Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.550

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 14 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Cümleten paranoyak olduk hepimiz!..


Merhabalar

Salı günlerine bayılıyorum. Meclis'te grup toplantılarını iple çekiyorum. Biri bitip biri başlıyor ya işte ona hastayım. Bahçeli ile başlıyor, Tayyip Bey orta yapıyor, Bay Baykal golleri sıralıyor. Hiç aksini söyleyip milletin kafasını bulandırmayın. Tayyip Bey bu aralar epeyce form düşüklüğü gösteriyor. Devre arasını iyi değerlendirmesi lazım, şurada maçların başlamasına ne kaldı ki? Artık düz koşu mu yapar, yoksa bir ulemaya mı danışır bilmem ama böyle giderse şampiyonluğu rüyasında görür söyleyeyim. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş ya o hesap, gene bir pot kırmayayım diye ekrana gözünü dikip okumaya çalıştığı Gazze konuşması performans düşüklüğünün zirvesi gibiydi. Bir ara "Ben de babayım." diyerek kendine avantaj sağlamaya çalışsa da, çocuklarının mevcut durumundan nasıl bir baba olduğunu çok iyi bilen muhalifleri tarafından orta sahayı geçmesine izin verilmedi. Hele sözcüsünün kendinden evvel defaatle dile getirdiği "Yaran mı var, ne gocunuyorsun?" mealinde sataşmasıyla tribünlerden de "Ooooo" seslerinin yükselmesi bir oldu. "Yapma Tayyip Bey, kendine gel kime diyorsun bunu?" der gibilerdi ama Tayyip bey duymamazlıktan gelmeyi tercih etti. Maç bitip sahayı terkederken üstündeki formayı çıkarıp atmasından form grafiğinden kendisinin de pek memnun olmadığı sonucu pekala çıkarılabilirdi. Çıkardık ta.

Saatler 13:30'u gösterdiğinde Bay Baykal sahaya girdi. Onda da rakibinin tersine epeyce bir yükselme göze çarpıyordu. Son günlerde aldığı pasları yerinde ve akıllı kullanmasının semeresini yavaş yavaş almaya başlamıştı. Her pası gole çevirmeyi bildi. Bir "CHP'ye laf söylemeye senin çapın yetmez." deyişi vardı ki, valla yedek kulübesinden Tayyip Bey'in diş gıcırtdatmasını ben bile duydum. "Sen haftaya görürsün Bay Baykal." der gibiydi gıcır gıcır. uzatmalarda Bay Baykal, "Sapla samanı karıştırmadan adam gibi soruşturun." derken tribünler yıkılıyordu.

Yalnız gene dün öğrendiğim bir haberle yıkılmış durumdayım. Dört gün gözaltına alınıp sorgulanan Kılınç Paşa'nın Fenerbahçeli olduğunu üzüntüyle öğrendim. Şimdi bir Fenerbahçeli olarak saklanacak delik aramaktayım. Ya beni de Kılınç Paşa ile dolaylı ilişkimden dolayı götürürlerse diye diye salonun ortasında seğirtmekteyim. Gülmeyin, bu bilgi karmaşasında öyle paranoyak hale getirdiler ki insanı, bırakın iki laf etmeyi, insanlar birbirinin yüzüne bakmaktan çekinir oldular. Yoksa istedikleri zaten bu muydu? Kimbilir? Kendinize mukayyet olun, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Beyhan Ada


Hoşgörü mü dediniz?

Önceki yazılarımda da belirttiğim üzere yıllardır Hollanda'da yaşıyorum ve gözlemlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle.
Ben yaşadığım bu süreç içersinde bir tek insanın doğalgazdan öldüğünü duymadım.
Tek bir aracın kırmızı ışıktan geçtiğine ve 'trafik canavarı' tabirine şahit olmadım.
Yol ortasında yatan ezilmiş bir sahne yaşamadım.
Hastasına yetişmeye çalışan ambulans kraliyet makam aracının bile göremeyeceği bir saltanata hakim yollarda. Kendi askerinin öldüğü yada öldürüldüğü bir dönemde, halkının İsrail'i protesto etmek için Amsterdam sokaklarına döküldüğünü seyretmedim.
Namus davası zaten lugatlarında yok, namussuz diye öldürülen kadınların davaları görülmüyor davalarında. Elektrikler ve sular bir kez olsun kesilmez mi?
Kesilmedi işte. Ne susuzluk ne de karanlığı tanımıyor bu ülke. Oniki ayının on ayı yağmurlu geçen bu soğuk ülkede bir kez olsun pantolonumun paçası çamurlanmadı.
Parti başkanlarının birbirini yumrukladığını yada sandalye fırlattığını haber etmedi bu haber spikerleri.
Engelli insanların herkes gibi hakkı olan sosyal yaşantılarının yanısıra, evleri engellerine göre düzenlenir, işsizlik sıkıntıları yoktur ve kimsenin yardımına muhtac olmadan kalabalığın içinde özgürce yaşamlarını idame ettirirler.
Sokaklarında başı boş hayvan göremezsiniz sadece köpeğinin ihtiyacı olduğu için gece uykusundan kalkıp dolaştıran sahiplerini görebilirsiniz.
Boşanan aileler de bizdeki gibi kadınların baba ocağına dönmediğini bu ülkede yasadım, gördüm ve öğrendim.
Komşu kavgası, gelin kaynana kapışması, akraba dedikoduları ile uzaktan yakından alakaları yok.
Neden?
Neden mi?
Çünkü, hoşgörü hakim, çünkü bedene değil, yüreğe ve beyne değer veriliyor.
Çünkü, insanların kişisel tercihleri kimseyi bağlamıyor.
Çünkü, bir çok şeyi aşmışlar, kimse kimsenin ne yaptığıyla, ne giydiğiyle, nasıl yaşadığıyla ilgilenmiyor.
Çünkü, ülkedeki yönetim her şeylerini düşünmüş onların adına.

Küçük kızımın öğretmeni lezbiyen ve muhteşem bir eğitmen. Okurken bile rahatsız olduğunuzu hissedebilirim. Bizim inancımız gereği, kültürümüzde ayıp olması nedeniyle tiksinerek baktığımız bu konu burada öyle güzel aşılmış ki, ben bunu ne ayıp ne de günah olarak aksedemem çocuğuma. Varsın olduğu gibi kabullensin. Başka tercihlere, inançlara ve yaşam tarzlarına saygı duyması gerektiğini, öğretmeye gerek dahi olmadan saygıyla karşılayarak kocaman bir davranış sergilemiş olur küçücük bedeniyle.

Hoşgörü konusunda kimseye pabuç bırakmayan birilerine, gerçekten hoşgörülümüyüz diye sormadan edemeyeceğim.
Mahalle kadınları gibi ağız dalaşı yapmak mı hoşgörü?
Doğalgazdan yitirilen fidanlara leke sürmek mi hoşgörü?
Başınız sıkışınca ergeneye mi konacaksınız?
Tabii ki kardeşlerimizin hunharca katledilmelerine can dayanmıyor, aynı kınalı kuzularıma dayanmadığı gibi.
Elektrik kesintilerinde simgenizdeki ampule mi güveniyorsunuz?
Namusu iki bacak arasında sananlarla aynı düşüncedemisiniz ki ne bir mücadeleniz var bu konuda ne bir girişiminiz.
Benim engelli dostlarımın buradakilerden farkı nedir ki, bırakın iş sahasını, kaldırımdan inmek için kolaylığını sağlayamıyorsun.

Söylenecek çok şey varken sadece bunlara yetiyor kalemim. Hoşgörü konusunda kimseye pabuç bırakmazken, gerçekler birer tokat gibi çarptığında suratımıza ne olur hoşgörü'ye sahip çıkma hatasına düşmeyelim olur mu?
Hoşgörünüze sığınarak bir sonraki yazımda görüşmek üzere.

Saygılarımla.

Beyhan Ada


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,089,089,089,089,089,089,089,089,08
13 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Deniz Marmasan

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


   KAMÇILI KARANLIK

İnsanın içine karanlık ve pislik içindeyken 'umut' verme çabasında olan, başarısız, göze batan bir pembeyle boyalı, eski ve mutsuzluk saçan bir bina… Kundaklara sarılı bebeklerin ve deniz kokusuna hasret çocukların manzarası; yokluk… Hiç yaz gelmeyen sokağın rutubetli ışıklarında bile mecalsizlik var. Otobüslerin egzozlarından göz gözü görmezken çocukları hayata bağlama amacı olan yorgun bina, ucuz pembe makyajını akıtarak ağlıyor. Bu art sokakta yitirilen umut mezarları ve renksiz, sönük, içi lekeli balonlar var… Anne çığlıkları ve boş kantinde ilaç kokusu… Süregelen bir yitiriş…
Bir akşamüstü akşamsefalarının hareketlenmeye başladığı sıralarda, sıvaları dökülen bu yorgunlukta müziğimi kaybettim. Yorgun inen akşamdan vurgun yiyen kalemim kusmak istiyor, damarımda kirlenen kanı ve yükselen iltihabını hayatın… Yeşermeyen baharların çocuklarıydık. Sadece beynimizde kamçılanan doğru ve yanlışlar hep ceza ve ödüle doyardı. Kalbe dokunmaksızın geçen ömürlerin mimarlarıydık. Her yaz gölgelerin altında ve her kış sıcak koltuklarda sürüyordu ve herkes çığlıkları duymaksızın yaşayaduruyordu.
Dışarıyı görmekten çekindiğimiz pencereler ve rastlamaktan ürktüğümüz puslu atlaslar vardı. Kalemsiz geçen sınavlar ve sobada hazırlanmayan kestaneler…
Susturmaktan dilini kopardığımız vicdanımız benliğimizi terk ederken, kusamadık renklerimizi.
Doğar doğmaz kanımıza karıştırılan aşılar yetmedi bizi korumaya, pembe makyajını akıtan binaya nazırız yine, seneleri tüketsek de…
Superman kahramandı ama dünyadaki yoksulluğu yok etmiyordu. Masalların sonlarının gerçek olmadığını canımız yanarak öğrendik. Pollyanna olmamızı bekleyen yeryüzü kan revan içindeydi ve artık - fark etmeseler de- masallar işe yaramıyordu. Kurdun midesinde kalan kırmızı başlıklı kızlardık.
Bakir umutlar, günahkâr düşlere dönüştü. Gözlerimizin pınarındaki kan, nefretti. Ve öfke ve teslimiyet. Vicdanımızı mahpusa atmıştık ve artık nergis kokusu bile yetmiyordu kışı mucizevileştirmeye.
Gözlerimizi kapatmaya ramak kaldı… Vasiyetsiz ömrümüz, kefensiz hayallerimiz vardı. Verdiğimiz soluklar bir anı defteri doldururcasına olağan, rafa kalktı, yıllandı ve tozlandı ve yakıldı…
Şimdi Tanrı kahkaha atıyor. Kan damlıyor… Mevsimsiziz. Göz kapaklarımıza akşam iniyor ve erken tükeniyor sigara dumanı.
Ve ben ölüyorum, o gülüyor…
Es ve kamçı…

Deniz Marmasan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  YOLUN YOLCUSU -5

Karanlık yolun bir yerinde sisli, puslu bir tünelden geçtikten sonra kulağıma çok derinden sesler gelmeye başladı. Gözlerim açılır açılmaz ayağa fırlamak istediysem de kalkamadım. Sanki, denizin ortasında bir motorda yine bir yerlere götürülüyordum. Başucumda durmadan konuşan, yumuşak sesli, çukulata renkli insanın bir kadın olduğunu fark edebildiğimde içim titriyordu.

"Bayan, bayan, korkmayın!" diye sürekli tekrarlıyor, sanki beni kırk yıl öncesinden tanırmış gibi de kucaklamaya çalışıyor, saçımı-başımı okşayıp bana su içirmeye çabalıyordu.

- Yolda çok korkmuşsunuz. Lisan bilmemek ne kadar kötü. Eşim size yardımcı olamadığı için çok üzgünüm. Lütfen, artık korkmayın. Benim adım Jose. Siz, aylardır tatil köyümüze gelen ilk bayansınız... Sizi dünden beri dört gözle ve heyecanla bekliyorduk. Eğer izin verirseniz, bizleri ne kadar mutlu ettiğinizi size göstereceğiz...

Ayağa kalktığımda, gerçekten kocaman bir balıkçı teknesinin içinde olduğumu görünce çok şaşırdım. Etrafımda, karanlıkta gözleri ışıl ışıl parlayan çoluk çocuğu görünce, kendime güven gelmeye başladı. Jose, teknenin motorundan çıkan gürültüye meydan okurcasına bağıra- çağıra bana, kendisinin orta okula kadar Fransa'da okuduğunu, dört çocuğu olduğunu, Haiti'ye gelin olarak dönmekten mutlu olduğunu anlatmaya çalıştı. O kadar bitkindim ki, varla yok arasında, söylediklerinin ancak yarısını dinleyebiliyordum.

Karşı sahil her neresi ise, yaklaştıkça ışıklar fazlalaşıyordu, tekne hızını kese kese iskeleye yanaşmaya çalışırken birden sahilde müzik çalmaya başladı. Bir sürü çukulata renkli kadınlar, adaya has, o çok ritmik şarkılardan söyleyerek, hoplaya-zıplaya bizi karşıladılar. Tekneden iner inmez de sağ kulağımın arkasına kocaman bir sarı çiçek kondurdular.

Biraz ilerleyip palmiye ağaçları ile çevrili bir parka girer girmez, yine son derece canlı bir müzikle etrafımda dans etmeye başladılar. Daha sonra da etrafı çiçeklerle donatılmış kocaman bir tepsiyi başlarında taşıyan dört kadın, döne döne dans ederek o koca tepsiyi önüme getirip yerleştirdiler. Tepsinin içersindeki rengarenk, büyüklü küçüklü, envayi çeşit meyveleri bakmaya doyamadan hayranlıkla seyrettim. Tepsinin tam ortasında da uzun bir surahi ile, yapraklarla sarılmış bardaklar, çok hoş bir manzara oluşturuyordu.

Birden, palmiye ağaçlarının arasından Afrika tamtamları çalmaya başladı. Bu sefer de adanın erkekleri, eski Afrika yerlileri gibi giyinmişler ve müthiş dans ediyorlar... derken, dikkatle bakınca, bir de ne göreyim?.. Aman Tanrım!.. Gözlerime inanamıyorum, bizim şoförle, arkadaşı da dans edenlerin içinde... daha dikkatli bakınca, şoförün elindeki şişeyi de fark edebildim... Dans ede ede önüme kadar gelip şişeyi açtılar. Biri, bardağın içine biraz boşaltıp üstüne de sürahideki meyve suyundan ekledi.

Ben, artık kendimi tutamazdım. Sevinçle karışık, biraz da utanma duygusu ile, ilk başta suçladığım bu adamların karşısında doğrusu eziklik hissederek, bana uzatılan bardağı almakta bir an tereddüt edince, her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

- Hoş geldin içkisini içmek mecburiyetindesiniz...
- İlaç bu, ilaç... çabuk, bir yudumda içip bardağınızı boşaltın, herşeyi unutturur…

İçkiden ilk önce bir yudum içtim, doğrusu nefis bir tadı vardı. Bir-iki yudum daha falan derken, üçüncü bardağa kolayca yaklaşınca, kuyruklu yıldızım, bardağıma hemen burnunu sokuverdi.

- Hani bir keresinde, "votka çok rahat içiliyooo" deyip dut gibi olduğunu hatırlıyor musun?

Der demez, korkumdan bardağı yaprakların arasına saklamaya çalıştım ama gözlerinden kaçmadı. Hemen bana takılmaya başladılar: "Bugünkü araba yolculuğunu ancak bu içkiden içerek unutabilirsiniz..."

Jose eşini tutup, şöyle bir sarstı ve ona her ne söyledi ise, adam beni tuttuğu gibi tamtamların eşliğinde üç defa havaya fırlatırken, hepsi bir ağızdan da, "Seeeee Sa…" (işte böyle, işte böyle) diye bağıra, bağıra tempo tutup coşuyorlardı.

Hep beraber dans etmeye başladıklarında, adanın dünyaca tanınmış yerel dansının "Merenge" olduğunu hatırladım. Merenge dansı, İspanyola Adası üzerindeki Haiti ve komşusu Dominik Cumhuriyeti'ndeki fakir Afrika'dan getirilen kölelerin sosyal ve ekonomik dışlanmışlığını ve terk edilmişliğini dile getirir.

Afrika'dan getirilen kölelerin ayak bileklerine demir tasma geçirilip zincirle bağlanarak şeker kamışı tarlalarında çalıştırılıyorlardı. Tarlalarda ritmik davul vuruşlarıyla birlikte ilerliyorlardı. Zincire vuruldukları için her adımda bir bacaklarını sürüklemek zorunda kalıyorlardı. İşte, Merengue'nin bu hareketten doğduğu anlatılır.

Diğer bir rivayet ise, Dominik Cumhuriyeti'nin kurtuluş savaşlarında çok sayıda kahramanlık göstermiş, çok sevdikleri bir adam varmış. Bu kahraman, bir savaşta ayağından yaralanmış. Savaştan dönüşünde her gittiği şehirde ona "hoş geldin" eğlenceleri ve danslar yapılıyormuş. Bütün insanlar onu sevdikleri için bir ayaklarını gevşek bırakıp sanki bir ayakları sakat gibi sürükleyerek dans ediyorlarmış. Merenge dansının böyle oluştuğu da söylenirmiş…

İkinci rivayeti daha uygun buldum. Bu gece beni de bir "kahraman" gibi karşıladılar…

Korkularım bitti, ama yol bitmedi… Bu gece de böyle mutlu ve dans ederek geçti


Bitmedi

Banu Kurtis Chouard


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Dilara Mete


Gözlerin Gözlerime Değince Felaketim Olurdu... -1

BİRİNCİ BÖLÜM

-Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu, ağlardım-
Attila İlhan


Kış mevsimin yaklaştığını hissettiren günlerde bavul hazırlamak hep zor gelmiştir bana. Soğuk, bulutlu, kasvetli bir şehirde yaşayıp; hala yaz mevsimini süren bir şehri hayal ederken ,üşüyüp ürperirim hep. İsteksizce hazırlanırım. Uzun yolculuklar da tedirgin eder beni aslında. Her gidişimde arkamda birşeyler bıraktığımı düşünürüm. Döndüğümde bıraktığım yerde bulamayacağımdan korkarım. Hep garip bir huzursuzlukla kapıdan çıkar, sokağın köşesinden son bir kez bakarım evime.

Uzun yolculukları sevmeyen biri için ironik ama, aslında havaalanlarını severim. Sonsuz bir özgürlük duygusu ile hafiflerim. Ellerinde çantaları, bavulları, takım elbiseleri ile oradan oraya koşturan insanları izlemek keyif verir bana. Hikayeler uydururum hayatları, kim oldukları, nereye gittikleri hakkında. Mutlu kavuşmalar, sımsıkı sarılmalar yüzüme bir gülümseme kondurur. Yalnız ve düşünceli yüzler buruklaştırır beni havaalanlarında. Bir taraftan kendi maceramı düşünürüm. Her yeni bir yolculuk sonunda bir sihir beklerim sanki. Bindiğim tarifeli uçağın, aslında sihirli bir halı gibi beni masal ülkesine götüreceğini ve sonu mutlu biten bir maceraya sürükleyeceğini düşlerim.

O ılık ama yağmurlu Ekim sabahında, havaalanında kahvemi yudumlayıp ilk sigaramı içerken, henüz yeni kalabalıklaşmaya başlayan salonda, insanları seyrediyordum. Düşündüğüm bir masal, bir sihir veya bir macera yoktu bu kez. Tek isteğim; bir an önce hâla sıcak olan şehre ulaşmak ve bedenimi güneşe teslim edip, dalga sesleri arasında ruhumu dinlendirmekti. Son zamanlarda hoyrat davrandığım, hırpaladığım, haksızlık ettiğim ruhumla barışmak...

Otelin lobisinden içeri girdiğimde saatlerdir yollarda gibiydim. Uçakta yanımda oturan kadın durmadan konuşup, büyük bir hevesle başladığım kitabım için tüm dikkatimi dağıtmış, bagajlar çok geç gelmiş ve otele gidecek otobüsün kalkması için uzun bir süre beklemiştim. Nihayet artık oteldeydim. Hava yaz mevsimi kadar sıcaktı. Güneş insanı yakıyor, hafif bir iyot kokusu duyuluyordu. Balkonda durup derin bir nefes alırken ne zamandır beni terketmiş olan huzur duygusunu yeniden hissettim. Ve başka birşey daha. Tarifsiz bir heyecan. Hani hayat olağan akışında gidiyordur da sanki yeni birşey olacak gibi hissedersiniz ama ne olacağını bilemezsiniz. Mideniz düğümlenir, kalbiniz hızlı hızlı atmaya başlar, sabırsızlıkla beklersiniz. ''Kahramanımızı neler bekliyor acaba'' dedim gülümseyerek.

Tanışma kokteylinin hazırlıkları başlamıştı. Açık balkon kapısından; ılık, tatlı bir rüzgarla birlikte hafif bir müzik sesi odaya doluyordu. Son kez aynada kendime baktım. Şampuan kokan ıslak saçlarıma, askılı mavi elbiseme, henüz açılmamış yanık tenime, abartısız makyajıma ve ışıltılı gözlerime baktım. Kendime gülümsedim. Aşağıda beni çağıran bir ses vardı. Artık gitmeliydim.

Hava kararmış, orkestra hareketli müziklere geçmişti. Birbilerini pek de tanımayan kalabalığın kahkahalarında, içkinin gevşeten tesiri hissediliyordu. Uzun zaman sonra eski arkadaşları görmek önceleri bir gerginlik yaratır. Eğer sadece belli zamanları paylaşıyorsanız kaldığınız yerden devam etmek zordur. Başlarda adet yerini bulsun diye yapılan iltifatlı konuşmalar, zaman ilerledikçe yerini keyifli sohbetlere bırakır. Bu gece de öyle olmuştu. Müzikle beraber insanlar da canlanmış, hareketlenmişti. Küçük bir grupla sohbet ederken, bir taraftan da etrafta başka tanıdık var mı diye bakınıyordum. Anlamlandıramadığım ''şimdi birşey olacak'' hissi artarak devam ediyordu. Yüreğim ağzımda kelimesinin anlamını ilk kez o gece farketmiştim. Sabah erken kalkmanın, yolculuğun yorgunluğuna verip üzerinde durmamaya çalışıyordum ama nabzımın hızlanmasını, şakaklarımdaki baskıyı gözardı edemiyordum. Neden sonra, sebepsizce, aniden başımı çevirdim. O an müzik durdu, sesler durdu, zaman durdu. Sadece gece ve yıldızlar vardı. Bir de gözlerimin takılıp kaldığı o bir çift bulutlu göz. Saatler sürmüş gibi gelen o zaman diliminde bir ben, bir de bildim dedirten hüzünlü, derin, bahar yeşili gözler. Yanaklarımı yalayıp geçen rüzgar, garip bir huzurla doldurdu içimi. Adını bilemediğim bir şarkının sade notaları dolanmaya başladı zihnimde. Denizin ortasında bir girdaba yakalanmaya benziyordu. Karşı konulamayan, çıkışı olmayan. Sanki tüm sınırlar kalktı ve denizle gökyüzünün birleştiği ufuk çizgisinde buldum kendimi. Sonsuz ve herşey olma hissi. Keşke hiç bozulmasa ve ömrümün sonuna kadar böyle hissedebilsem dedi gözlerim gözlerine...

İlk görüşte aşka inanırım ben. Hiç aşık olmayışım da ondandır belki. Hep sevdim, ama hiç aşık olmadım. Sevgilerim; zaman içerisinde yaşanmışlıklarla, paylaşımlarla büyüdü, demlendi ama hep filmlerdeki, romanlardaki ilk görüşte aşkı bekledim. Masallarla büyüdüğümden belki. Sindirella prensini görür görmez aşık olmamış mıydı? Kurbağalar öpünce prense dönüşmez miydi? Kıpkırmızı bir elma ile zehirlensem, beni kurtaracak prensimin öpücüğü değil miydi? Belli ki çocukluğuma yapılmış en büyük kötülük, masallarla uyutulmaktı. Oysa ki gerçek dünyada hiç bir erkek camdan ayakkabının sahibini bulmak için ev ev gezmiyor, prens sandıklarım öpünce kurbağaya dönüşüp, kalbimde geçmesi zahmetli koca bir siğil bırakıyordu.

Masallara inanan kız çocukları, genç kız olduklarında da filmlere inanır. Hani kahramanların köşebaşında çarpışıp, dağılan paketleri toplarken göz göze gelip birbirlerine aşık oldukları romantik Hollywood filmlerine. Benim favorim Meg Ryan filmleridir. Özellikle biri vardır ki, ilk seyrettiğim günden beri işaretlere inanmamı sağlamıştır. Filmin bir sahnesinde Meg Ryan, bir gökdelende erkek arkadaşı ile yemek yerken, aklı o gün Empire State binasında buluşmak üzere sözleştiği ancak pek de tanımadığı adamdadır. Mantığı orada kalıp erkek arkadaşının evlenme teklifini kabul etmesini söylerken, karşı binanın ışıkları kırmızı kocaman bir kalp şeklinde yanıp sönmeye başladığında '' bu bir işaret olmalı'' der ve randevuya yetişebilmek için sokaklarca koşup binaya ulaşır. Ama geç kalmıştır. Adam Empire State'de son dakikaya kadar beklemiş ve gitmiştir. Kadın nefes nefese en üst kata ulaştığında, adamın orada olmadığını görüp büyük bir hayal kırıklığı içinde geri dönecekken, asansörde karşılaşırlar. Adam, çocuğunun çantasını yukarda unuttuğu için geri dönmüştür. Birbilerine sarılırlar ve film beklendiği gibi mutlu sonla biter. Kadın, işaretlere inanmış ve sonunda aradığı aşka kavuşmuştur. İşte yazdan kalma o Ekim akşamında, ilk kez işaretlere inandım ben. Orada öylece, yaşadığım karmakarışık duyguların şaşkınlığı ile kalakalmışken, ''bu bir işaret olmalı'' dedim kendi kendime. İlk kez bir işaretin peşinden gitmek istedim sorgusuz, sualsizce. Beni nereye götüreceğinden korkmadan, hesaplar yapmadan, önyargılarımın esiri olmadan, ruhuma engeller koymadan...

Söz konusu kadın-erkek ilişkileri olduğunda, genelde kötümser yanım ağır basar. Hep ilişkinin en güzel yerinde, kötü birşey olacağından ve bu güzel günlerin çok uzun sürmeyeceğinden korkarım. Korktukların hep başına gelir ya. Belki kendi senaryomu kendi yazdığımdan, belki zaten hep imkansızın peşinden koştuğumdan düşündüklerim er veya geç gerçekleşmişti bugüne kadar. Ama bu kez felaket senaryolarım yoktu. Sonsuz bir inançla sarmalanmıştım sanki. Biliyordum, O'nun kaderimde olduğunu açıklanamaz bir hisle biliyordum da bir taraftan nasıl kaptırmak isterken kendimi, öte yandan o kadar kaçmak istiyordum. Öyle derin, öyle büyüktü ki geçmişten gelen yaralarım. Yaralarımı sararken verdiğim uzun molalarım...

İşaretler, karanlık bir gecede yönümü gösteren kutup yıldızım olmuştu. Ne zaman O'nu düşünsem yanımdan geçiyor, kafamı çevirdiğim yerde karşıma çıkıyordu. Uzaktan beni izliyor, ama yanıma gelmiyordu. Belki başka bir yürekteydi kalbi. Belki geç kalmıştık birbirimize. Belki bakıyor, görmüyordu. Tüm bu gürültülü sesler uğuldarken zihnimde; vakit geçiyor, büyük, kalabalık keşmekeşe dönme zamanı yaklaşıyordu. Ve ben daha adını bile bilmiyordum. Burada mı bırakacaktım kuytu köşelere sakladığım, kapağına kilitler vurduğum halde birden bire prangalarından kurtulmuş tutkularımı? Hiç hesaplanmamış bir heyecanı yaşarken, sıradan, tatsız tuzsuz, tekdüze hayatıma geri mi dönecektim? Güneşin en tatlı sarısını görmüşken gözlerim; renksiz, sıkıcı düzeni nasıl kabul edecekti yüreğim?

Dönüş vakti yaklaşıyordu. Bütün gün otelde gözlerim boş yere O'nu aradı. Kahvaltıda yoktu, kumsalda yoktu, barda yoktu. ''Gitmiş'' dedim üzüntüyle. Tek bir kelime konuşamadan, sesini bile duyamadan gitmiş. İçimde kocaman bir boşluk oluşmuştu. Nasıl olur da adını bile bilmediğim bir insan, gidişi ile bir parçamı da götürebilirdi? Bu anlamsız boşluk hissi de neydi? Pişmanlık mıydı yoksa göğsüme binlerce ton ağırlığı ile çöküp nefes almamı zorlaştıran duygu? Yanına gitmediğim, çekingen davrandığım için duyulan pişmanlık. Belki biraz kendime kızgınlık. '' Ne kaçırdığını bilmiyorsun'' dedi içimdeki iflah olmaz romantik. '' Şimdi hayatın boyunca bu anı her hatırladığında keşke diyeceksin.'' Bayan mantık hemen devreye girdi. '' Aman ne olacak canım. İki gün sonra hiç birşey hatırlamazsın. Bu bir illüzyon ve sen kendini kandırıyorsun'' İçimdeki seslerin atışmasından sıkılıp bavullarımı toplamaya başladım. Artık masallara inanmaktan vazgeçsem iyi olurdu. Dışarda gerçek dünya beni bekliyordu.

Havaalanına giden otobüste sessizlik hakimdi. Bir yolculuğun gidiş ve dönüş safhalarında ne kadar farklı ruh hallerine sahip oluyor insan. Özellikle tatile gidiyorsam, gidiş yolu bitmek bilmez gibi gelir bana. Yola çıkmak için sabahın alacakaranlık saatlerinde bile uyansam, hemen ayılırım. Evden çıkana kadar hissettiğim huzursuzluk, yolda sabırsız bir neşe halini alır. Dönüş yolunda ise, kısa zamanlara sığdırılmış anıların yoğunluğundan olsa gerek konuşmaya mecalim kalmaz. Yol boyu; geçirdiğim günleri başa sarar, tekrar yaşarım. Sanırım herkes aynı ruh halinde olduğundan, otobüste duyulan tek ses, radyodan gelen cızırtılı bir şarkıydı.

Dilara Mete


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


SAVAŞ ÇOCUĞU

Savaş okulunda
Kin ve nefret okuttular bana
Uçamadı barış güvercinim
Kanadı bulandı kana
Niye esmiyor ana
Mutluluk adlı rüzgâr
Bizden yana...
Subaşını devler tutmuş
İçemedim sevgi çeşmesinden
Kana kana...

Erhan Tığlı

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bazı programlar vardır. Bilgisayara kurmak, istediğiniz zaman kaldırmak veya başka bir bilgisayarda çalışmasını sağlamak genellikle zor gelir; ama onlarsız da yapamazsınız. http://portableapps.com/ web sayfasında en çok ihtiyaç duyulan bilgisayar programlarının taşınabilir versiyonlarını bulabiliyorsunuz. Bu programları sadece taşınabilir disk ya da usb flash belleğinizde taşıyıp, istediğiniz herhangi bir bilgisayara bağlayıp kurulum yapmadan çalıştırıp kullanabilirsiniz.

http://www.bubblebox.com/ Tamamen İngilizce olmasına rağmen Türk çocukları arasında yaygın olarak kullanılan bir online oyun sitesi. Çocuklarımız hangi oyunları oynuyor diyen anne ve babalara tavsiye ediyorum. Ve tabi ki oyun meraklılarını da unutmamak lazım.

Aradığınız bir bilgiyi, tam bulduğunuzu sandığınız anda karşınıza üye olmayan giremez ve hatta, girse bile bilgilere ulaşamaz şeklinde bir uyarı ekranıyla karşılaşırsınız. İşte bunlara önlem olarak, http://www.bugmenot.com/ web sayfası sizin için neredeyse tüm üyelik gerektiren web sayfalarına üye oluyor ve size kullanmanız için üye adı ve şifresi sunuyor. Böylece, acaba ben bu web sitesine üye miydim? Ya da üyelik için bu kadar soruya cevap vermek zorunda mıyım? Gibi soru ve sorunlarla uğraşmıyorsunuz.

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




O Caritas
Cat Stevens









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090114.asp
ISSN: 1303-8923
14 Ocak 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com