ya selamet" derken onunla birlikte ben de katıldım kısa ve sevimli duamıza.
Sohbet uzamış uzadıkça koyulaşmış; ikimizi de kendine sardırmıştı. Nerdeyse yarım saattir sohbet ediyorduk. Münasebetsiz bir ziyaretçinin bütün özelliklerine sahiptim. Fakat sohbetin tadı ağır basmıştı. Kural ihlali yapmıştık. Saatime göz attığımı görünce;
- Gidersin be! Dedi. Cevaplayamadım. Tiyatronun finalde perdelerini kapaması gibi gözlerini biz seyircilerine kapadı. Sustu. Yılların minicik bıraktığı, hastalandırdığı bedenini yavaşça geri yasladı. Vedalaşmak için eğildim. Bir yanağını öptüm. Diğer yanağını da öpüp doğrulacaktım ki bir eliyle beni kucakladı. Kızını işaret ederek sadece benim duyacağım bir sesle:
- Süyle ona beni tutmasın bura/burada büyle. Babası astaneyi bilmez, eve gelir; eve bulamaz beni. Süyle ona…
İffet Oral
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"KULAK"
Eski kulak-ğı kesiklerden bahsedecek değilim. Bizim o taraklarda bezimiz açılmadığı için , kulakları ritmi ayarlamak için çok sert dönen sazımızın gadrine uğrayabilirim endişesi var. Neme lazım herkesin Kulak-ğı kendi işitmek istediğini duysun.
Gündemi meşgul etmekte devam eden Tele-Kulak çağlar öncesi giderek ilk çağlarda dahi vardı. Stratejik-Sosyolojik ve netekim morfolojik kaynaklarda Tele-Kulak-ğın yer ve zaman itibariyle bu günleri kıskandıran yöntemlerinin olduğu söylenir.
İlim ve tekniğin gelişmesiyle Kulak ayağa düşmüş , mertlik bozulmuştur. Tellere bağımlı olarak yapılan Tele-Kulak , iyi niyetli olmayan kişilerin eline gecince tehlikeler arzetmeye başlamıştır. Zira tele-Kulak-ğa istenilen şekilde ilaveler yapmak mümkün olduğundan , köstebek adı verilen kulak-lar çok rağbet görmüştür. . Bunun da en büyük tehlikesi köstebek -Kulak-ğın peşine başka bir köstepek takılmış olabilmesidir. Bu duruma bazı çevrelerce (Trencilik)diyenlerde çıkmıştır.
Pek meraklıyızdır, konu komşunun didişmelerine -çekişmelerine Kulak kabartmaya. Duyduklarımızı iletmeye de üstümüze yoktur. Dedikodu ömrü uzatır, hayatın neş'esidir der kahkahayı basarız veya vallahi çok üzüldüm kardeş diyerekten sabır dilemelere kalkarız. Söz gider gelir yapanların Kulak-larına gidincede "kulak-ğıma çalındı, kulak misafiri oldum " deyiverir, üste çıkıveririz. Yok canım senin bildiğin gibi değildir diye savunmaya geçenlere de "Kulak-ğımla duydum Ayol" cevabı hazırdır.
Doğal olarak kulak-ğı delik olmak bazen işe de yarar. Onun içindir ki çocuklarımıza yaptğımız önerilerin çoğunda "Kulak-ğını aç! İyi dinle, " başlangıç öneri böyle başlar. Eğer iyi dinlemez, büyüklerin önerilerine uymaz ve aymazlık yaparsan hatanın oluşması halinde de "Bu sonuç senin kulak-ğına küpe olsun" kıssasını davet eder. Onun içindirki devr-i şahanelerinde ezberletilen mesel şudur "Sen büyüklerimizden daha mı iyi bileceksin?"
Siz siz olun, kulak-ğınızla duymadığınız hiçbir şeyi biliyormuş gibi yapmayın. Kulak-tan dolma laflara -sözlere itibar etmeyin, kulak sadakası verir gibi davranışlardan kaçının. Ağabey, az biraz kulak-ğınız duymamış gibi gibi yapın, çok kazançlı çıkarsınız çook! Ben siyaset denilen ilim ve irfan yüklü trende başarısızlığa bu yüzden uğradım, kulak-ğımı tıkamasını bilemedim. Ohh! İyi de etmişim, kıskananlar çatlasın, canım sağolsun...
Hemi de sefam olsun. Şimdi ben çekmeceden kulaklıyı alır, bir kaşık tereyağı eritir, yağ casslayınca kırdım mı iki yumurta şöyle ballı ballı afiyetle yerim. İyi mi?
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hatice Bediroğlu GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 19 |
|
Canııımm,
" Bekledim de gelmedin... Sosisi sevmedin... Eyvaaahhh. Sen şimdi beni sevmezsin de ne yapacağız. Ee canım ben de senin yanında etoburlar gibi et tıkınacak değilim zaten. Neyse mideni daha fazla kaldırmayayım. Bak moralim yerinde oldu mu seni kızdırmayı çok severim haaa. Bu da benim kötü yanım. Şimdi orada olsaydım kebaplardan filan konu açardım sırf gıcıklık olsun diye... Bana diyorsun ama sen de kıymetini ve değerini bil. Ben de çok şanslıyım seninle tanıştığım ve sevgilim olduğun için. Kendimize sağlığımıza artık ekstra özen gösterelim. Sorumluluğumuz var birbirimize gerekliyiz. Gönderdiğin testi yapacağım. Bakalım bana neler gerekli nelere ihtiyacım var. Teste gerek yok biliyorum. Sana ihtiyacım vaaarrr. Bana senn gereklisin. Başka şeyler bahane. Sıkı sıkı sarılmak geldi içimden şimdi sana. Öyle kuvvetlice sarılmak ve hiç bırakmamak... "
Demişsin mektubunda.
Hem güldürdün hem içime güzellikler serdin. İyi de sarılıp beni hiç bırakmazsan nasıl uyuyacağız :-) Şaka yapıyorum tabi. Ben de senin kollarında hissettim şimdi kendimi. Müthiş bir duygu sağanağı.
Bana ilk defa hem sevgilim hem canımın içi hem bir tanem lerin hepsiyle birden hitap ediyorsun farkında mısın? Sabah sabah yazdığım şiiri gördüğün için olsa gerek. Ben sabah okuman için sana hep böyle şiirler yazayım bari.
Evet, sabretmekten başka çaremiz yok. Edeceğiz de ama hissettiklerimizi söylemekten de kaçmayacağız. Ben hiç kaçmadım zaten. Senden böyle kelimeler gelince ben hem çok mutlu oluyor hem de çok keyifleniyorum.
Seni çok seviyorum. Bu da benim gerçeğim.
Ne güzel sohbet ediyoruz seninle. Konuşamadığımız hiçbir konu yok. İşte aradığım hep böyle bir şeydi. Geç buldum ama çabuk kaybetmeyeceğimden emin olabilirsin. Sen daha farklısın artık. Bana daha çok yakınlaştın. Kelimelerin, sesinin tınısı değişti. Bunları hissediyor olman benim zaten dolup taşan sevgimi coşturuyor.
Bir yandan kahvaltımı hazırlıyorum. 12.00 de ilacımı içeceğim. Bu sabah daha rahat kalktım. Bakalım gün içerisindeki oturmalarla kalçada neler olacak.
Bazen insan tek başına savaşmak zorunda kalır. Yani dostlarının, sevdiğinin yanında olması sadece manevi destek verir. Yola tek başına çıkmak zorundadır kişi. Böyle bir süreçten geçiyorsun ama başaracaksın. Ben sana yol göstereceğim. Biliyorsun hayat tecrübem senden çook fazla. Sevgin en kötü en olumsuz anlarda bile yaşama amacın olacak. Ancak insan böyle ayakta kalabilir. Bak artık ikimiz varız. Amaçlarımız var. Bunları düşün. " AYP- Asgari Yıpranma Programı " Benim programım. Bunu hep aklında tutacaksın. Yaşamak ve savaşmak için güzel bir şeyler hep bulacaksın.
Bekle beni çayımı doldurup geliyorum. Hem kahvaltı ediyor hem sana yazıyorum... Kahvaltılarımda hep sen varsın bir tanem. Hep seninleyim... Bir gün Allah korusun kahvaltılarımı sensiz yapmak zorunda kalırsam kocaman dağ gibi bir boşluk olur hayatımda.
Her türlü acıyı iyi tanırım ve acıyla yaşamasını da bilirim. Gerek fiziksel, gerek ruhsal... Şimdi benim rahatsızlıklarım süründüren cinsinden. Ne yapayım oturup ağlayayım mı? Yaşamaktan vaz mı geçeyim? Küseyim mi? Yaşamayı severim been. Nasıl olsa öleceğiz. Ne diye kendime yaşadığım günleri zehir edeyim ki! Bunca ağrılı da olsa günü nasıl iyi geçirebilirsem öyle geçiririm... Ağrısın varsın. Şimdi 10 dk oturamıyorum değil mi? Ben de oturmam uzanırım kitap okurum. Gökyüzünü seyrederim, şiir yazarım, yattığım yerden meyvemi yerim, seni düşlerim... Bulutları neler yaptığına dair hikâyeler yaratırım. Yapacak şey mi yok! Sonuçta bu ağrı azalacak azalmak zorunda... Yaşamı idare etmesini bileceksin canımın içi. Gövdem benden nasıl hareket etmemi isterse uyarım ve kardeş kardeş geçinir gideriz.
Senin sevgi dolu sözcüklerine kurban olayım ben. Fırtınaların insanı. Burası çok sıcak bugün bunaldım. Balkonda güneşlendim. Sen işlerini bitir öyle yaz canım. Ben odamda biraz yatacağım zaten. Daha konuşmaya başlamamış küçük çocuklar, çıkardıkları seslerle annelerine meramlarını anlatırlar ya... Ben de bizim telefon sinyallerini ona benzetiyorum. Mırıl mırıl ne güzel anlaşıyoruz...
Bizim; birbirini anlayabilen, yaşama çok farklı gözlerle bakmayan, aynı yolda beraber yürümeyi göze çok rahat alabilen, çıkarsız, düşünceli, sevgili, her şeyi açıkça konuşabildiğimiz, birlikte ağlayabildiğimiz, gülebildiğimiz paylaşıma dayalı bir ilişkimiz var. Bu çok daha güzel bir şekilde devam edecek. Bunu sürdürebilecek kapasiteye ikimiz de sahibiz. Eh ne diyelim. NE MUTLU BİZE HAYATIMIN ANLAMI diyelim. Ama burada hasta yaşlı, emekli, ihtiyar, kemik erimesi olan bir kadın var. Vakit varken istersen bir daha düşün :-))))))
Öpüyorum seni bir tanem. Özlemle dolu dolu... Ama acı biber yedim bilesin. Sen de yanmayasın sonra...
Hatice Bediroğlu hatice@haticebediroglu.net
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
SENDİN
Herhâlde sendin zamansız gelen
Açıldı kapılar demek hiç beklemeden
Tane tane, yarım yarım sevdim seni
İçimden gelerek sevdim içini
Cemreler peşpeşe düştü kalbime
Esrarengiz geldi kelimeler dilime
Ki sendin o zamansız gelen
Üzülme sakın, vardı seni bekleyen
Bükme boynunu, gönlün incinmesin
Rahat ol, gir hadi içeri
Adresini şaşırmış hediyemsin.
Ömer Kemiksiz
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.
Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.
İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|