|
|
|
28 Ocak 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu iş olacak, olacak!.. |
Merhabalar
Dün "Bu sefer olabilir!" demiştim, bugün "Bu iş olacak!" diyorum. Yanılırsak ta "Dün dündür bugün bugün!" der çıkarız işin içinden. Neden mi olacak diyorum? Tayyip Bey itiraf ediyor da ondan. Alenen söylemedi ama belli ki korku dağları bekliyor. İşi gücü bıraktı bir başkan adayına veryansın etti. Bundan da birşeyler çıkaramazsak vay halimize.
Bazıları, haksız da sayılmazlar, "Yolsuzluk edebiyatı ile bu işler yürümez, proje anlat proje." diyorlar. Bunu diyenler Kadir başkanın Tayyip Bey'in mirasını yediğini, o dönemde proje değil muhallebi üretiyor olduğunu unutuyorlar tabi. İstanbul öyle bir metropol ki, kendi projesini kendini üretiyor zaten. Projeleri ihtiyaçlar belirliyor. Bunları hayata geçirme becerisini gösterenlerle gösteremeyenler çatışıyor. Ya da bir başka deyişle, bu projelerden rant elde etmeyi planlayanlarla, dürüst yönetime samimi olarak talip olanlar karşı karşıya geliyor. Mesela, sadece İstanbul'un tepesine masaldaki fasulye sırığı gibi yükselen o devasa binanın kâr ortaklığının Bir Milyar dolar olduğundan söz ediliyor. Başlı başına bir memleket olan İstanbul'un tümünün paylaşımında dönen dolapları hele siz bir düşünün. Bir de "Yiyorlar ama yapıyorlar kardeşim." ciler var ortalıkta. Bu da rahmetli Özal'ın bizlere mirası. Nema paylaşımında eş, ahbap, din kardeşliği, sakal ve türbandaşlık, hemşehrilik gibi kavramları yasal hale getirmenin neresi "yapmak" sorarım. Memleketin hatırı sayılır bir bütçe yüzdesini tekbaşına yiyip, tüm ülke gelirinin yarısından fazlasını üreten bir şehrin, işte sırf bu yüzden, dürüst ve dirayetli yöneticilere ihtiyacı var. Gerisi sadece kadro işi.
Fatih'te AKP'den ayrılıp CHP'ye kaydolan 2 kişinin söyledikleri olayın tam bir özeti; “Erbakan döneminde mücahit diye başladık, sonra sandıklarda müşahit, AKP döneminde müteahhit, şimdi de her şeye müsait olduk.” Ne de güzel anlatmışlar meseleyi. Devamını da Kılıçdaroğlu söylüyor zaten. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu |
Mum Kokulu Sarayda Rüya İçinde Rüya
Mum kokulu saraydayım. Saray çok büyük ve bir sürü odası var, kimsenin girmediği odalar… Sarayın sahibi, kralın kurallarını hiçe sayan ve yönetimi eline alan güçlü bir kraliçe… Saraydaki herkes kraliçenin isteklerine göre hareket ediyor. Ben büyük loş bir odada misafir ediliyorum ve geniş bir yatakta uyuyorum.
Uyanıyorum. Ayağa kalkıp odadan bahçeye açılan büyük camlı kapıdan çıkıyorum. Bahçenin biraz ilerisinde büyük bir ağaç var. Gece karanlığına aldırmadan ağaca doğru yürüyorum. Gövdesi çok kalın olan bir çınar ağacı olduğunu görüyorum. Kalın dallarından çıkan başka kalın dallar ve bu dalların da bir sürü dalları var. Etrafta benden başka kimse yok.
Uyanıyorum. Sarayın loş koridorlarında yürüyorum. Yanımda biri var, kim olduğunu bilmiyorum. Konuşmuyoruz. Refakatçi olmalı. Koridorlarda başka koridorlara ve odalara açılan yüksek kapılar var. Aşağıya doğru inen geniş merdivenlerin önüne geliyorum. Merdiven boşluğuna bakıyorum, gördüğüm sadece uçsuz karanlık. Merdivenleri biraz indikten sonra gözüme takılan bir kapının önünde duruyorum ve yavaşça kapıyı aralıyorum. İçerisi yine loş ve her yer koyu kırmızı renginde. Koyu kırmızı kadife koltuklar, aynı renkte duvarlar ve odanın tam ortasında oldukça yüksek ve görkemli bir koltuk var. Yanımdaki ses bu odanın gizli olduğunu, girilmesinin yasak olduğunu ve kraliçeye ait olduğunu söylüyor. Odadan çıkıyorum.
Uyanıyorum. Bahçedeyim. Gündüz vakti, bahçe yemyeşil ve çınar ağacının ne kadar büyük olduğunu fark ediyorum. Ne kadar çok yaprağı olduğunu… Çınar ağacının altına gidiyorum. Küçük bir erkek çocuğu ağacın altında toprakla oynuyor. Ona yaklaşıp, sarılıyorum ve kulağına şunu fısıldıyorum: "kardeşini kaybettin". İçimde nedenini bilmediğim bir üzüntü var. Boğazımda ekşimsi bir tat ve alnımda ateş… Ağlıyorum…
Uyanıyorum. Gece yarısı, bahçede yürüyorum. Çınar ağacının altında bir bank var, bankta küçük bir kız oturuyor. Ağacın sarkan dalları kızı sanki tutacakmış gibi duruyor uzaktan. Yüzünü görmüyorum, sırtına dağılmış uzun siyah saçları, nerden geldiğini bilmediğim gecenin gizemli ışığıyla parlıyor. Yüzünü görmek için yanına gidiyorum, küçük elleri ile yüzünü kapatmış, hıçkırıklarla ağlıyor. Ellerinin arasından masum yüzünü göremiyorum ama soruyorum neden ağladığını? Cevap vermiyor, gidiyorum yanından.
Uyanıyorum. Bir başka gece, yine çınar ağacının altına gidiyorum. Küçük kız yine orda, yine ağlıyor hıçkırarak… Uzun siyah saçları daha parlak. Yüzünü görebiliyorum, kızılderili çocuklarına benziyor; ışıltısı olmayan kömür karası siyah gözleri, yuvarlak burnu ve güzel dudakları var. Karanlıkta ay gibi parlayan beyaz uzun elbisesi, oturduğu banktan toprağa sarkmış. Yanına gidip soruyorum neden ağlıyorsun diye. Bana ışıltısız kara gözleriyle bakıp, toprağı gösteriyor. Önümdeki toprağa bakıyorum, küçük kız parmağıyla biraz daha ilerisini gösteriyor. Gözlerim ağacın ilerisindeki toprak yarıklarına takılıyor. Yarıkların yanına gidiyorum. Toprakta birbirine yakın oldukça derin yarıklar var. Şaşırıyorum. Daha dikkatli bakıyorum. Yerin altında başka bir dünya var. Kat kat, apartman katları gibi… Bu katlar arasında dolaşan insanlar… Ama çok kötü, köle gibi insanlar… Küçük kız diyor ki: "Orda başka bir dünya var. Kraliçe'nin yarattığı dünya... Bizi, toprağın altındaki dünyada işte böyle yaşatacak." Kraliçenin niyetinin kötü olduğunu anlıyorum. Korkuyorum.
Uyanıyorum. Karın ağrısında kıvranan bedenim…
Her yer kan kırmızı…
Bebeğim…
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard YOLUN YOLCUSU -7 |
|
Akşam çöküp de gece başladığında tavuklar gibi yatağımın üzerine tüneyip kitap okurken uykuya dalıyor ve daha gün doğmadan çok erken uyanıyorum. Aylarca uykusuzluk çektiğimi hatırlamak istemiyor; sebebini, saat farkı değişikliklerine, buranın havasının beni çarpmasına veya uyku sineğinin ısırmasına yorumluyorum. Konudan kaçıp uzaklaşmak için de sabahı karşılamak üzere balkona çıkıp güneşi bekliyorum. Yeryüzünün mükemmellik sembolü olan güneşin, kozmik prensiplere göre erkek enerjisini temsil ettigini ve uyumlu bir yaşamın da sembolü olduğunu düşününürken, güneş yükseldikçe ona bakmaktan kamaşan gözlerimi ellerimle ovuşturup şu hergün yeniden doğan sıcacık güneşi çok sevdiğimi hissediyorum.
Güneş doğarken sanki batmayı unutan ayın da hilal şeklinde olduğunu görünce, onun da kozmik prensiplerin dişi enerjisi olduğunu hatırlayıp sabahleyin aya bakmak romantik olmuyor diyerek ve bu konuda daha fazla bilgim olmadığını anlayıp konuyu uzatmadan etrafı seyrediyorum.
Haiti'de sabahları, saat 10'a kadar hava çok sakin, güneş de güler yüzlü oluyor. Sonra birden bire güneş her neye kızıyorsa, altında kimseyi oturtmuyor. Mecburen, kabanıma kapanıp beraberimde getirdiğim kitapları okuyorum. Her seferinde, kitabımdan tam on sayfa okuduktan sonra gözlerim ağırlaşıyor, Dikkatim dağılıyor ve yeniden uykuya dalıyorum. Kimbilir, sonra belki de horul horul horluyorumdur.
Benim bu "uyur-gezmez" halimden, Jose pek memnun değil. O galiba, ben buraya gelirken çok korktuğum için hâlâ endişeleniyor. Ne zaman balkona çıksam o etrafta dolaşıyor. Eminim, uzaktan devamlı beni gözetliyordur diye düşünürken, çat kapı Jose geldi. Beni şöyle sıkıca bir öpüp dirseği ile de dürttükten sonra, daha ben onun sırtına vuramadan, elini beline koyup:
- Neden bu kadar çok uyuyorsun, bizde çeçe sineği de yoktur. Doğru-dürüst yemek de yemiyorsun. Böyle, adeta bir kuş gibi beslenme ile, yeteri kadar harekette edemiyorsun. Dayanıklılığını kaybettiğinin farkında mısın?
diye söylenmesi yetmiyormuş gibi, "hazırlan, bu gece beraber 'Voodoo Ayini'ne katılacağız" deyince, aklıma hemen Haiti kitabımda okuduğum büyüler, karanlık ve mistik atmosferler geldi. Gözlerimin faltaşı gibi açıldığını hissettim. Jose'ye teşekkür edip tam da "olmaz, gelemem, benim inançlarıma uymaz, ters düşer" diyecektim ki, Jose sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi sözümü kesip anlatmaya başladı:
- Voodoo, Afrika Fon Dili'nden gelme bir kelimedir. "Voo" içe bakış, "doo" bilinmeyen, Voodoo ise, "Tanrı'nın Büyük Ruhu" anlamına geliyor. Voodoo, sadece büyülerin olduğu bir kültür değil, Afrika orijinli ve Brezilya, Küba gibi ülkelerde de rastladığımız, ahlaki değerleri olan bir inanç sistemidir. Üstelik, Haiti'nin resmi dinidir. Haitili rahipler, yani "hugan"lar, itibarlarının sarsılmasından ve dinlerinin korkunç gelenekler silsilesi olarak anılmasından hiç hoşnut olmazlar hadi gel benimle...
diyerek, kölelerin isyan dini Voodoo'ya saygı duymamı istedi ve anlatmaya devam etti;
- Bundan tam 500 yıl önce, Batı ve Orta Afrika'dan seçilip getirilen köleler, o zaman San Domingo Adası olan Haiti'ye getirildiler ve bir yandan kültürlerini korumaya çalışırken, bir yandan da "beyaz adam"a hizmet ettiler. Kölelikten hoşlanmayan Afrikalı yerliler, ellerindeki gizli hazineyi, yani büyüleri ve hatta canlı insanlardan "zombi" (büyülerle tekrar canlanlandırılan ceset ve ruhlardan yaratılan hayaletler) yaratacak zehirleri, kuşaktan kuşağa yayabilmek için gizli cemiyetler kurmaya başladılar. Bunların farkına varılması uzun sürmedi ve toplantıları, dansları "beyaz adamlar" tarafından yasaklandı. Ancak yıllar sonra Fransız Devrimi'nin etkisiyle Haiti'de de isyan çanları çalmaya başladı ve köleler beyazlara karşı hak mücadelesini başlattılar ve kazadılar. O günden bu yana da Afrika'dan göç eden siyahilerin yaşadığı birçok dünya memleketlerinde Voodoo ayinleri yapılmaktadir...
Gitmek, görmek istemiyorum, bıktım şu dünya dinlerinden. Ay! hiç merak etmediğim bir konudur; aksi gibi her yerde, çeşit çeşit karşıma çıkarıyorlar. Bütün dinlere saygım sonsuz ama hiç birinin tesiri altında kalamayacak kadar da tarafsızım ve zaten onları tanıdıkça zenginleşen kültürüm, iç dünyamı hiç etkilemiyor. Anamdan doğduğum din bana yeter de artar bile diye içimden söylenirken, tam Jose'nin sözünü kesecektim ki çoban yıldızım, "bu fırsatı bir sembol olarak asla kaçırmamalısın" diyerek, hemen dilimi tuttu;
- Evet, memnuniyetle gelirim Jose, ateşi yakın, kazanı da su doldurun, benden iyi çorba olur, di mi?
sözleri çıkıverdi ağzımdan... Sağ kolu ile beni yine bir güzel dirsekledikten sonra, elini tekrar beline yerleştirip alaycı bir eda ile gülerek cevabını yapıştırdı:
- Ayol, sen zaten kendi kendini yiyip bitirmişsin! bize birşey kalmamış ki… Akşam yedide hazır ol, gelip seni alacağım,dedi ve balkona bir kova su döküp yıkayarak, çekip gitti.
Bütün gün sokakları gezip durdum. Gecekonduya benzer mahallelerin arasında dolaşırken, çok fakir bir memleket olmasına rağmen insanların bu renkli, minicik evlerin içlerinde yaşamadıklarını düşünüp, bu evlerin sadece bir dolap veya uyumak için bir yatak olarak kullanıldığına yorumladım. Günlük yaşamlarını bahçelerde veya sokaklarda geçiriyorlar.
Tabiat çok güzel ve son derece zengin. Deniz seviyesinden başlayan rengarenk ilginç çiçekler, üzerlerinden çeşitli renklerde meyveler sarkan ağaçlar, dağların eteklerine kadar uzanıyor.
Yarın, üç günlük bir ada turuna çıkıp diğer bölgeleri de gezeceğim. Haiti kitabımdan takip ettiğime göre, adanın hiçbir bölgesinde arkeolojik veya tarihi bir yer yok. Buradan henüz sıkılmadım ama zaman zaman, hazır buralara kadar gelmişken bir günlüğüne dahi olsa, Miami'deki 1930 senelerinin "art deco" sanat eserlerini gidip görsem; madem Tahiti'ye gidip Jacques Brel'in kabrini ziyaret edemedim, bari onun yerine Washington'a gidip Elvis Presley'inkini ziyaret etsem; oradan da bir otobüse binsem, Philledelphia'ya kadar gidip çocukluğumdan beri radyodan dinlediğim şu meşhur senfoni orkestrasını yakından dinlesem mi? Hem de bilmeden, görmeden edindiğim Amerika karşıtı olan şu ön yargılarıma da bir katkıda bulunmuş olurum diye düşünürken, çoban yıldızım:
- İşte, çingene ruhun gene ayaklandı. Yol görünüyor ama şimdilik otur oturduğun yerde!
dedi. Akşam Jose geldiğinde onunla, ayaklarım geri geri giderek, esneye esneye yola çıktım.
Biz ayin meydanına vardığımızda küçük bir topluluk hazırlık yapıyordu. Daha sonra ayin başladı ve üçü kadın, bir de adam, müzik eşliğinde ortada ağır ritimle güzel dans ediyorlardı. Vakit geçtikçe dans hareketleri de hızlanıp hatta tepinmeye başladıklarında, rom içilerek devam ederken bilerek doğallıktan çıktıklarını, hatta bilerek çirkin bir hale geldiklerini gördüm... Başlangıçta ritimler, dinleyicileri transa geçmeye ve günlük kişiliklerinden kurtulmaya hazırlayacak şekilde ayarlanıyorsa da pek sahici olmuyordu. Daha çok turistik bir gösteriye benziyordu.
Ayin esnasında danslardan çok, müzik ilgimi çekti. Bir ara kulağıma keman sesi geliyordu ama keman çalan da yoktu. Çok dikkatlice takip edince, tamburu çalanın marifetiyle keman sesi çıkarttığını fark ettim. Cadıların dansı diye adlandırdığım bu ayin dansı, daha sonra bana tavsiyede bulunulan bazı büyü çeşitlerini unutmadan bir kenara yazdım. Kimbilir belki bir gün işe yararlar.
Jose'yi ayinle başbaşa bırakıp, bunlar beni uyutup yeniden canlandırıncaya kadar, ben en kısa yoldan kabanıma dönüp uyuyup, rüyamdaki öcüleri, vampirleri hayaletleri yolcu etmeye gidiyorum...
WOODOO BÜYÜLERİ
İŞ KONUSUNDA NASIL ŞANS ELDE EDECEKSİNİZ ?
Kırmızı bir soğanın ortasına bir delik açıp içine sülfür doldurun. Bir naylon poşetle sarıp cebinize koyun ve iş görüşmesi sırasında tam siz konuşurken cebinizdeki soğanı sıkın. Artık iş sizindir.
HERHANGİ BİR İNSANI NASIL ETKİLERSİNİZ ?
Ayağınızın derisi yumuşayana kadar sıcak suyla yıkayın. Ayağınızdan biraz deri kopartın ve bunları ısıtarak kurutun sonra da toz haline getirin. Etkilemek istediğiniz kişinin içeceği herhangi birşeye bu tozu karıştırırsanız peşinizden ayrılmayacaktır
SEVDİĞİNİZ KİŞİYİ GERİ KAZANMAK İÇİN NE YAPMALISINIZ ?
Onun bir resmini alın ve dört raptiye ile karyolanızın başucuna asın. Öyle ki resimdeki yüz karyolanın içinden uyuyan kişiye, yani size bakıyor olsun. Bu onun aklından hiç çıkmamanızı sağlayacak.
umarım denemeye kalkmazsınız, alıntıdır. :)
Bitmedi
Banu Kurtis Chouard
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAHVE FALI, ZEYTİN DALI
Hep merak etmişimdir kahve falını. Kahve falı bakmasını bilenlere kıskanan gözlerle bakmış, bazen onların yerinde olmayı çok istemişimdir. İşte bu kişilerin yanında bulunduğum anlarda onlara fark ettirmeden meslek sırlarına erişmeyi kafama koyduğum anlar da yok değildi. Sonuçta adam veya kadın koskoca kahve falcısı olmuş, kahvenin aracılığıyla fallara bakıyor, biz de böyle bir kişinin yamacına toplanıp ondan istifade etmezsek ayıp olur, değil mi? Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olduğunu biliyoruz, bu kırk yılın içine kahve falı hediye olarak mı katılır yoksa onun hatırı ayrı mıdır merak ederim. Neyse efendim lafı fazla uzatmadan, fal konusunda bugüne kadar öğrendiğim engin bilgilerimi mizahi bir dille sizinle paylaşmak istiyorum:
Ters döndürülmüş fincanı fal için tekrar normal şekline getirirken son derece nazik olacaksın. Bu, senin mesleğine ve karşındakine olan saygının göstergesidir. Telveleri tabağın çevresine çok fazla bulaştırmayacaksın ki bu işteki tecrübeni karşıya aktarmış, onu tecrübenle ezmiş olasın. Aslında o da tam o an içinden, "Vay beeeee, ne büyük falcı! diye geçiriyordur da gururundan bunu dışa yansıtmıyordur. Bütün bunları yaptıktan sonra 1-0'ın verdiği avantajla meslekî bilgini aktarmaya gönül rahatlığı içinde başlayabilirsin. Hatta yanına bir fincan da kahve alır, höpürdete höpürdete içersen rakibi iyice kendi sahasına mahkûm ettin demektir.
Falda ilk cümle çok önemlidir. Amma ve lakin ilk cümleyi kurmadan önceki yüz ifaden ondan daha önemlidir. İşin içine beden dili, jest, mimik -ve aklına ne gelirse- girdiyse artık seni kimse durduramaz. Tecrüben ve bilgin yüzüne yansımalı. "Ben böyle ne fallar baktım.", "Ömrümü bu yolda harcadım.", "Nerde o eski fallar?" cümlelerinin ete kana bürünüp yüzüne aksetmesi senin öyle boş adamlardan olmadığı gösterir. Artık gönül rahatlığı içinde ilk cümleni söyleyebilirsin:
"Sana bir yol görünüyor…"
E herhalde, zavallı kadıncağız/adamcağız birazdan yerinden kalkacak, eğer misafirse evine gidecek, değilse muhakkak köşedeki bakkala ekmek almaya gidecektir elbet. Bugün değilse yarın, ama gidecek. Zaten bugüne kadar içinde yol görünmeyen bir fincana rastlamış değilim. İlerde fal bakarken ilk kuracağım cümle bu olacak. Bu cümleyle hem bilgimi gösterecek hem de karşı tarafta yolculuk heyecanı başlatarak sevaba girmiş olacağım. Az şey mi canım bunlar? Zaten cepte kahveden kazandığımız kırk yıllık hatır var, yanında bir de gariban duaları. İnsanın canı kahve falı çekiyor vallahi…
Karşı taraf iyice mest oldu, cûş u hurûşa geldi. İkinci darbeyi vurmakta gecikmeyeceksin. Gecikmeler senin kariyerine vurulacak bir darbedir. Maazallah, koltuğunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın. Bu devirde işinin ehli kaç tane kahve falcısı var, aman dikkat! Şimdi sıra ikinci cümlede:
"Senin bir düşmanın var."
Her insanın kendi çapında seveni olduğu kadar sevmeyeni de vardır. Bunu falda belirtmek sadece sana ve kariyerine puan getirir. Fazla puan göz çıkarmaz, tamam ama bununla karşı tarafı mest edemezsin. O zaman mest katsayısını artırmak için ipucu vereceksin. Aman dikkat et ipin tamamını verme. Çünkü bu işi bizden iyi bilen kıymetli büyüklerimiz hep öyle yapıyorlar. Senin burada yapacağın, insanlarda merak uyandırmak ve onların hayal güçlerinin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Peki kimdir bu düşman? "İsminde bilmem şu harf var."dediğin anda fal konusundaki bilgin tavan yapmıştır. Eğer gerçekten karşındakinin o konumda olan bir düşmanı varsa kuracağı cümleyi sen bile tahmin edemezsin. Ama asıl başarı bu mudur? Asla değildir. Söylediğin harf, muhatabının düşman bildiklerinin isimlerinde hiç geçmeyecek. Ve zavallı, hiç başka işi gücü yokmuş gibi çevresinde düşman arayacaksan. Hem beyni hem vücudunu çalıştıracak. Oradan oraya koşturacak. Psikolojisi bozulacak. İşin içinden çıkamaz da düşman bulamazsa dünyada o harfi isminde taşıyan herkese düşman kesilecek, sorun da burada bitecek. Ve sen yine haklı çıkacaksın. Kendinle ne kadar övünsen yeridir. Düşmanın ismini direkt söylemeyip de işi dallanıp budaklandırmak, karşı tarafı "düşman" kelimesine düşman etmek kimin aklına gelir bu devirde Allah aşkına? Artık muhatabın, kahveye, kahve falına ve sana hayran olmuş bir yüz ifadesiyle "Başka, başka.." demeye başlamıştır. ( Burada fal bakmayı kesersen muhatabının gözündeki değerin iki katına çıkar. Sonuçta bir bildiğin olduğu için falı bırakıyorsun. Belki içerde kötü şeyler gördün de onunla karşındakini üzmek istemiyorsun. Muhatabın da biraz anlayışlıysa bunu hemen fark edecek ve seni takdir ederek susacaktır. Burada bir şey biliyoruz da konuşuyoruz!) Hatta senin gördüklerini görebilmek umuduyla kafasını fincanın içine uzatmaya başlamıştır. Ne yapsın garibim, onun da canı çekti tabii.. Karşısında hayatını okuyan biri var. Ama o senin gibi olabilir mi, haddine mi düşmüş. Sonuçta karşı tarafta yıllarını bu işe vermiş, ömrü kahve kokuları arasında fal bakmakla geçmiş biri var. Bir yerlere gelmek kolay mı kardeşim? Dirsek çürüteceksin, kahve pişireceksin, biraz da bu konuda istidadın varsa bütün kapılar önünde açılır. İsmin dilden dile yayılır. Fal baktırmak için gelenler kapında sıraya geçer. Randevu sistemiyle işi biraz daha büyüttükten sonra, "Meşhur Kahve Falcısı Bilmem Kim" tabelasını da evinin duvarına asarsın olur biter. Artık dokunulmazlığın vardır. Elini, eteğini öpmek, sana dokunmak için bütün engelleri aşıp karşına gelenlere dahi dokundurtmayacaksın kendini ki değerin düşmesin.
Yukarıda kahve falı hakkında sizlerle paylaştığım engin bilgilerimi uygulayıp başarıya ulaşacak olanlar, beni hatırlayıp arkamdan güzel şeyler söylerlerse ne mutlu bana. Bu söylediklerimi ciddiye almayıp, bu konuda bana kızacak/darılacak olan kahveci dostlara da şimdiden zeytin dalı uzatıyorum.
Mademki kahve falını anlattık, zeytin dalını da uzattık. O zaman gelsin fincanlar, başlasın kahve molası…
Ömer Kemiksiz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
HÜRRİYETE DOĞRU
Gün doğmadan
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında
İçinde bir iş görmenin saadeti
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında
Balıklar çıkacak yoluna karşıcı
Sevineceksin
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul
Ruhları sustuğu vakit martıların
Kayalıklarındaki mezarlarında
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin
Bayramlık seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi
Gelin alayı, teller, duvaklar, donanmalar mı
Heeeey
Ne duruyorsun be at kendini denize
Geride bekleyenin varmış aldırma
Görmüyor musun her yanda hürriyet
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol
Git gidebildiğin yere
ORHAN VELİ KANIK
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bazı programlar vardır. Bilgisayara kurmak, istediğiniz zaman kaldırmak veya başka bir bilgisayarda çalışmasını sağlamak genellikle zor gelir; ama onlarsız da yapamazsınız. http://portableapps.com/ web sayfasında en çok ihtiyaç duyulan bilgisayar programlarının taşınabilir versiyonlarını bulabiliyorsunuz. Bu programları sadece taşınabilir disk ya da usb flash belleğinizde taşıyıp, istediğiniz herhangi bir bilgisayara bağlayıp kurulum yapmadan çalıştırıp kullanabilirsiniz.
http://www.bubblebox.com/ Tamamen İngilizce olmasına rağmen Türk çocukları arasında yaygın olarak kullanılan bir online oyun sitesi. Çocuklarımız hangi oyunları oynuyor diyen anne ve babalara tavsiye ediyorum. Ve tabi ki oyun meraklılarını da unutmamak lazım.
Aradığınız bir bilgiyi, tam bulduğunuzu sandığınız anda karşınıza üye olmayan giremez ve hatta, girse bile bilgilere ulaşamaz şeklinde bir uyarı ekranıyla karşılaşırsınız. İşte bunlara önlem olarak, http://www.bugmenot.com/ web sayfası sizin için neredeyse tüm üyelik gerektiren web sayfalarına üye oluyor ve size kullanmanız için üye adı ve şifresi sunuyor. Böylece, acaba ben bu web sitesine üye miydim? Ya da üyelik için bu kadar soruya cevap vermek zorunda mıyım? Gibi soru ve sorunlarla uğraşmıyorsunuz.
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|