Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.547

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Kim ister karanlıkta kalmayı?!..


Merhabalar

Olayların şokunu atlatınca insan daha serinkanlı düşünebiliyor. Dün bütün gün basını, yorumları mümkün olduğunca takip etmeye çalıştım. Ve öyle bir duruma geldim ki, Nasreddin Hoca misali, kimi dinlediysem "Sen de haklısın abi" demeye başladım. Aslında bu hepimizin ortak problemi. Şu memlekette yaşam mücadelesi veren bireylerin her birine çıkıp teker teker sorsan, bir tekinden bile "Ben karanlıktan yanayım." cevabını alamazsın. Alamazsın ama, karanlığı tarif et dersen bin türlü cevapla karşılaşırsın. Susurluk'ta "Sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık" kampanyalarına katılanların devlet üzerindeki sis perdesinin aralanmasına karşı çıkacaklarını söylemek zaten komik olur. "Öyleyse bu kamplaşmanın, aşağıdan yukarıya tüm kurumlara duyulan güvensizliğin nedeni nedir?" diye sorgulayarak olaya bakıldığında ortaya çıkan tablodur vahim olan. Buna ciddiyetsizlik mi demeli yoksa iş bilmezlik mi bilemiyorum ama ortada yanlış giden birşeyler var. Kafalarımız karışıyor, nasıl karışmasın? İkibinbeşyüz sayfalık bir iddianameyle yola çıkılıyor, birbuçuk yılda gelinen noktada, son dalgayla bu memleketin son yıllarına hukuk adına damgasını vurmuş şahsiyetler suçlanıyor. Çok doğal olarak bunun bir siyasi bir hesaplaşma olduğu kuşkusu uyanıyor. Diğer yanda hukuk zan altında bırakılıyor ama gene aynı hukuktan doğru bir karar vermesi bekleniyor. İşte bu çelişkiler yumağı bizleri daha da karamsarlaştırıyor.

Beyin cimnastiği yapar da, mesela bu davanın siyasi sayılabilecek öğelerinden sıyrılmış olduğunu bir an düşünebilirsek, aslında memleket için hayırlı sonuçlar doğurabilecek bir davayla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sonuçlarının ne olacağı bile farketmez. Örgütlenme sevdalılarının içine bir nebze korku salması bile yeterli olur. Ama maalesef kazın ayağı öyle değil işte. Mevcut iktidar, kadrolaşma adı altında devletin hücrelerine böylesine sirayet etmişken, bağımsız yargının başında Demoklesin kılıcı gibi sallanırken, evrensel hukuka göre suçlu sayılanları korumakla kalmayıp onlara devletin üst kademelerinde görev verirken ve en önemlisi dokunulmazlık zırhıyla kendi davalarından kaçarken, inandırıcı olmaktan uzaklaşıyor. Ve sorun da burada başlıyor. Geldikleri gibi gittiklerinde bu dava hala sürüyor olursa, işte belki o zaman, çok daha doğru, haklı, adaletli sonuçlara varılabileceği ve vatandaşın kafasındaki soru işaretlerinin azalacağını söyleyebiliriz. Öyle günlerin umuduyla hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 14

Geriye dönüp baktığımda kendime hep şu soruyu sordum. Recep çavuş beni koruyor muydu? Belki oğlunun sınıf arkadaşı olduğum için bana torpil geçiyordu. Bu soru elbette geçmişteki bir olaydan kaynaklanıyor. Anlatayım;

Can sıkıntısı insanı düz duvara tırmandırır. Çocukların bitmez tükenmez bir enerjileri vardır. Ve sürekli eşeklik mertebesinde yükselmelerini sağlayacak işlere bulaşırlar. Akşama doğru oynarken içimizden biri yazlık Sinema'nın makine dairesine bir taş fırlattı. Hava karardı kararacak, az sonra herkes evine dağılacak. Sonra oradaki beş, altı çocuk sanki ilahi bir komut almış gibi bunu tekrarladık. Sonuç ne olur tahmin edebilirsiniz. Makine dairesinde ne cam kaldı ne kapı. Her şey tuzla buz oldu. Pusuda bekliyormuş gibi Recep Çavuş ansızın ortaya çıkıverdi. Öyle suçüstü yapmış gibi, kızmış gibi görünmüyordu. "Gelin bakalım siz böyle," dedi. O mavi Bisan bisikletiyle çıkıp geldiğinde neyse ki benim elimde taş yoktu. Öteki çocuklarınsa elleri hala doluydu. "Sen şöyle ayrıl bakalım, sen yapmamışsındır," dedi. Ben onlardan dört beş metre geriye çekilip onları seyretmeye başladım. Recep çavuş önce cebinden defterini çıkardı. Sonra oradaki çocukların hepsinin adını, babalarının adını yazdı. Bisikletine binmeden önce'de "Babalarınıza söyleyin yarın saat on gibi belediyeye gelsin, dedi. Çekip gitti.

Önce utandım. "Ben de onlarla birlikte taş attım," demek istedim. Ama cesaret edemedim. Hem de bunu babama söyleyemezdim. Arkadaşlarım da delikanlılık ettiler. Beni ele vermeyerek bu işten uzak tuttular. Ertesi gün arkadaşlarımın babaları belediye binasına gittiler. Döndüklerinde çok öfkeliydiler ama çocuklarını dövmek için akşamı beklediler.

Yine o yılların bir yazında gününde koca kanal çok can aldı. Önce komşu köyden yaşlı bir amca eşeği ile kanala düşüp boğuldu. Ardından askerden yeni gelmiş bir delikanlı… Şimdi hepsini iyice anımsamıyorum ama bir ay içinde dört beş kişi kanalın sularına kapılarak yaşamını yitirdi. Olan yine bize oldu. Kanala girmeyi, yüzmeyi yasakladılar. Zaten her zaman yasaktı ama kontroller sıkılaştı. Kanal boyunda DSİ ekipleri, jandarma, kır bekçileri sürekli devriye gezmeye başladı. Birkaç kez kanala yüzmeye gittik ama her seferinde elbiselerimizi zar zor toparlayıp kaçabildik. Devriye gezen DSİ ekipleri bağların içinde kayboluncaya kadar peşimizden geldiler. Kanalın artık eski tadı kalmamıştı. Mecburen başka çareler aramaya koyulduk. Gediz ovasının sıcağında suya girmeden koca yazı geçirmenin imkânı yoktu. Koca Mera'nın öteki ucunda küçük bir sulama kanalı bir tahliyeye boşalıyordu. Her akşam sulama kanalından arta kalan sular oraya salıyor ve orada bir gölcük oluşturuyordu. Bu birikintide öğleden önce Sığırtmaç Hüseyin kasabanın sığırlarını suluyordu. Öğleden sonra ise tamamen bize kalıyordu. Su sapsarı, inek kokulu ve pisti. Ama genişti ve kulaç atılabiliyor, hatta dalma bile çekiliyordu.

Önce kimse bize aldırmadı. Kanaldaki kaçgöçten sonra işin tadını çıkarıyorduk. Biz göle dadandıktan bir hafta sonra Recep çavuş bisikletiyle yanımıza geldi. Çocuklar bu su çok pis, burada yüzmek yasak dedi. Hepimiz uslu çocuklar olduk. Elbiselerimizi alıp sudan çıktık ve kasabaya döndük. Gediz ovasının sıcağında sudan uzak durmak, uslu çocuk olmak kaç gün sürer? Sıcaklar ve can sıkıntısı dayanılmaz hale geldiğinde birkaç gün sonra Recep Çavuşu da unuttuk suyun pis olduğunu da. Yine bildiğimizi okumaya devam ettik.

Aradan kaç gün geçti bilmiyorum. Oyun, cümbüş içinde yüzerken recep çavuş bisikletiyle suyun kenarında bitiverdi. Ondan kaçmak için suyu geçip kanalın bulunduğu sete çıktık. Recep çavuş nasılsa suyu geçemezdi. Zaten geçmeye de çalışmadı. Telaştan elbiselerimizi alıp kaçmak aklımıza bile gelmemişti. Ne kadar elbise varsa hepsini toplayıp bisikletine atladı. Geldiği yoldan kasabaya geri döndü. Bağırma, çağırma, hakaret, küfür hiçbir şey söylemedi. Öylesine, hiçbir şey olmamış gibi çekip gitti. Anlayamadık… Salak salak ardından bakakaldık.

Peki, bizim elbiseleri nereye götürmüştü? Onları ne yapacaktı? Cevabı bulmak hiç zor değil. Elbette giysilerimizi belediyeye götürmüştü ve biz onları almak için kendi ayağımızla tıpış tıpış onun peşinden gidecektik. Hem de yalvara yakara… O gün benim şanslı günümdü. Neden bilmiyorum üzerimde bir cinlik vardı. Suyun kıyısında soyunduktan sonra giysilerimi öteki kıyıya götürmüştüm. Başımıza gelecekleri biliyormuşum gibi. Benden başka iki arkadaşım da öyle yapmıştı. Giysileri Çavuş'a kaptırınca kendi aramızda tartıştık. Bağırdık, çağırdık, hatta Çavuş'un yedi sülalesine hayır, dua okuduk. Seksen tane seçeneğimiz yoktu. Akşam olunca eve çırılçıplak sadece kara bir donla gidemezdik. İçimizden seçtiğimiz iki çocuğu belediyeye gönderdik. Onlar giysileri alıp dutluğa geleceklerdi. Biz de o zamana kadar kasabanın içine girmeyecek, ağaçların kuytusunda saklanacaktık. Belediye gitme görevi verilen çocuklar geri kalan birkaç parça giysiden üzerlerine bir şeyler uydurdular. Onların üzerindeki biraz ondan biraz bundan kıyafetler gözümün önünde canlanınca hala gülüyorum. Keşke makine olsa da bir fotoğraflarını çekebilseydik. Ömür boyu bakıp bakıp gülebilirdik.

Bir saat sonra temsilciler heyeti belediyeden kucaklar giysilerle dolu çıkıp geldiler. Herkes giysisine kavuşmuştu ama pis suda yasak olduğu halde yüzen çocukların listesi de hiç eksiksiz Recep Çavuş'un elindeydi. Yine babalarımızı belediyeye çağırdılar. Belediyeye çağrılmaktan usanmış babalarımız yine öfkelerini bizlerden çıkardılar. Uslu çocuk olalım, akıllanalım diye…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


ATATÜRK'ÜN ANKARA'SI, ANKARA'NIN VEYSEL KARANÎ'Sİ

Kariyon Şiirleri İlk okullu olduğum zamanlardaydı. Annem, birilerinden bir yerlerden bulup buluşturduğu kitapları iyi okuma bilmemesini ya da gözlerinin iyi görmemesini bahane eder, bana okuturdu. Veysel Karanî'yi o okumalarda öğrenmiştim.

İlkelliğimizin sebep olduğu yedi fidanın ölümünün arkasından televizyon kanallarında konuşan adamın adının Veysel Karanî olduğunu öğrenince o zamanları yeniden anımsadım.

Annem kitabı elime tutuşturup yanı başıma oturunca okumaktan kaçmam olanaksızlaşırdı:

"Veysel Karanî Hazretleri, Yemen çöllerinde deve güdermiş. Sevgisi, saygısı bol, çok kanaatkâr bir evliyaymış. "

O an annemin bakışlarının, dersim var bahanesiyle ineğimizi, eşeğimizi otlatmaktan kaytarmalarımı hatırlattığını hissederdim.

Ben okumayı sürdürürken kendi kendine mırıldanırdı:

" Çoban olmak büyük adam olmaya engel değil. Nice müdürler, kaymakamlar vardır, adı anılmaz, böyle çobanlar vardır, dillerden düşmez."

Büyük adam, küçük adam; müdür, kaymakam… Annemin ne demek istediğini çözemezdim. Ama tekleye tekleye okumayı sürdürürdüm.

Karanî'nin, kör kötürüm bir anası olduğunu, deve çobanlığından kazandığı paranın yarısını onun bakımına harcadığını, kalanını da yoksullara harcadığını okuyunca yüreğimdeki bütün acıma ve yardımseverlik duyguları kabarırdı. Hele, Peygamber'i görmeyi çok istemesine karşın bakımını üstlendiği anasını, develeri bırakıp gitmediğini okuyunca sorumluluk duygularım doruğa çıkmış olurdu:

- Anneciğim, ben seni hiç bırakmayacağım.

Devam et, derdi annem:

" Yattığında ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla asi olmaklığının büyüklüğüne bak!"

Anlamazdım bunları. Ölüm sözcüğünden de ölesiye korkardım.

"Yüksekliği aradım, alçakgönüllülükte buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatte buldum. Nesep aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühtte buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum."

Bu kez ben bakardım annemin yüzüne. Annem daha çok anlamak istediğini anlatırdı.

- Alçakgönüllü ol! Gururlu ol; ama kibirli olma! Büyüklerine saygıda kusur etme! Üstlendiğin görevleri ibadet gibi gör! Sakın ha, başkalarının dedikodusunu yapma!

Öğütleri yağmur gibi yağdırırken ben öykünün sonuna ulaşmış olurdum:

" Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım."

Uykuyu pek sevmeyişimde, tüketimde ihtiyaçlarımla isteklerimi ayırt etmeye özen göstermemde o okumaların etkisinin olmadığını nasıl söyleyebilirim ki?

Ana babalar çocuklarına genellikle çocuğunun kişiliğine yansımasını beklediği adları verir. Ancak her insanın, adının yükünü taşıyacak kişiliğinin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Keşke eski ad verme geleneğini yeniden canlandırsak. Dede Korkut gelse boy boylasa soy soylasa, çocuklarımıza kişiliklerine uygun ad verse.

***

Nezihe Araz, Ankara'nın tanığı yazarlarımızdan biridir. Kendisi Atatürk'ün Ankara' sında şunları söyler:

"Başkent Ankara'da artık konser salonları, tiyatrolar, filarmoni orkestraları, operalar, konservatuarlar vardı. Gençler, sabahın altısından itibaren tiyatro salonlarının önünde kuyruklar oluştururdu. Devlet desteğinde resim yarışmaları düzenlenirdi. Ankara'da kitaplar okunurdu. Eleştiriler yazılır, tartışmalar düzenlenirdi. Biz ilk operayı, ilk gerçek tiyatroyu bu şehirde seyrettik, şiirler dinledik. Böyle bir Ankara'da büyüdük biz."

Bugünkü Ankara, yönetimini "Tüküreyim böyle sanatın içine!" diyen bir zihniyete teslim ederlerin Ankara'sıdır.

Bugünkü Ankara, görevi gereği girdiği evde cesetlerin giyinik mi çıplak mı olduğuna dikkat kesilenlerin Ankara'sıdır.

Bugünkü Ankara, kamuyu bilgilendirme toplantısından bile "Cuma vakti geldi!" diyerek tüyebilenlerin Ankarası'dır.

Bugünkü Ankara, cumhuriyetin Atatürkçü aydınlanmasına ve onun yürekli savunucularına savaş açmış sahte demokratların Ankara'sıdır.

Nezihe Araz yazısının bir yerinde: "Kim ne derse desin, Ankara'nın kalıcı iki özelliği var. Bunları kimse değiştiremez. Ankara kurtarıcıdır; düşmanları topraklarımızdan silkeleyip attı. Ankara kurucudur; Cumhuriyet'i kurdu. Mustafa Kemal'in ilkeleri ve bu ilkelere ulaşma yöntemleri Ankara'nın taşında toprağında yaşıyor. Dikkatle bakın, bunu siz de görürsünüz. " der.

Araz'ın dediklerinden Ankara'da ne kaldığını 29 Mart'ta bize Ankaralılar gösterecektir. Bizim kendi yerleşimlerimizde vereceğimiz her oy da, Atatürk'ün çağdaş uygarlık ülküsünden asla ödün vermeyeceğimizi karanlığın bağrına yazan birer işaret fişeği olacaktır. Son iki gündür yaşadıklarımız, bu gerekliliği bize bir kez daha hatırlatmıştır.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Ağzım Kulaklarımda

Zannetmeyin ki; yeni yılda herşey güzel ve bu nedenle "ağzım kulaklarımda". Değil efendim, ondan değil. Savaşla başlayan yeni yılda "ağzım kulaklarımda" olabilir mi ? Ne yazık ki; savaşın kurbanlarının acıları en derinde. Onların çığlıklarını asla duymayan kulaklar ve ne dediğini bilmeyen ağızlar ise her daim yerli yerinde. Olsa olsa; savaştan rant sağlayanların "ağzı kulaklarında" olur. Varsa yoksa silah satma yarışı, kimlerin umurunda ki dünya barışı ..?

Eğer evde değilse genellikle oğlumun odasındaki telefon çaldığında hiç oralı olmam. Ve fakat susmak bilmeyen bir şekilde çalınca "hayırdır inşallah !" diye baktım ki;

"Bayramlık Ağızlara Kurbanlık Kulaklar"
http://www.kmarsiv.com/sayilar/20081205.asp#sesen
"Kurbanlık Ağızlara Bayramlık Kulaklar"
http://www.kmarsiv.com/sayilar/20081219.asp#sesen

yazılarıma ilham veren o bildik numara. Açtım telsiz telefonu dayadım kulağıma :

"İyi günler Ahmet Bey, ............'den arıyoruz, nasılsınız ?"
- İyiyiz çok şükür, sizleri sormalı ?
"Sağolun efendim, aramamızın nedeni..."

Zrrrrr, zrrrrr... "Haydaaa !"... Bu sefer ev telefonu çalıyor. Bir daha "Haydaaa !"... Zira; aynı numaradan aranıyorum...

- Biraz izin verebilir misiniz ?
"Elbette efendim..."

Açtım salondaki diğer telsiz telefonu, dayadım diğer kulağıma :

"Ben Arzu, Ahmet Bey ile mi görüşüyorum ?"
- Buyrun benim efendim...
"Aramamızın nedeni Aralık ayında aboneliğimizden ayrılmanız hakkında..."
- Kih kih kih ..!
"Neden gülüyorsunuz efendim ?"
- Biraz izin verebilir misiniz lütfen, sizden bir arkadaş sizden önce aramıştı da...
"Bizden mi ..? Ne hakkında ..?"
- Ben de öğrenemedim Arzu, bekleyin bildireceğim size nedir mevzu ...
"Tamam..."

"Neyi bildireceksiniz efendim ?"
- Dur kardeşim, size demedim, öbür telefondaki arkadaşa demiştim. Hangi nedenle beni aramıştınız buyrun ..?
"Aralık ayında yeni abonemiz olmuşsunuz da, yayınları izleyebiliyor musunuz ?"
- Evet izliyorum...
"Nasıl, memnun musunuz ?"
- Memnunum...

"Madem memnundunuz, neden ayrıldınız aboneliğimizden ?"
- Kardeşim sana demiyorum, senden memnun değilim... Bu yüzden aboneliğinizden vazgeçtim.. Vaz-geç-tiiim... İşte o kaa ..!
"Ama daha yeni üyeydiniz ve 1 ay boyunca tüm kanalları açmıştık size... Neden vazgeçiyorsunuz şimdi ?"
- Kardeşim sana demiyorum, senden memnunum dedim ya ..!

"Öyleyse; neden ayrıldınız aboneliğimizden ? Telefon konuşmamız bildiğiniz gibi kayıtlara geçiyor. Neydi şikayetiniz ?"
- Ekospor Paketi için 62,80 ödemem gerektiğini söylemiştiniz. Bu nedenle...

"Aman efendim, bir yanlışlık var. Ekospor Paketi için ayda 39,90 ödeyeceksiniz..."
- Size söylemedim kardeşim, biliyorum 39,90 ödeyeceğim...

"Ama 39,90'a abonelerimiz için bir Ekospor Paketi yoktu ki ?"
- Bana ne ? Ben o kadar ödeyeceğimi söylemiştim. Bütçem bu, ne yapabilirim ?
"Yazık olmuş, bunca senedir abonemizmişsiniz..."
- Siz tutturdunuz kardeşim 62,80 diye...

"Tutturmadık efendim, faturanız bugünlerde gelir. Siz de 39,90 olduğunu göreceksiniz. Zaten konuşmamız kayıtlara da geçiyor... Başka bir arzunuz ?"
- Arzu'yu versene telefona ?
"Arzu kim ..?"
- Öbür kulağımdaki... Ağzım kulaklarımda da ..!

"Ben Arzu, evet kulağınızdayım zaten.. Şimdi açın öbür dediğiniz kulağınızı... Bakalım seçmen listelerinde adınızı bu kez görebilecek misiniz ? İşte o zaman göreceğim ben demin söylediğiniz gibi; ağzınız kulaklarınızda mı yoksa kulaklarınız ağzınız da mı ?"
- Vay canına beni hatırladınız.. Diyelim b şıkkı, ne diyeceksiniz ki ?
"Afiyetle yersiniz artık o kulakları.. diyecektim.. Heh hee ..!"

dedi ve "Çattt !" diye kapadı...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Ömer Kemiksiz


(T)EMBELLİK (V)AKTİ

Ne zaman ki girdi evlere televizyon
Kimliğimizde o zaman başladı erozyon


Vaktimi boşa harcamak için ne yapmalıyım diye biri soracak olsa, ona çok rahatlıkla "Geç televizyonun karşısına" diyebilirsiniz. Acı ama gerçek…Televizyon günlük hayatımızın çok önemli bir bölümünü esir almış durumda. Sadece zamanımızı mı? Benliğimizi, ruhumuzu, kişiliğimizi ve daha sayamayacağımız pek çok şeyi…Velhasıl o, bizi bizden ve çevremizden çekip almıştır.

Şimdi bazılarının "Eee, ama televizyonda yararlı şeyler de var!"dediğini duyar gibiyim. O kişilere sadece şunu sormak isterim: "Onlara kim değer veriyor?" Zaman, insanın hayatında sahip olduğu çok önemli bir nimettir. Onun için ki atalarımız, "Vakit, nakittir."diyerek zamana, değer biçmişlerdir. Bu çok değerli ve asla tekrarı olmayan zaman dilimlerini, bir kutunun karşısında, üstüne üstlük kendimize faydası olmayan "şey"lerle harcamak akıl kârı mıdır? Bizimle birlikte uyanan ve bizimle birlikte uyuyan (bizi ise her an uyutan) bu nesneyi artık susturmanın, tamamen uyutmanın ( zira o uyuyunca biz uyanacağız) vakti gelmedi mi? Basit, seviyesiz, seyredilmek uğruna bütün çirkinliklerin sunulduğu ve bundan zerre kadar utanç duyulmayan programların bizlere bir şey kazandırmasını geçtik, bizlerden neler çaldığını ah bir anlayabilsek! "Zaman değişti, dünya bozuldu."diye serzenişte bulunanların acaba bu bozulmada hiç mi payı yok?

Doksanlı yıllarda çocuk olanlar, "Susam Sokağı" adlı programı çok iyi bilirler. Ben inanıyorum ki o zamanın küçükleri, bugünün büyükleri olan kişilerin hafızasında, bu program hâlâ taptaze, capcanlı bir şekilde yaşamaktadır. Hiç unutmam, ilkokuldayken millî bayramlarda yapılacak etkinliklerde o programdaki çok şeyi canlandırmışızdır. Bugün hangi programı çocuklarımıza canlandırmaları için tavsiye edebiliriz? Bugün hangi program seyrederken eğitir ve öğretir? O zamanlar ekranlarda gördüğümüz ve "ayıp" diyerek yüzümüzü çevirdiğimiz ve hepimizin yüzünü kızartan görüntüler bugün gayet doğal karşılanır oldu. Galiba televizyonlar bizden en önemli özelliğimizi, utanma duygumuzu çaldı. Küçüğe sevgi, büyüğe saygı da ondan sonra kalktı.

Gençlerimiz bugün kimlik bunalımı yaşıyorlarsa bunun en büyük sebebi televizyon dizilerdir. Bu gün onu, yarın başkasını, daha sonraki gün bir başkasını örnek alan, onun gibi giyinmeye, yaşamaya, inanmaya çalışan bir genç, en sonunda onlardan bir parça oluyor ama bir tek şey olamıyor: Kendisi. Kendi kişiliğini oturtamamış bireylerin toplumla uyum içinde yaşamasını bekleyemeyiz. Zira gerçek hayat, sanal/uydurma hayata benzemez. Orada görülenler madalyonun sadece bir yüzüdür. Diğer yüzü göremeyen gençlerimiz, o hayatı örnek almakla her şeyin çok güzel olacağına, kendilerinin de toplum nezdinde saygınlık göreceklerine inanıyorlarsa -maalesef- çok yanılıyorlar.

Televizyonların insanımızı zehirlediği, dahası uyuşturduğu kabul edilmesi gereken bir gerçek. Onun "karanlık" dünyasına hapsettiğimiz kişilerden, okumalarını, düşünmelerini, hayata eleştirel bakabilmelerini, üretebilmelerini, velhasıl "aydın" olabilmelerini beklemek çocukça bir saflık olur. Aslında, niye okumuyoruz, sorusunun cevabı da burada gizlidir. Görselliğe odaklanmış bir beynin, metne odaklanması çok zordur. Onun içindir ki çocuklarımızdan sıkça duyabileceğimiz, "Kitap okurken ilk sayfalarda sıkılmaya başlıyor ve artık okumuyorum."cümlesinin altında yatan temel neden de televizyonun dikkati dağıtmadaki işlevidir. Çünkü onda hep hareket vardır, metinde ise durağanlık söz konusudur. Madem yazıyı yine kitap okumaya getirdik, şunu da burada ifade edelim: Okumaya vaktim yok, diye mazeret öne sürenler, televizyona ayırdıkları zamanın çok değil sadece üçte birini kitap okumaya ayırsalar bu gün okuma düzeyimiz çok daha farklı olurdu diye düşünüyorum. İşleri için zaman yetiremediklerini söyleyenler, zamanı nasıl kullanacağını bilmeyenlerdir.

Misafirlik diye bir kavram bile yabancı oldu bize. Aynı apartmanda yaşayanlar birbirlerinden bîhaber. "Evinde bir hafta sonra ölü bulundu."şeklinde çok haber duymuşsunuzdur. Seviyesiz bir dizinin bir sonraki bölümünde ne olacak diye merak edenler, komşularını ertesi gün göremediklerinde "Acaba ne oldu?" diye niye merak etmezler anlamış değilim. Bu kadar mı birbirimize yabancı olduk, bu kadar mı duyarsızlaştık? Bir kutuya verdiğimiz değeri eşimize, çocuklarımıza, komşularımıza niye çok görür olduk? Aile içi sohbetler televizyon yüzünden rafa kalktı. Herkes kendi dünyasına çekildi. İnşallah yanılıyorumdur ama inanıyorum ki evlerimizde aile fertleri birbirlerinin yüzünü galiba sadece yemek yerken görüyorlar. Bu, gerçekten düşündürücü bir durumdur. Kanal sayısı arttıkça ruhumuz daha da kirlendi. Bütün kanallar (kanal)izasyon işlevi görür oldu.

Hadi şimdi kendimize söz verelim: Haftada en az bir akşam evimizde televizyon denen virüsü susturalım, o akşamı kendimize, eşimize, çocuklarımıza, komşularımıza ayıralım. Var mısınız?

Ömer Kemiksiz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


AKLA KARA: YÜREKTE YARA

Ampulle ortaya çıktılar
Karanlık sundular...
Aydınlanacağını sanan gafiller
Geçmişi mumla arar oldular
Verilen sadakalarla avundular...
Sömürüye soyguna paydos diye
Ortalığı ayağa kaldırdılar
Kalktık, yerimize oturdular!
Bir değişme masalı tutturdular
Karayı ak diye yutturdular
Kadınları çarşafa doladılar
Seçmeni kömür tozuna buladılar...

Erhan Tığlı

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bu da benden çocuklara yeni yıl hediyesi http://www.billybear4kids.com ister oyun oynasınlar, ister online eğitimlere katılsınlar ya da isterlerse bilgisayarlarına uygun ekran koruyucuları indirsinler.

Çizgi roman tutkunlarına özel bir web sayfası http://www.cizgiroman.gen.tr Kiminiz benim gibi çocukluğunuzun çizgi kahramanı Zagor’u arar. Bir başkası Mister No meraklısı. Çizgi roman meraklısı herkes buraya.

Sadece perşembe günleri yayınlanan haftalık bir e-dergi http://lecool.com/cities/istanbul/newsletters/current.html Format olarak biraz sıra dışı ama tarzını seveceğinizi düşünüyorum. Üye olduğunuz takdirde her hafta perşembe günü mail adresinize gönderiliyor. Keyifle okuyabileceğinize inanıyorum.

İster amatör, ister profesyonel olun çektiğiniz fotoğrafları paylaşmayı seviyorsanız sizin için uygun bir web sayfası tavsiye ediyorum http://www.fotokritik.com/ paylaşmayı sevenlere özellikle tavsiye olunur.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Woman in love
Barbara Streisand









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090109.asp
ISSN: 1303-8923
9 Ocak 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com