|
|
|
19 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Okumadan imza atmamalı, yoksa... |
Merhabalar
İşin suyunu çıkarmakta üstümüze yok. Bir imza kampanyası başlatıldı, karşılarına eline süpürgeyi alan çıktı. Anlamlı olanların yanında, fevri olanları ibadullah. İnternet ortamında bir yer açıp kampanya başlattım demenin karşı tezlerin parçalanmasından başka hiçbir şeye hizmet etmesi mümkün değildir. O nedenle bu konuda benden destek isteyen arkadaşlarımdan, yardımcı olamayacağım için, özür diliyorum.
32.gün'de bu konu tartışılıyor, hatta şu anda da devam ediyor. İmzacılardan Cengiz Çandar, Oral Çalışlar ve Temel İskit konuk olduğundan, ne diyorlar diye can kulağıyla dinliyorum. Anladığım kadarıyla metnin üçüncü şahıslarca algılanma durumuyla, imza atanların algılama durumu arasında farklar var. Bu da ister istemez bir amaca hizmet görüntüsünün ortaya çıkmasına neden oluyor. "Büyük Felaket" ve "inkar" kelimelerinin literatürde "Soykırım" ve "Soykırım'ı inkar" olarak geçmesi, metnin, üzerinde fazla çalışılmadan hazırlanmış olduğunu gösteriyor. İmzalayanların bu konuyu biraz göz ardı etmiş olduğunu söylemek işin en doğrusu galiba. "Bu tamamen kişisel bir vicdan meselesidir." demek te sorunu çözmüyor. Çünkü kişisel olarak özür dilenen konu aslında tamamen siyasi ve hukuki bir olgu. Yani bu metinde yer alan kavramları kişisel vicdanla açıklamak mümkün değil. Biraz daha üzerinde çalışılsaydı, örneğin "Büyük Felaket" yerine "dram" denseydi ve en önemlisi "inkar" sözcüğü hiç kullanılmasaydı belki bizden olan Ermeni kardeşlerimizden özür dilemek bir anlam taşırdı. İmzacıların savlarını yeterince savunamamalarının altında yatan da bu diye düşünüyorum. O metne imza atanlardan pek çoğunun, gelen tepkilerden sonra, "Ben bunu demek istememiştim." deme durumuna düştüklerini sanıyorum. Aydın duyarlılığının, "kendin çal kendin oyna"dan farklı olarak, ortak bir anlayış zemini oluşturmasında yarar vardır diyorum. Aksi takdirde, umulmadık tepkilere maruz kalmak kaçınılmaz oluyor görüldüğü gibi. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 11 |
|
Hacırahmanlı Kasabasında yetmişli yılların sonuna yaklaştığımız yıllarda iki fırın vardı. İki de meyhane. Meyhaneler azıcık lokanta, biraz birahane tarzında mekânlardı. Söylemeden geçersem mutlaka ayıp olur. Bir de Halk Kütüphanesi de vardı. Kahve ve bakkal çoktu. Dört berber, üç terzi dükkânı, bir gazete bayii, bir de pastane vardı. Pastane çok uzun soluklu olmadı. Bir yıl dayandı dayanmadı, para kazanmadığı için kapatıldı. İhtiyarların takıldığı cami kahvesi ve avcılar kulübü diğerlerine göre epeyce köklü kurumlardı. Cumhuriyet Bayramı öncesi Gölmarmara veya Yunt Dağı eteklerinde sürek avı düzenlenir, avda öldürülen hayvanlar traktör kasasında sergilenerek resmigeçit töreninde yer alırdı. Çocuk aklımla bile bu iş bana hep anlaşılmaz gelmiştir. Bunları biz öldürdük, büyük kahramanlık gösterdik tarzı bu ucuz böbürlenme her zaman canımı sıkmıştır. O domuzların, çakalların, tilkilerin tüfekleri olmalıydı ki bu dövüş adil olsun. Zavallı hayvanları katletmenin neresi kahramanlıktı? Çulluklar, keklikler, sülünler, ördekler, kazlar tarım alanlarına zarar veren hayvanlar değildi. Domuzların yanında onlar niye öldürülüyordu? Bu nedenle avcılar kulübünü hiç sevmiyordum.
Yıllar sonra uzaklara gittiğimde farkına vardığım gibi berberlerimiz ve terzilerimiz aynı başka yerdeki meslektaşlarına benziyorlardı. Örneğin Terzi Sali her şeyi bilirdi. Terzi olduğu için elbette isponyol paça pantolon modasını bilirdi. Ama o bunun yanında politikadan da anlardı. Çitçilikten, avcılıktan, hayvancılıktan, futboldan hatta kadınlardan bile… Berber Cicim Hasan'da… Gerçi ikisini birbirine denk sayarsak Cicim Hasan'a ayıp olur. Çünkü o diğerlerine göre daha alçak gönüllü ve şeker bir adamdı. Paramız olmasa bile bizi tıraş ederdi. Elinde büyüdüğümüzden midir? Nedir? Beni her zaman çocuk gibi görürdü. Yirmili yaşlarıma geldiğimde bile saçımı hala alabros kesmeyi sürdürüyordu. Bir gün dayanamadım kendisine de söyledim. O günden sonra benim saç tıraşımı alabrostan emekli astsubay tıraşına çevirdi. (İkisi arasında da pek bir fark yoktu ya neyse.)
Sakallarım ve bıyıklarım şeftali tüyü görünümünü terk edip seyrek çalılıklar gibi görünmeye başladığı yıllarda bana bir şeyler oldu. Düzenim bozuldu, tekerlerim kırıldı. Gizli gizli falan değil, ayan beyan hatta açık açık bir kız sevmeye başladım. Fakat sevdiğiniz kız bunu görmek istemezse işin renginin ne olduğu kimin umurunda. Bir başıma yanıp tutuşsam kaç yazar. Kız güzel miydi bari? Elbette ki çok güzeldi. On beş yaşında biri çirkin sayılabilir mi? Taze bir söğüt dalı işte. Hadi söğütten biraz gürbüzce diyelim, azıcık karaağaç.
Kızın ilgisini çekmek için kırk takla atıyorum ama fark eden kim. Tarladan geliyorum örneğin. Hemen yıkanıp en gıcır elbiselerimi giyiyorum. Soluğu olabilecek en kısa sürede onların sokağında alıyorum. Sokağa zırt pırt gidişim başkalarının dikkatini çeker diye de ödüm kopuyor. Çünkü o zaman mahallenin delikanlıları anında sokağın namusu kesilip size posta koyabiliyorlar. Bir iki kez posta koyduktan sonra eğer ısrarcı olursan elbette peşinden de dayak geliyordu. Dayak yemek istemiyorum. Çünkü o zaman kızın da adı çıkar. İşte o zaman kav gibi yansan ne çare. Ölsen yüzüne bakar mı sanki? Üstelik fukaranın ne suçu var. Henüz benden haberi bile yok.
Mahallenin delikanlılarının elinden kurtulmanın tek bir çaresi var. Orada fiyakası para eden afili biriyle ahbaplık kuracaksın, arkadaş olacaksın. O zaman korunursun ve ilişen olmaz. Tamamen tehlikeleri savuşturmak, sıfır riske ulaşmak mümkün de değildir. Çünkü her zaman kızın abisi ve babası tarafından dövülme riski vardır. Âşık olan zaten bu kadarını göze almasını bilir. Aynen şairin dediği gibi "Aşk her şeyi göze almaktır."
Kızın sokağında daha yeni olduğum için pek göze batmıyordum. Kızın adını boş verin şimdi, istesem bile söyleyemem. Leyla diyelim geçip gitsin. Hem böylesi çok derin manalı. Leyla ile mecnun gibi, yani romantik. Sokağa koşmalarım, kızı görme umuduyla dolanmalarım hep boş ama ne yaparsın? Umut fakirin ekmeği... Hem de benim gibi dangalak âşıkların. Saçları da ıslak ıslak tarıyorum. İnek tarafından yalanmış buzağı gibi ama gören kim? Hava kararıncaya kadar ara ara kapısından geçiyorum. Kız beni fark etmiş olmalı diyorum. Bu kadar zaman kapısına aval aval bakıp geçtiğimi görmüş olmalı. Her akşam onunla sokakta karşılaşmıyoruz ama ben her yere onun kapısından geçip gidiyorum. Teyzeme giderken, fırına ya da bakkala giderken de onların kapısından. Çoğunlukla bu durum yolun uzamasına neden olsa da benim için fark etmez. Aşk fedakarlık gerektirir.
Akşamüzeri o da zaman zaman kapı önüne elbette çıkıyor. Yoğurt almaya gidiyor ya da kapı önünü süpürüyor. Hatta bazen akranı kızlarla sohbete takılıyor. İşte o zamanlar bana gün doğuyor. Şimdi daha gerçekçi olabilirim ama o zamanlar bana sorsanız kız da benim için deli divane diyebilirdim. Benim penceremden içinde bulunduğumuz durum karşılıklı birbirimize yazılmak olarak görünüyordu. Yazılmak dedim de elbette ona güzel mektuplar yazmak istedim. Hatta kâğıdın üstüne gagasında zarf taşıyan bir güvercin de çizebilirdim. Mavi tükenmezle karanfiller yapıp kenarlarını da süsleyebilirdim. Ama mektup başka birinin eline geçebilirdi. Ona sadece hayal gücümden damıttığım ama hiçbir zaman kâğıda dökülmemiş mektuplar yarattım. Kimi zaman aklımdakilerin bir kelimesine takılıp kendimle boğuştum. Düş gücümün gelgitleri içinde çalkanıp durdum ama kalemi elime alamadım. Mektupların başka bir riski daha vardı. Çünkü bazen mektupların sahibi sizinle aynı duyguları paylaşmıyorsa yazdıklarınız sokağa düşebiliyor, elden ele bütün kasabayı gezebiliyordu. Ayağa düştüğüne yanmak bir yana dalganın, şamatanın bini bir para. Yazmamak için çok nedenim vardı, yazamadım…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
HACI YAŞAR EFENDİ
Gazetede "Bodrum'a değil hacca gelsinler" başlığını okuyunca, kendi kendime "Hay Allah! Bodrumlular, yine kimin kuyruğuna bastı" dedim.
Haberin yanında sakallı türbanlı bir adam resmi. Adam boynuna kolye niyetine 99'luk tespih asmış. Adı Yaşar Alptekin'miş. Bu fetvayı, Hacdan dönüşte ayağının tozuyla vermiş.
Söz büyük… Ya söyleyen? Küçük bir internet araştırması yaptık. Hacı Yaşar Efendi, mankenmiş. Bir imam sayesinde hidayete ermiş. Hatta namazla ilgili bir de kitap yazmış. Eh bu kadarı bizim gibi ülkelerde insanların kendilerini "pir" saymaları için yeterlidir. Ne var ki insanlara "Bıraksınlar Bodrum'a Marmaris'e gitmeyi, hacca gelsinler" telkininde bulunan birine bu topraklarda yaşayan biri olarak, bizim de iki çift söz söyleme hakkımız da olmalı.
Öncelikle Yaşar Efendi iyi bilmeli ki "Bodrum ve Marmaris" hacca gitmenin ne engelidir; ne de alternatifi. Bu coğrafyadan da her yıl gücü olanlar hacca gider, başka illerimizin hacıları Bodrum'a Marmaris'e gezmeye gelir.
Hacı Yaşar Efendi sözlerini "Dünyanın en meşhur ressamının paletinde renktik. Renklerden oluşan bir tablo ile Kabe`yi tavaf ettik. Dünyanın en zengin orkestrasını oluşturduk. Her dilden, renkten insan aynı anda `Allah` dedik. Dünyanın en güzel avını yaptık. Şeytanı taşlarken aslında kendi içimizdeki şeytanı boğduk." cümleleriyle sürdürmüş.
Belli ki medya için hazırlanmış güzel bir replik. Kulağa hoş geliyor. Hele son cümleye bayıldım. Edebiyat öğretmenleri Koca Ragıp Paşa'nın:
"Miyân-ı güft u gûda bed-meniş ihâm eder kubhun
Şecaât arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler" (*)
beytini açıklarken bu cümleyi kullanmalı.
Hacı Yaşar Efendi devam ediyor:
"Uzun süredir hacca ya da umreye gitmek istiyordum. Ancak vergi borcum nedeniyle yurt dışına çıkış yasağım vardı. Bu yıl yine başvurdum. Çıkan vergi affından yararlanıp hacı oldum. 5 yıl, kimsenin hakkını yememek için hacca gitmeyeceğim, ancak ilk fırsatta umreye gideceğim."
İşte buuu!
Ah benim vergisini tıkır tıkır ödeyen gariplerim! Gördünüz mü, vergi vereceğim diye didinmenin gereği var mıymış? Siz de Hacı Yaşar Efendi gibi yapsaydınız bugün hem ekonomik krizle boğuşmaz hem de Mekke'de içinizdeki şeytandan kurtulma şansını yakalardınız.
Şimdi "Güvercin olup cami avlusunda yem dilenen; sonra sülün olup çalım sata sata dolaşan" Hacı Yaşar Efendi ve müritlerine bir önerimiz var:
Önce Nazilli'ye uğrasınlar. Orada kaymakamın "Bir isteğin var mı, sana yiyecek göndereyim, kömür vereyim" teklifine: "Oğlum, buraya kadar geldin, beni bahtiyar ettin. Allah sana hacıya gitmiş gelmiş sevabı yazsın. Ben hayatta haram yemedim. Çocuklarım bana bakıyor. Sen git yardımını fakir olanlara yap, onların duasını al" diyen 102 yaşında Hatice Aktaş Nine'yi ziyaret edip Hac'ca gitmenin abc'sini öğrensinler. Sonra Bodrum'a gelip Ayşe Gülsevim Kaynak Hanım'ı ziyaret etsinler.
Ayşe Gülsevim Kaynak Hanım 1935 doğumlu. Yıllarca dağlarda zeytin toplamış, yalılarda narenciye yetiştirmiş. Eşiyle emek emek kazandıklarını biriktirmişler. Birçoklarının krizin gölgesine sığındığı bu günlerde Gümbet'te rahmetli eşi Ali Rüştü Bey ve kendi adına 12 derslikli bir lise yaptırmaya başladı. Dahası Bodrumlulara bu okulu beş ay gibi kısa bir sürede bitirme sözü verdi.
Biliyorum, Hacı Yaşar Efendi ve onun kolunu öpenler okul, hastane gibi hayırların anlamını kavramakta zorlanırlar. Onlara da bir müjdem var. Bu okul, Ayşe Gülsevim Kaynak Hanım'ın ilk bağışı değil. Kendileri daha önce Bitez'de 350 kişilik bir cami de yaptırmışlar.
Hacı Yaşar Efendi'mizin yeniden hacca gitmek için beş yıl beklemesine gerek yok. Gelsin, Bitez Camii'nde iki rekat namaz kılsın. Hatice Hanımlar, Ayşe Gülsevim Hanımlar için dualar etsin, eminim ki içindeki şeytandan daha kolay kurtulacaktır.
(*) Kötü tabiatlılar dedikodu sırasında kendi çirkinliklerini de ortaya dökerler. Çingene delikanlısı kahramanlık göstereyim derken-farkında olmadan- yaptığı hırsızlığı anlatır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Kurbanlık Ağızlara Bayramlık Kulaklar |
|
Öncelikle; "Bayramlık Ağızlara Kurbanlık Kulaklar" başlıklı son yazımda geçen konunun sonunu, merak eden dostlarımla paylaşayım. Günlerden arifenin arifesi ( yani Cumartesi ), baktım her bayram öncesinde olduğu gibi pabuç pahalı ( üstelik çok da kıymete bindi biliyorsunuz bugünlerde ) ve bir türlü telefondaki kızımızla iknalaşamıyoruz, o zaman :
- Kızım, aç bakalım bayramlık kulaklarını, üyeliğimin İPTAL edilmesini rica ediyorum, zira o parayı ( 62,80 YTL ) ödeyerek aboneniz olmak istemiyorum.. Hem de derhal ..!
dedim ve çat diye telefonu kapattım. Yarım saat geçmeden de bir yetkili servise gidip, kutu, kumanda ve aparatları belge karşılığı teslim ettim.
"Başka bir arzunuz var mı efendim ?"
dedi yetkili servis.. ( Hay ağzına kurban, bayram etti kulaklarım ! Var tabi, olmaz mı ? )
- Aylık ödemesi 39,90 YTL olan bir EKOSPOR paketiniz bulunur mu ?
"Bulunur efendim, üstelik Bayram ve 1 ay boyunca tüm kanallar açık. Ancak; kuruluş ve aktivasyon işlemleri için 30 YTL ücret almak zorundayız. Eğer kuruluş işlemini kendiniz yapabilirseniz, ben de 2-3 saat sonra aktivasyon işleminizi gerçekleştirim ..?"
- Elbette... ( Ah ulen, bir de şu 30 YTL'den yırtsaydım ! Şimdi; 30:12=2,50 YTL daha eklemek gerek ve bu durumda; 39,90+2,50=42,40 YTL etti mi, etti. Sonuçta; ne elde ediyorum toplamda ? Hımm; 62,80-42,40=20,40 YTL, yani ayda 2 şarap bedava ..! Eh buna da şükür doğrusu ..! ) İyi bayramlar kardeşim...
dedim ve evime döndüm. Zaten evde televizyon başköşeye kurulmuş ve kuruluşa hazır bir halde beni bekliyordu. Kablo bağlantıları, vs.vs. derken kuruluş işlemlerini müthiş bir hızla tamamladım. Birkaç saat sonra da istediğimi elde etmiş, aktivasyon işlemi de tamamlanmıştı.
Şeytana pabucu ters giydirince; önceki yazı başlığını da ( günün anlam ve önemine binaen ) ters çevirdim. Firmanın pazarlama uzmanları sonuçta; bekledikleri gibi 1 üye kazanmışlar ve fakat beklemedikleri gibi de 1 üye kaybetmişlerdi. Gerçi onların da; Matekonomi bilen uzmanları olabilir ve bu 1-1 durumu için bayramlık kulaklarımıza kurbanlık ağızlarını açıp "teğet sıyırdı" diyebilirler, varsın desinler...
Şimdi sırada TÜİK ( Tut Ümüğünden İşle Kütüğe ) verilerine göre itinayla yenilenen YSK ( Yüzergezer Seçmen Kütükleri ) var. Ancak; oradaki durum daha hüzün verici. Belki 1 seçmen kaybedecekler ama 5 milyon küsür seçmen çoktaaan kazanmışlar, dile kolay değil. Kişi başına düşen gelir tepetaklak oldu bu arada, varsın soran olmasın. "Şevki ile Şevkiye" başlıklı eski yazılarımdan birinde de yazdığım gibi; ülkemizin GSMH değerini alıp 68 milyona bölünce kişi başına 7.500 USD hesaplanıyor idi. Şimdi 5 milyon küsür artışı düşünürsek; 6.938 USD ediyor. Hani insanın aradaki 562 USD olan farkı; ya yastık altından çıkartacağı altınları bozdurarak serbest dolaşıma veresi, ya da hep beraber para toplama hevesi geliyor...
Öte yandan; varsın seçmen kurban olsun. Mahalli seçimlerin henüz birinci dakikasında :
Açılan Sandık Sayısı : 0
Geçerli Oy Sayısı : 0
Oyların Dağılımı : %48 A Partisi, %22 C Partisi, %15 M Partisi, ....
şeklinde; televizyonlarımızdan ilk sonuçları alacağız gibi matematik harikası bir durum bizi bekliyor. Birileri buna da; "teğet sıyırdı, çap kaşıdı, kiriş acıtmadı, yarıçap okşadı" felan diyecek olursa, Pi'yi salacağım üzerlerine böyle biline ..!
Nedir ADNKS ? Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi mi ? Siz öyle sanın...
A hirettekilerin bile ( A dresleri )
D iriltildiği ( D eğişebilen )
N esillere ait ( N iteliğe )
K ütükler ( K aydırılmış )
S ilsilesi ( S eçmenler )
Ben 2 tane buldum, siz de bulabilirsiniz. Eminim daha anlamlı olur. Öyleyse; kapansın bayramlık ağızlar, açılsın kurbanlık kulaklar diyorum ve merakla sorumu soruyorum :
Ceddin dedem ile neslin babam, acep hangi sandıkta oy kullanacaklardı ?
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
AÇILIM
Son günlerin en çok kullanılan kelimesi oldu "açılım". Herkes hemen her gün bir yerlere açılıyor. Sanırsınız Türkçe Sözlük'ü açtığınızda karşınıza sadece "açılım" kelimesi çıkacak. Açılan açılana… "Ayılana gazoz, bayılana limon" parçası vardır ya hani, galiba o da bugünlerde "açılana gazoz, açılana limon" şeklinde söylenegelecek. Güzel bir şey olsa gerek açılmak, bize de "açılım"lara kapımızı açmak düşer vesselam…Açılımdan kaçılır mı?...
Ruhumun açıldığını hissediyorum bu kelimeyi duyduğumda…Açılım denilince açlığımı bile unutuyorum. Mahallenin fırını sabah erkenden fırını açmamış, varsın açmasın. Açılım ne güne duruyor. Okurum içinde iki tane açılım geçen haber. Üstüne iki bardak açık çay…Sonra açarım televizyonu, geçerim karşısına. O kanalı açarım, bu kanalı açarım. Açılımdan açılıma koşarım. Sonra atarım kendimi caddelere. Bir yerlerde açılış vardır muhakkak. Çaktırmadan giriveririm açılan iş yerlerine. Açılımdan açılıma koştuğum gibi bir de açılıştan açılışa koşarım. Nerde açık kapı varsa oradan girerim içeri. Açık renkleri sevdiğim gibi severim yeni açılan iş yerlerini…
Bazen elime tatil fırsatı geçirir, şöööyle güney sahillerine açılmayı da ihmal etmem. Herkese açık bu sahillerde bana da bir yerler açılır muhakkak. Uçuk kaçıklara da açık yerler vardır benim canım memleketimde…Açarım kollarımı geriye doğru. Denizin o tertemiz havasını çekerim içime. İçim açılır. Sonra alırım elime telefonu. Açarım eşe dosta telefon. Sorarım hâl ve hatırlarını. Biraz da onların içi açılır.
Benim açanlardan neyim eksik, ben de atarım ortaya bir açılım söylemi. İsmini de vermem hemen öyle! "……………açılımı" derim. Herkesin gözünü dört açarım. Birkaç gün oyalarım insanları açılım maçılım diye. Sonra sessiz sedasız kapatıveririm açılımımı. Atlarım küçük bir tekneye. Herkes, benim açılımım üzerine kafa yorarken ben engin maviliklere açılırım. Açılımlardan bunalanlar bir melodi tuttururlar arkamdan: "Denizleri aş (aç) da gelen kurbanın olaaaam, kurtar beni açılımdan ne oluuur!"
Açılım konusunda bu kadar bilgi sahibi olduktan sonra gideyim mahallenin en yaşlısı Hasan Efendi'ye, açılım başlıklı bir konu açayım. Açılım konusu Hasan Efendi'yi açmasın. "Açtırma benim bayramlık ağzımı!" diyerek karşımda gürlesin. Açılım diye diye kimseye ağzını açtırmayan ben, o anda döneyim süt dökmüş kediye…Ağzımı bıçak açmasın…
Sonuç ne olursa ben çok sevdim bu "açılım" hareketini. Biraz kendinizi zorlasanız eminim siz de sevecek ve sonuna kadar açacaksınız evinizin ve yüreğinizin kapılarını "açılım"a. Bu rüzgâra siz de kapılıvereceksiniz. Çünkü açılımın yolu açıldı bir kere. Onu durdurmaya çalışmak beyhûde. Ey açılım! Kollarımı açtım sana, gel sarıl bana. Ey insanlar! Açılım geliyor, açılın!
Ömer Kemiksiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan ALİ BABANIN ÇİFTLİĞİ |
|
Çok basit örnek ve benzetmelerle masal gibi anlatacağım sizlere. Çünkü Üniversite yollarını aşındırmışlarının dahi anlayamadığını izlemekteyim.Ya da bu büyük plan içerisinde ben bütün anlatımların gerisindeyim.
Devlet… Osmanlıya dayalı bir geçmişi olan, çoğu zaman övünmemiz gereken, köklülüğümüzü vurgulayan, aslında her türlü kaydın tutulduğu, ciddi bir kavram. Ki bu büyük organizmanın içerisinde hepimizin birer aile yakını görev yapmakta. Kurallar denenmelerle oluşturulmuş, herkesin hakkını gözeten yapıda bir işletim şekli. Çok dallı budaklı olduğundan biraz hantal. Çoğu zaman kırtasiyeye gömülü. "Kaplumbağa."
Hükumet…Yönetenler, genel yada yerel. Devletin kuralları ile milleti yönetmeye talip insanlar gurubu. Hareketli, değişik renkleri olan, yerinde duramayan, tansiyonu yüksek, nabzı hızlı, çok kanlı, herkesin yemediği, masum görünüşlü, avcıyı tövbeye getiren, korktuğu için kaçmayan, kaçtığı için korkan, hızla çoğalan, ön dişleri ile kemirebilen, aslında bir çok pislikle akraba. Kakası bulaşmadığından iz bırakmıyorum sanan. "Tavşan."
Millet… Saf, temiz, aslında en kolay idare edilen, etinden sütünden yününden faydalanılan, harbe gönderilip telef edilebilen, afetlerde yerle bir olan. Ensesine vurulup ağzındaki yiyeceği düşürülen, kurtların, kasabın, yılanın , çıyanın keyfine yem. Tuz yedirilip su içirilerek şişirilen, istenildiği gibi güdülen." Koyun. "
Milletvekili… Şanslı, Yürü ya kulumdan yeterince nasibini almış, genelde orijinalinden sakallı, inadım inat, patika izleyen, yol yolak bilen. " Keçi."
Memleket… İçinde Arenayı da Agorayı da barındıran, altında toprağı, üstünde çatısı gök kubbesi olan, gelenekleri görenekleri, evliyaları aşıkları bulunan, madenleri ağızlar sulandıran, nimetleri ye ye bitmeyen, en güzel iklimleri, çiçekleri, yeşili, arıları bal yapan." Dingo'nun Ahırı."
Muhalefet.. Tren seyretmeyi pek seven komşu çiftliğin üyesi." Dana."
Seçim… Dört ya da beş yılda bir gelen, Bu memlekette pek de bir değişikliğe sebep olamayan, ama yapılması mecburi görünen, envanterin tutulduğu, satılanla ölenin ayırt edildiği ,gereğinde dahil edilip, gereğinde kaydının silindiği hat. "Çit."
Seçim kurulu… Kış uykusundan dört ya da beş yılda bir uyanıp bir ay çalıştıktan sonra tekrar dört yıllık kış uykusu istirahatgahına çekilen ama her ay başı bankamatikten maaşını tıkır tıkır alan zevat." Kertenkele."
Burjuva… Gelecek kaygısı olmayan, Kolesterol yükselmesin diye et yerine balığın kralını bolca yiyen, bal ile ağzı tatlanan, armudun en iyisini seçen, parlak postu üşütmeyen, oldukça kilolu , ağır abi.." Ayı. "
Biraz daha ileri gitsen, İt, Kurt, Çoban, Kene, zevat öbür yanda..
Benim sözüm tavşanlara.Aklını başına toplayamayanlara. Kaplumbağa ile olan yarışta hep galip geleceğini sananlara. Kaplumbağa onlara seneler sonra yetiştiğinde tık nefes, o kadar ilerilerde olacaklar ki, eski yarışların hiçbir ayrıntısını anımsamayacaklar belki. Ama kaplumbağa açacak eski defterleri bir bir. Anımsatacak her şeyi. Hesap soracak.
Tavşan sonra ön ayaklarını yukarı doğru toplayarak tövbeye getiremeyecek avcıyı. İkna edemeyecek kansızlığına. Kaplumbağa görevini yapacak.
Bu hep böyle işledi. Bilmem ne zaman börtü böcek uyanacak.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Savaştığı Kadar İnsandı
Battı ruhuna bu gece
Aklına düşen her şey
Düşünceden düşünceye
Savrulup durdu beyni
Sanki kutup rüzgârı
İşledi evin dokusuna
Kimsesizliği...
Çöktü şehrin üstüne
Yüreğinde artan burkulma
Silkinip doğruldu
Savaştığı kadar insandı
Salıverdi sözcükleri evrene
Uzanıp yanaklarını okşadı
Taze yaprakları püskül püskül
Yaramaz gülüşlü Akasya
Yürüdü...
Ay ışığıyla çizilmiş toprak yolda
Hava serin, deniz çırpıntılı
Haylaz sokulgan kız çocuğu
Doğurdu sımsıcak düşleri
Açıldı yavaş yavaş
Sabahın sessiz karanlığı
Düş Kuruyor Gece ' adlı kitabımdan - Ocak 2008 -
Hatice Bediroğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.
Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.
İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|