Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.535

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Aslında ne olmuş?


İyi haftalar

Bu imza olayı iyi oldu galiba. Uyuyan tarihçileri bile harekete geçirdi baksanıza. Yan gelip yatmadılar belki ama biz sıradan vatandaşları aydınlatacak kanalları da kullanmamışlar. Mışlar diyorum çünkü bilmediğimiz o kadar çok akıllara ziyan şey varmış ki...

Bilmem izleme şansınız oldu mu Ruhat Mengi'nin "Her Açıdan" programını? Başlangıçta tek taraflı bir tartışma olarak gördüğüm için pek sıcak değildim. Ama davete icabet etmeyen "Aydın" dostlarımızın olduğunu duymak beni programı başından sonuna izlemeye itti. İmzacıları, özgürlük ve aydın sorumluluğu açısından değerlendirip, katılmadığım halde, suçlamadığımı burada belirtmiştim. Oysa, tarihi tamamen yok farzedip, vicdan meselesi ve kişisel bir özür olarak yorumlayıp bu imzayı atanların yanılgı içinde olduklarını ben bile bu iki saatlik programda anladım. Fırsat yaratıp, programda adı geçen 1-2 kitabı da okuyabilirsem daha da aydınlanabileceğimi farkettim. Bunu neden söylüyorum? Çünkü ben o metne imza atanların vicdan muhasebesi yaparken "Aslında ne olmuş?" diye sorgulamadıklarını, amiyane tabiriyle, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarını düşünmeye başladım. Çünkü, bu soruyu kendi kendine sorup cevabını araştıran aydının bu kampanyaya gözü kapalı imza atacağına inanmıyorum. Bu, öyle bir yanından alınıp, çekilip büzülerek üzüntü duyulacak, akabinde de özür dilenecek bir hadise değilmiş anladım. Darısı diğerlerinin başına.

Mesela, Ermeni meselesi diye bildiğimiz konunun 1915'le başlamasının bir taktik gereği olduğunu bu programda öğrendim. Oysa 1829'da başlayan isyanların 1870'lere gelindiğinde farklı bir boyut kazanmasını, Van'ın tamamen yakılıp yıkılmasına kadar varan katliamların müsebbinin hep bu yanlış ata oynayan Osmanlı Ermenilerinin işi olduğunu biliyor muydunuz? Bunu bizzat Ermenistan'ın ilk başbakanı söylüyor, boru değil. Techir sırasındaki olaylarda sorumlu olduğu belirlenenlerin Osmanlı hükümeti tarafından cezalandırıldığını, vekillerin bizzat itilaf devletlerince sorgulanmak üzere Malta'ya götürüldüğünü, birşey çıkmayınca serbest bırakıldıklarını, Sevr ve Mondros'ta bu konuya hiç değinilmediğini ve buna benzer daha birçok şeyi bu programdaki konuklardan öğrendim. Hele 1992'deki Hocalı katliamı sorulan Ermenilerin olayı "Savaş şartları" diye açıklamalarına karşın, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı'nı yok farzettiklerini duyunca epeyce sert bir nida çıkardım. Yirminci yüzyılın ilk soykırımcı memleketi olarak tarihe geçmemizi isteyen lobinin ayak oyunlarına alet olanların şapkayı bir kez daha önüne koyup düşünme zamanı geldi galiba. Madem aydın olmak vicdan muhasebesinin faturası olarak özürü öngörüyor, o vakit, yanlıştan dönüp özür dilemek te bir erdem olsa gerek. Tükürdüğünü yalamamak için sürekli savunma durumuna geçtiklerini gördüğüm bu imzacı aydınların zaman içinde farklı düşünebilecekleri umudunu da taşıyorum doğrusu. İyi haftalar, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Adnan İslamoğulları


Bir yalnızlık hikayesi…

Kesif bir tecrit hissinin refâkat edeceği yer nihâyet yalnızlıktır... İnsanlardan, hâdiselerden, müşterek mekânlardan, dâvetlerden hicret edilecek yer nihâyet yalnızlıktır... Kalabalıkların rağmına, kalabalıkların içinde dâhi ilticâ edilen bir yalnızlık... Aklı, zihni, gönlü ve hâfızayı perhize sokan bir yalnızlık; deniz fenerleri gibi... Hâfızamızdaki kelimeleri tek-tek tahattur edip de nihâyetinde yalnızca bir kelimeye mâhbes olmak nevîinden bir yalnızlık... Yolların ayırdığı dositân ile bir muâhâvereden bile mahrum kalınmış bir yalnızlık...
Sabahın ilk ışıkları ile der-hâtır edilen Fuzulî ile mükâleme kalır geriye:

"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapum bâd-ı sâbâdan gayri"...

Elde şairin tesellisi kalır: "Bazen ikiye bölünecek kadar yalnızdı" der ve kime dediğini şairin kendisi bilir...

Bu kaçış çâresiz değil, bir sığınağı var; kütüphane.. kitaplar...

Kitaplar ve kitapların içindeki kahramanlar ile ülfet daha medenî, daha dürüst, daha vefâlı...

O kahramanların içinden istediklerinizi hayatınıza dahil edip, istemediklerinizi hayatınızın dışında bırakmak gibi bir imtiyâzın sahibisiniz...Her ne kadar bu satırların yazarına yönelik, irreeel bir durum tespîti yapmak isteyenler için bu yazı mebzûl miktarda malzeme tedârik ediyorsa da, bu tespitî yapacak olanların böyle bir lezzeti telezzüz etmedikleri kanaatine varmak mecburiyetindeyim... Gerçek hayatın içinde ne var ki harâretle tavsiye edebileceğiniz, ne kaldı ki? Oysa kitaplar öyle mi? Hanginizin hayatında daha gençlik eyyâmında kıraat ettiğiniz bir kitabın içinde saklı durup duran ve sizin alâkanızı sabırla bekleyen roman kahramanlarınız yok?

İşte hemen çoğunuzun başucunda veya evinizin bir köşesinde bıraktığınız yerde derin bir sükût içinde bekleyen 'Saatleri Ayarlama Enstitütüsü'nün o unutulmaz kahramanı Hayri İrdal Bey... Hangimizi geri çevirdi Hayri Bey? Hangimizin saatini ayarlamadı, batılılaşma macerâmızın bozuk pusulasını tâmir etmedi?

'Bir Adam Yaratmak' isimli o unutulmaz piyesin kahramanı ile bizi tanıştıran merhum Necip Fazıl aramızdan ayrılalı nice yıllar oldu, lâkin piyesin kahramanı hangimizin hâfızasını terk etti? Bir incir ağacını her gördüğümde, niçin hâlâ Hüsrev'in bahçedeki incir ağacının kesilmesi karşısında çektiği derin acıyı hatırlıyorum?

Kemal Tahir'in 'Kurt Kanunu' romanındaki ittihatçı Kara Kemal'i evinde saklayan ve bu yüzden tutuklanan yakın dostu Emin Bey'in İstiklâl Mahkemesi reisine verdiği cevabı nasıl unutabiliriz? Emin Bey:
"Yeterince korktum. Daha fazla korkmak gücümün üstündedir!" demişti...

Tolstoy'un 'Diriliş' isimli dev eserinin kahramanı Dimitri'nin dirilişini unutmak mümkün mü? Romanın temel tartışması, insan doğuştan mı suçludur, yoksa onu suça iten şartlar mıdır münazarası etrafında ve buna bağlı olarak insanların bir kısmının diğer bir kısmını hangi ölçülere göre yargıladığını ve cezalandırabildiğini sorgulamaktı... Bu sorgulamayı hayatımızın içinde hangimiz yapmadı? Dimitri bir şekilde hayatımıza girmedi mi? Romanın sonunda Dimitri diriliyordu gerçekten:
'Hepsi bu kadarcık mı' diye soruyordu ve cevap veriyordu yine kendisi:
'Evet hepsi bu kadarcık, ben seni bağışlıyorum, sen de bir başkasını bağışla…' demişti ve tüm kötülüklerinden arınmıştı Dimitri.

Don Kişot hâlâ hayatımızın bir parçası değil mi? Hepimizin hayatında rol oynamadı mı bir süre de olsa, Don Kişot olmadık mı hiç? Romanın o unutulmaz diyaloğu:
Sanço Panza:
'Yel değirmenlerini neden dev zannediyorsun?'

Don Kişot:
'Peki ya sen neden devleri yel değirmeni zannediyorsun?'.

Bu trajediyi en fazla bizim neslimiz yaşamadı mı? Belki hâlâ yaşamıyor muyuz?

Kitaplar ve kütüphane yalnızlığımızı en derinden ve fakat en acısız yaşayabileceğimiz bir yalnızlık köşkü... Oradan bakmak daha onurlu, daha samimî, daha vefalı, hülâsâ daha insanî... Kitapların dünyasında polemik yok, kavga yok, hırs yok, slogan yok. Ne istiyorsanız o var, size itiraz etmiyorlar, isterseniz sizin dünyanıza ve hayatınıza giriyorlar, isterseniz sükût ederek bekliyorlar, üstelik asırlarca...

'Bir köşede unutulmuş, sararmış bir kâğıt parçasının benden çok yaşayacak olması ne garip' diyordu Hüsrev, 'Bir Adam Yaratmak'ta... Bakın gördünüz mü yine hayatımıza giriverdi Hüsrev...

İsterseniz gerçekten kaçış deyiniz, isterseniz başka isim ve sıfatlar takınız bu hâlet- i ruhiyeye; sizin bileceğiniz bir şey bu. Lâkin tecrit hissine refâkat edebilecek en nâmuslu liman kütüphânedir ve en sâdık dostlarımız kitaplar ve içlerindeki kahramanlarımızdır.

* * * * *

Bâzen gün içindeki menzillerimden olan sahaflarda, elinde bir eski kitap ile 'amca bu kitabı kaça alırsınız' diyen çocuklar görüyorum, içim acıyor... O kitabın sâhibini düşünüyorum hemen, muhtemelen çocuğun babası, kim bilir diyorum, nasıl bir muâşaka vardı aralarında o kitapla ve içindekilerle, nice hislerini gömmüştü o kitaba... Bütün bunlardan habersiz bir çocuk; 'amca bu kitabı kaça alırsınız?' diyor, babasının hatıralarının sindiği o kitabı alelâde bir eşya gibi satıyor; aslında sattığı babasının hâtıraları, babasının mirâsı... Vâ-hayfa!..

Bir başka perdenin tasvîri beyânında:

Mekân yine bir sahaf, üçüncü zemin katta. Orta yaşlarda bir adam içeri girer, mahçûb, sıkıntılı... Bir ân önce işini hâlledip 'gitmek' arzusundadır... Elinde iki dergi koleksiyonu, 'Malûmat' ve 'Hülâsatü'l Efkâr' dergileri. Sıkıca sarılmış, onları bırakmak istemiyor ve onları satmak zorunda kalmak zûl geliyor besbelli ve ilk kez yaptığı bir iş; bu da belli her hâlinden. Söze nasıl başlanır onu da kestiremiyor ve belli ki içinden bunları tasarlıyor... Biraz bakındıktan sonra söze girmek zorunda artık; 'Çocuklar meraklı değiller ve artık evdekilere yük teşkil ediyor, acaba alâkadar olur musunuz?' diyor... Sesi titrek, yalan söylediği belli, lâkin o kadar mâsum ki bu yalan, adamla sanki kırk yıllık bir dostluk hissi tevlîd oluyor aramda. Sımsıcak bakıyorum yüzüne, 'aldırma' demek istiyorum, 'dünyanın türlü cevrinden birisi de bu, ne çıkar?'. Anlıyor gibi beni, ben de onu... İşin aslı adamın o dergilerin parasına ihtiyacı var, bunun için vazgeçiyordu yıllarını birlikte tükettiği mevkuteden... Sahaf nihâyetinde bir tüccar ve ucuza kapamak niyetinde. 'Eksikleri var mı içinde, varsa para etmez' diyor. 'Hayır'diyor adam, 'mütemmemdir, üstelik iyi muhafaza edilmiştir' diye ilâve ediyor... Sahaf;, 'Vallahi ekonomik kriz var, önceden olsa para ederdi ama bu aralar kimse alamıyor bu tür koleksiyonları, isterseniz bırakın sizin adınıza satalım'...

Adam iyice geriliyor, orayı terk etmek istiyor, elindekileri de bırakarak belki de; arkasına hiç bakmadan şehrin tenhâ bir yerlerinde ağlamak için... Adam raflardaki kitaplarla alâkadar olmaktan da kendisini alamıyor bu işkencenin arasında. Raflara bakınmasından istifâde ederek adama hissettirmeden sahafa cebimdeki parayı veriyorum, 'Biraz da sen ilâve et ve al dergileri' diyorum... Sahaf o dakikaya kadar gelişen diyaloğun oluşturduğu önyargının tersine bir fiyat teklif ediyor. Adam yalnızca 'pekâlâ' diyor, masanın üstüne bıraktığı dergileri karıştırmağa başlıyor, belki de yüzlerce sefer bakıştığı sahifelerle, belki son kez muâşaka ediyor, dergiyi kapatıp kapağını okşuyor ve 'teşekkür ederim' diyor... Sahaf, 'elinizde başka kitaplar varsa getirin bir bakalım' diyor, adam gülüyor acıyarak bakıyor sahafa, tenezzül eden bakışlar bunlar... Arkasına bakmadan çıkıyor adam, bitkin adımlarla merdivenleri çıktığını görüyorum, bir kez arkasına bakıyor, göz göze geliyoruz; dositâne tebessüm ediyor bana, mukabelede bulunuyorum...
(.............)

Adnan İslamoğulları


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nilüfer Altunkaya


eylül güncesi

Konuşurken de susuyoruz. Ağaçlar alışılmadık bir ezgiyi dillendirir gibi dökülüyor yaprak yaprak. Aslında sadece ağaçlar değil boşalan, ıssızlaşan. Karanlığa sinen sokaklarda, evlerde, bekletilmiş, unutulmuş, kırılmış, ürkütülmüş, susturulmuşuz. Yapraklarımızı döküyoruz eylüle.

Televizyon ekranına söyleniyor:
"İyi oldu iyi. Çok azıtmıştı bunlar. Susturmak lazımdı bu anarşistleri."
"Öyle deme" diyorum. "Genç onlar. Yürekleri coşku dolu. Aslında hepsi seviyor ülkesini. Oyun bu. Kocaman ellerde küçücük yaşamlar."

Örgümü bıraktım. Hâlâ gelmedi. Işığı da yanmıyor. Dün gördüğümde dalgalı kumral saçlarını bir bereyle örtmüş, sarı yüzünde dalgın bir kederle yürüyordu. Gece gelmiş olsaydı çiçekleri sulardı mutlaka. Balkona çıkardı.

Başka bir yolu olmalı. Sana ulaşmanın, seni bulmanın bir yolu olmalı. Bekliyorum. Yaşamımın tek özeti bu sözcük. Her sevda beklemektir belki. Katılaşmış, islenmiş, buğulu bir bekleyiş. Herkesin bir yangını var. Yanıyor.
İçim öyle susuz ki. İnanan bakışlarındaki umut beni çağırıyor. Vazgeçme, direnmelisin, diyor. Koşuyorum peşinden. Sonra yapayalnız uyanıyorum.
S. geliyor sık sık. Öğütler veriyor. Umutlu olmamı söylüyor.
Polis yüzlerinden yapışkan acı veren bir parlaklık yansıyor. Mutlular.
Mutluydular, diyorum S.' ye. Bize yaptıklarından mutluluk duyacak kadar....
Sayıklıyorum sanıyor. Bilincim yerinde oysa ki.
Aç yaşayamayacağımı, güçlü olmam gerektiğini söylüyor. Bunları günde kaç kez duyuyorum kim bilir?
Bitirdim sizin sevda, aşk, umut, bekleyiş dediklerinizi.
Yorgunum, diyorum. Bir hırka atıyor omuzlarıma.
Anlamıyor bir türlü nedenini. İnsan neden durup dururken ateşe atar kendini? Neden böyle boyundan büyük işlere kalkar? Yanacağını bile bile...
Değer miydi bu acıları çekmeye?
Korkuyor, soramıyor bunları. Bakışlarında gidip gelen yanılgılarla acıyarak bakıyor yüzüme sık sık. Kaybedilmiş, yazık olmuş biriyim ona göre.
Uyusam. Yağmur yağsa. Açsam kapıları. Işık. Gözlerinden geliyor. Sesinin türküsü bu.

Ev gezmesine gitmiyoruz akşamları. Genelde televizyon karşısındayız. Radyonun tek eğlencemiz olduğu günler geride kaldı. Renklisini alınca televizyon izlemeye gelen giden çok oldu önceleri. Şimdi çoğaldı mahallede renkli televizyonlar. Bir ekranla ayrılmışız yaşadığımız andan. Bize sunulan kadarıyla yetinerek.

"Çok şükür rahat ettik, hanım. Dünkü .....lar adam olmuş memleket kurtaracak. Asker de olmasa kim ezecekti bu solcuların başını? Bizim gençler neyse ki sahip çıktı vatana. Sizi gidi dinsizler..."
Öyle deme. İyi çocuklardı hepsi de. Ellerinde kitaplarla dolaşır, saz çalarlardı. Nerelerdeler şimdi? Ne oldu mahallenin gençlerine?
Soluk hüzünlü bir akşam. İçime yalnızlık yürüyor. Kavga sesleri, silah sesleri , koşuşmalar, bağırışlar yok. Huzursuzluk veren başka bir bekleyişte gibiyiz.
Suskunluk zamanın kıvamını yoğunlaştırıp, başımızı kaldırmamızı, ötelere bakmamızı engelliyor. Fısıldaşarak yorumlar yapılıyor. Kapı önlerinde kadınlar. Sokağa çıkma yasağı bitti. Yine de kimse adımını atmıyor güne.
Kapı sesi. S. Geldi. Zamanı algılayamaz oldum. Perdeleri kapatıp, loş odada aç, susuz saatlerce uyumuş olmalıyım. Midemdeki sancı burkularak içime doğru akıyor.
Birini buldum, diyor. Sana haber ulaştıracak. Umutsuzum. Oysa sevinmem gerek. Belki izini buluruz.
Kim? diye soruyorum. Yanıtlamıyor.
Bir hafta kadar zaman tanıdı, diyor.
Kalktım. Çiçekleri suladım. Hafif hafif çiseleyen yağmuru seyrettim. Günlerdir duymadığım bir huzur ve dinlenmişlikle esintiye daldım.
Yokluğun birlikte yaşadığım başka biri oldu bu evde. Canlı, soluk alıp verişini duyduğum. Acıkan susayan ve benimle beslenen.

Günlerdir ilk kez çiçekleri suladı. Siyah bir hırka giymiş yine. Saçları toplu. Dalgınlık yüzünde esmerleşmiş. O beni görmüyor, duymuyor, tanımıyor, bilmiyor. Yaşamımda nasıl yer etmiş olduğundan habersiz.

Geceleri A. uyuyamaz oldu. Nefesi hırıltılı, göğsü sancılı. Gittikçe huysuzlaşıyor. Gün boyu evin içinde, acı çekerek, sinirli, huzursuz dolaşıp duruyor. Ona bakarken zamanı görüyorum. Geçip gitmiş, içimizden akmış, kayaları oyan sular gibi dalgalı, hırçın, avunmak bilmeyen. Birlikte geçirdiğimiz yılar koca bir ömrün uğuldayan yankısı. Umut, büyüttüğümüz çocuklar, emekle, inatla tutunduğumuz.

Ya onsuzluk? Sarmaşıklar gibi sarmış içimi. Devamlı buyuran, isteyen, hor gören sesi.
Birbirimizin ne kadarını gördük A. ? desem. Ne kadarını söyledik sözcüklerimizin? Peki neden susturdular sokakları? Susturdular neşemizi.
Yastığa başını koyduğunda bir ömrü kesip kesip içine atıyorum ilaçlarının.

Biraz yürüdüm bugün. Havalar serinledi. Aslında her yer bomboş. İnsanları da silkeleyip boşaltmışlar. Dalgalar çekilmiş. Kumlarda izini arıyorum.
S.' nin söylediği kişiyle görüştüm. Anlamsız bir yüz, dönüp duran gözbebekleri renksiz. İri yarı gövdesine kaba saba davranışlar oturtmuş. Önemli sanıyor kendini karşımda. Yalvarmamı falan bekliyor belki. Bacım, deyip inceliyor kaşının altından fırlattığı bakışlarla. Buluruz, istersek, merak etme sen.
Ölmediyse eğer, diyecekken sustu.
Kalkıp sokağa attım kendimi.

Sobaları kurmak gerek. Akşamları soğuk bastırmaya başladı iyice. A. biraz gülümseyerek konuştuğunda daha kolay oluyor işim. Haberleri seyrederken meyve yiyoruz. Eskisi gibi söylenip durmuyor. Geçmiş olsuna gelenler atlatacaksın, diyorlar. İyi gördüm seni, diyorlar. Yüzünde çocuksu bir saflık , seviniyor.
İyi dostlar edindik yaşamımız boyunca,eskimeyen. Şimdi sevmediğimi sandığım insanları bile sevmiş olduğumu anlıyorum.
"Hanım", diyor "kurtulurum, diye boşuna heveslenme, yırttım kefeni yine..."
Gülerken tıkanıyor sonra uzun bir öksürükle. Yüzü sararıyor.
"İçmeseydin şu mereti yıllarca olmaz mıydı ?" diyorum.
"Hadi hadi su getir. Dır dır etme", diyor.

Konuklar gidince daha da uzuyor gece.
Duyduğumuz bağırışlardan sonra kapının gümbürdeyişini anımsıyorum. Peşimdeler, açın kapıyı diyen sese koşuyorum. Açtırmıyor kapıyı A. Anarşistleri mi koruyacaksın kadın, diyerek üstüme yürüyor. Silah sesleri. Ortalık durulup, polisler gelince kaldırımda ölüsüne bakarken tanıyoruz. Liseyi beraber okudular bizim çocuklarla. Şimdi birbirlerinin ölümüne bile üzülmüyorlar. Ağlayamadan bakakalıyorum alnından süzülen kana.

Pencereden bakınıp unutmak istiyorum o geceyi. Kendimi unutmamın bir yolu onu izlemek. Işığı yanmıyor. Oysa evde olmalı. Uyumuş mudur? Eriyip su olacak diye korkuyorum. Damlayıp düşecek kendinden. Geleni gideni iyice azaldı. Bir delikanlı var yalnız devamlı uğrayan.
Çalsam kapısını. Kızım, desem. Sana yiyecek bir şeyler getirdim. Haline dayanamıyorum. Benim de senin yaşlarında çocuklarım var. Uzaktalar. Beklemek güçlü olmak demektir. Her kadın beklemeyi bilir. Acıyı bilir.

Seni tutuklayıp götürdükleri gün öfkeliydin. Kalabalıkta kaybettim sesini. Kaçtığımızı hatırlıyorum bir grup arkadaşla. Sıcak bir su dolaşıyor bacaklarımda.
Elimi sürüyorum. Kanmış.
Kaçmasaydım. Aynı sorgu için aynı arabalara atılsaydık. Aynı yanıtsızlığa bakarak .
Zamanın ellerini bıraktım. Aklım ve yüreğim birbirinden koptu.
Neden dışarıdayım? Beni neden bıraktınız? diye sokakta bağırdım bir polise. Kafasını salladı, deli mi ne diyerek.
Havalar soğudukça korkum artıyor. S. gelirse sobayı yakıyoruz. Onun bu iyi yürekli bağlılığını anlayamıyorum. Yıllarca azımsadığım bir basitliği vardı. Mutlu bir gülümseyişi. Şimdi gülmüyor. Katlanamadığımı anlayınca susuyor. Sanki beni yaşama bağlamak işini edinmiş kendine.
Kimseyi arayıp, sormuyorum. Kimse de beni aramıyor. Hırçınlığımdan kaçıyor olmalılar. Belki de korkudur bunların nedeni. Korkmayı öğreniyoruz.
İçerdekilerin ziyaretine gitmiyorum. Acı veriyor. Sensizlik oluyor her yüz.

Öylesine bir sabahtı. Uyandık. Sobayı yaktım. Sofra kurmak için mutfaktaydım. Korku verici bir ses. Koca adam nasıl devrilip düşmüş. Yatağın kenarına yığılmış. Kucaklamaya çalıştım. Olmadı. Yere uzattım. İnleyerek soluyor. Telaşlanmadan komşuyu çağırdım. Yatağa taşıdık. Doktoru aradım. Bir de çocukları. Ne olur ne olmaz. Babanız iyi değil pek, dedim.

"Ne telaşlandırdın milleti kadın. Bir şeyim yok. İşinden gücünden ettin çocukları." diyor.
Bir yandan da ilgiden memnun. Çocukları, torunları yanında ya yüzü gülüyor.

Kapı çalıyor. Uykudayım sanıyorum. Kokun. Işığın. Başım dönüyor. Uyanmamış olmalıyım.
Zayıflamışsın. Derin bir suskunluk aramızda. Aylar sonra. Beklemekten tükendiğim bir anda yanı başımda oturuyor oluşuna bakakalıyorum.
İçimiz dışımıza akmış. İrinli bir yara gibi kanatmışlar gençliğimizi.
Oysa gülümseyişin hâlâ çocuk. Korkutamamışlar seni. Yitirmemişsin sesini sesin.

Nilüfer Altunkaya


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ersel Akant

 Kahveci : Ersel Akant


  Popülarizm

Yaşamın her alanında, yaptığımız bir iş sonrası, kaç kişinin ilgisini çekmişiz ve kaç kişi bizi önemsemiş diye merak ettiğimiz zamanlar olmuştur hepimizin.

Bende yaklaşık iki senedir internet, dergi ve en sonunda gazetede devam ettirdiğim kısa sayılacak köşe yazarlığı maceram sırasında; bu tarz olaylar yaşadım. Önceleri, kaç kişinin yazılarımı okuduğunu merak eder, her ne kadar popülarizme karşı gözüksem de, içten içe bir sempati duyardım. Sanırım bunda, birazda gençliğin etkisi vardı.

Daha sonra, bir yazının ne kadar okunduğundan çok, ne dediğinin daha önemli olduğunu anlamaya başladım. Bilmem kaç bin kişinin okuduğu köşe yazarlarının yazılarındaki çelişkiler ve esen rüzgara göre değişen günlük fikirler, benim bu kanıya varmama sebep oldu.

Kendi adıma konuşacak olursam, bu kısa yazın hayatımda bazı pişmanlıklarımda olmuştur elbet; ama hiçbir zaman yazılarım ve düşüncelerim; birilerine yaranmak, rütbe sahibi olmak veya mevki kazanmak adına değişmedi.

En zor şartlarda bile doğru neyse onun söylenmesi gerektiğine inandım, her ne kadar sonuçları bazen aleyhime gelişse de bundan vazgeçmedim ve her esen rüzgarda değişip, popülerizme izin vermedim.

Fakat itiraf etmeliyim ki; zihnimin bir yanı, küçük bir yanı, hala talep görmenin anlık mutluluğunu yaşamaktadır. Okundukça benimle aynı duyguları hissedip, kelimelerimin anlam kazanmasına neden olan insanları görmenin; hobi olarak başladığım yazın hayatımı, benim için çok daha güzel ve renkli hale getirdiğini söylemeliyim...

Ersel Akant
erslaknt@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  SIRLI DİZİLER VE GAZİNOLAŞAN TELEVİZYONLAR

Televizyon zamanımızın önemli bir kısmını alıp götürüyor. Millet olarak çok fazla televizyon seyrediyoruz. Televizyon bizi uyuşturuyor. Çoğu zaman adeta ekranlara kilitleniyoruz. Bu durum dünyanın bizim haricimizdeki medenî ülkelerinde yok. 'Vakit nakittir' sözü bugünlerde kulak ardı edilmiştir. İnsanlar kıymetli zamanlarını heba ediyor. İngilizler televizyona 'aptal kutusu' diyorlar. Bu benzetme, televizyona ve onun bağımlılarına tepkinin de ifadesidir. Belki ona bu adı koyanlar da onun çoktan bağımlısı olmuştur.

Televizyon, insanları toplumdan koparıyor, yalnızlaştırıyor. Bırakın toplumu, evimizin içindekileri bile doğru dürüst görüp hâl ve hatırlarını soramıyoruz. Herkesin bakışları anlamsızca ekranlarda yoğunlaşıyor. Birbirimize günün nasıl geçtiğini, neler yaşadığımızı bile sor(amı)yoruz. Birbirimize yabancılaşıyoruz gittikçe. Bu meret, hayatımızda gereğinden çok yer kaplıyor. Bu kadar çok zaman ayırdığınız televizyon gerek bilgi, gerekse görgü açısından size neler kazandırıyor? Harcadığınız zamana değiyor mu? Hiç düşündünüz mü bunları?

Televizyona bağlananlar kendilerini unutup başkalarının hayatlarıyla ilgileniyorlar. Gerçekler sanalın penceresinde katlediliyor. Hayatımızda karşılaşamayacağımız, oturup iki laf edemeyeceğimiz kişilerin özel hayatlarının ayrıntılarıyla zamanımızı heba ediyoruz. Şöhretli insanlar olsalar da, başkalarının hayatları niçin bizi bu kadar ilgilendiriyor? Başkalarıyla ilgilenmekten kendimize zaman kalmıyor. Ruhumuza ayna tutamıyor, iç dünyamızı dinleyemiyoruz. Hayatımızın tanzimine yeterli zaman ayıramıyoruz. Dağıldıkça dağılıyoruz.

Eskiden tek televizyon kanalı vardı. TRT'den bahsediyorum şüphesiz. O da siyah beyazdı. Ortalık televizyon kanalından geçilmiyor günümüzde. Belli yerlere para yatırıp uydudan yayın hakkı kazananlar bir de stüdyo kurunca kendilerini imparator sanıyorlar. Televizyon, bazıları tarafından silah olarak da kullanılıyor. İyi mi oluyor böyle?

Rekabet güzel şey ama kalite arayan yok. Maksat daha çok izleyici kazandırmak ekranlara. Ne verdiğinden çok, ne aldığı önemli patronların. Evlere yerleştirilen reyting ölçüm cihazları reklâm pastasından alınan payı da belirliyor. Onun için amaç kalite değil, öyle veya böyle daha çok izlenebilmek. Bu yüzden gizli saklı ne varsa özel hayatlar, kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor. İnsanların kendine saklayacakları mahrem sırlar milyonlarla paylaşılıyor. Son yıllarda ekranlarda sırlı diziler furyası esiyor. Özellikle mütedeyyin düşünce ekseninde yayın yapan televizyonlar sırlı dizilerle dolup taşıyor. Bu dizilerde hidayet hikâyelerinden kaderin garip tecellilerine kadar her şey var. Genelde yeni oyuncuların rol aldığı bu diziler ucuza mal edildikleri için yapımcılar tarafından tercih ediliyor. Önceleri bu diziler daha makul ve mantıklı bir anlayışla hazırlanırken son zamanlarda onda da aşırıya gidildi. Bu gibi dizilerde yaşanmışlık, seyredilme açısından önemli bir avantajdır. Yani yaşanmış olayların ekrana taşınması daha etkileyici oluyor. Fakat son dönemde gerçek hayatla ilgisi olmayan senaryolar, yaşanmış gibi gösteriliyor. Bu da izleyiciyi ekrandan koparıyor.

Televizyonların sayısının çokluğu ve 24 saati bir şekilde doldurma mecburiyeti programların kalitesini de ciddi olarak düşürüyor. Bu yüzden son yıllarda pek çok televizyon kanalı 'sabah kuşağı' adıyla gazinoya dönüştürüldü. Mikrofonu tutmayı bilmeyen sözde sanatçılar ve sunucular bu programlarda boy gösteriyor. Şarkı, türkü, şamata, ne ararsan var. Ölçüsüzlük ölçü olunca doğal olarak seviye de yerlerde sürünüyor. Her taraf sabah şekerleriyle dolu. Yakında lokumlar sürülecek sabah ekranlarına. Bunu da yapacaklar.

Şimdilerde hemen her kanalın maaşlı alkışçıları var. Düzenli olarak stüdyolarda yerlerini alıyorlar; ortalığı karıştırıp izlenme oranlarını artırmaları için eğitiliyorlar. Yani televizyonlarda hiçbir şey doğal değil. Dizilerin önceden yazılıp oynandığını bilirdik, şimdilerde eğlence ve magazin programları da yazılıp oynanıyor. Amaç birinciliği kaptırmamak, reklâm pastasından daha çok pay almak… Bunu sağlamak için değerler feda edilebiliyor. Televizyonların gittikçe sıradanlaşması ve magazinleşmesi tehdit oluşturuyor.

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Neslihan Güzel


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Bekleyiş

Deniz geceleri simsiyahtır,
Karanlık, ürkütücü bir dehliz gibi.
Oysa denizin asıl rengi mavidir
Mavi umuttur, gelecektir.
Ben, şimdilerde
Gecenin orta yerinde
Yapayalnız, kapkaranlık bir deniz gibiyim.
Bana benliğimi ve ruhunu verecek olan
Güneşi bekliyorum...

Okay Karaçay

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.

Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.

İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Sultans of Swing
Dire Straits









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20081222.asp
ISSN: 1303-8923
22 Aralık 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com