|
|
|
21 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : "Obama'yla uyanacağımız yeni güne hamdolsun." |
Merhabalar
Dünya dünü hatırlanacaklar listesine kaydetti. Bush dönemi kapandı. Peki Busht gitti kavga bitti mi? Olmadı, doğru soru "bitecek mi?" olacaktı. Benim cevabım kocaman bir "HAYIR". Bush'un genlerinde varolan saldırganlık Obama'da yok Allah şükür ama konu 11 Eylül sonrası ABD olunca, onun da sahip olduğu koltuğun hakkını vermeyeceğinin garantisi yok. Ansızın vurmak yerine önce kulak çekmeyi yeğleyebilir belki ama hepsi o kadar. Türkiye açısından bakıldığında da, sevgili hükümetimizin el pençe divan vermeyi vadettiklerinin dışında alacağı fazla birşey kalmamış olması şansımız sayılabilir. Tayyip Bey olsaydı tam burada konuyu şöyle bağlardı herhalde; "Obama'yla uyanacağımız yeni güne hamdolsun."
Dün Obama yemin için hazırlanırken Kocatepe Camii'nden bir gazi albay uğurlanıyordu. Terörün belkemiğine sapladığı kurşunla tekerlekli sandalyeye mahkum olan, övünç madalyasına hak kazanan bir albay, Ergenekon gazıyla hakkında yazılanları gururuna yediremeyip intihar etti. Lamı cimi yok, bu olayın tek suçlusu düşüncesizce hareket eden medyadır. Ve ne yazık ki, albay ilk değil, son da olmayacaktır. Sağa sola serpiştirilmiş mühimmatı ağaçtan silkelenen dut gibi toplayanların bir an evvel o bombalara dokunan elleri bulup ortaya çıkarma görevleri vardır. Yoksa bu iş uzadıkça, tetikçi medyanın kaleminden çıkan kurşunlarla daha çok zayiat verilecektir.
Ateşkes sonrası Gazze sokaklarını görüp kahrolmamak imkansız. Hem İsrail yönetiminin hem de Hamas'ın palazlanmasına, güçlenmesine yarayan bu savaşın kaybedenleri masum halk ve dörtyüz küsur çocuk olmuştur. İsrail'de hükümet desteğini %70'lere çıkarmış, Hamas zafer çığlıkları atmaya başlamıştır. Böylesi bir tek taraflı savaştan kim zafer çıkarabilir durup bir düşünmek lazım. İzlediği ne idüğü belirsiz siyasetle Filistin halkının yanında kalmak yerine Hamas'a koltuk değneği olmayı seçen ya da en azından Dünyaya böyle algılatan Tayyip Bey ve ekibine de bir alkış lütfen. Türkiye'yi bölgedeki böylesi bir olayda yok farzedilir hale getiren bu politikanın yaratıcılarına binlerce kez teşekkürler(!?). Hoş, deve sormuş; "Nerem eğri?", eşek cevap vermiş; "Neren doğru ki?". Kimse üstüne alınmasın, eşek ben oluyorum. İşte hesap bu hesap. Bugünlük te bu kadar, hoşçakalın efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard YOLUN YOLCUSU -6 |
|
Jose, karşılama merasiminden sonra beni kabanıma götürdü. Deniz kıyısındaki kabanım içinde her şey çok sade ve tertemiz. En önemlisi, bir bakışta kendimi huzur veren bir atmosfer içerisinde hissettim. Jose, bana iyi geceler dileyerek gittikten sonra kitabımı alıp yatağıma uzandım. Birden aklıma, geride kalan ailem, arkadaşlarım ve dostlarım geldi. Bu ani hatırlama özlemden daha çok, onların beni Tahiti'de olduğumu bildiklerinden ötürü endişe duymamdandı. Çoğunlukla, benden,bulunduğum ya da gördüğüm yerlerden birer kartpostal yollamamı istemişlerdi. Bu durumda, seyahatimin neden yön değiştirdiğini onlara kısacık anlatmam yeterli olamayacağı gibi, üstelik bir de onları daha fazla meraklandırabilirdim. Gerçeği dönünce anlatırım. Şimdilik, palmiye ağaçlarının arasından güneşin batışını gösteren bir kartpostal bulup "AITI'de mutluyum" veya "her şey yolunda" gibi şeyler yazarak sözümü tutmuş olabilir miyim diye düşünüp ve kuşkusuz, posta pulunun üstündeki damgayı da fark etmezlerse derken, içtiğim o sihirli ilaç içki sayesinde göz kapaklarım yavaş yavaş inerek kapanmaya başladılar.
Sabah uyandığımda kol saatim, Miami saati ile 5:30'u gösteriyordu. Acaba burada saat farkı var mıdır diye merak ettim. Hemen Haiti kitabıma sarıldım. Konsolos bey, bu kitabı iyi ki hediye etmiş. Benim gibi başını alıp bilmediğin bir memlekete giderken en iyi arkadaşın böyle bir rehber olacağını hiç unutmayacağım...
"Haiti, canımın içi" şarkısını yeniden mırıldanarak bavulumu yerleştirip düzenimi kurar kurmaz balkona çıktım. Bir de ne göreyim! Jose balkonda, yerdeki hasırın üstünde yatıyor. Beni fark edip hemen ayağa firladı:
- Günaydın! Dün, yolda çok korktunuz diye sizi yalnız bırakmak istemedik. Gece boyunca balkonda, nöbetleşe bekledik. Nasılsınız?
- Çok teşekkür ederim, fevkalade iyi uyudum. Dün akşam içtiğimiz içkinin tadı hala damağımda…
Ona içkinin özelliklerini merak ettiğimi söyleyince, bir kahkaha atıp bana;
- Haiti'nin milli içkisi, Clairin ve Trempés'dir. Meyva sularına karıştırılmış şifa otlarına, Haiti romu eklenerek oluşuyor. Tabii içine şeker kamışı özü de katıyoruz…
diye ilave etti. Bana da söz verdi, iki-üç şişe hazırlayıp hediye edecekmiş. Beraber, sahildeki restorana kahvaltı etmeye gitmek için hazırlanırken aklıma geldi:
- Jose, ben Haiti'deyim, iyi, güzel, ama Haiti'nin neresindeyim?
Gene kahkahalarla güldü.
- Burası, adanın güneyi. Fransızların en çok rağbet ettikleri, Montrouis Kasabası'ndasınız. Bu kaldığınız yer ise, eskiden Club Mediterranean tatil köyü idi. Bizi politik nedenlerle terk edip gittiler. Şimdi bizler de kendi aramızda işletmeye çalışıyoruz. Şu anda burada kalan sekiz kişi var; yedisi erkek ve bunlar iş için Haiti'ye gelenler, bir de tabii prensesimiz, siz varsınız…
Derhal, yine Haiti kitabıma bakarak bulunduğum yeri tespit ettim. Kitapta, yola çıktığımız Porte de Prens şehri ile burası arasındaki yol mesafesini bir saat olarak yazıyor. Beni buraya getirirlerken yolun neden o kadar uzun sürdüğünü Jose'ye sormaktan kendimi alamadim. Jose biraz duraladıktan sonra bana ;
- Bilmem elinizdeki o kitapta da yaziyor mu? Biz, çok fakir bir milletiz. Her geçen gün de biraz daha fakirleşiyoruz. Yoldan aldığınız arabadaki şahıs, eşimin kardeşidir. Maddi imkansızlıklardan dolayı üç aydır, eşim gidip annesini göremiyordu. Sizi buraya getirirken bunu fırsat bilip yarı yoldan biraz uzaklaşarak, onları da görmek istemiş. Ama sizin çok huzursuzlandığınızı görünce annesini göremeden, yolda bekleyen kardeşini alıp köye uğramadan gelmiş. Aslında biraz lisan bilseydi, mutlaka sizden müsaade isterdi ama görüyorsunuz ya, yokluk bazen insanı şaşırtabiliyor. Sayenizde eşim annesini göremedi ama kardeşine belki burada iş bulabilir diye beraberinde getirdi. Dün gece içtiğiniz içkiyi de size teşekkür etmek için onlar hediye getirdiler…
Yolda, o içki şişesi yüzünden çektiğim ızdırabı bir kenara bırakıp ona,
- Jose, ben dün geceyi artık sadece teknede senin saçlarımı okşadığın andan itibaren olanlarla hatırlıyorum. Gerisini çoktan unuttum, merak etme!
der demez o, muhteşem bir sevinçle, adaya has şarkı söyleyerek dans etmeye başladı. Ben de ellerimle ona alkışla tempo tuttarken, aniden durarak bana;
- Biz eski kölelerin en büyük silahı, müzik ve danstır…
dedi ve bu arada bana, bir kaç gün sonra başlayacak olan karnavalın da müjdesini verdi. Kahvaltı salonuna kadar bana eşlik ettikten sonra Jose, "çocukları yedirip geleceğim" diyerek evine gitti.
Yemek salonundan içeriye girdiğimde, yedi ayrı masada oturan yedi adamla aptal aptal bakışıp selamlaştık. Hepsinin bana bakış ifadelerinden sanki, "bu kadının burada ne işi var" dercesine düşündüklerini hissettim. Daha sonra oturdukları yerden, kaçamak ve çapkın bakışlı gözlerle beni önce süzüp sonra yemeğe başlayan bu adamcağızlara içimden homur homur söylenmeye basladim:
- İyi-kötü, güzel-çirkin, zengin-fakir, kültürlü-kültürsüz, akıllı-deli, sağlıklı veya sağlıksız olabilecek, sizlerin karşısında şu anda tek bir beyaz çikolata kadın var. Başka bir seçeneğiniz olmadığı için çok üzgünüm. Ayrıca, rakibim olmadığından dolayı hiç birinize yüz veremeyeceğimden de emin olabilirsiniz.
Düşüncelerime noktayı koyarak, "yere bakan, yürek yakan" tavrı takınıp kahvaltımın çok çabuk sonuna geldiğimde, adamlar uzaktan uzağa biribirleri ile İngilizce konuşmaya başladılar. İçlerinden biri bana seslenip nereden geldiğimi sorunca, anladığım halde kafamı sallayıp İngilizce bilmediğimi söyledim. Adam bu defa aynı soruyu Fransızca sordu. Yalan söyleyemezdim, çünkü biraz sonra Jose gelince, nasıl olsa Fransızca konuşacaktım. Adamın ikinci sorusu, "iş için mi buradasiniz" idi. "Hayır, turizm" deyince biribirilerine bakıp yüzlerini ekşittiler. Üçüncü soru ise, "başka gidecek yer bulamadınız mı?" gibilerinden, niye Haiti'yi seçtiğimdi ve pekte tekin bir ülke olmadığı için, "korkmuyor musunuz?" diye sorusuna ekledi.
Uffffffff! doğrusu bu soru içimi kararttı. "Henüz Haiti'deki ilk günüm, müsaade ederseniz önce biraz tanıyayım" diyerek ayağa kalktim, adamları selamlayarak dışarı çıktım.
Yarı yolda, Jose ile karşılaştık. Benden mutlaka karnavala katılmamı istedi. Daha çok erken dememe rağmen, hazırlık için siparişlerini vereceğinden hemen evet demem gerektiğini söyleyince, onu kırmamak adına mecburen "evet" dedim. Onca çikolata insanların arasında göze batmaktan çekindiğimi sanki anlamış gibi bana,
- Merak etme, aramızdaki tek beyaz tenli sen degilsin. Babası Amerikalı olan bir melez yeğenim de arkadaşı ile karnavala katılmak üzere Haiti'ye gelecek. Böylece, açıktan koyuya doğru sıralanırız…
demesin mi! Jose, elini beline koyup, sol gözünü kapayıp sağ gözü ile beni aşağıdan yukarıya doğru süzüp iyice inceledikten sonra, "provaya gerek yok" diyerek karnaval elbisemi hazırlayacağını söyledi. Kendisine dikiş dikmesini bildiğimi, yardımcı olabileceğimi söyleyince, hem çok sevindi hem de beni bütün mahallenin kadınları ile tanıştıracağı ve elbirliği ile hep birlikte hazırlanacağımız için de sevincinden yine dans ederek evinin yolunu tuttu…
Arkasından uzun bir müddet Jose'yi seyrettim. Onu hiç tanımıyorum sayılır ama bana çok içten ve olduğu gibi davranıyor. En önemlisi, bana hayatım hakkında hiç soru sormuyor. Yapmacık hareketleri olmayan, son derece hayat dolu, doğal bir kadın. O, yalnız bana karşı değil, dün gece de dikkat ettim, herkese karşı hep olumlu ve itici bir güce sahip. Nedense ona daha şimdiden yolumun üstündeki en değerli varlık olarak bakıyorum.
Bitmedi
Banu Kurtis Chouard
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bir Kadar Haklı Paysızlığım...
Hayat bitecek kadar kısa! Gözü kapayıp açıncaya kadar mı, gözkapakları ağırlaştıkça mı, gözyaşların aktıkça mı, yoksa bu kısalığın gözle bir alakası yok da biz mi kandırıldık, gerçekten bilmiyorum. Birşeyi değiştiremeyeceğinden bilmek de istemiyorum zaten. Dünyada değişen tek varlığın insan olduğunu bile bile dünyanın değişmesini ya da yörüngesinin gözkapaklarıma ayak uydurmasını bekleyemezdim herhalde. Aksi halde hiçbir değişiklik sonrasızlığı getirmeyeceğine göre beklemek gibi bir zaman kaybında gereğinden fazla göz kırpmış, sona biraz daha yakınlaşmış olurdum, o kadar.
İnsanın altmışında olduğu gibi yirmisinde de yaşlanmış olma gerçeği dışında hepsi boş. İşin içine matematiği de katmak, hocalarımı kırmak istemiyorum ama yirmideyken gözün bir kez açılıp kapanması ve bunu yanlış yerde yapmış olması bir ömre bedelini ödetir. Tek kırpışta otuz yıl yaşlanabilir, kırışabilir cilt. Ses tonu çatallanır, bel hafif bükülür... Tüm bunlar kontrolün dışında gerçekleşirken sen yirmisindesindir nereye kadar gideceğini bilmediğin çizginin.
Ya da ben öyle sanıyorum. Belki de hala kanıyorumdur inanılmayacak yalanlara. Ya da sahiden kanıyordur bir yerim! En tazyikli akışıma dayamışımdır ağızımı; kendi kanımın kekremsiliğinden şikayet ediyorumdur. Arada bir suçu kalbime atıp ne biçim kan pompaladığını sorguluyorumdur. Henüz gözümü bir kez kapatıp açmışken hiçbir suçu olmadığı halde her zerresine küfrediyorumdur bedenimin, kanım dahil.
Ya da tam tersi. Gözlerimi açmamışımdır görmesin diye. Kandırıldığımı düşünmeden kabulleniyorumdur zerrelerimi. Ne de olsa benim. Galiba dua etmeliyim gözlerimi açtığımda karşımda ayna olmasın diye; benizi kaçmış yüzümden utanıp bir kez olsun tahammülsüzlüğümü yatıştırmak adına alışmış gibi davranmalıyım yaşlanmışlığıma. Ya da herneyse...
Belki de gerçekten gözle alakası yoktur bu meselenin. Sahiden kandırılmışımdır yani. Nefesle ilgilidir belki de yaşamın kısalığı. Kekremsiliğini anca bitimine yakın anlayabildiğin kanını temizleyebilmek adına aldığın her nefes dünyayı kullanmaktır çünkü. Bu yüzden yaşam, dünyayı kendi kalp atışlarına alet ettikçe bitiriyordur kendini. Hem zaten dünyayı kendi emellerine alet etmenin bedeli büyüktür, ölümdür, tazyiktir. Tazyik arttıkça, bir anlık göz kırpışta altmış yıl yaşlanabiliyoruz ya da dünyanın verdiklerini geri almasına bu şekilde yardımcı oluyoruzdur farketmeden. Dünya da ancak böyle alabilir intikamını. Bilmeden kendi sonumuza itiliyoruz kendimiz tarafından, sırf bu yüzden borçsuz ayrılıyoruz belki de.
Ya da ben öyle sanıyorum. İki paragrafa da aynı şekilde giriş yaptığımın farkındayım. Herkesin bir tekerrür payı vardır: Ben yalnızca ayrılma meselesinin paysız olduğunu düşünüyorum. Hiçbir ayrılıkta tolerans payı olmaz, her toleransta bir ayrılık vardır, o ayrı. Hem herkes ayrılmaya meyyaldir; üçe, beşe, ikiye... Ben her tazyikte bire bölünüyorum! Yalnızca bu yüzden borçlu değil, alacaklı hissediorum; birkaç yeşil yaprak, parçalı bulutlu bir gökyüzü ve hiç batmayacak bir güneş!
Hayır, henüz ondokuzumdayım. Matematiği ve hocalarımı işin içine katmazsak ileride daha kısa bir üçte ikilik bölüm var. Bu yüzden, nefesimi ayarlayabilir miyim, emin değilim ama nabızım artar da bulutlarımı ve yapraklarımı kaybedersem, hadi ilkbaharımı da verdim diyelim. Kışım, çatlamış topraklarım ve güneşim kalsın isterim. Hayır, haksızlık etmiş sayılmam. Kendi haksızlığımı kanıtlamak için her ayrılışımda kendimden iki parça bulmaya çalıştım. Ama tazyik kadar, yaşlılık kadar, bir kadar haklı paysızlığım. Paydamı sormayın.
Ve hayır, hayat bitecek kadar kısa, bitmeyecekmiş gibi saçma, sandığımızın aksine geleceksiz, ve gereğinden fazla oksijensiz... 'Ama olsun..' dersem saçma mı olur? Olsun.
Mert Aldemir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
İŞTE BÖYLE
Akşam oturmalarını sevdiğimi sanıyordum Aslında seni beklemeyi sevdiğimi sen geldiğin gün anladım. Gece gittiğin için gece gelirsin diye bekledim belki hep. Geldin ya aslında önemli olan bu.
Tabi ben gittiğin günkü gibi değilim. Aradan geçen yıllar çok şeyi değiştirmedi desem yalan olur. Ama bu değişimin seninle ilgisi yok. Zamanla…
Çabuk geçiyor yıllar. Hem de düşündüğümden daha çabuk. Benden bile hızlı desem yalan olmaz. Yıllarca zaman geçsin diye bekledim. Şimdi zamanın nasıl geçtiğini düşürken vakit geçiriyorum. Anlayacağın zamanın hep gerisinde kalıyorum.
Ne yapmalıyım bilemedim aslında ondan olmalı. Şöyle yapayım dedi, olmadı. Böyle yapayım dedim ondan da ben vazgeçtim.
Sensiz yön veremedim hayatıma. Belki gelirsin diye bekledim hep. O zaman belki birlikte bir şeyler yaparız diye başlayamadım hiçbir şeye işte. Senin istediğin bir şeyler… Mantıksız biliyorum ama ne yapayım işte… Hep sen vardın aklımda. Ne zaman bir işe koyulsam hep sen geldin aklıma. Hep seni sensiz yaşamak zorunda bıraktın beni. Yanlış anlama suç veya suçlu aramıyorum. Sadece seviyorum belki kendi kendime ama olsun enazından seviyorum, sevebiliyorum.
Hatırlıyor musun bu balkonu. Çok severdin buradan dışarı bakmayı. Tabi ben de sana bakmayı çok severdim. O güzel yüzün ışıldardı etrafı seyrederken. Hoş gerçi bakılacak pek bir yer olduğu da söylemezdi ama. Hep o yoldan gelirdin. Mutfak balkonuna çıktığımda gelişini izlerdim. Sonra da bekledim tabii sadece bekleme olarak kaldı.
Hep güzel şeyler paylaşmak istedim seninle. Hayatımı paylaşmak istedim. Tabii sen istemedin diye suçlayamam seni. Haklısın aslında şimdi niye geldiğini bile bilmeden bu kadar sevinmem... Çok saçma. Biliyorum. İster yaşlılığıma ver ister sana olan aşkıma ne olur bağışla. Yıllardır tek başına hep sustum bu evde. Belki de konuşmaya hasretim. Sessizce bekledim seni şikayet etmeden söylenmeden, sadece bekledim.
İyi diyebilirsin kötü de diyebilirsin ne yapacaksın işte ben de buyum. Daha fazlası olmuyor. Denedim mi istedim mi bilmiyorum. Ama bu kadar. Aradan geçen o kadar zamandan sonra ne anlatayım bilemiyorum kusura bakma göründüğümden daha şaşkın olduğumu bilmeni isterim.
Beni bu kadar üzen gitmen miydi yoksa gitmeden söylemediğim sözler mi acaba diye çok sordum kendi kendime. Biliyorum sır dolu bir adamım. Aslında sır olacak bir şey yok. Ne biliyim ki kendimden bahsetmeyi beceremedim hiç bir zaman. Şunu yaptım şöyle yaptım diyemedim. Beş kelimeyle dünyalarımı anlatmış gibi oldu hep. İçimde kaldı hep. Gizlediğimden değil aslında. Beceremediğimden. Evet anlatmayı kendimden bahsetmeyi beceremediğimden. Ama sen hiç bana benzememişsin. Ne güzel anlatırdın kendini. Bir başlardın anlatmaya çocukluğundan yaşlılığına kadar... Gerçekten de çok güzeldi.
Seni unuturum sanıyordum bu kadar zamandır onu bile beceremedim. Nasıl yandım alev alev bilemezsin. Yüreğimin her köşesi paramparça oldu gecelerce.
En kötüsü kapı çalmaları... Bilemezsin o kapıyı nasıl açtığımı. Bir kere yaptığın o sürpriz yaparsın diye bekledim hep. Her kapıyı açışımda karşımda güler yüzünü görücekmişim gibi olurdu. Sonraları... Hüsran tabii. Kapıyı çalanda şaşırırdı halime. Haksız da sayılmaz. O kapının çalmasını ne kadar uzun zamandır beklediğimi bilse belki bana benden daha çok üzülürdü. Çoğu zaman, aslında hep çöp için gelinirdi, çalınırdı kapı. Beş ın günde anca çöp çıkar. Tek başına sevmiyorum bir şey yemeyi.
Çok mu konuştum. Tamam. Bir şey demene gerek yok. Haklısın. Hiç değişmemişim değil mi sanki daha önceleri çok konuşmuyordum. Ömür geçiyor işte böyle habersiz. Geriye ne kaldı diye bakıyorum bazen, kocaman bir hiç. Sadece geçen zaman var. Yaptım diyebileceğim bir şey yok. Gece gündüzü unuttu ama ben seni unutamadım. Bu yüzün tebessüm edişin... Hiç unutamadım. bütün duvarlarda aynı ifade belki de o yüzden boyatmadım duvarları. Benim de şimdi aklıma geldi. O gülüşünü kireçle örtmak kapatmak istemedim.
Gözlerim uykuyu unuttu biliyor musun. Ama pişman değilim. Sadece bunun için değil. Hiçbir şeye pişman değilim. Bekledim evet kendim için bekledim sevdiğim için. Dediğim gibi bunun için seni suçlayamam. O zamanlar seni sevdiğimi bile bilmiyordun. Enazından ben söylemedim. Her şey söylenmez anlamışsındır belki. Neden bilmiyorum çekindim hep. Kendi kendime tamam diyorum bitireceğim bu işi. Söyleyeceğim. Aşk ezberi bozuyormuş ben de bilmiyordum. Şimdi neden söylüyorum ben de bilmiyorum. Aslında söylenecek o kadar çok şey var ki hepsi dilimin ucunda hepsi birbirine girmiş durumda.
Gülünce gözlerinin içi gülerdi hep. Hala daha öyle. Gerçekten, gerçekten gülmek çok güzel. Ben de güldüm yıllarca. Sadece güldüm... Ne bir gerçeklik ne de içtenlik… İstenen gülme sesi. Belki de ağlayamadığım için gülmeyi seçmişimdir. Hiç beceremedim şu ağlamayı. Aslında çok zor olmamalı. Yıllarca hep içime aktı göz yaşlarım. Kendimi arayıp bulamadım yıllarca.
Her seçimin aslında bir vazgeçmek olduğunu yaptığım tercihlerle gördüm. Yıllarca böyle beklemeyi tercih ettiğim için geldiğim yer başladığım yerin bile gerisinde. Aşkı işime karıştırmamalıydım. Her yemekten önce senin gelmeni beklememeliydim. Biliyorum… Ama olmadı işte. Bir şeyin kötü olduğunu bilmek yapmamak anlamına gelmiyor. Öyle olmasaydı zaten bir çok şeyi yapmazdım bir o kadar da çok şey yapardım.
Aslında kendimi yaptıklarımı için suçlayamıyorum. Çünkü yaptığım yapabildiğim bir şey yok. Sadece yapmak istediğim çok şey var. Ama yapılmamış yapılamamış gerçekleştirilmemiş yani gerçekleştirmediğim istekler. Ne olurdu bir tanesini bile yapmış olsam ne kaybederdim bilmiyorum. İnsanın sevdiğini söylemesi bu kadar mı zor… Bilemiyorum. Aşk sevgi mutluluk paylaşım hep uzak kaldı. Sebebini elbette uzaklarda aramıyorum. Bir ayna kadar yakın. O yüzden sevmiyorum belki aynalara bakmayı. O yüzden elimle düzeltiyorum saçlarımı…
Okumak yazmak ilgilenmek bilgilenmek bildiklerini paylaşmak bir olay anlatılırken onun püf noktalarını anlatmak güzel şeyler olsa gerek. Ya aşk… O ne olacak. Hep ertelemeyle geçmedi mi zaten ömür… Neden kendime izin vermedim hep kapalı bıraktım kapılarımı… Biraz dahi aralık olsaydı şimdi ne olurdu bilemiyorum. Ve bu durum beni ne kadar üzüyor anlatamam.
Bu konuşmalarımı ezberlediğimi düşünmeni istemem. Bunu becerebilseydim yıllar önce yapardım. Kendi kendime yaptıklarımı saymıyorum tabii. Az ezber yapmadım kendi kendime. Önce kelimelerin yeri kelimelerin sırası birbirine girdi. Benim olay suya… Her zamanki gibi…
Çok ağır geçiyordu artık günler eskiden daha bir heyecanlanıyordum seni beklerken vakit sabahtan akşama geçiyordu. Şimdi yaşlılıktan olmalı heyecanımın her anını içimde de yaşıyorum. Dediğim gibiçok şey değişti.
Vicdan azabı böyle bir şey olmalı biliyor musun. İnsanın içinde gizlemesi söyleyememesi…
Aslında insanları en çok üzen şey nedir biliyor musun. Gitmelerden çok giderken söylenemeyen sözler… Sana o gün seni seviyorum diyemedim. Dedikten sonra gitseydin belki bu kadar üzülmezdim ya da üzülürdüm üzülürdüm o da beni sevmiyor ki gitti der üzünyümü avuturdum içimde. O günden sonra içimde hep bir umut kaldı ya seviyorsa ya seviyorsa… Bunu bilip ölmek bile istedim. Ama ne bilebildim ne ölebildim. Şimdi çok geç demek için bile çok geç oldu. Farkındayım.
Aslında hiçbir şeye sebeb olmak istemedim kendime göre. Ne biliyim işte… Aslında alakası yok biliyorum ama öyle işte. Ben bir şeylerin sorumlusu olmak istemedim. Gitmelerin kalmaların aklına ne gelebiliyorsa işte… anlaşılan bu gece işteler götürecek beni.
İşte benim hayatım sensizliğin rüzgarına savrulmakla geçti. Senden hiç bahsedemedik benim yüzümden, farkındayım. Sen nasılsın neler yaptın yapabildin yapamadın yapmadın yapıyorsun yapacaksın yapmak istiyorsun...
Ufuk Ünalır
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Yansımalar : Nesrin Özyaycı GÖÇ |
|
GAZİANTEP'DE "GÖÇ VE GÖÇLE GELEN NÜFUSUN SOSYAL ENTEGRASYONU VE KENTİN YAŞAM STRATEJİLERİ KONULU" AÇIK FORUM DÜZENLENDİ…
28 Kasım 2008, Cuma günü, Valilik Atatürk Toplantı salonunda "Göç ve Göçle Gelen Nüfusun Sosyal Entegrasyonu ve Kentin Yaşam Stratejileri" konulu Açık Forum Gaziantep Büyükşehir Belediyesini temsilen toplantıya katılan Cengiz Ağır tarafından yapılan açılış konuşması ile başlayan Açık Forum'u, Doç. Dr. Mehmet Okyayuz'un sunumu izledi. Gaziantep Büyük Şehir Belediyesi Genel sekreteri Fuat Özçörekçi ve Ekonomik ve Sosyal Entegrasyon( EKOSEP) İl koordinatörü Filiz Hösükoğlu, Valilik, STKlar, Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyeleri, medya olarak toplam 41 kişinin katılımıyla toplantı yapıldı.
Doç.Dr. Mehmet Okyayuz ; Heidelberg Ünivesitesinde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini tamamlamış, Marburn Üniversitesinde Doktora çalışmasını yapmış olup; Orta Doğu Teknik Üniversitesi - Siyaset ve Kamu Yönetimi Öğretim Görevlisi. 20 yılı aşkın süredir Göç- Kentsel Yoksulluk, Sosyal Politikalar ve Kentin Yaşam Stratejileri gibi konularda araştırmalarını sürdürmekte.
Projenin Gaziantep Koordinatörü Filiz Hösükoğlu sorularımıza şöyle cevap verdi.
1.Projenizin AMACI-HEDEFLERİNİZ-
Projenin genel hedefi, Diyarbakır, Gaziantep, Erzurum ve Şanlıurfa'da belli başlı kentsel alanlardaki hızlı göçten kaynaklanan olumsuz etkilerin azaltılmasıdır.
2. Projenin özel amaçları:
Seçilen illerde göçten kaynaklanan ekonomik, sosyal entegrasyon ve çevre ile ilgili altyapı problemlerinin çözümüne çok aktörlü bir biçimde yardım edilmesi ve ortak projeler uygulayarak yerel yönetimlerin kapasitelerinin geliştirilmesi
Yerel otoritelerin sunması gereken hizmetlerin kalitesinin, miktarının ve çeşitlerinin belirlenmesinde ve planlanmasında kaynak kullanımının geliştirilmesi amacıyla yerel kapasite oluşturulmasıdır.
3. Projenin sonuçlarının uygulamada ne kadar geçerli olabileceği?
Projenin uygulama sürecinde çalışma takvimine bağlı olarak ilgili konunun uzmanları saha çalışmaları için ilgili Daire ya da Müdürlüklerle birebir görüşmeler yaparak raporlar hazırlamakta. Bu raporlar daha sonra ilgili birimlere sunularak geri bildirimleri alınmakta. Bu sebeple bu raporlar yalnızca masa başında oturularak üretilen raporlar olmadığı için, ve de alanda çalışan sahanın sorunlarını iyi bilen yetkililerin de katkıları ile hazırlandığı için; projenin sonuçlarının uygulamada istenilen ve hedeflenen ölçüde geçerli olacagına inanıyorum.
4. Açık FORUM Projenize neler kattı?
-Senin de gözlemlediğin gibi toplantıya farklı kurum ve kuruluşların, muhtelif birimlerinden yetkililer katıldı. Bilginin, gücün paylaşımı, işbiriliği gerekliliği, farklı bakış açılarının varlığı ve dile getirilmesi, ortak veri tabanı oluşturulması, kurumlar arası iletişimin gerekliliği konuları gündeme geldi. Açık Forum sayesinde bu konular bir kez daha katılımcılar tarafından dile getirildi.
5. Toplantı sonunda akşam Varoş bölgeleri gezerken yetkililerden kimler katıldı? Halkın tepkisi nasıldı? İzlenimlerin/gözlemlerin nelerdi?
- BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE'SI GENEL SEKRETERİ FUAT OZCOREKÇİ VE BÜTÜN DAİRE BASKANLARI KATILDILAR.
ELBETTE, HALK YONETİCİLERİ ARALARINDA GORMEKTEN MUTLU OLDU…
6. Projenizin süresi?
-18 AY
GAZİANTEP'DE "GÖÇ VE GÖÇLE GELEN NÜFUSUN SOSYAL ENTEGRASYONU VE KENTİN YAŞAM STRATEJİLERİ KONULU" AÇIK FORUM sonucunda;
BELEDİYE, VALİLİK, ÜNİVERSİTE İŞBİRLİĞİ İLE YÜRÜTÜLEN EKOSEP KAPSAMINDA EĞİTİMLER, AÇIK FORUMLAR, KONFERANSLAR DÜZENLENEREK İL MODELİNİN YARATILMASI HEDEFİNE YÖNELİK ÇALIŞMALARA HIZ VERİLMESİ zorunluluğunun vazgeçilmezliği netleşti.
GÖÇ ile ilgili araştırarak-gözlemleyerek, toplantı sonucunda edindiğim fikirlerim;
GÖÇ; sanayileşmenin bir sonucudur. Göçmenler başta ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerden dolayı yer değiştirmektedir. Sanayiinin yıldızı Gaziantep özellikle 1980'lerden sonra yoğunlaşan iç göçten nasibini alan/etkilenen birinci derecede bir kenttir.
Toplantıda Sanayi bölgemizdeki kuruluşların göçten olumsuz etkilendiğinin altının çizilmesi fikrine katılıyorum. Varoşların açlık savaşıyla ahlaki kuralları tanımazlığı doğaldır, önemlidir-dikkate alınmalıdır- Bu konuda bölgedeki iş verenlerin-yöneticilerin-ilgililerin duyarlı davranması- bilinçlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır. GÖÇ patlayan nüfus ile eğitimden sağlığa, sosyal hizmetlerden güvenliğe kurumsal hizmetleri olumsuz etkilemiştir. Okulların daha uygun ve geniş mekanlarda "kampüs okullar" yapımı fikrini okumuştum. Eğitimin önemi elbette şart ancak öncelikle karınları doymalı bu göçmenlerin.
Küresel açlık sınırının en alt seviyede olduğu açlık savaşına yenilmiş insana "EĞİTİM-ÖĞRETİM" vız gelir diye düşünüyorum…
Aç insan saldırır, öncelikle doyması gereken nüfus için seferberlik hareketi önemlidir. Toplantı sonunda akşam bölgenin gezilmesi fikri için Gaziantep Büyükşehir belediyesinin aldığı karar çok önemliydi. Takdir ettim. Katılmayı isterdim ancak yaşayan halkın dramını birkaç defa izlediğim için kendime güvenemedim. Katılanlara ne kadar teşekkür etsek az… Bölge halkı -sahipsiz-olmadığını hissettiğinde en azından duygusal olarak -UMUT- geliştirmiş olup mutlu olmuşlardır sevgili Filiz'in dediği gibi…
…
Bir kurban bayramı daha geçti. Kaçımız kentin göbeğinde çöp bidonlarından kağıt toplayarak geçimini sağlayan gençlerle-kadınlarla-çocuklarla bir şeyler paylaşabildi? Açıkçası merak etmekteyim? Sokakta gezinirken yarım saatinizi lütfen Belediye çöp bidonlarının etrafındaki naylon çuvallardan araba yapmış bazıları doldurabilmiş, bazıları umudunu yarınlara bırakmış -insan mı!- Diye düşünebildiğimiz bu -sokak çocuklarımız/insanımız - içinizi/içimizi yaralamıyor mu? Eskiden evimizde biriktirdiğimiz acaba ileride kullanır mıyız diye düşündüğümüz -atmaya kıyamadığımız eşyaları- düşünmeden poşetlere koyup çöp bidonlarının yanı başına koyabiliyorsak… Neden mi? Kapıcılar bile çok zengin GÖÇMEN VAROŞLARIN durumundan… Onları gün ışırken bulduklarında sevinçten -bayram - edecek çocuklarımızın gözlerindeki ışıltılar sönmesin değil mi? Basından izliyoruz… Gösteriş/haber için değil de gerçekten açlarımıza elimizi uzatmayı denesek…
Belediye -ÇÖP BİDONLARI-nın üzerinde yapıştırılmış "GÜNÜN MENÜSÜ" afişlerine hiç gözünüz takıldı mı? Lütfen görmeye-anlamaya çalışalım verilen mesajları…
…
EKOSEP ve benzeri Projeleri yönetenlere, çalışanlara ne mutlu… Emeğinize saygılar…
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
BEKLENTİ
Gökkuşağının yeryüzüyle birleştiği
Başladığı değil bittiği yerde
Onun kendi içine akmayacağını bilen
Boş bir sandık gibiyim
Okan Aksoy
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bazı programlar vardır. Bilgisayara kurmak, istediğiniz zaman kaldırmak veya başka bir bilgisayarda çalışmasını sağlamak genellikle zor gelir; ama onlarsız da yapamazsınız. http://portableapps.com/ web sayfasında en çok ihtiyaç duyulan bilgisayar programlarının taşınabilir versiyonlarını bulabiliyorsunuz. Bu programları sadece taşınabilir disk ya da usb flash belleğinizde taşıyıp, istediğiniz herhangi bir bilgisayara bağlayıp kurulum yapmadan çalıştırıp kullanabilirsiniz.
http://www.bubblebox.com/ Tamamen İngilizce olmasına rağmen Türk çocukları arasında yaygın olarak kullanılan bir online oyun sitesi. Çocuklarımız hangi oyunları oynuyor diyen anne ve babalara tavsiye ediyorum. Ve tabi ki oyun meraklılarını da unutmamak lazım.
Aradığınız bir bilgiyi, tam bulduğunuzu sandığınız anda karşınıza üye olmayan giremez ve hatta, girse bile bilgilere ulaşamaz şeklinde bir uyarı ekranıyla karşılaşırsınız. İşte bunlara önlem olarak, http://www.bugmenot.com/ web sayfası sizin için neredeyse tüm üyelik gerektiren web sayfalarına üye oluyor ve size kullanmanız için üye adı ve şifresi sunuyor. Böylece, acaba ben bu web sitesine üye miydim? Ya da üyelik için bu kadar soruya cevap vermek zorunda mıyım? Gibi soru ve sorunlarla uğraşmıyorsunuz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|