|
|
|
26 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : "Kıssınlar kardeşim" |
İyi haftalar
Memleket doğalgazın verdiği şişkinlikten inim inim inliyor. Doğalgaz faturaları kira boyutlarına ulaşınca ahali çözüm yolları arayıp, kısmetse doğal olarak buluyor. Ben de naçizane, deneyimlerimden yola çıkarak konuya bir berraklık getirmek ve dahi izninizle bir iki tasarrufa yönelik tedbir konusunda fikir beyanında bulunmak istiyorum. Konumuzun, fiyatın nasıl belirlendiği ile uzak yakın bir ilişkisinin olmadığını peşinen söylemekte yarar görüyorum. Bizim konumuz, malum faturaları asgari seviyeye indirme gayretinden ibarettir.
Bilindiği üzere, doğalgaz konutlarda iki şekilde kullanılmaktadır. Birincisi ve hayli yaygın olanı, müşterek kazanlı doğalgaz kullanımıdır. Yaşı 10-15'in üzerinde olan binalarda genellikle fueloil tahrikli kazanlar mevcut olduğundan, doğalgazın hayatımıza girmesiyle birlikte bu kazanlarda ufak bir değişiklik yapılmış gazla gazlanır hale getirilmişlerdir. Bu durumda olan kat maliklerinin kaçarı maalesef yok denecek kadar azdır. Ne evlerini terkedebilme özgürlükleri vardır ne de müşterek kazanı patlatıp yerine kombi taktırma olanakları. Sittin sene gelecek faturaları daire başına bölmek ve başlarına düşeni ödemek zorundadırlar. Hele bir de lüküs olsun diyerek, sıcak su sistemini de bu kazana bağlamışlarsa vay hallerine demek daha doğru olacaktır. Son faturalarla daire başına 500-600 lira ödemek durumunda kalan kat maliklerinin kendi evinde kiracı olduklarını söylemek pek yalan olmasa gerektir. Kiracıların ise hali pekten de pek fenadır. Kiranın üzerine eklenen bir ek kira ile fakirlik sınırından açlık sınırına terfi hallerindedirler. Amma velakin şanslıdırlar, zira her an kaçıp daha ehven bir yere göçme ihtimalleri vardır. Bu ihtimalin varlığı bile onları genç ve dinamik tutmaya yeterlidir. "Kıssınlar kardeşim" denilebilir ancak yediden yetmişe türlü yaşlarda sakin barındıran apartmanlarda ısınma konusunda fikir birliği halinde olmak benim tığ gibi olmamla eş anlamlıdır. Biri yanarken diğeri donduğundan mutlaka peteklerin el değmeyecek halde olması gerekmektedir. Bu tip çok katlı konutlarda yapılabilecek tek tasarruf, yöneticilik yaptığı için aidattan yırtan emekli amcayı bu ayrıcalıktan azad etmek ve onu da havuza dahil etmektir. Böylece birim başına ödeme bir miktar azalacak ama apartman toplantılarında adrenalin yüklemesi gittikçe artacaktır.
Diğer kullanım şekli ise kombili mombili olma halidir. Bu durum epeyce makul sonuçlar doğurmaktadır. Bizzat tarafımdan test edilmiş onaylanmış ve sürekli hale getirilmiştir. Mevcut kombili evinde oturan ya da yeni bir kombili eve taşınmak isteyenlere ilk tavsiyem şudur; Mutlaka ve mutlaka izolasyonu iyi bir ev hedeflenmelidir. Yeni inşa edilen evler sadece cam çerçeve izolasyonu ile yetinmeyip bir de duvarların içine koydukları köpüklerle muhteşem işlere imza atmaktadırlar. Böylece uzun süre kombiyi ateşlemeden oturulabilmekte ve devamında giyilen bir kazak vasıtasıyla bu süre epeyce uzatılabilmektedir. Ocak kullanımından tasarruf etmek için çayı termosta saklama, yemek pişirmek yerine kahvaltıyla öğün geçiştirme gibi yöntemler tavsiye edilebilir. Sıcak suya gelince işler biraz zorlaşır. Zira hamam alışkanlığını sürdüren bizler için kaynar su tapılası bir önem arzetmektedir. Yıkanma süresini kısa tutmak, el ayak yıkamalarında sıcak su yerine soğuk su kullanmak alınası önlemler arasındadır. Hatta bu konuda ısrarcı olan aile ferleri için yaptırımlar uygulamakta da bir sakınca yoktur. Yaralamamak kaydıyla herşey mübahtır. Ve aslında herşey aile bütçesine üç kuruş katkı içindir. Unutulmamalıdır ki, gazdan artırılacak her gaz halesi size yol, su, elektrik olarak tabi ki geri dönmeyecektir ama belki ayda bir kere, arada gazoz içip mısır yememek kaydıyla, sinemaya gitmenize yardımcı olacaktır. Doğal gazınız mübarek, haftanız apaydınlık olsun. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı BİR İÇİM SU... |
|
Su hayat kaynağımız, can damarımızdır. Susuz hiçbir canlı yaşayamaz. Uygarlıklar su kenarlarında yeşermiş, insanlık suyla kendini bulmuş, gelişmiştir. Son zamanlarda değerini bilmeye başladık onun. Çünkü su kaynakları tükenmeye yüz tutmuş, herkes su arayışına girmiştir. İlerde su petrolden daha değerli olacaktır. Bu bakımdan, iş işten geçmeden gerekli önlemleri almalı; "Su gibi aziz ol!" dedirtmeye çalışmalıyız kendimize...
Petrol savaşlarından sonra su savaşları başlıyor şimdi. Belediyeler su kaynaklarını kendilerine mal etmek için uğraşıyorlar. Suda arsenik çıkması herkesi ayağa kaldırıyor. Deniz suyundan içme suyu elde edilmeye çalışılıyor, atık sular temizlenip tekrar kullanılıyor. Necati Cumalı "Susuz Yaz" adlı eserinde su yüzünden cinayet bile işlenebileceğini ortaya sermiştir. Suyu kirletmek de ayrı bir cinayettir bence. Akarsu pislik tutmaz dememeli, çöpleri, kirli atıkları ırmaklara, denizlere dökmemeliyiz. Bir zamanlar Haliç'te görüldüğü gibi, su zamanla öyle bir kirlenir ki, temizlemek için milyarlarca lira harcamak gerekir...
Su deyip geçme, terliyken soğuk su içme! Ölümsüzlük suyu olduğuna inanmışlar ve ona ab-ı hayat adını vermişlerdi. Kâbe'deki zemzem suyu kutsal sayılır. Gizli işler çevirenlere saman altında su yürütüyor denilir. Güzeller bir içim su diye övülürler. Çok sevdiğimiz bir şeyi, bir yiyeceği görünce ağzımızın suyu akar, ağzımız sulanır. Çok ağlayanlar sulu gözdür. Bir isteğimizin olmasında hatırı sayılan, saygın kişilerin katkısı varsa o şey o kişilerin yüzü suyu hürmetine gerçekleşmiştir, deriz. Kötü kişilerin başlarına gelen "Su testisi suyolunda kırılır" diye belirtilir. Evlerde çeşme olmadığı yerlerde kadınlar, kızlar kuyulardan su çekmeye çalışırlar ya da çeşmeye, pınar başına su doldurmaya giderler. Orada aşklar ve kavgalar baş gösterir. Türkülerde su doldurmaya giden güzeller şöyle anlatılıyor:
"Suya gider su testisi elinde
Allar giymiş etekleri belinde"
...
"Susadım su isterim Eminem
Su vermez çaylar bana of!"
...
"Dere geliyor dere
Kumunu sere sere
Al götür beni dere
Yârin olduğu yere"
...
"Pınarın başında su verdin içtim
Bu içten sevdayla kendimden geçtim"
Tarlalar da kuyulardan eşeğin ya da atın çektiği su dolaplarıyla sulanırdı eskiden. Dolap beygiri deyimi oradan kalmıştır. Bu konuda şöyle bir fıkra vardır:
Bir kentli arabasıyla bir köyden geçerken kuyudan su çeken bir eşek görmüş. Eşeğin kulaklarının arkasında çıngırak varmış. Buna bir anlam veremeyen kentli tarla sahibine bu çıngırağın ne işe yaradığını sormuş. Köylü, " Çıngırağın sesi kesilince eşeğin durduğunu anlıyorum" demiş. Kentli gülerek, "Ya eşek durduğu yerde kafasını sallarsa?" deyince köylü içini çekmiş, "Ah beyim ah, nerde buralarda sizin gibi akıllı bir eşek!" deyivermiş...
Eşek deyince aklıma geldi. Neyzen Tevfik bir mecliste ney çalarken, onun ney çalmasını istedikleri halde, saygısız birkaç kişi dinlemeyip aralarında konuşmuşlar. Neyzen bunun üzerine ney çalmayı bırakıp, "Zürefanın neye meftun oluşu/Nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir" diyerek onları eşeğe benzetmiştir...
Atalarımız "Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından kork" demişlerdir. Su küçüğün, söz büyüğünmüş. Huyunu suyunu bilmediğimiz kişilerle arkadaş olmak iyi bir şey değildir. Kimi kişiler asıl amaçlarını gizlemek için sudan sebepler ileri sürerler, kimi de sudan cevaplar verir. Sululuk, sulu şakalar yapmak, işi sulandırmak iyi bir şey değildir. Çok bildiğimizi "su gibi biliyorum" diye belirtiriz. Bir şey çok ucuzsa "sudan ucuz" deriz. Alışmadığı bir ortamda bulunmak zorunda kalanlar sudan çıkmış balığa dönerler. Bir şeyden geride hiçbir şey kalmamışsa "yel üfürmüş, su götürmüş" sözü edilir. Bir iş gerçekleşmişse o iş suya düşmüştür. Kiminin kulağına kar suyu kaçar, kiminin umduğu dağlara da sulusepken kar yağar! Beceriksizliğimizi "Su akar, Türk bakar" diye anlatırız. Sözünde durmayanlar su koyuverirler. Kurnaz kişiler enayileri sulu dereye götürüp susuz geri getirirler. Birisinin bir işte başarısız olacağı "suyu ısındı" sözüyle vurgulanır. Kimi işlerin suyu çıkar, kiminde de su yüzüne çıkmamış şeyler vardır. Kimseye yararı dokunmayanların suyuna pilav salınmaz.
Yolculuğa çıkanların arkalarından su dökülür. Dünyada üç şey çok güzeldir: Para sesi, kadın sesi ve su sesi. Suyun akışı insanı dinlendirir. Et suyuna ekmek doğranıp yenir, buna tirit adı verilir. Kimi insanlar da suyuna tirit, yani önemsiz, değersiz kişilerdir. Bazı kibar kişiler "tuvalete gidiyorum" demeye utanırlar, "Su dökmeye gidiyorum" derler. Tuvaletlerde küçük su dökmek bir liraysa büyük su dökmek iki liradır! Bir şeyin gerçekleşmesinden umudun kesilmesi gerektiğini, "Sen onun üstüne bir bardak soğuk su iç" diye belirtiriz. Devlet Kara İşleri yoktur ama Devlet Su işleri vardır. Su konusunda önlemler alması ve bizi susuz bırakmaması gereken bu müessese bakın neler yapmış: "Bir buçuk milyon hektar göl, sulak alan kurutulmuş, bu yolla tarıma kazandırılan topraklar ise birkaç yılda tuzlanarak çoraklaşmıştır. Topraklarımızın bağrını yarıp geçen kurutma kanalları nedeniyle taban suyu derine kaçmış, eskiden verimli olan tarım arazileri neredeyse ot bitmeyen alanlar haline gelmiştir...(...) Sulak alanların kurutulması meraları yok etmiş, hayvancılık neredeyse ölmüştür. Ormanlar azalmıştır. Sulak alanlarla birlikte yok olan balıklar, ördekler, kazlar... nedeniyle tarım zararlıları ile baş edilemez hale gelmiştir..." Süha Umar- Milliyet-
Kurt, su içen kuzuyu yemek için bir bahane arar; "suyumu bulandırıyorsun" der. Kuzu "İyi ama siz suyun yukarısındasınız, ben aşağısındayım. Suyunuzu bulandırmam mümkün değil" der ama kurdun pençeleri arasında can verir. Her şeye kuzu gibi boyun eğenler kurtların pençelerinden kurtulamazlar. İş suyun aşağısında olmakta değil, kuzu olmamakta, suyun başında kimin olduğunu bilip ona göre davranmakta...
Su kıtlığına çare arayanlar bakın ne gibi önlemler almayı düşünmüşler:
"Su böreği, sulu köfte yapmayın. Gidenin ardından su dökmeyin. Kimseye sulanmayın. Sulu boya kullanmayın. Aralarından su sızmayanları uyarın. Sululuk ve sulu şakalar yapmayın, ciddi olun. Çok yürümeyin ki ayağınıza kara sular inmesin. Kimseyi bir kaşık suda boğmaya kalkmayın. Havadan konuşun ama sudan konuşmayın. Sözünüzde durun; su koyuvermeyin. Saman altından su yürütmeyin. Çocuklarınıza Aksu, Göksu, Günsu gibi suyla ilgili adlar koymayın. İşlerin suyunu çıkarmayın...
Fuzuli ünlü su kasidesinde, " Elini öpmek arzusuyla ölürsem dostlar/ Kâse yapın toprağımdan, sunun onunla yâre su" der. Böylece sevgilisinin eline, ağzın kavuşmayı umar.
Acaba biz de şairimiz gibi güzelliklere toprak olunca mı kavuşacağız?
Su ile aşk arasında yakın bir ilgi vardır.
Su akarken âşık hayale dalar.
Aşk bir sudur; duyguların uyanışı, aklın uykusudur.
Güzeller bir içim suya benzetilir ama hangi âşık bir için suyla yetinebilir?
Suyu ve aşkı kirletirsen doğayı ve doğallığı mumla arayacak hale gelirsin.
Su da aşk da temizler bizi, benliğimizi, yıkar, arıtır tüm kirlerimizi.
İçtiğimiz suyun değerini bilelim, su gibi aziz olalım.
Gönlümüzden sevgi bülbülleri hiç eksilmesin
Mutluluk çeşmemizin suyu asla kesilmesin.
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BAK POSTACI GEL(M)İYOR
Ne bir selam gelir, ne bir mektup
Yaşıyoruz işte böyle herkesi unutup.
"Satırlarıma başlamadan önce daim selam eder, hürmetlerimi sunarım."
Böyle başlardı bildiğimiz bütün mektuplar.
İlkokul sıralarında söylerdik "Bak postacı geliyor, selam veriyor, herkes ona bakıyor, merak ediyor." diye.
Mektup göndermenin tatlı bir huzuru olurdu içimizde. Yazılan mektuplara gelecek cevaplar dört gözle beklenir, günler günlere eklenirdi. Günler uzadıkça, cevap geciktikçe, hüzünler artar, yollar gözlenirdi. Saatlerce telefonda konuşan sevgililer yoktu belki ama günlerce postacıyı bekleyen sevdalılar vardı. Postacıyı görenler, sevdalılarından bir parçayı görmüş gibi olur, düşerlerdi onun peşine, dillerinde bir şiir:
"Eğlen bir haber ver, acele gitme
Sevgilimden mektup var mı postacı?
Yok deyip de beni perişan etme
Sevgilimden mektup var mı postacı?"
Gelen mektuplar itina ile saklanır, açılıp açılıp tekrar okunur, kokusu içlere çekilirdi. Bir sevdanın bitmesinin şartı yazılmış mektupların iade edilmesiydi. Eğer mektuplar istenmemişse, her zaman ümit olurdu barışmak için. Ve mektuplar istenmişse, kara haber tez duyulurdu.
"Kara haber tez duyulur, unutsun beni demişsin
Bende kalan resimleri, mektupları istemişsin"
Acı haberler de yok değildi mektuplarda. Aşka son noktayı koyanlar, dostlar vasıtasıyla sevdalarını bitirdiklerini söylerlerdi:
"Dün bir dosttan, uzun bir mektup aldım
Beni anlatmış sana ve sen ona
"Unuttum artık onu" demişsin.
Hem bu sözü gülerek,
Medar-ı iftihar ile söylemişsin."
Bulunduğu diyarı terk edip uzaklara doğru yelken açanlar da yine acı bir cümleyle başladıkları mektupları bırakırlardır arkalarında:
"Sen bu mektubu okurken ben çok uzaklarda olacağım."
Gurbette, sıla özleminin depreştiği demlerde yine kalem kağıda sarılıp, mektuplarla selam gönderilir, âh dolu bir nefesle uzun bir hava tutturulurdu:
"Mektup selam söyle benden sılaya
Mektup selam söyle benden selam söyle sılaya ooy
Öyle benim için de eller ağlasın oooy oooy
Da yıkılası dağlar oy oooy oy"
Ayrılıklar öyle kolay olmazdı sevdalı gönüllerde. Sevdiklerinden kendilerinde bir parça kalsın isterdi âşıklar ve yine mektuplardan medet umarlardı.:
"Kurumuş bir çiçek buldum mektupların arasında
Bir tek onu saklıyorum onu da çok görme bana."
Kimileri sevdiğine mektupları teslim edip, aşkına son noktayı koyarken kimileri sevdiğinden ayrı kalmaya dayanamaz ve mektuplarda isterdi onu:
"Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan
Gözetme yolları, gel deyi yazmış."
Hele asker ocağında hasretlik daha da zordur. Günler geçmek bilmez. Bir yanda yavuklunun aşkı, bir yanda vatan aşkı. Bir ağacın altındaki asker, sevdiğinin mektubuna cevap yazarken, "Er mektubudur, görülmüştür." damgası görevini yapmak için heyecanlanmaya başlamıştır bile. Mektupları birbirlerine ulaşan sevdalılar gibi….
"Kara gözlüm, efkârlanma gül gayrı!
İbibikler, öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki: 'Gel gayrı!'
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım."
Mahpuslukta dört duvarın arasındakiler için tek ilaç bir dosttan gelecek mektuptur. Dünyalar onun olur, acısını bir nebze de olsa unutur:
"mektubun geldi arkadaşım
haziran da geldi
gönderdiğin gibi duruyorum burada
hiç ağlama
ağlamak yakışmıyor haziranda adama
iyi yanları da yok değil ama
bak erken kalkıyorum mesela
gökyüzüne bakabiliyorum arada sırada
arada sırada koymuyor değil
koyuyor hasretlik onca kahrıyla, ama arada"
Mektuplar gelir mektuplar gider. Sevdalar biter, vedalar başlar. Yalnızlıklar biter, sevdalar başlar. Ama en acısıdır mektupsuz kalmak. Ellerin kapısını çalan postacılar bir türlü uğramazlar ya hani bazılarına, onlar da türküler yakarlar yanık yanık, birileri mektuplarının kenarlarını süs olsun diye yakarken:
"Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır,
Bugün posta günü canım sıkılır,
Ellerin mektubu gelmiş okunur,
Benim yüreğime hançer sokulur.."
"Mektubunu bekler, sevgilerimi sunarım/ellerinizden öperim."
Böyle biterdi bildiğimiz bütün mektuplar.
Artık ne mektuplar kaldı, ne eski sevdalar, ne de hasretler. Sevgililer özlenmez, postacıların yolu gözlenmez oldu. Ellerde telefon, geceler boyu yapılan konuşmalar anlamsızlaştıkça anlamsızlaştı. Her şey "Hiç!"oldu.
"-Sevgilim, ne yapıyorsun?
-Hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç…
-Sen ne yapıyorsun?
-Hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç…"
Ömer Kemiksiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : İlknur Odabaşı ZEHRA GÜL BİRAZ |
|
Bütün renkler gri idi. Evin tül perdesi , karton kutu ile bırakılmış kırık dökük oyuncaklar, dışarıyı ayak parmaklarının ucunda yükselerek görebildiği sokak, camın önünden aceleyle geçen insanlar.
Zehra , anne ve babasını da birer gri siluet olarak hatırlıyordu onların cansız bedenleri hemen kapının önünde ,annenin gri saçları tozlar içindeydi. Ta ki biri onu kucaklayıp bir şeylerden uzaklaştırana kadar.
Çok sürmedi bütün çocuklardan daha çabuk büyüdü, yüksek duvarların arkasındaki ışıltılı evlere yaklaşan servis arabaları , rengarenk kıyafetli çocuklar , hele o pembe sırt çantası , özenle tavşan modeli taranmış saçları ne güzeldi o çocukların.
Kendisi çocuk değildi ki okuma yazma bilmeyen babaannesinin Nüfus
Müdürlüğüne giderken yanında götürdüğü yazıları heceleyerek de olsa okuyabilen kocaman bir insandı.
Babaanne ve küçük kardeşi ile , onun evi, ailesi , ağır sorumlulukları vardı.
Bu nedenle eğitimini ikinci sınıfta tamamladı,artık kitaplar, renkli kalemler onun için uzak bir hayaldi.
O gün babaannenin bacakları şişti çok ağrıdı . Merdiven silmeye gidemedi , mendil satmaya çıkamadı.
Babaanne hadi bugün sen gideceksin yoksa yemek yok, bu gece dedi.
Gri sokak kapısından çıkarken çok uykusu vardı ama babaannenin dediğini yapmalıydı , elindeki yanık çok acıyordu , bir gün önce çok üşümüştü sobayı yakmaya çalışmıştı,soba yanmamıştı yine de.
Babaannesinin tarif ettiği köşeye gitti bir mendil uzattı: " Bıktık sizden defolun gidin köyünüze ."
Oysa teyze belki bir mendil alacaktı.
Bir başka teyze daha ...
Bir kez daha yanık minik elini uzattı: "Bunları dilendiriyorlar annesi de ha bire çocuk doğursun , babası da ayyaştır." Dedi bir diğeri...
Amca bir mendil alır mısın ?
Bir kez daha elini uzattı . Abla bir tane mendil alır mısın ? Benim var, dedi abla azarlayarak.
Mendil...Mendil...Abla bir mendil alır mısın ? Akan burnunu tutan diğer abla bir tane aldı .
Çok üşüyordu ...
O bir gerçekti. Milyonlarla alınamayacak çıkarsız aşkın , yalnızca sevginin çocuğuydu , anne ve babası kin ve nefreti tükenmeyen hain kişiler tarafından yıllar sonra da olsa bulunmuş , aşklarının bedelini ödeyerek yok edilmişlerdi.
Evlerinde sen ben kavgası hiç bitmeyen , aşksız dünyaya getirilen saçları tavşan bağlanmış , pembe sırt çantalı çocuklardan daha gerçekti.
2
Hiç mi kimsesi yoktu tabii ki vardı o da Şırnak' ta askerdi.
O bir gerçekti. Adres mi ? Yukarı Dudullu 3 no lu ev...
İstanbul varoşları caddeleri onlarla dolu...
İlknur Odabaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç YEŞİLİN KALBİNE SEYAHAT |
|
Gezmek, farklı yerler görmek hayata yeniden başlamak gibidir. Gezmek ruhu tazelemektir bir anlamda. Atalarımız boşuna dememiş 'tebdil-i mekânda ferahlık vardır' diye.
Gezmeyi çok seven bir grup öğretmen arkadaşla sabahın alacakaranlığında Trabzon'dan çıktık yola. Bir minibüs dolusu insanı yollardan almak ve toparlamak hiç de kolay olmadı. Gezimizin son durağı ve asıl merkezi Rize olacaktı. Trabzon'dan başlayan gezimiz Karadeniz Sahil Yolu boyunca sıralanan Trabzon ilçelerini bir bir geçerek devam etti. Sürmene'de mola vererek sabah yemeğini şehrin çıkışındaki İzzet-i İkram Lokantası'nda yedik. Burası haşlamanın en güzel yapıldığı ve bol kepçe ikram edildiği bir lokantadır. İzzet-i İkram Lokantası bizim Rize gezilerimizde ilk durağımız olur genellikle. Bir gelen muhakkak yine uğrar bu güzel mekâna. En azından biz buraya uğramadan, haşlama içmeden geçemiyoruz. Yemek sonrası içilen tavşankanı çaylar sizi buraya uğramaya mecbur kılıyor.
Sürmene'de nefis haşlamayla karnımızı doyurduktan sonra Rize istikametine doğru hareket ettik. Yol üzerinde bulunan Memişağa Konağı'na uğradık. Memişağa Konağı, Sürmene'ye dört kilometre mesafede, Kastel mevkiinde son derece ihtişamlı ve geleneksel mimarînin izlerini taşıyan bir konak… Dışa sarkıtılmış saçaklarıyla havalanmaya hazırlanan haşin bir kartalı andırıyor bu muhteşem yapı… Konak 2000 yılında restore edilmiş, şimdilerde ise yalnızlığa terk edilmiş. Zira konağın kapıları sürmelenmiş, sadece dışarıdan seyredilebiliyor; içine girilemiyor. Bu konağın tez vakitte Sürmene'nin yöresel ürünlerinin sergilendiği, yöresel yemeklerin ziyaretçilere sunulduğu canlı bir etnografya müzesine dönüştürülmesi gerekir. Böyle güzel ve tarihî binanın kilitli olması hiç de hoş bir durum değil.
Memişağa Konağı'nı ziyaret ettikten sonra Rize'ye doğru yola devam ettik. Of, İyidere, Derepazarı derken Rize'ye vardık. Önce şehrin iki km. yukarısında yer alan Rize Botanik Parkı'na gittik. Birbirinden güzel bitki ve ağaçların süslediği bu parkta tavşankanı Rize çaylarımızı içtik. Çay eşliğinde koyu sohbetlere girdik. Oradan hemen karşıdaki Rize Kalesi'ne geçtik. Rize ilinin güneybatısında bulunan bu kaleden Rize'yi doyasıya temaşa ettik. Kalenin eteklerinde yer alan şirin bir caminin avlusundan geçtik kaleye. Kalenin hâkim bir noktasında metfun, denizi doldurarak şehri genişleten efsane başkan Ekrem Orhon'un kabrini ziyaret ettik. Uzun yıllar Rize Belediye Başkanlığı görevini sürdüren, 1983 yılında aramızdan ayrılan Ekrem Orhon, Rizelilerin çok sevdiği bir sima olarak dikkat çekiyor.
Rize Kalesi'nden Rize bir başka güzel görünüyor. İstanbul'un Çamlıca'sı, Trabzon'un Boztepe'si neyse Rize'nin de şehre hâkim noktadaki bu büyüleyici kalesi de odur. Burada içilen bir yudum çayın keyfi kolay kolay silinmez zihninizden. Rize'yi kaleden seyretmeden şehri gezdiğinizi ve gördüğünüzü söylemeniz kuru bir iddiadır. Rize kalesiyle bir bütündür.
Kaleyi gezdikten sonra yine Rize'ye hâkim bir noktada bulunan Kopuzlar Lisesi'ni ziyaret ettik. Rize'nin eğitimde başı çeken kurumlarından biri olan bu güzide okulda modern bir altyapı mevcut… Oradan ayrılıp Rize'nin çıkışındaki Salih Kalkavan Şahika İlköğretim Okulu'na vardık. Devasa bir binada eğitim veren bu kurum bizi doğrusu büyüledi. Çünkü çok geniş bir alanı var. Okulda son teknoloji kullanılıyor. Çok büyük bir yemekhaneleri var. Bina sekiz kattan oluşuyor. Okulda 32 derslik ve 10 laboratuar bulunuyor. Öğle yemeğini burada yedik. Öğle yemeğinde hamsi baş yemek olarak vardı. Güler yüz ve samimiyet gördük burda.
Rize'ye gelişimizin asıl amacı İkizdere'deki kaplıcalara gitmekti. Onun içindir ki hiç zaman kaybetmeden İkizdere'nin yolunu tuttuk. Ovit Yaylası'nın eteklerinde yer alan İkizdere'nin doğasına hayran kaldık. Bu yeşil vadide gözlerimiz yeşile doydu, adeta bayram etti. Vakit kaybetmeden İkizdere'ye 6 km uzaklıktaki Ridos Termal Oteli'ne gittik. Oradaki kaplıcalara girip yorgunluğumuzu ve vücudumuzda biriken toksinleri attık. Bir yanda sımsıcak kaplıca suyu, öbür yanda dağların doruklarını bir gelin gibi süsleyen karlar… Çok güzel bir tesis kurmuşlar buraya. Vakit kaybetmeden herkesin buraları görmesi gerekir bence.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Nesini anlatayım?
Terör denilen lanet halkasının mahkumları,
Çiçeği burnunda, elleri kınalı gelinin gözyaşları,
Evlat acısından ağlayan anaların haykırışları,
Babasının nereye gittiğini anlayamayan çocuğun bakışları,
Daha nesini anlatayım, kurudu gönlümün bağları…
Ve savaşlar,
Ve insanlık,
Ve zulüm,
Uyan gaflet uykusundan,
Ey vurdumduymazlık,
Senin de canın acıyacak,
Can çekişiyor insanlık,
Ya insanın insana ettiği zulüm,
Kendisinden başkasına hak tanımayanlar,
Kendisini bir halt sananlar,
Çilesi bitmeyen analar,
Aç, yetim, sefil yavrular,
Ve gözlerde umutsuz yarınlar,
Nesini söyliyeyim bendekilerin, daha nesini…
Sende söyle,
Söylenemeyen ne varsa,
Haydi söyle,
Açlığı,
Savaşları,
Yık tabuları,
İnsanlık canavarları,
Kahretsin,
Yaşanmaz ettiler güzelim dünyayı…
Beyhan Ada
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bazı programlar vardır. Bilgisayara kurmak, istediğiniz zaman kaldırmak veya başka bir bilgisayarda çalışmasını sağlamak genellikle zor gelir; ama onlarsız da yapamazsınız. http://portableapps.com/ web sayfasında en çok ihtiyaç duyulan bilgisayar programlarının taşınabilir versiyonlarını bulabiliyorsunuz. Bu programları sadece taşınabilir disk ya da usb flash belleğinizde taşıyıp, istediğiniz herhangi bir bilgisayara bağlayıp kurulum yapmadan çalıştırıp kullanabilirsiniz.
http://www.bubblebox.com/ Tamamen İngilizce olmasına rağmen Türk çocukları arasında yaygın olarak kullanılan bir online oyun sitesi. Çocuklarımız hangi oyunları oynuyor diyen anne ve babalara tavsiye ediyorum. Ve tabi ki oyun meraklılarını da unutmamak lazım.
Aradığınız bir bilgiyi, tam bulduğunuzu sandığınız anda karşınıza üye olmayan giremez ve hatta, girse bile bilgilere ulaşamaz şeklinde bir uyarı ekranıyla karşılaşırsınız. İşte bunlara önlem olarak, http://www.bugmenot.com/ web sayfası sizin için neredeyse tüm üyelik gerektiren web sayfalarına üye oluyor ve size kullanmanız için üye adı ve şifresi sunuyor. Böylece, acaba ben bu web sitesine üye miydim? Ya da üyelik için bu kadar soruya cevap vermek zorunda mıyım? Gibi soru ve sorunlarla uğraşmıyorsunuz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|