Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.536

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 23 Aralık 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Velevki öyle size ne?


Merhabalar

Başkentin büyük başkanının düştüğü aciz, komik ve sıkıntılı anları yeniden izlemek gafletinde bulundum. Ne hikmetse, gene aynı şekilde tüylerim diken diken, dişlerim gıcır gıcır oldu. Hakkında burada birkaç güzel(!?) söz söylemeyi isterdim doğrusu ama seviyesizliğin seviyesine inmeyi olası tazminat davası aşkına erteliyor ve bu konuda bana anlayış göstereceğinizi umuyorum. Geçen hafta kurtulun şu adamdan demiştim. Galiba siz Ankaralılara gerek kalmadan bu memleket ondan kurtuluyor. Tayyip Bey bile artık pes ettiğine göre, varın gerisini siz düşünün.

Cumhurbaşkanı Gül, Canan Arıtman hakkında 1 YTL'lik manevi tazminat davası açmış. Açar elbet hakkıdır. Zaten ilk tepkisini, "Yok öyle bir şey. Benim anam Türk'tür." deyip vermişti. Bu ilk defa olmuyor. Bir kişinin azınlıklardan olduğunun söylenmesi oldum olası hakaret sayılmıştır bu ülkede. Tıpkı şimdi bir kadın vekilin ettiği bir lafın sayıldığı gibi. Zira, hakaret telakki edilmiş ve söyleyen hakkında dava açılmıştır. Asıl acı olan bu değil mi? Ermeni, Yahudi, Kürt ya da Rum olmanın neresi kötüdür? Kötü olan, olsa olsa insandır, etnik köken değil. Örneğin Gül, annesinin Ermeni olmadığını ispat etmeye çalışacağına, "Değil ama olsaydı da bununla gurur duyardım." veya silah arkadaşının türban fetvası gibi "Velevki öyle size ne?" deseydi hoş olmaz mıydı? Olurdu da, nerede bizde o yürek? Tabi, iyi polisi oynayıp imzacılara arka çıkan Gül'ün, oklar kendisine döndüğünde Ermeni sıfatından ürkmesi de ayrı bir mizah konusu. Neyse, bugünlük bu kadar yeter. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Beyhan Ada


Hedef

Otuzbeş yılımın onyedi yılını ülkemde, onsekiz yılını da Hollanda'da geçirdiğimi göz önünde bulundurduğumda en çok içimi acıtan sahnenin, onsekiz yıl önce Uzunköprü'den yola çıkarak Hollanda'ya başlayan yolculuğum olduğunu hatırlarım. Hayatım boyunca böyle büyük başka bir burukluk yaşamadığımı anımsarım. Ufacık bedeniyle arabanın arkasından ağalayarak koşan annemin dışında gidişimi gizlice seyreden sevenlerim olduğunu, ' ne olur in o arabadan, gitme kal' diyen bir sesi duyar gibi olduğumu halâ hissederim. Duymuşmuydum sahiden yoksa bir yanılgımıydı bilmiyorum.
Nihayetinde geçen onsekiz yılı, bambaşka bir ülkenin ortasına benim gibi düşen yüreklerden farksız geçirmediğim ise aşikâr.
En büyük sorun başlı başına lisandı. Gerçekten küçümsenmeyecek derecede çok mücadele verdim bu hususta. 'Katip mi olacaksın?' diyenlere aldırış etmeden sürdürdüğüm mücadelemde ihtiyacım olmadığı halde pratikte kendimi geliştirebilmek için o zamanın şartlarında yapabileceğim tek iş olan temizliğe giderek lisanımı ilerlettim. Ve ben o zamanlar bir fabrikanın bürolarını temizlerken bir hedef koymuştum kendime.'Bir gün böyle büroların başında, böyle bilgisarayların arkasında çalışacağım.' Bu hedefimden bahsettiğimde karşımdakilere bir uzak hayal gibi gelmiş ve kahkaha atarak dalga bile geçmişlerdi.
Kahkahaların ve küçümseyen bakışların ardında gizlenenleri biliyordum, çünkü ben köylüydüm, yüksek eğitimli değildim ve ben engelliydim onlara göre. Oysa benim duymayan sadece kulağımdı, yüreğim değil. Aradan geçen bunca zaman içersinde çok şey yaşandı. Çok sular aktı yasananların söylenenlerin üzerinden.
Kendimi yetiştirmek için hiç yılmadım, hedefimden hiç vazgeçmedim.
Bundan iki yıl önce, Hollanda Kraliyetinin 'göçmen kadınlarını iş pazarına kazandırma' amacı ile başlatmış olduğu bir projeye başvurdum. Sonradan öğrendiğime göre sunulan projeye benimle birlikte ikiyüz göçmen kadın başvurmuş, bu umuda sarılmıştı. Kabul edilecek sayı ise katılımcılardan sadece bir kişi idi.
Azımsanacak bir sayı değildi asla ve katılım sayısı fazla olduğu sürece şansınız azalıyordu. Projenin içeriği ise;
Sizin adınıza belirlenen bir işyerinde altı ay çalıştırılarak iş eğitimi verilecek, altı ay staj görülecek ve bu süreç sonunda başarılı olunursa o işyerinde sözleşmeli iş garantiniz olacaktı. Bunun için güzel Türkçe konuşmanız dahi şarttı, çünkü eğitileceğim işyeri aynı zamanda Türkiye ile bağlantılı çalışmalar yürüten bir kuruluştu. Başvuracağımı söylediğimde 'delimisin sen beş kuruş para almadan tam bir yıl gideceksin ve şansın çok az' itirazları almıştım çevremdeki arkadaşlardan. Ama benim hedefim belliydi ve ben önüme çıkan bu şanstan istifade edecektim, koymuştum aklıma bir kez. Evet beş kuruş para kazanmayacağım doğruydu ama bir işin eğitimini alacaktım ve bu benim hedefim için bulunmaz nimetti. Çünkü benim yaşım itibarı ile artık yüksek eğitim almam bu ülkede neredeyse imkansızdı.
Çeşitli ön görüşmelerden sonra işverenle görüşme sırası bana gelmişti. Hedefime adım adım yaklaştığımı hissetmek bana inanılmaz güven veriyordu ve işte o an gelmişti.

'İsminiz Beyhan'dı değil mi?
'Evet, Beyhan Ada.'
'Beyhan hanım ilginiz ve davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.'
'Başvurumu kabul ettiğiniz için ben teşekkür ederim efendim.'
'Beyhan hanım projeye kabul edilirseniz, eşiniz çalışmanıza izin verecek mi?'
Gülümsedim elimde olmayarak;
'Ben sizin endişenizi anlıyorum lakin çalışmak için eşimden izin almama gerek yok Hazes bey ve çalışmama izin vermese idi şu anda sizinle bu görüşmeyi yapmak için burada olmazdım. Kaldı ki, ben eşimin desteği ve güveni ile buradayım. Siz de bu farkı anlamalıydınız.'
'Hıımm sanırım haklısınız Beyhan hanım. Özgeçmişinizi incelediğimde duyma engelli olduğunuzu görmekteyim. Takdir edersiniz ki bu bir işveren için riziko demektir. Şayet projeye kabul edilir, başarıyla tamamlar iseniz burada size kontratlı iş imkanı sunuyoruz. Ben sizi eğiteceğim, yatırım yapacağım ve işe alındıktan iki ay sonra örneğin siz bana kulağınızı öne sürerek işe gelemeyeceğinizi beyan ederseniz ve ben bunca uğraştan sonra sizi kaybetmek durumunda kalırsam? Bana kulağınızın sağlığı konusunda ne garanti verebilirsiniz?'
Kızmayın bana olur mu sevgili okurlar ama ben yine gülümsedim;
'Size ben kendi adıma hiç garanti veremem sevgili Hazes bey, bu benim elimde olan bir şey değil. Endişenizde haksızda değilsiniz hani. Şayet ben bu projeye hak kazanırsam ve siz beni işe alırsanız ve ben hedefime ulaştım, iş buldum diye sevinirken bir kaç ay sonra işsiz kalıverirsem? Siz bana sağlığınız hakkında ne kadar garanti verebilirsiniz yada verebilirmisiniz?'
'Bakın bunda da haklısınız Beyhan hanım, aslında benim demek istediğim başka idi. Açiksözlü olmam gerekiyorsa ben yabancıların bir kaç ay çalışıp işlerini garantiledikten sonra, hasta kalarak hastalık kasasından aldıkları maaşla ünlü olduklarını biliyorum ve bu hususu sanıyorum bunun için dile getirdim. Emin olmak istedim ama sanıyorum yanlış dillendirdim, afedersiniz.'
'Bakın bu konuda size garanti verebilirim' dedim gülümseyerek, 'asla tarafımdan böyle bir niyet söz konusu değildir. Ve ben buna yıllar önce inandım ve inandığım hedefim için buradayım. Buna inanmanızı dilerim tüm kalbimle.'

O gün bu gündür kendileriyle çalışmaktayım. Oniki ay gibi bir sürede tamamlanması gereken projeyi, sekiz ay sonunda başarıyla tamamlayarak, kıdemli çalışanları olarak devam ettirmekteyim. Bir gün kendisine dedim ki;
'Sizinle ilk görüşmemizde ben Beyhan değil de Anita olsaydım, yine bana aynı soruları sorarmıydınız?'
Gülümsedi;
'Sen hala buradamısın, hadi işinin başına' diyerek.

Beyhan Ada


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Ömer Kemiksiz


(YORUM)LU(YORUM)

İnternette haber okurken son zamanlarda en çok dikkatimi çeken şeylerden biri haberlerin altına yazılan yorumlardaki dil ve anlatım oluyor. Çoğu yorumu okumaktan ve anlamaya çalışmaktan çok yoruluYORUM. Özellikle yorumlarda kullanılan dili gördükçe güzel Türkçemiz adına oldukça üzülüYORUM. Sevgili insanımız galiba meramını bir an önce anlatabilmek kaygısıyla hızını alamıyor ve aklına gelen her şeyi yazıp bırakıyor. En azından yazmış olduğu cümleleri geriye dönüp bir kez okuma ve yaptığı hataları düzeltme zahmetine katlansa…Cep telefonuyla gönderilen iletilerde görmeye alıştığımız "tasarruf" ilkesinin artık hayatımızın her alanına girdiğini düşünüYORUM. Gereksiz kısaltmaları, kelimelerin yazımında yapılan -bazen pes dedirtecek- hataları, cümle kuruluşundaki mantık yanlışlarını vb. gördükçe bazen kendimi tutamayıp gülmekten kırılıYORUM. Biliyorum ki aslında ben, ağlanacak halimize gülüYORUM.

İnsan ve toplum diliyle vardır. Bireyleri etkilemenin yolu, dili güzel kullanmaktan geçer. Dilin güzelliklerine zarar verecek, dahası onu kıymetsiz bir taş gibi yerlere düşürecek kullanımlar hoş değildir. Üstelik her konu hakkında herkesin yorum yapmak istemesini de anlayamıYORUM. O konuda söyleyecek sözün varsa, okuyanların etkileneceği, bilgileneceği şekilde ifade edersin. "Biliyorsan söyle, ibret alsınlar; bilmiyorsan sus, insan sansınlar."diye boşuna dememişler. Daha dilinizi bile doğru dürüst kullanamadıktan sonra, okuyanlar sizin yorumlarınızı niye ciddiye alsınlar ki? Zira siz, yorum yaparken kullandığınız kendi dilinizi ciddiye almaktan acizsiniz. "Falanca habere/yazıya ben de yorum yazdım."demekle mutlu oluyorsanız zaten size hiçbir şey demiYORUM.

Bütün bunlar, düşünemeyen, üretemeyen, eleştiremeyen bir toplum yolunda nerede olduğumuzu en güzel şekilde gösteren örneklerdir. Topluluk önüne çıktığında iki cümleyi bir araya getiremeyen, arkadaşının yazdığı kompozisyon hakkında kendisinden yorum yapması istenince "Çok güzel olmuş." cümlesi dışında başka bir şey söyleyemeyenlerin, haberlerin veya başka tür yazıların altına yazdıkları yorumların da vasatı bile bulmayacağı aşikârdır. Kitap görünce korkanların, yazı diye ortaya koydukları "şey"leri okuyunca dilimizin geleceği adına korkuYORUM. Yorum ciddi bir iştir. Yorum, "Bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme" şeklinde tarif edilir Türkçe Sözlük'te. Yorum yaparken ince eleyip sık dokumak gerekir. Eğlence olsun, yorum köşesi dolsun diye yapılan yorumlar bize bir arpa boyu yol aldırmaz.

Yorumlarda habere konu olan şahıslara veya yazı yazanlara karşı takınılan hakarete varan sözleri ise asla tasvip etmiYORUM. Yorumcuların kendi aralarındaki atışmalara ise zaman öldürme gayreti olarak bakıYORUM. Karşınızdaki kişiyi sevmeyebilirsiniz, görüşlerini beğenmeyebilirsiniz; bu sizin o kişiyi insan dışı bir varlıkmış gibi görmenizi ve ona o şekilde hitap etmenizi gerektirmez. Her insanın düşüncesine saygı duyulmalıdır. Bu tür davranışlarla, senin yaptığın yorumu beğenmedi diye hakaret ettiğin insanın, onun yorumunu beğenmediğin için sana hakaret etmesine davetiye çıkarmış olursun…Biraz daha saygı, biraz daha sevgi diYORUM, biraz daha hoşgörü istiYORUM.

Yukarıda yazdıklarımla çok abarttığım düşünülebilir. Konuyla ilgili iki örnek vermek istiYORUM. Yazılar üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan aynen aktarıYORUM. Çeşitli tarihlerdeki farklı iki haber için yazılmış şu yorumların yorumunu size bırakıYORUM:

Haber 1: "Kör bıçak yerine keskin bıçak verilen aktör oyun esnasında neredeyse ölüyordu! Oyuncu Daniel Hoevels oynadığı karakterin intiharını canlandırırken eline verilen keskin bıçak yüzünden boğazını kesti. Boğazını kestikten sonra yere yığılan ve boynundan kanlar fışkıran aktör ölümden döndü; izleyiciler ise bunun özel efekt olduğunu düşünüp aktörü coşkuyla alkışladı."

Yorum 1: çok önemli haber vay anasını benim gözümün önünde herkez birbirini kesmiyor haber oluyor bi adam boğazını yanlışlıkla kesiyor haber oluyor

Haber 2: " Devler Liginde gruptaki 5.maçlar sonunda bir üst tur şansını kaybeden sarı-lacivertliler, Kiev deplasmanında UEFA Kupası'na katılmak için son şansını kullanacak."

Yorum 2: SENİN VE AİLENİNDE KURBAN BAYRAMI KUTLU OLSUN

Örnekler çoğaltılabilir. Daha fazlasını merak edenler haber, gazete, yazı sitelerini ziyaret etsinler. Oralarda binlerce örnek görecekler. Tabi bu kötü örneklerin yanında arada tek tük de olsa güzel yorumları okuyunca teselli buluYORUM.
Galiba çok konuştum…Artık susuYORUM!
Benim canım dilim, güzel Türkçem! Seni çok seviYORUM!

Ömer Kemiksiz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
17 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   ANTALYA - İSTANBUL - ATİNA SERÜVENİ II.

İstanbul'da, 4. Levet'te, Atina'da düzenlenecek bir SALSA FESTİVALİ'ne gitmek üzere bekleşen gençlerin arasında, bizi götürecek otobüsü bekliyordum.
Bu ilerlemiş yaşımda böyle bir geziye katılmak benim için "çılgınlıkla" eş değerdi.
Ama Latin müziği aşkımdan dolayı, başıma gelebilecek bütün riskleri göze almıştım.
Bir kere otobüs yolculuğundan korkuyordum. 15 saat sürecek bu yolculuğa dayanabilecek miydim? Korkularımı yenebilecek miydim? Ya da bu gençlerin arsında rahat edebilecek veya onlar beni kabul edebilecekler miydi?
Bütün bu sorulara cevap ararken otobüs geldi. Üstünde hiç yazısı olmayan bembeyaz, son model bir otobüstü. Herkes gibi ben de valizimi bagaja yerleştirmesi için şoföre verdim ve arka kapıdan otobüse bindim. Ortalarda bir yere oturmak üzereydim ki bizim grubun başkanı Hikmet, namı diğer HİKO, sol taraftaki en ön sıraya otururken, arkasındaki sırayı göstererek, "Yeşim oturacak, yanına da Nadya oturacak" dediğini duydum. Nedense beni de yakınına aldığı, diğer gençler de arkamda kalacakları için sevinmiştim. Hemen ön tarafa gittim ve Yeşim'in yanına oturdum.Onunla iyi anlaşacağımı ilk andan itibaren hissettmiştim.
Hareket etmeden konuşmaya başlamıştık bile. Eşi Yalın'nın bir gün evvel uçakla Atina'ya uçtuğunu, orada kalacağımız otelde bizi bekleyeceğini bir çırpıda anlattı Yeşim.

Otobüsün şoförü Ersan adında çok sempatik bir gençti. Sempatik olduğu kadar da usta bir şofördü. Yol boyunca güler yüzünü bizden esirgemedi.
İkinci şoför de Keşan'da bize katıldı.

Birinci sıranın sağ tarafında ise, İstanbul'dan katılan başka bir grubun başkanı Yonca oturuyordu. Yola çıkar çıkmaz mikrofonu aldı ve yolculuk ve verilecek molalar hakkında bizi bilgilendirdi. Yollarda fazla oyalanmamızı istemiyordu. Bir an evvel Atina'ya varmanın ve salona gitmeden önce biraz Atina'yı gezmenin iyi olacağını söyledi.
İlk mola hudutta verilecekti. Ama birinin aklına Tekirdağ'da köfte yemek fikri gelince ve bu fikir herkes tarafından kabul görünce, bir lokantanın önünde duruverdik. Köftelerimizi afiyetle yedik.
Gece yarısı hududa vardık. Pasaportlar toplanıp mühürlenene kadar herkes Duty Free Shop'lara akın etti. Ben de, utanarak, üzülerek ve esfle söylüyorum, bu molaları sigara içmek için kullandım. Sigaraları tüttürürken de hep aklımdan bir an olsun gitmeyen, bu yolculuk dönüşümde sigarayı bırakmak istek ve arzumu tekrarlıyordum.
ÇELİŞKİNİN DİK ALASI ! Maalesef istek ve arzu yetmiyor...

Yunanistan tarafına geçince aynı prosedür tekrarlandıktan sonra Yunan topraklarında ilerlemeye başladık. Yolların çoğu otoban olduğundan korkularım gittikçe azalıyordu.
Tek korkum şoförün uykusunun gelebilir olması. Bunun için de, boş buldukça, şoförün yanındaki tek koltuğa oturuyor veya şoför mahaline inen iki basamak üzerine oturup onunla sohbet ediyordum.

Yol arkadaşım Yeşim de başını pencereye dayayıp, bir gece evvelki uykusuzluğunu gidermeye çalışıyordu. Ben de onu hiç rahatsız etmiyor, zaman zaman üşümemesi için üstünü örtüyordum. Arasıra uyandığında yanıma aldığım tatlı-tuzlu cerezleri onunla paylaşıyor, biraz sohbet ediyorduk. Sonra tekrar uykusuna yenik düşüyordu.

Arka sıralarda oturan gençlerin de Duty Free Shoplardan aldıkları içkilerin tadına baktıkları, gürültülü bir şekilde sohbet edip, şakalaştıklarından anlaşılıyordu.
"Genç olmak güzel şey" diye aklımdan geçiriyordum... Acaba onlar genç olmanın değerini benim kadar biliyorlar mı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım.

Gece yarısı çoktan geçmişti ki, Yonca Ersan'a durmasını söyledi. Rahatsızlanmıştı. Midesi bulanıyordu. Durduğumuz yerde midesindekilerini çıkardı. Sonra yolumuza devam ettik. Fakat yüzü bembeyaz olmuştu Yonca'nın. Bir zehirlenme olabileceği ihtimalinden dolayı ana yoldan çıkıp bir hastahane aramaya başladık. Uzun bir arayıştan sonra bulduk. Onu hastahaneye götürdüler. Orada iğne yapmışlar. Tekrar otobüse döndüklerinde rahatlamışa benziyordu. Birkaç saat dinlendikten sonra kendine gelebildi.
Eski neşesine kavuştu çok şükür.

İhtiyaç molası, yemek molası, yakıt molası derken güneş de çoktan doğmuştu.
Nihayet Selanik, Katerini, Larissa üzerinden, kararmaya yüz tutmuş hava ile beraber, Atina'ya vardık. Ve bu yolculuk tam tamına 21 saat sürdü.

Evvela Festivalin olacağı "TAE KWON DO Center"a, muhteşem olimpik salonuna gidip Full Pass'larımızı aldık. Herbirimizin bileğine altın bileziklerini andıran bantlar takıldı.
Bu bantların sayesinde her etkinliğe katılabilecektik.
Sonra otelimizi aramaya başladık. Hava kararırken "Galaxy" oteline girebildik.
Bu otelde hepimize yetecek kadar yer olmadığı için, bir grup da başka bir otele gitti.
Odalarda ikişer kişi kalacaktı. Fakat bir bayan diğer otele gittiğinden ve ben tek kişilik farkı ödemeye razı olduğumdan, odamda tek kaldım. İyi de oldu.
Çünkü gençler sabaha doğru otele geldiklerinden biraz sorun olacaktı...

Atina'da, her kapalı yerde sigara içildiğini hayretler içinde tespit ettim.
Otelin lobysinde, odalarda, restoranında, hatta akşam gittiğimiz Pizza Hut'ta sigara içiliyordu. Dahası Spor salonunda bile içiliyordu.
Ve burası bir AB üyesi ülkeydi !

Akşam saat 21.00de ancak salona gidebildik. Gece yarısına kadar dünyaca ünlü Salsa grupların show'larını izledik. Sonra da party başladı. Eşini, kavalyesini alan pistte hünerlerini göstermeye koyuldular. Bense izlemekle yetindim.
Salonun seyirci sıralarının bitiminde, misafirler için ayrılmış özel yumuşak koltuklar, üzerlerinde kül tablaları olan sehpalar vardı. Ben de doğal olarak oraya konuşlandım.
Saat 01.00e doğru yorgunluktan, uykusuzluktan göz kapaklarım ağırlaştı.
Orada uyuklayıp rezil olmaktan korktum. Hemen kaltım ve salonu terk ettim.
Dışarda kimsecikler yoktu. Ana yola çıkabilmek için bir hayli yürüdüm.
Sonra ilk geçen taksiye bindim. Otele vardığımda cesaretime kendim bile şaştım.
Türkiye'de olsam asla geceyarısı yalnız sokağa çıkamaz, hele taksiye binemezdim.
Bu arada Taksi ücretlerinin de Türkiye'den daha ucuz olduğunu belirtmek istiyorum.

Uyur gezer gibi odama çıktığımı, başımı yastığa koyuşumu ancak hatırlayabiliyorum.
Ondan sonrası derin bir uyku...
Sabah 07.30da kahvaltıya indim. Son kahvemi de yanıma alarak lobydeki bilgisayarın başına geçtim. Mail.lerime bakıp cevaplandırdım. Sonra, Antalya'dan uçakla gelen, ama bizim gruba katılan bir çiftle tanıştım. Derya ve eşi Antalya'da LATİN-TR Dans Okulunun sahipleri idi. Biraz sohbet ettikten sonra beraberce taksiye binip salona gittik.
Elimizdeki Workshop programından bir ders seçip Derya ile o salona gittik.
Ders başlamıştı ve çiftler gösterilen figürlere ayak uydurmaya çalışıyorlardı.
4-5 erkek de damsız kalmışlar, kendi başlarına dansediyorlardı.
Derya duvarın dibinde yere oturdu ve izlemeye başladı. Ben de ayakta izliyordum.
Derken yalnız dans eden bir delikanlı gelip Derya'yı dansa davet etti.
Onlar dans ederken benim içim kaynıyordu. Ama hiçbir damsız erkek bana bakmıyordu bile.
Onların gözü kapıdan girecek "çıtırları" arıyordu. Bilselerdi benim de iyi dans ettiğimi, belki beni de dansa davet ederlerdi...
Dersi sonuna kadar izledim ve büyük bir hayal kırıklığı ile salonu terk ettim.
Kırgın veya üzgün değildim. Ben bu riski göze alarak katılmıştım bu Festivale.
Buna rağmen bir daha derslere katılmadım ve kavalyesiz hiç bir dans okuluna veya Festivale gitmemeye karar verdim.
Eh, insan yaşına başına bakmadan böyle bir etkinliğe katılırsa olacağı buydu...

Peki, bu iki günümü nasıl geçirecektim? Dans edemediğime göre vaktimi nasıl geçirecek, kendimi nasıl oyalayacaktım? Ben kendimi otel odasına kapatıp, derdime yanacak bir insan değilim. Bu başarısız ders girişimimden sonra doğru konforlu koltuklara yöneldim.
Oradan büyük salondaki dersleri izleyerek bazı figürleri beynime ve hafızama kaydettim.

Bir ara oldukça esmer bir genç gördüm. Oğluma çok benziyordu, sanki ikizi idi.
Yanına gittim ve İngilizce oğluma çok benzediğini söyledim. Evvela bir şaşırdı, ama sonra yanımda bulunan oğlumun fotoğrafını gösterince şaşkınlığı daha da arttı. Onunla bir fotoğraf çektirmek isteğimi de geri çevirmedi. Sonra sohbet etmeye başladık. Porto Rico'lu olduğunu, adının Victor Perez olduğunu, Amerika'da yaşadığını, bir dans grubuyla bütün dünyayı gezdiğini anlattı.
Benim nereden geldiğimi sordu. Türkiye'den deyince hayretle yüzüme baktı, sonra beni bir standın yanına götürdü. Genç bir bayanı göstererek, bu benim nişanlım dedi. Kendisi Türktür, adı da Burcu'dur diyerek bizi tanıştırdı. Biraz da Burcu ile sohbet ettim. O da Amerika'da yaşıyor ve aynı dans grubunda beraber çalışıyorlarmış.
Böylece Dünyanın ne kadar küçük olduğuna bir kez daha şahit oldum.

Akşam 21.00e kadar yine showları izledim. Sonra otele dönmeden nefis bir pizza yedim.
Lobyde kahvemi içerken genç bir Yunanlı bayanla tanıştım. Adı Mika idi, Rodos'ta yaşıyordu ve bir futbol takımında oynuyordu. Üç yıl evvel İstanbul'a gelmiş, bir Türk takımına karşı oynamışlar. Maçın neticesini sorunca, maalesef kaybettik, dedi. Gülüştük...
Ben de ona, Yunanistanda çok sevilen, çok satılan birkaç sanatçının isimlerini sordum.
Bana üç tane isim yazdı. Adres alış verişinden sonra odama çıktım, televizyonu açtım. Uykumun gelmesi uzun sürmedi...

Üçüncü ve son günümüzde güneşli bir hava yüzümü güldürdü. Bugünü kendime ayırmaya ve SALSA'dan biraz uzaklaşarak şehri gezmeye karar verdim. Odalarımızı da boşaltmak zorundaydık. Herkes valizlerini indirdi. Otobüse yerleştirdikten sonra ben gruptan ayrıldım.
Diğerleri otobüsle salona gittiler. Ben evvela bir tramvaya binip şehrin merkezine kadar gittim. Akropol'u da uzaktan gördüm. Ama daha evvel de Atina'ya geldiğimden bir daha tırmanmadım o tepeye. En önemli meydanı olan Syntagma'da, Parlamento binasının ön cephesindeki Meçhul Asker Anıtı'ndaki nöbet değişimi çok ilginçti. Ponponlu ayakkabıları ve plili etekleryiyle yürüyen askerler izlenmeye değer bir atraksiyon. Onların fotoğraflarını çektikten sonra yine tramvayla otelin önündeki durağa geldim. Otelin karşısndadaki parktan geçerek sahile ulaştım. Günlerden Pazar olduğu için herkes ailesi ile geziniyordu.
Sattıkları malları yerlere seren esmer tenli satıcılardan Mika'nın önerdiği üç CDyi de buldum ve aldım.
Birkaç kişiden de benim fotoğrafımı çekmelerini rica ettim.
Bir saate yakın yürüyerek salona geldiğimde saat 17.00 olmuştu.
Oradan bir sandviç ve kahve alıp rahat koltuklara yerleştim.
İki saat kadar dans edenleri izledim. Bu sefer oturmaktan yoruldum.
Standları dolaşıp, uyuşmuş ayaklarımı çalıştırdım. Bu arada Salsa Festival baskılı bir tişört gördüm. Son param da böylece sahibini buldu.
Geceki yarışmayı izlemek üzere tekrar koltuklara döndüm.
Yanıma bir Yunanlı bayan oturdu. Onunla sohbet etmeye başladık.
Yarşmayı da beraber izledik.
Gece yarısına yaklaştıkca midemden yine sinyaller gelmeye başladı.
Ve bu iyiye alamet değildi. Dönüş yolunda yiyebileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı.
Param da bitmişti. Hemen dışarı çıktım, park yerindeki otobüsümüze gittim.
Ersan'dan, 10.- YTL verip beş Euro aldım. Bununla da ancak iki kek alabildim.
Saat 03.00de yola çıkacaktık. Ama benim dayanacak gücüm kalmamıştı.
Saat 02.00de, bir saat kadar uyuyabilmek niyetiyle otobüse gittim. Ama uyuyamadım.
Nihayet diğerleri de geldiler ve yola çıktık. Yolda da hiç uyuyamadım.
Sıkıntıdan ilk saatlerde iki keki de yedim. Otobüste tık çıkmıyordu. Herkes baygın bir vaziyette uyuyordu. Allahtan Yeşim dönüşte daha az uyudu. İlk molamızda bana bir çorba ısmarladı. Yol boyunca da aldığı kekleri, cipsleri beraberce yedik.
Ve nihayet, 16 saatlik bir yolculuktan sonra, kazasız, belasız İstanbul'a vardık.

Ben gerçi dans edememiştim ama, otobüsle seyahat etme korkumu yendiğim için mutluydum.

Nadya Alpkonlar
nadyaalpkonlar@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,608,608,608,608,608,608,608,608,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


  D Ö N M E D O L A P

Bizler artık boks maçında Ali yi destekleyen Müslümanlar gibi Forman her yumruk yediğinde yüreğine su serpilen, Ali darbe aldığında böbreklerinde hissedenlerden olduk. Ali'ye olan mehilimiz sadece Müslümanlığından ötekine olan kin ise gavurluğundan. Başka da hiçbir alışveriş söz konusu değil.

Ne Ali babamızın oğlu, ne diğeri düşmanımız. Ali kazansa da bize bir faydası yok diğeri kaybetse de. Nasıl olsa bundan daha kötüye gidecek değiliz.

Altı milyon seçmen mantar gibi bitivermiş birkaç senede. Akıl, mantık, sağduyu, din, vicdan, merhamet.. Hepsini üst üste koysan işin içinden çıkmak neredeyse imkansız. Evlerimize geldiler bizleri saydılar, seyrek bıyıklı, bol pantolonlu kırmızı yanaklı içanadolu delikanlıları, ve dediler ki her şeyinizi doğru söylemezseniz bir bir, büyük ceza ödersiniz. Titrek koyunlar gibi anamızın kızlık soyadından tut da, babamızın ne zaman buluğ çağından çıktığına kadar ne varsa bülbül gibi şakıyıverdik. Bu gelen delikanlılara karşı yalan olmamak koşulu ile her türlü mahrem bilgiyi eksiksiz verdik. Bir de huzur duyduk üzerine. Devlete olan borcu ödemiş olmanın verdiği huzuru.

Ergenekon' dan tutuklarlar diye insanlar, normal konuşmalarını bile telefonlarda yapamaz oldular. Hiç kimseyi ilgilendirmeyen en basit mevzuların sırlarını birbirine açıklarken, iki dost, cep telefonlarını bir şeyin üzerine koyup, altı yada yedi metre uzaklaştıktan sonra kulaktan kulağa fısıldıyorlar. Bu anlattıklarım normal insan tepkileri. Ufaktan bilinen tanınanların ise vay haline. Anneannem bile telefonda; pahalılık çok oldu, emeklime zam gelmedi gibi lafları, ölmeden evvelki son zamanlarını içeride geçirmemek için söylemez oldu. Sadece ayaklarının ağrıdığından bahsedebiliyor.

Adamın biri, bir belediye başkanını bütün Ankara halkına sattığı , faturasını kestiği, çatır çatır parasını tahsil ettiği aleni bilinen rakamı bile milyonların gözü önünde, neredeyse iknada zorlanıyor, Ertesi gün aynada kendi yüzüne bile bakamaması gereken pehlivan "nasıl mat ettim ama" diyerek basının karşısına çıkıyor.

Bu olayları, olguları anlamak mümkün değildir. Bir sisli hazan mevsimidir bu mevsim. Yemeğe pislik bulaşmıştır. Neresinden kaşıklarsanız kaşıklayın bir pislik kokusu gelmektedir. Doğrular yanlış, yanlışlar doğru kılığına bürünmüştür. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu insanlar kavrayamamaktadır. Bir büyük kargaşa ve türbülans içerisinde insanlar dönme dolap sonrası dengesizliğindedir.

Düşülen denizde ne yazık ki sarılacak yılan bulunamamaktadır. Çünkü yılanlar da ne yapacaklarını şaşırmış durumdadırlar.

Dönme dolap sonrasında en mantıklı hareket, bir taşın üzerine oturmak ve normale dönmek için bir müddet beklemektir.

Sözüm muhalefete. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda. Milletin Ali'den yana tavır alacağını öğrenemediniz mi hala. Yok onun dedesi Ermeni, yok bunun dayısı Yahudi, falancanın halası Süryani der durursunuz.

Neden biliyor musunuz? Çünkü siz hala bir dönme dolapta olduğunuzun farkında değilsiniz. Bu öyle bir dolap ki planları çok uzun vadeli yapıldı. Bu dönmedolapta yıllardır aynı koltukta döne döne saçınız sakalınız tel kadayıfa döndü.

Bence siz artık inin. Kendinize, uzunca süre üzerinde oturacağınız, bir taş edinin bence.

Kıvanç Gülhan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Neslihan Güzel


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


BAZEN ELİNDE KAĞIT KALEM YÜREGİNDEN GEÇENLERLE SUSAR KALIRSIN

Bazen elinde kağıt kalem,yüreğinden geçenlerle susup kalırsın
Anılar depreşir birtürkünün nağmelerinde''ETEK SARI SEN ETEKTEN SARISAN''.
Gözlerinde çoktan unuttugun gözyaşların çağlar.
''Elveda'' diye kendi ölümüne şiir yazan şairin baktığı yerde ağlarsın.

Ansızın patlar lodos apansız ;korunmasız ,garip, çaresizken.
Savrulur durur hatıralar gözlerinde,kulaklarında,teninde.
Uçurtması elektrik tellerinde kalan çocuksun artık
Salya sümük ''NEDEN ,NEDEN'' der kıvranırsın.

Gölgeler sarar dört yanın görmezden geldiğiin
Avaz avaz sevdan çığlıklanır ,adını söylemeden
Koşar gider tüm yeminlerin ,bir özleyişin peşinde
Elinde kağıt kalem yüreğinden geçenlerle susar ...susarsın.

Sema Çevik Yıldırım

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet ortamındaki en geniş kapsamlı ve bir o kadar da güvenilir olarak kabul edilen ansiklopedik bilgi kaynağı http://tr.wikipedia.org Wikipedia'nın özellikle Türkiye için hazırlanmış olan bu web sayfasında her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Hatta kendi bilgilerinizi de bu ortamda paylaşabilirsiniz.

Oyunlar, komik resimler, animasyonlar ve komik videolar http://www.sempanze.net/ internette komik birşeyler yok mu diye merak edenlere alternatif bir web sayfası. İyi eğlenceler dilerim.

İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-08©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Sarı Laleler
MFÖ









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20081223.asp
ISSN: 1303-8923
23 Aralık 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com