|
|
|
20 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kablo'nun netliği bozuldu!.. |
Merhabalar
Son zamanlarda can sıkıcı bir gelgit olayı yaşadığım KabloNet'in son numarası neticesinde Dünya ile ilişkim kopmuş durumdadır. Şu an okumakta olduğunuz Kahve Molası cep telefonu marifetiyle posta kutularınıza ulaşmıştır. Problemi düzeltme umuduyla yaptığım kazı çalışmalarına devam etmek üzere izninizle huzurlarınızdan hızla ayrılmak istiyorum. Yarın kabloyu daha net görebilmek umuduyla şimdilik hoşçakalınız efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Anne olmak için
Her annenin bir hikayesi vardır. Hamile kaldığının sinyallerini, eşine anlatacağı anın heyecanını, ilk tekmesini, doğum sancılarını, bebeğini büyütürken çektiği zahmetleri, hayata karşı sapasağlam yetiştirmesini anlatmak her annenin haklı gururu. Ben de bir anneyim ve benim hikayem biraz daha farklı.
Bir de 'üvey anne' ve 'analık' gibi tabirler vardır ki; halk arasında insanın tüylerini ürperten, sözü açılınca yüzünü buruşturan, bakışlarıyla rahatsızlığını belirten 'analık'.
Yeşilçam filmlerinde çok sık seyrettiğimiz, t.v. programlarında, gazete haberlerinde sıkça rastladığımız konudur 'üvey anne' hikayeleri.
' Analık, üvey anne', 'tüüü kaka' gibi bir bakış oluşmuş toplumumuzda, nasıl olmuşsa yerleşmiş ve kabul görmüş bir dokunulmazlık olmuş. Peki değişmez mi bu, değiştirilemez mi?
Değiştirmemiz gereken öncelikli başka bir toplum ayıbı da, boşanmış anne babaların çocuklarına, 'tüüüüh tüüüüh tüüüüüh, vah vah vaaaah, zavallı çocuklar' damgasını vurmaktır. Neden hep kolayı seçiyoruz ki, bu damganın yerine, ' biz ayrıldık ama, annen hep annen, baban hep baban kalacak' bilincini mühürlesek yüreklerine, hayata daha sıcak bakan, güçlüklere daha dayanıklı bireyler yetiştirmiş olmaz mıyız? Neden hep bir taraf 'kara koyun' olmak zorunda ben bunu anlamıyorum, yoksa benim aklım mı kıt olan?
Onbir yaşındaydı kızım telefonla ilk konuşmamızda. Resimlerinde hep boynu bükük, mavi gözlerinde hep ağlamaklı hüzünlü bakışları acıtmıştı yüreğimi. Sesi de hüzünlüydü resimdeki gözleri kadar.
'Nasılsın kızım' dediğimde sadece, ' iyiyim' diyebilmişti titreyen aynı zamanda da bir o kadar soğuk sesiyle. Kendini öfkeli, çaresiz ve yalnız hissettiği o kadar belliydiki.
Ondört yaşlarındaydı birbirimizi ilk gördüğümüzde. Ben ona sarıldığımda iki elleri yanda, hiç kıpırdamadan duran bedeninin içinde çarpan yüreğini hissettim sadece ana yüreğimde. Mesafeli geçen günler, haftalardan sonra bir gün konuşmamızın zamanı geldiği gün, aldım ellerini avuçlarımın içine, öptüm alnından ve akıttım gözyaşlarımı içime;
' Bak kuzum, annen ve babanın boşanması senin suçun değil, böyle olması gerekiyormuş olmuş. Bazen hayatımızda hiç olmasını istemediğimiz durumlarla karşılaşabiliyoruz. Buna yıllarca üzülmemiz çözüm olmayacağı gibi kendimize ve sevdiklerimize zarar vermekten öteye gitmeyecektir inan buna. Beni kabullenmekte zorlandığını biliyorum ama önce şunu bilmelisin ki, annenin yerini almayacağımı biliyorum, senden bana anne demeni beklemiyorum ama eğer sen de istersen ben seni tanımak istiyorum. Bana ismimle hitab edebelirsin, teyze yada abla diyebilirsin. Yeterki birbirimizi birer insan gibi görelim, birbirimize şans verelim ve saygı duyalım. Nasıl istersen, nasıl içinden geliyorsa öyle olmalı sadece bil ki annen olamam. Herkesin bir anne babası vardır. Senin de boşanmış olsalar bile bir annen ve baban var. Bu durumu benim babanla evli olmam değiştirmez, kimsenin de buna gücü yetmez zaten.'
Avucuma ufacık ellerini teslim edişinden anlamıştım biraz olsun rahatladığını.
'Babanı da anneni de suçlama bu yaşananlardan ötürü, kimseye ceza verme suçlular düşüncesiyle. Babanın seni ne kadar özlediğini görüyorsun değil mi?'
Yalnız konuştuğumuz yatağın üzerinde ilk kez değdi gözleri gözlerime.
' Ayrılmayıp kavga gürültü geçinen ailelerde yetişen çocuklardan daha şanslısın sen inan buna.'
Elleri ve gözlerinden sonra bedeni de rahatlamış olsa gerek omuzuma dayadı başını usulca.
'Annem hiç böyle anlatmadı bunları bana, biz annemle hiç konuşamıyoruz böyle' derken gözyaşları süzüldü çıplak kollarımdan.
' Bu annenin suçu değilki kızım. Toplum böyle şartlandırmış insanımızı. Toplumun bakış açısı bu ve bu toplumda yetişen annen de farklı bakmayı düşünememiş olabilir, bu bir toplum ayıbının getirisi' diyerek okşadım saçlarını.
Boynu bükük tanıdığım kuzum, şimdi başı dimdik geziyor, toplum içinde benimle görünmekten duyduğu rahatsızlığın yerini gurur aldı. Birgün alış veriş yapıyoruz, beğendiği giysiyi üzerinde denerken benim düşünceme istinaden, satış sorumlusu bayan ' annen doğru söylüyor' dediğinde ikimizde aynı anda gözgöze geldik kızımla ve o gün gözlerinde gördüğüm kahkaha ve itiraz etmeyiş hayatımda aldığım en büyük hediyesiydi bana.
Aradan altı yıl geçti, tatile ülkeme gitmek için değil kızıma kavuşmak için gün sayıyor, birlikte geçireceğimiz günlerin hayalini kuruyor ve birbirimizi çook seviyoruz.
Ben 'analık' yada 'üvey anne' değil Beyhan teyzesiyim kızımın. İhtiyacı olduğu zaman yanında olabilecek, konuşmak istediğinde güvenebileceği, derdini ve mutluluğunu paylaşabileceği bir Beyhan teyze. Anne olmak için doğurmak, sancıları çekmek gerekiyorsa illaki, çektiğim sancılara Beyhan teyze ünvanı yaraşır ve yeter bana. Bu konuya kızımın bir mesajıyla koyuyorum noktayı:
' Sen benim canımsın yaaa, seni o kadar çok seviyorum ki, seni tanıdığım için o kadar çok şanslıyım ki Beyhan teyze, iyi ki varsın iyi ki hayatımdasın.'
Beyhan Ada
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Deniz Bekaroğlu |
BAK! BU BEBEĞİN...
Gökte bulunan kut'un can bulması için Ülgen oğlu Yayık'a emir verdi.. O da göğün beşinci katında bulunan ve dişi olarak düşünülen Yayuçı'ya "yaratıcı" babasının emrini aktardı. Nihayet Yayuçı da gökteki süt ak köl "süt akı göl'"den canı alarak çocuğu doğurttu...
(Türkoloji, cu.. tr.Halkbilim)
Bağların son üzümlerini de toplamıştı. Dereye bakan harman yerini gören avluya çıktı. Saçağının üstüne yerleştirdi hereniyi... Birkaç gündür kasıklarını apansız bir sancı yokluyordu. Sancı aniden gelip onu nefessiz bırakıyor ve geldiği gibi aniden gidiyordu... Helkeye doldurduğu üzüm şırasını bir eli belinde ayağını taşlı avluda sürüyerek getirip hereniye boşalttı... Bıldırdan kalan pekmez toprağını aramak için eve girdi. Elinde koca kepçeyle, yanan odunun reçinemsi dumanını içine çeke çeke pekmezi karıştırmaya başladı.
Birkaç gündür uykuları kasıklarına giren bir ağrı nedeniyle bölünmekteydi. Bütün bedeni çıban olmuştu sanki. Oturduğunda kalkamıyor, kalktığında oturamıyordu. Bir yatıp bir kalkarak sabahı bekliyor kendi kendine söyleniyordu. Ne zor bir yükmüş bu. Taşıması bunca zor olan başka bir yük var mı acaba? sonra kendi sorusuna cevap veriyordu. Yoktur. En ağır yükü bile bir an bırakma şansın var. Bu öylemi ki... Birde kendini gözlemekte olan gözlerin denetimi altında. Kendini labirentte sıkışmış bir deney hayvanı gibi hissediyor... "Yok bir şeyim beni rahat bırakın!" diyerek gizlenecek bir yer arıyordu beton yığınları arasında. İçinde her gün biraz daha büyüyen bir korkuyla...
Son odanın yorganlarını da havalandırmak için pencerenin önüne koydu. Eli belinde süpürgeyle sofayı süpürdü. Merdivenleri çifter çifter süpüre süpüre alt kata indi. Sabah ateşlediği kuzineye birkaç odun atıp mısır ekmeğini ve lahanayı kuzineye yerleştirdi.
Dizlerinden destek alarak doğrulurken bir sancı gelip kasığına bıçak gibi saplandı. Eli dizinde
biraz solukladı...
Son çay sürümlerim topladıktan sonra işim bitecek bu yazda. Aşağı çaylığı bugün
bitirmeliyim. Sepetimi fazla doldurmazsam bir sorun çıkmaz. Bu ağrı geçici bir ağrıdır
herhalde . Bugünü de bir atlatsam. Yarın mahallenin sağlık ocağına gider ebeye muayene
olurum.
"Sütnine ben aşağı çaylığa gidiyorum. Kuzineye mısır ekmeğiyle, lahana koydum bakıver
olur mu! "
"Kız gelin! bu yüklü halinle gitme o çaylığa ziyan olacak bebeğin kamında. Çay filizleri
elimizde kalacak… emeğin de boşa gidecek."
"Meraklanma sütnine az doldururum sepetimi öyle taşırım çayı..."
Güneş, Akşamoldu'nun evlerinin arasından kırmızı saçlarını toplayarak gitmeye hazırlanıyor. Pekmezin kıvamına 'yorgun çipil bakışlardan' onay aldıktan sonra, son kütük parçalarının kızıl öfkesini külün sakinliğinde dinlenceye aldı. Dizlerinden destek alarak doğruldu. Ellerini beline koyarak uzun uzun Akşamoldu'nun solgun dumanlarına daldı. Kasıklarına giren bir sancıyla daldığı düşten uyandı. Derin derin nefes alışlarla sancıyı geçiştirmeye çalışırken Sankız'ın salına salına harman yerinden gelişini gördü.
Zemheri soğuğundan camlarda buzlanmalar oluşmuştu. Bu buzlara nasıl resim yapardım bir zamanlar diyerek buzların arasına bir yaprak çizdi. Balkonu açıp soğuğun mavi tokadıyla ürperdi. Sessizce balkon kapısını kapatıp ayazda bir iki adım attı... Ankara kalesinin bayrağına baktı. Görünmüyordu. Bazı günler nazlı nazlı salınışını bile buradan bakarken görüyordum diye düşündü. Derin bir iç çekişle "Gri boğucu bir hava..." diye söylendi. Küçük topuğu nerelerde diye karnını yokladı... "Dön artık bebeğim..."
Yolun iki yanını çay fideleri kapatmış geçişi daraltmıştı. Kesmek lazım bu çaylıkları çok büyüdüler diye düşündü. Ne çok iş vardı yapılması gereken. Askerde olmasa İsmail temizlerdi bu çaylıkları. Gebelik lekeleriyle gölgelenmiş yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Başını salladı. İsmail ne zaman çaylığa girdi ki... Aman sende Aliye ablaların yarıcısına söyleyeyim de sürümden sonra kesiversin. Çay fidelerinin arasından güçlükle ilerleyerek tahta köprüye geldi. Tahta köprünün tahtaları iyice azalmış. İmece yapıp yeniden onarmak lazım. Köprünün tam ortasında kasıklarına sancı yeniden saplandı. Tel kenarlıklara tutunarak biraz soluklandı. Kaçkarlann beyaz tepelerine sis çökmüştü. Yağmur gelecek öğleden sonra belli. Çabuk olmalıyım. İki sepet ya çıkar ya çıkmaz bu çay yapraklarından. Bu sene paraya çok ihtiyacımız olacak bebe de geliyor... Sallanan köprünün korkuluklarını bırakmadan karşıya geçti...
Sarıkız ona sürtünerek telaşla dama girdi. "O günde böyle telaşla gelmiştin yine." diyerek Sarıkızın arkasından dama girdi. Şefkatle yavrusunu yalayan sarı kızı mavi boncuklu boyunduruğundan çekerek ahırına götürüp bağladı. Bir taraftan da... "Hatırladın mı nasıl çaresiz uzanıyordun ahırda. Bana yardım edin der gibi başını bir kaldırıyor bir bırakıyordun. Ne çok korkmuştum. Yavruyu çekmeye çalışmıştım da bir türlü çekip alamamıştım kasıklarından." "Dur gelin! yarım olacaksın!" diyerek onu iten çipil mavi gözlü kadın urganı yavrunun boynuna takıp çekerek yavruyu çıkarmıştı. "Ana yapma! öldüreceksin hayvanı!" demişti de onu dinlememişti. İyi ki de dinlememiş yavruyu kurtarmıştı. Boynunu okşadı sevgiyle. Yine kasıklarına aynı sancı gelip saplandı. Alnından boncuk boncuk terler süzüldü... Süt helkesini alarak buzağının bağını çözdü. Çifte atarak küçük yavru ahırda bir o yana bir bu yanan koştu...
Karın bölgesine sürülen peltemsi kaygan maddeyle gezinen soğuk metal... Soğuğu hissederek hızla tekmeliyor. Bir sıkıntısı mı var acaba? Çok telaşlı. Sende gel dünyaya bakalım bebeğim. Oradaki rahatı burada bulabilecek misin? "Ameliyathaneyi hazırlayın hemşire hanım..."
"Sütnine seni nasıl gönderdi. Çay alım yerinde doğuracaksın gelin."
"Siz işinize bakın hele. Hiçbir şeycik olmaz bana. Bu son çayımdı seneye kadar işim yok
artık. Ben kendim geldim hem. Derdi size mi düştü."
Çay karnesini yazdırdıktan sonra çaylıkların arasında söylene söylene evin yolunu tuttu.
Çekemiyor bu kadınlar bizi. Çekemiyorlar... Kasıklarına birden o ağrı saplandı yine...
Dayanmalıyım ele güne karşı ayakta kalmalıyım. Hepsi gülecek sonunda... sık sık nefes alıp
verdi...
Ocakta ateş küllenmek üzere. İdare lambasının alevi bir canlanıp bir ölüyor. Yine o ağrı. İdare lambasıyla abdestliğe gitmeğe çalışıyor ağrı peş peşe nefes aldırmadan tekrar tekrar geliyor... Abdestliğe varmadan suyu boşalıyor ve bebek ağlaması... "Ana! Ana! çabuk ol bebek geldi..."
Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadolu 'da,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi
Bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Nazım Hikmet
Gözlerinde ki korku gittikçe büyüyor. Ameliyat masasının meşin zemini buz gibi. Kolunda yanmayla karışık bir sızı ve damarında ilerleyen serinlik... karın bölgesine yerleştirilen bir perde. Buz gibi bir sıvının ıslaklığıyla tüm vücudu ürperiyor. Bilinmezliğin, çaresizliğin kaygısıyla son bir çırpınışla kollarını hareket ettirmek istiyor kolları çoktan bağlanmış... Teslimiyetin ezikliğiyle gözlerini kapatıyor.. " Şimdi ona kadar sayacağız hanımefendi tamam mı? Benimle birlikte saymaya başlayın hadi!
"Bir, iki, üç, dört, beş, altı… "
Tomurcuk terleri alnında birikmişti. Alev alev olmuş bir yüzle geldi... "Sütnine! Çabuk aşağı mahallenin ebesini çağır. Sancım sıklaştı..."
"Uy ben ne yapayım şimdi. Boyu devrilmeyesiye gitme demedim mi sana! Komşular! Hu! Komşular! ebe ye haber verin "gelin" sancılandı!"
"Kör olmayasıya gelin ne işin var bu abdestlik de. Şeytan çarpacak çocuğu da senide. Çöz şu uçkurunu! Nerede? çocuk ölecek! nerede göbek bağın, makasın?..."
"Yardım edin bana karnım çok ağrıyor, parçalanıyor, dayanamıyorum..." "Ağrı kesiciyi verin hemen damardan... Çabuk olun hadi! Sedyeye alalım hastayı. Hep birlikte hadi. Bir, iki, üç..."
"Ah sütnine ah bu haliyle bu gelin gönderilir mi çaylığa? Kuzineye su koyuver sütnine bir de temiz çarşaf havlu falan getir..."
"Çok biliyorsunuz siz! gönderen var sanki! Allah! Allah! İnsanı dinden, imandan çıkarırsınız! Bunca yıldan sonra bana bu laflan da söylettin ya 'gelin!' Allah seni bildiği gibi yapsın." "Hadi elini çabuk tut sende! Kızım hadi ıkın bebe havasız kalacak..."
"Gelin nerede makasın, yanmış külün?"
"Ana ocak başındaki sergene bakıver. Beyaz işli bohçada hepsi... "
"Biraz daha bekleyemedin kör olmayasıya bu karanlıkta nasıl bulunur..."
"Bak bu bebeğin..."
Doğdun, Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye, Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...
Ahmet Arif
Deniz Bekaroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BİRBİRİMİZİ YEMEKTEYİZ
Bu akşam canlı yayında "Yemekteyiz"
Sizi de bekleriz, birbirimizi yemekteyiz…
Bu akşam misafirlerin var ve sen onları daha önce hiç görmediysen, onlara karşı mahcup olmamalısın. En güzel yemekler, en sevdiğin dostların(!) için hazır edilmeli. (Daha yüzünü görmediklerinle nasıl dost oluyorsan…)
Sabah erkenden kalk ve öncelikle yorucu bir gün geçireceğine kendini psikolojik olarak hazırla. Git en gösterişli marketlerden alışverişini yap, oradan oraya koştur. Alışveriş yaparken karşında kamera da varsa ah ne hoştur! (Yıllardır marketlere girerim, güvenlik kameraları dışında şöööyle ağız tadıyla bir kameraya el sallayamadım, ona yanarım.) Sen koşturadur, müstakbel dostların senin ve yemeklerin hakkında konuşmaya başlasınlar bile. Sen koştur, onlar konuşsun; onlar konuşsun, sen koştur. Çabuk ol ama acele et, birazdan gelirler; görüyorum ki tencerelerin için hâlâ boştur. Bak sonra sunucu da kızar maazallah! Yemekten önce fırça yemek nahoş bir durumdur. (Böyle gelmiş, böyle gidecek korkarım vallah..)
Her insanın damak tadı bir değil ki be kardeşim, sen de haklısın bak şimdi. Hangisini memnun edeceksin? Birinin bayıldığı yemeğe öteki burun kıvırırsa sen nasıl kıvırtıp çıkacaksın bu işin içinden? Kıvıramazsan puanlarını kırparlar, ona göre..On parmağında on hatta daha fazla marifetin varsa girebilirsin artık mutfağa..
Önce soğanları ince ince kıyacaksın. İnce ince kıyamazsan yemekte sana kıyarlar. Soğan doğrarken gözyaşlarına hâkim olacaksın. Sulu gözlülere yer yoktur yarışmalarda. Kazanmak kadar kaybetmek de kader..İki damla yaş düşerse kazara, onu da kameraya yansıtmadan siliver sessizce. Hatta ağlamadığını göstermek için bir türkü tuttur: "İnan ki ağlamadım, hüzünlüyüm sadece.."
Çorbanın içine değişik malzemeler koy, ona bir de isim koy şöyle cafcaflı. Herkes meraktan çatlasın nasıl bir çorbadır diye? Çorban kaynayadursun, misafirlerinin konuşmalarından senin suyunun da yavaş yavaş ısınmaya başladığı belli oluyor. Yok, bunlar sana puan muan vermezler. İstersen yol yakınken söndür şu ocağı, çıkar kameraları dışarı, kır kendine iki tane yumurta, ağız tadıyla ye. Bir tüpün kaç lira olduğundan haberin vardır sanırım. Bu kadar yemeğe tüp mü dayanır ablacığım? Ağzınla kuş tutsan ne yazar ki? Bak, yemeklerini beğenmezler, yetmiş milyonun(!) karşısında ( acaba yetmiş iki mi olmuştu?) senin başının etini yerler. Benim garip halkımın, ömründe hiç tatmadığı yemekleri ekranda görünce, ağzının suyu akarken, dostlarının(!) eleştirileri yüreğini yakar. Sakın yemeklerde kıl çıkmasın, yoksa kıllıklar baş gösterir. Üstelik o kadar tatlı da hazırlamıştın değil mi, tatlı yiyelim tatlı konuşalım diye. Bak beğenmediler işte salatadaki maydanozu da gördün mü? Ama ben sana dedim, her şeye maydanoz olma diye...Mahallenden üç beş tane garibanı alsaydın yemeğe, onları şöyle güzel bir doyursaydın, senin de ruhun doysaydı fena mı olurdu? Bizim kültürümüzde "Tanrı misafiri" kavramı var bilir misin? O güzel kavramı "yarışma misafiri" şekline sokmak yakıştı mı şimdi bize?
Özene bezene yaptığın yemeği koyarsın misafirinin önüne, onun midesi kaldırmaz, sen de tabağı kaldırmak zorunda kalırsın. Bu arada sinirlerin şaha kalkar da fark ettirmezsin yetmiş iki milyonun karşısında.( acaba yetmiş miydi?) Adamlar zaten doymuş, her yemeği tatmış ömründe. Aç değil açıkta değil? Umduğunu değil bulduğunu yemenin ne olduğunu bile bilmez belki. ( Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer, diye bir atasözü vardı eskiden, günümüzde kullanılıyor mu acaba? )
Bir de garip garip istekleri vardır onların. Tatlıya limon bile sıkarlar belli mi olur. Çaya tuz da katarlar. Şikâyet etmeyeceksin, misafirin başımızın üstünde yeri var. ( Sonunda para ödülü olmasa ben size yapacağımı bilirdim ya neyse…) hiiiiiiiç demeyeceksin. Sonuçta sen reyting (bu kelimeye en yakın zamanda Türkçe bir karşılık bulalım yetmiş/yetmiş iki milyon değerli halkım) rekorları kıran bir yarışmanın içindesin. Yeri geldiğinde rekor değil de kalp kırsalar da ses çıkarmayacaksın..Yemeklerin ve emeklerin yendikten sonra, acaba hayırlı biri çıkar da şu bulaşıklara bir el atar mı diye geriye dönüp baktıysan………….
Yandı gülüm keten helva!
Bu yarışma olmadı sana deva
O kadar zahmet ettin de ne oldu
Sonunda aldın yine heva…
Ömer Kemiksiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Terörün Sebepleri ve Önlemleri
Bölge halkını kazanmak için sosyal, ekonomik ve psikolojik önlemlerin planlanıp, gerçekleştirilmesini gerektirir. Askeri önlemleri geliştiren ve tüm ekonomik, sosyal ve psikolojik önlemlerin uyumlu bir şekilde planlanıp uygulanmasını sağlayan bir büyük strateji içinde bütünleşmesi de gerekir.
Terörle mücadelede en iyi tespitlerden birisi MAO ZEDUNG tarafından yapılmıştır. Mao Zedung '' Direniş hareketlerinin birincisinin askeri birliklere, ikincisinin halka, üçüncüsünün ise düşmana uygulanan politik eylemler olduğunu '' söylemiştir.
Ayrıca '' direniş hareketlerinin temel sorunlarından birincisinin askeri güç içindeki subaylarla askerlerin ruhsal bütünleşmesinin, ikincisinin askeri güç ile halkın ruhsal bütünleşmesinin sağlanması ve üçüncüsünün ise düşmanının bütünlüğünün yıkılması'' olduğunu belirtmiştir. Mao Zedung'a ait bu saptamalar tüm teröristler için genelleme yapılabilir ve temel stratejileri de bu kurala dayandırılır.
Teröristle mücadele de ise yukarıda ki kuralın tersinin sağlanması çok büyük önem kazanır. Yani, terörist örgütün kendi içyapısında ve bölge halkı ile bütünleşmesinin önlenmesi hedeflenir. Bu noktada teröristlerin bölge halkını sindirmesini engellemek, mücadelede eli en iyi güçlendirecek yolların başında gelir. Terörle mücadelede teröriste karşı uygulanan askeri yöntemlerin yanında terör örgütünün lojistik ve yeni eleman ile sempatizan toplama desteğinin, istihbarat ve propaganda sisteminin ve dış desteğinin de çökertilmesi gerekir. Bütün bunların sağlanması ise büyük ölçüde bölge halkının kazanılması ile ilgilidir. Bölge halkının kazanabilmek terörle mücadele gayretlerinin çok büyük bir kısmını, askeri önlemler ise ancak küçük bir kısmını oluşturur.
Bölge halkını kazanmak için sosyal, ekonomik ve psikolojik önlemlerin planlanıp, gerçekleştirilmesini gerektirir. Askeri önlemleri geliştiren ve tüm ekonomik, sosyal ve psikolojik önlemlerin uyumlu bir şekilde planlanıp uygulanmasını sağlayan bir büyük strateji içinde bütünleşmesi de gerekir.
Ülkemizde ki terör olaylarında askeri yöntemler başarıyla uygulanmasına karşın, hükümet politikalarıyla belirlenen ve bölgesel halkı kazanmada daha önemli olan sosyal, ekonomik ve psikolojik önlemler yeterince geliştirilip uygulanamadığından veya askeri önlemlerle birlikte yeterince eşgüdüm gerçekleştirilemediğinden terör örgütü zaman içinde tekrar tekrar toparlanabilmiştir.
Sorunu doğru tespit edip, ülkemiz üzerinde oynanan satrancı net görebilmek; terörün bölücülüğün bir unsuru olduğunu, temel sorunun ise dış mihraklardan beslenen bölücülük olduğunu kavramak ve buna göre bir dirayetli irade göstermemiz gerekiyor. Yani, hem bölge halkını kazanmamızda ki önlemlerle birlikte gücümüzün farkına vararak büyük devlet duruşumuzla da terörün beslendiği dış desteği kesmeliyiz.
Mehmet Salih
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Siyah bir gece
Piyano ve şarap
Bu gece istediğim
Rüyalar dehlizinde gibi
Bir sarhoş ben
Sonsuz derinlikler çeker:
bir adım geriden
tek kalan o, hizada hazır bekleyen
cesur yürek olduğundan diil tabi
varlığımdan kuşkulu
yüzünü çevirir gider
asil bir son bu
kulağımda piyanonun hüzünlü vuruşları
bütün ışıkları söndürürüm
hiç bir şey değişmez.
Zeynep Ergezen
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bazı programlar vardır. Bilgisayara kurmak, istediğiniz zaman kaldırmak veya başka bir bilgisayarda çalışmasını sağlamak genellikle zor gelir; ama onlarsız da yapamazsınız. http://portableapps.com/ web sayfasında en çok ihtiyaç duyulan bilgisayar programlarının taşınabilir versiyonlarını bulabiliyorsunuz. Bu programları sadece taşınabilir disk ya da usb flash belleğinizde taşıyıp, istediğiniz herhangi bir bilgisayara bağlayıp kurulum yapmadan çalıştırıp kullanabilirsiniz.
http://www.bubblebox.com/ Tamamen İngilizce olmasına rağmen Türk çocukları arasında yaygın olarak kullanılan bir online oyun sitesi. Çocuklarımız hangi oyunları oynuyor diyen anne ve babalara tavsiye ediyorum. Ve tabi ki oyun meraklılarını da unutmamak lazım.
Aradığınız bir bilgiyi, tam bulduğunuzu sandığınız anda karşınıza üye olmayan giremez ve hatta, girse bile bilgilere ulaşamaz şeklinde bir uyarı ekranıyla karşılaşırsınız. İşte bunlara önlem olarak, http://www.bugmenot.com/ web sayfası sizin için neredeyse tüm üyelik gerektiren web sayfalarına üye oluyor ve size kullanmanız için üye adı ve şifresi sunuyor. Böylece, acaba ben bu web sitesine üye miydim? Ya da üyelik için bu kadar soruya cevap vermek zorunda mıyım? Gibi soru ve sorunlarla uğraşmıyorsunuz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|