|
|
|
23 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu hukuk adaletli davranmıyor!.. |
Merhabalar
Buyrun işte gene aynısı oldu. Bir tarafta İbrahim Şahin'in ekibi toplanırken aynı anda muhalif seslerin, sendikaların, muhalif medyanın merkezlerine tecavüz edildi. Evet bunun adı tecavüz. Ayaklar altına aldıkları hukukun gölgesinde, kurşun geçirmez mersedeslerin şemsiyesinde vatanseverlere tecavüz ediyorlar. Artık su kaçan eşek kulaklarının sayısını tutmak mümkün değil. Gem azıya alınmış, güldür güldür gidiyorlar. Ağızlarında bir nakarat; "Durmak yok, tecavüze devam!"
Şurada objektif olmayı, tatlısu demokratları gibi bu konuda tarafsız kalmayı becermeyi gerçekten arzu ediyorum ama olmuyor yapamıyorum. Çünkü izin vermiyorlar. Her dalga da suratıma suratıma "Sen salaksın, salak!" diye bağırıyorlar, dayanamıyorum. İpin ucunun kaçmaya tâkâti yok. Kaçan kaçmış zaten. Zembereği boşalmış saat gibi sağa sola saldırıyorlar. Öyle hesapsız ya da hesaplı(!?) işlere imza atıyorlar ki, iyi birşey oluyorsa bile görmeye olanak bırakmıyorlar.
Darbenin daniskasını yaparak darbeci arıyorlar etrafta. Bulurlar inşallah. Yok eğer bulamazlarsa korkarım başlarına darbe kadar taş düşecek taş. Şiştikçe şişen, gitgide içinden çıkılamaz hale gelen bu dava kısa sürede bir sonuca ulaşmazsa vay halimize, vay hallerine.
Olan biteni dert edinip vazife çıkaranlar, bu davanın asıl mağdurları. 12 Eylül öncesi bile rastlamadıkları polis devleti yapılanmasıyla karşı karşıyalar. Herkes sinmiş durumda. "Aman yerin kulağı vardır." lafı çocukların bile dilinde. Oysa asıl şimdi sesi yükseltmeli. Hukuk tanımazları, devletin en yüksek mahkemesi tarafından bu memleketin temelini sarstıkları için yaftalanmış hükümetini, onun memurlarını, kendilerine getirmek için asıl şimdi bağırmalı.
Sanki bu memlekette bağırsak temizliği ilk defa yapılıyormuş gibi nârâ atanların eğzında bir terane; "Böyle cesur savcı 12 Eylül öncesi çıkaydı, 12 Eylül olmazdı." Ey bre gafiller, o savcının arkasında kendini başsavcı ilan eden Tayyip Bey ve şürekası olmasaydı, o Tayyip Bey'in arkasında ABD yerleşimli cemaat desteği olmasaydı, her köşe başı, devletin her kademesi, kendi hık deyicilerince ele geçirilmiş olmasaydı, TSK'yı ters köşeye yatırıp polisi askerin başına geçirme ameliyesi olmasaydı, bu dava olabilir miydi? Ama oldu ve bu ülkeyi bölünme noktasına getirdi. Buna sessiz kalmak vatan hainliğine eş değerdir. Esenkalmaya çalışın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 16 |
|
Küçükken kızgın olduğum zamanlar, örneğin ablama küsünce, kardeşimle kavga edince pamuk tarlasını yaran patikadan geçip istasyonun etrafındaki çamlığına giderdim. Çamların serin gölgesi beni rahatlatırdı. Uzanır trenleri beklerdim. Bazen bir saat, iki saat... Akşam altıda kara tren geçerdi. Oflaya puflaya. Her yanından dumanlar çıkardı ve lokomotifin etrafı hep sıcak olurdu. Zaten korkardık, yaklaşamazdık. Mototren veya ekspresler gece geçerdi. Zaten bizim kasabanın istasyonunda durmazlardı. İçleri hep aydınlık olurdu, her zaman aceleci… Kara tren çuf çuf diyerek kalkışa geçtiğinde yaramaz çocuklar basamaklarına atlarlardı. Hızlanıncaya kadar sanki traktör arkasına asılır gibi asılıp giderlerdi. Sonra çok hızlanmadan atlarlardı. İstasyon bekçisi o çocuklara acayip kızardı. Bakır düdüğünü cebinden çıkarıp çığlık çığlığa öttürürdü. Bekçinin düdük sesi istasyondan ayrılmak üzere olan trenin çığlıklarına karışırdı. Soma treni geçtikten sonra akşam olurdu. Tarlada çalışanlar paydos saatinin gelip çattığını trenden anlarlardı. Mal sahibine "saat gelmiş beyim," derlerdi. Baksana tren geçip gitti bile… Patron bir trene, bir de saatine bakardı. Tamam derdi, paydos işte. Binin traktöre…
Trenler sinirimi geçirirdi, öfkemi unuttururdu. Bazen tanıdıklardan bir ikisi Manisa'dan dönerdi. Bayat bile olsa gevrek getirirlerdi. Göz hakkı bu hiç belli olmaz. Bir parçası bize de düşerdi. Çünkü o yıllarda yalnız başına bir şey yemek çok ayıptı. Gizliden yersen ne ala. Bakan iki gözün hakkı vardı, vermezsen bir yeri şişebilirdi. Erkek çocukların o şişecek bir yeri genellikle çüküdür, ama kızların neresi şişer hala bilmiyorum.
Kara trenlerin birçoğu yolcu taşımazdı. Kocaman, upuzun yük vagonlarıyla kan ter içinde gelip geçerlerdi. Onlar da bizim kabamızda hiç durmazlardı. Köylüler onlara hamal treni derlerdi. Ya da yük treni… Nedenin hala bilmiyorum. Çocuklar o trenlere hep taş atardı. Belki de vagonlarından gazete, konserve atılmadığı için. Kasabamızda durmadıkları için belki de. Bize aldırmadan geçip gittiklerinden… Çocuklar için en eğlenceli olanlar asker trenleriydi. Asker trenlerinin vagonları tıka basa kafası tıraşlı gençlerle dolu olurdu. Bir pencereden dört, beş kişi birden el sallardı. Biz de onlara el sallar, ıslık çalardık. Trenden çocuklara gazete, sigara, konserve yiyecekler atarlardı. Balık ve et konservelerini yiyemezdik ama barbunya plakiler fena değildi. Sonra oturup trenin camlarından bize fırlattıkları gazeteleri okurduk. En ince ayrıntısına, satılık ilanlarına kadar…
Ben ilkokuldayken tren elli kuruştu Manisa'ya. Sonra yetmiş beş oldu. Öğrenci elli, tam yetmiş beş. Mesir şenliklerine giderdik beşi bitirmeden. Ama ne yolculuk? Kırk dakikalık yolculukta bütün vagonları on kere turlardık. Çocukluk işte. Bir de bilet almadan kaçak gitmeye çalışanlarımız vardı. Yakalanınca ya trenden indirirler adamı ya da cezalı bilet keserlerdi. Tamı tamına yüz elli kuruş. Ben tren kalkınca tuvaleti giriyorum demişti bir arkadaşım. Manisa'ya gelinceye kadar da açmıyorum kapısını. Biletçi de helâ dolu sanıyor. Bir iki kez kapıyı çalıp gidiyor. Elbette yalan söylüyordu. Sadece bayramlarda kaçak gidenler oluyordu. Çünkü tren tıka basa dolu olduğu için biletçi insan selini baştan sona geçmekte zorlanıyordu.
Çok tren hikâyeleri anlatılırdı o yıllarda. Her zaman olduğu gibi yine bildik isimler üzerinden anlatılırdı. Ayvacının Ali trene binmiş. İzmir'e gitçek, dayısıgile. Okuma yazma zayıf tabii, aklı da ermiyor ince hesaba. Saf olduğu tipinden belli… Onunla aynı kompartımanda giden yolculardan biri bununla dalga geçmeyi aklına koymuş.
- Sen pehlivan mısın birader?
- Yok be aga değilim.
- Boksörsün o zaman.
- Boksörde değilim be aga.
- Demircisin o zaman sen.
- Demirci de değilim be aga.
- Bu işte bir iş var. Yalan söylemiyorsun dimi?
- Yok be aga.
- Ya şu kollara bak, şu gövdeye bak. Gördüm ama senin gibisini görmedim. Her tarafın kas be birader.
- Çiftçiyim ben be aga. Tarlalarda amelelik ederim.
- Sen ameleye hiç benzemiyorsun. Şu yukarıdaki kolu görüyor musun?
- He be ağa.
- Bu kolu geçenlerde üç kişi bir oldu da kımıldatamadı.
- Ne kolu bu be aga?
- Valla bilmem ne kolu. Ama her babayiğidin harcı değil işte.
Ayvacının Ali oturduğu yerden kalkar. Trenin imdat frenini langırt diye çeker. Tren
feryat figan içinde durur. Yolcular pencerelere üşüşür. Trenin niye durduğunu merak ederler. Görevliler telaş içinde bir sağa bir sola koşmaktadır. En sonunda Ali'nin oturduğu kompartımandan imdat frenin çekildiği görürler.
- Kim çekti bunu, derler.
Bizimki ayağa kalkar, övünerek;
- Ben çektim, der hem de tek kolla.
- Görevliler alıp götürürler. Elli kağıt ceza, bir sürü nasihat, azarın bini de bir para…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
OKUR MUSUNUZ?
Geçen hafta Muğla turuna çıktım.Amacım uzun zamandır görmediğim dostlarımla hasret gidermek ve onlara Kariyon Şiirleri'ni sunmaktı. Değerli dostum Dr. Şevket Yanar'la söyleşirken söz, kitap satışlarına oradan da okumayan bir toplum oluşumuza uzandı.
Doktor: "Yatağan'ın nüfusu çevresiyle birlikte kırk bini buluyor. Yatağan'da ilköğretim okullarının yanında Anadolu lisesi, meslek lisesi, genel lise, bir de yeni kurulmuş bir meslek yüksek okulu var; ama bir kitapçısı yok." dedi.
Çocukluğumda bu Yatağan'ın nüfusu iki bindi; ama iki kitapçısı vardı.
O zamanlar bir tencere yoğurt parasına satın alıp okuduğum kitaplar hâlâ kitaplığımdadır.
***
Yetmişli yılların ilk yarısında Muğla'nın bir başka ilçesi Milas'ta çalışmıştım. O yıllarda Altın Kitapların Milas Bayisi vardı. Osman Çakıray yalnızca Altın Kitaplar satardı. Ama başka kitapçılar da vardı ki oralarda her kitabı bulurduk. Varlık yayınları, aylık sanat ve edebiyat dergileri.
Cumartesi günü Milas'ta kırtasiyecilik yapan okul arkadaşıma uğradım. Kırtasiyesinde otururken birkaç ilköğretim öğrencisiyle konuşma fırsatım oldu. Neredeyse hepsi köylerden dershanelere gelmişler. Hafta sonu bireysel yeteneklerini geliştirebilecekleri etkinlikler içinde olması gereken bu çocukları dershanelere sürükleyen zihniyete kızmamak elde değil. Okuma alışkanlığı kazanma çağındaki öğrencilerin tümü ya kalem, silgi ya da yaprak test sordu. Ne yazık ki kitap soran olmadı.
Arkadaşım Mehmet Çerçi'ye "Eskiden kitap da satardın, şimdi satmıyor musun?" diye sordum.
Bana rafları gösterdi.
"Bunlar, eskiden kalanlar. Yenilerini soran, isteyen olursa getiriyorum. Artık kitap okunmuyor."
"Peki Milas'ta kitapçılık yapan var mı?" diye sordum.
" Dükkânında kitap bulunduran bir iki kişi daha var, ama raflarında benimki kadar kitap olan yoktur sanırım." diye yanıtladı.
Geçen yıllarda Milas da çok değişmişti. Nüfusu çevresiyle birlikte nüfusu yüz yirmi bini aşmış. Artık 1300 öğrencili bir Meslek Yüksek okulu bile var. Cumhuriyet Caddesi sağlı sollu sarraflarla, butiklerle, beyaz eşya mağazalarıyla dolu. Süpermarketler tıklım tıklım. Ama yeni kitapçıların açılması bir yana, Osman Çakıray'ın kitapevinin yerinde bile yeller esiyor.
***
Pazar günü Bodrum'da Şiir Sevenler Platformu'nun geleneksel şiir söyleşisi vardı. Belediye Meclis salonunda 30 kadar şiir sever toplanmıştık. Katılımcıların tümü orta yaş ve üstüydü. Nazım'dan şiirler okuduk. Sayımızın ne kadar az olduğundan söz ettik. Gençlerimizin neden bu tür etkinliklere ilgi duymadıklarına kafa yorduk.
Bodrum, elbette Milas ve Yatağan'a göre sanat ve kültür etkinlikleri bakımından çok daha gelişmiş bir yer. Marina'da Berk, OASİS'te İmge ve Kipa'da Sevgi kitabevi yeni kitapları anında okurlarla buluşturuyorlar. Ancak ayakta kalmak için ne çabalar harcadıklarını çok iyi biliyorum.
Sözüm ona Muğla, ülkemizin en aydın insanlarının yaşadığı bir il. İnsan okumadan aydın olur mu hiç?
Antoine Albalat "Okuma tutkuların en asilidir. Ekmek nasıl bedeni beslerse, o da ruhu öyle besler. " der. Bahanemiz ne olursa olsun okuma özürlü bir toplum olduğumuz su götürmez bir gerçek. Ruhu, böylesine gıdasız kalmış bir toplumun gündemini trajikomik olayların, tutumların ve safsataların belirlemesinde şaşılacak bir durum yok aslında.
Çok yakında yerel yönetim seçimleri var. Bu günler, halkımızın ramazanda aş, kışta kömür, yazda gölge ianeleriyle yaşayan, bankaları, tersaneleri,ulaşım ve iletişim sistemleri… yabancılara, yandaşlara peşkeş çekilirken onursuzca susan bir insan yığını görüntüsünden kurtulması için "ben bir okurum" diyenlerin bir adım daha öne çıkma günleridir.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Roma'da Filistin'i Savunmak |
|
Geçtiğimiz haftasonu, 17 Ocak 2009'da bir iş gezisi için Roma'daydım. Zaman darlığından, şehri görmek için yalnızca iki üç saatim vardı. Bindiğim metrodan, rastlantısal olarak, Colosseum'da indim. Burası neresi derseniz, hani Gladyatör filmi vardı ya, Russell Crowe'un filmde en son dövüştüğü mekan, işte orası. Kısa zamanda ne görsem kârdır deyip, son hızla gezmeye başlamışken, ileride polislerin yanar döner sinyallerini görüp irkildim.
Cadde kesilmiş, polis barikatları kurulmuş. Bir bekleyiş var!
Ortam ilgimi çekti. Zamanımın kısıtlı olması yüzünden önce tereddüt ettim, ama merakımı yenemeyip göz atmak istedim. Alana vardım. Bir süre sonra uzaktan yaklaşan grubu görünce anladım ki, İsrail'in Gazze işgalini protesto adına, İtalyan Komünist Partisi'nin düzenlediği bir mitingin tam ortasındayım. Türkiye'de az çok miting tecrübesi olan birisi için diyebilirim ki, son derece organize bir topluluktu.
Farklı dinlerin (Müslümanların, Katoliklerin vb.) ve ateistlerin, farklı renklerin (Siyah, beyaz, uzakdoğulu, arap vb.) temsil edildiği, her dilden sloganın atıldığı olağanüstü bir mitingdi.
Ağırlıklı olarak Filistin bayrakları olsa da, başka milletlerin bayrakları da görünüyordu. Yanımda ülkemin bayrağı olmadığına çok üzüldüm.
Üstellik "Barış ve Adalet için ABD Yurttaşları (U.S. Citizens for Peace & Justice)" adlı organizasyonu temsil eden ABD vatandaşları da katılmışlardı.
http://www.peaceandjustice.it/
Miting boyunca, tekbir getiren Müslümanlar, İngilizce slogan atan ABD'li barış girişimcileri ve İtalyan Komünistleri yan yana, her dilde bu insanlık vahşetini kınadılar. Kimse bayrak yakmadı, polis kimseyi kovalamadı ama herkes çarpıcı simgeler ve pankartlarla mesajlarını veriyordu. Herkes orada sonuna kadar barış için taraftardı. Bunu sonuna kadar haykırdılar ve gösterdiler.
Ama;
Güzel ülkemdeki Filistin'e destek veren İsrail karşıtı mitinglerde ve söylemlerde genelde yalnızca "din kardeşliği" ve "müslümanlık" öne çıktı. Roma'daysa herkesi kucaklayan bir mitinge tanıklık ettim. Tabii ki Roma'dakine benzer mitingler de yapıldı, ama her topluluk kendi açısından yaklaştı, "ortak ses" olamadık.
Roma'da ortak olduğum miting bir insanlık ayıbına karşı insanların sokakta dahi olsa, nasıl birleşebileceğinin bence en güzel örneğiydi.
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Temirağa Demir Çığ düşerse onlar ölürler… |
|
Her şey tekdüze bir sıradanlıkta ilerleseydi eğer saçları avuçlarında birikmeyecekti…
Sıkça dökülüp gözlerinin içine düşüp bir kaşıntıya neden olmayacaklardı…
Ama üst üste geliyordu her şey…
Üst üstelikler bile üstüne üstlük bir üstünlük taslıyorlardı…
Ast üst kavramının ötesinde bir kalenderlik vardı…
Ama sorunlar bir çığın ötesinde büyüyordu…
Ve hiç günahsız ayağında lastik ayakkabı, sırtında önünde demir kilit olan çantalı çocukları altına alıyordu…
Bazen yaşı kırkın üzerinde olan ve kifayetsiz yaşayan adamları…
Saman kokan inekleri…
Kuzuları…
Buğday tarlalarına düşüyordu belirli aralıklarda…
Kurtlar hiç ölmedi çığ dolusu akşamlarda…
Çakallarda öyle…
Ayıların baş edebilecek kadar büyüktü cüsseleri…
Ama üstündeki mavi önlüğün bir düğmesi kopuk, yakasının içi bit dolu o çocuklar…
Sabahları erken kalkan kilometrelerce bir şeyler öğrenmek adına yol yürüyen o köyün çocukları…
Siz bilmezsiniz oraları…
Okulu çok abartırlar…
Çift kaşarlıları yoktur…
Temizdir yürekleri…
Yumurta kokarlar…
Öğretmenlerine, büyüklerine duyulmasın gereken saygıdan daha fazlasını duyarlar…
Kış gelir…
Hasat biter…
Oraklar ahırın kenarında yerini alır…
Kimse bir şey öğretemez onlara mahallelerinde…
Çünkü bilmezler…
Okuyanlardan medet umarlar…
Balla, tereyağı ile beslerler…
Sarı ineğin sütünden kaymak yapıp yedirirler zihni açık olsun diye…
Zihni açıktır çocukların…
Ama yolları kapalıdır…
Yanlış yarışlarda koşturulurlar…
Açık bir şike vardır örtbas ederler…
Aynı eğitimi vermeden aynı sınavlara tabi tutarlar…
Kravat bağlamayı sadece öğretmenleri bilir…
Yakalıkları yırtıldı mı bir hafta sonra ancak dikilebilir…
Anneleri ahırda, babaları tarlada…
Sabahın ilk ışıklarından akşam karanlığına kadar çalışırlar…
Onlar büyür…
İlk ergenliklerinde korkarlar…
Camideki Kuran Kursunda hocanın dedikleri gelir akıllarına…
Cunup olurlar…
Lanetli hissederler kendilerini…
Zemheri bile olsa sabahın kuşluğunda…
Bir hayat boşluğunda…
Gidip Fırat'ta, Zap'ta, Keban'da yıkanırlar…
Arınırlar…
Ciğerlerinin umurunda değildir dini vecibeleri…
Üşütürler…
Bronşit, zatürre olurlar…
Şurubun satıldığı ilk yer öteki dünya kadar uzaktır zaten…
Bazen alırlar bazen alamazlar…
Hastalıklarının nedenini söyleyemezler…
Anne babaları ilgilenemez…
Bir sirkeli bez koyarlar alınlarına…
Nasırlı elleri ile dokunurlar bacaklarına…
Ateşini ölçerler…
Üzerine bir yün battaniye örtüp beklerler…
İyileşsin diye…
Bazen iyileşirler, bazen ölürler…
Eğitimleri ve hayatlarının şartları eksik olan bu çocuklar eğer saçma sistemle aynı koşuda yarıştırılırlar…
Sonra birileri kalkar eşitlikten bahseder…
Temirağa Demir temiragademir@temiragademir.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Kahveli Köyün Telveli Muhabbetleri - 1 |
|
Yine yorgun ve uykusuz bir sabahın ilk saatleriydi. Kahveli Köyü'nün tek Kahvehanesi her zamanki gibi gecenin bir yarısı sessiz sedasız açılmıştı. Aslında Kahvehane'den çok rotatif baskılı bir matbaa da denebilirdi. Gecenin bir yarısına kadar hizmet verip sonra binlerce aboneye gazete yetiştirmeye çalışan bu Kahvehane'den bozma matbaa, herşeye karşın yine son sayısını titizlikle yetiştirebilmenin keyfini yaşıyordu. Dile kolay değil, 1500'ün üzerinde sayısı ile 6 yılı aşkın bir süredir hizmet veriyordu. Hatta; birkaç ay sonra 7.yılını bitirmeye bile hazırlanacaktı. Yine günlerden Perşembe devrilmek üzere, Cuma yüzünü göstermeye başlarken Kahveci'nin telefonu çaldı. Kahveci Edi; yine münasebetsiz bir saatte ve yine o malum kişinin aradığını yarı uykulu gözlerle farketti. Aslında; uykuludan ziyade zapping mahmuru gözler desek daha doğru olurdu. Her neyse;
"Kesin süre uzatımı isteyecek bu İhtiyar !"
diye telefonun "Yes" tuşuna bastı. Tahta iskemlesinden yarım yamalak doğruldu, şişman göbeğinin ağırlığını iyice hissetti ve;
"Hayırdır İhtiyar ?" dedi.
Eveleme geveleme sonrası onun Ankara'da olduğunu, ne yazık ki bu Cuma günü pek sevdiği Kahvehane'ye uğrayamayacağını dinledi. Bir yandan da kumandası ile kanaldan kanala gezinmeyi ihmal etmiyordu. Nasılsa; Hikayeci Seyfi bitmek bilmeyen o güzelim öyküleriyle her daim hazır ve nazırdı. Nasılsa; yeni gençlik gümbür gümbür geliyordu. Kahveler her zaman hem taze hem leziz kaynayacaktı.
"İyi geceler ihtiyar !" dedi ve bu kez telefonun "No" tuşuna bastı.
Oysa; İhtiyar Büdü'nün canı çok sıkılmıştı. Yıllardır Cuma keyfini Kahvehane'de yaşamak için can atardı. Eli ayağı tutulmuştu. O klavyeye, klavyesi ona bön bön bakıyordu. Uyumak istedi olmadı, yazmak istedi yine olmadı, sağa döndü, sola döndü, huzursuzluktan ne uyuduğunu bildi ne yattığı yeri beğendi. Ne yapıp edip haftaya Kahvehane'ye gitmeli, bol köpüklü kahvesinden keyifle içmeliydi. Oysa; bu yıl ne hayalleri vardı. Kahvehane'nin altını üstüne getirmeyi düşlemişti. Sözüm ona stoklu çalışacaktı, ne gezer ! Yine günlerden Perşembe oluvermişti bile. İhtiyar eli yine telefona uzandı ama cesaret edip tuşları çeviremedi. Biraz izin almalıydı, güç toplamalıydı, bunca harala gürele arasında biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Kahveci Edi'nin dediği gibi gerçekten de ihtiyarlamış mıydı ? "Yok caaanım !" diye kendi kendine mırıldanmayı ihmal etmedi.
Epeydir, uzun soluklu birşeyler yazmayı hayal ediyordu. Roman denemez elbette ama bir "sürekli öykü" neden olmasındı ? Uzaklara gitmeye, derinlerde aramaya gerek olmadığını düşünüyordu. Belki tek başına üstesinden gelemeyebilirdi. Ama yine de bir süre denemek veya bir başlangıç yapmak istiyordu. Belki de; Kahveli Köyü'nden yardım gelebilirdi. Aklı fikri yerli yerinde bir köy idi Kahveli Köyü. İsteseler birçok TV dizisine imza atarlardı. Hem dertli, hem neşeli. Birbirinden eğlenceli, birbirinden değerli insanların cirit attığı bir köy.. Ve o köyün yegane Kahvehanesi..
Ve o Kahvehane'de içilen bol köpüklü kahveler..
Daha da önemlisi keyifle yapılan Telveli Muhabbetler...
"Kahveli Köyün Telveli Muhabbetleri" işte bu nedenle yazılıyor... Yazılacak... İnşallah ..!
Yıllar önce; sevgili BeT Böcek sanki buna benzer bir düşünceden söz etmişti diye hayal meyal hatırlıyorum. Karakterlerini zaten biliyorsunuz, bugün birkaç tanesinden söz ettim. Hikayeci Seyfi, BeT Böcek, İhtiyar Büdü, Kahveci Edi gibi.. Kahvehane'de düşündüğüm pek isim var elbette. Epeydir ortalıkta gözükmeyen Çaycı Bahçıvan, Tersine Feride gibi.. Assolist Fadime, Gezgin Veysel, Bilimsel Aysel de olabilir.. Belki de; Kahveli Köyün sakin sakin oturan sakinlerinden yardım gelecektir...
Haftaya görüşmek ümidiyle...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
HER SEVİ İÇİN BİR UMU
"Ben..." demeden anlatamam ki seni
Alabildiğine genişleyip bu küçük acunda
Tekleyen anılardan söz ederim
Sessizce tuttuğundan elimden
Geride bıraktıklarımda bir odak deliciliği taşıyan
O adı yazılmamış yaşam, o öncül kukla
Söylenmeye başlarım belki de
Unutuşun güzelliğini hiç unutmadan
Dağılış daha uzun sürer yokoluştan bilirsin
Yararlanır beklenmedik karşılaşmaların esnekliğinden
Ergenlik bilmeyen yabanlığıma
Tam günü gününe düştün tutan bir aşı gibi
Serin duru bir suyu ikiye bölüyor derinleştiriyor
Kuruyorsun yeniden eski bir köprüyü
Hazır başlamışken sonsuz bir devinmeye
Şimdi de sıyırmalısın beni aykırı bir gövdeden.
Güven Turan
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bazı programlar vardır. Bilgisayara kurmak, istediğiniz zaman kaldırmak veya başka bir bilgisayarda çalışmasını sağlamak genellikle zor gelir; ama onlarsız da yapamazsınız. http://portableapps.com/ web sayfasında en çok ihtiyaç duyulan bilgisayar programlarının taşınabilir versiyonlarını bulabiliyorsunuz. Bu programları sadece taşınabilir disk ya da usb flash belleğinizde taşıyıp, istediğiniz herhangi bir bilgisayara bağlayıp kurulum yapmadan çalıştırıp kullanabilirsiniz.
http://www.bubblebox.com/ Tamamen İngilizce olmasına rağmen Türk çocukları arasında yaygın olarak kullanılan bir online oyun sitesi. Çocuklarımız hangi oyunları oynuyor diyen anne ve babalara tavsiye ediyorum. Ve tabi ki oyun meraklılarını da unutmamak lazım.
Aradığınız bir bilgiyi, tam bulduğunuzu sandığınız anda karşınıza üye olmayan giremez ve hatta, girse bile bilgilere ulaşamaz şeklinde bir uyarı ekranıyla karşılaşırsınız. İşte bunlara önlem olarak, http://www.bugmenot.com/ web sayfası sizin için neredeyse tüm üyelik gerektiren web sayfalarına üye oluyor ve size kullanmanız için üye adı ve şifresi sunuyor. Böylece, acaba ben bu web sitesine üye miydim? Ya da üyelik için bu kadar soruya cevap vermek zorunda mıyım? Gibi soru ve sorunlarla uğraşmıyorsunuz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|