Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.572

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Şubat 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Loto oynama, başbakan çocuğu ol!


Merhabalar

Bu aralar kimi televizyonlarda bir reklam filmi dönüyor. Eskinin öncü şimdinin yalaka yandaş gazetesi Sabah yumurtlatmış. "Sahibinin sesi olmak için... Köşeye sıkıştırmak için... Hedef şaşırtmak için... Tehdit etmek için... Baskı kurmak için... Yaranmak için... Yağlamak için...vs. yazıyor olsaydık ne sabah Sabah olurdu ne de gazete, gazete!.." diyor filmde. Demek ki bu iş bulaşıcı. Kendini bilmezlik, ayyuka çıkan yandaşlığı görmemezlik, megalomanlık demek ki bulaşıyormuş. En tepeden en alta kadar herkese sirayet ediyor. Yahu, ulusal yayıncılık yapma hevesinde olup ta bunu söyleyebilecek en son adam sensin be. Bahsettiğin Sabah senin değil ki sahipleniyorsun. Gazeteyi nasıl bir üçkağıtla, nelerin karşılığında aldığını cümle alem bilirken, bunları söyleme cesaretini sana veren Tayyip Bey ve saz arkadaşlarına teşekkürler elbette. Böyle bir filmi yapmayı tasarlayıp gazeteye satan reklamcı her kimse ona da helal olsun yahu. Sizi gidi kendini iyi bilmişler sizi. Kullandığım "yahu" "be" kelimelerinden rahatsız olanlar kusura bakmasınlar. ben Tayyip Bey'imizi taklit etmeye çalışan naçizane bir koyunum, sürç-ü lisan ettikse affola.

Memleketin dibi düşmüş, millet kan ağlarken, başbakanın meydan meydan dolaşması ilginç değil mi? Ama asıl ilginç olan hala kılını kıpırdatmayan muhalefet cephesi. Kılıçdaroğlu'nun bireysel birkaç çıkışı olmasa, tek başına seçime girecek bir parti var sanırsın memlekette. İşte adamların bu organizasyon yeteneğine, planlı çalışmalarına gıpta etmemek mümkün değil. Sallaya sallaya mangalda kül bırakmasalar da, yalan üstüne yalan söyleseler de, çıkıp "yahu be" edebiyatıyla parsa toplamayı iyi biliyorlar. Kayıtsız şartsız oy makinası haline gelmişler için zaten bir sorun yok, ama kafası hala bulanık olanların oylarına talip olmak için zaman gittikçe daralıyor ey muhalefet. Oysa ortam öyle güzel ki, hergün bir bomba patlıyor ama patladığıyla kalıyor. Herşeyi kitabına uygun yaptıkları için kendini yunmuş yıkanmış sayan Tayyip Bey ve şürekasının güçlü bir muhalefetle şimdilerde Kasımpaşa'daki simitçi arabasına geri dönmesi gerekirken hala bu memleketin başına etmeye devam edebiliyorlar. Bunu, bazılarının midesi hala kaldırabiliyor mu ben asıl onu merak ediyorum. Demokratikleşme, AB yanlısı politikalar, tavana vurmuş sanal ekonomik göstergeler, yurtdışından gelen alkışlarla feleğini şaşırıp, rejim düşmanlarını demokrasi havarisi sayan tatlısu demokratları ne alemdeler acaba şimdilerde? Mesela Çandar'ın sesi epeydir çıkmıyor. Acep ne düşünüyor için için?

Uyanın ey ahali. Şu anda memleket bir "Alan da kaçan mı" ailesinin yönetiminde. Oğluna, kızına, damadına, eşine ahbabına sağlanan imtiyazları duydukça yüreğimiz pır pır ediyor. Kuralına uydurulanlarla, uymayana uydurulan kurallarla edinilen bu servetin hesabını sandıkta sormayacağız da nerede soracağız? Haketmeden yedikleri tek bir lokmayı bile helal etmiyorum. Haram zıkkım olsun.

Yarın sevgililer günü. Yaş icabı bu güne pek sıcak bakanlardan değilim ama 17 yaşında bir kız babası olarak ta çekilen işkenceleri bizzat yaşamaktayım. Bu krizde hediye almak için kendini sıkmayacak tek aile Erdoğan ailesi olsa gerek. Pırlantacı çocuğu boşuna mı yetiştirdiler Allah aşkına. Getirir dükkandan kadevesi sıfır birkaç pırlanta, dağıtır ailenin kadınlarına olur biter. Aman siz siz olun kendinizi Bilal'le Sema'yla bir tutmaya kalkmayın. Nazar etmeyin, çalışmayın, burslu okuyun, başbakan baba bulun, sünnet olun, geleceğinizi babanızın tanımadığı Tosun'a emanet edin, vallahi bir gün sizin de olur.

Sevgililer gününüz kutlu, aile düzeniniz huzurlu, televizyon örtünüz kuşlu olsun. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 19

(KOLAJ)

Gazlı Fordson tarlanın tam ortasında bayılıp kaldı. Rengi bir zamanlar beklide siyahmış ama artık gri görünüyordu. Solgun, yaşlı ve yorgun... Fadişin Sayıt onunla boğuşmaktan ötürü kan ter içinde kalmıştı. Traktörün bir öte yanına bir beri yanına dolanıyordu. Tarlanın kıyısında duran römorka gitti. Okun üzerindeki tahta sandığı açtı. Levyeyi, anahtarları aldı. Traktörün yanına gelince pompanın olmadığını fark etti. Hay ananı senin traktör gibi dedi. Yumuşak toprağı üzerine çömelip kaldı. Mayısın sıcağında yedek dokuz kanalının öte yanından kasabaya kadar yürümesi lazımdı. Nereden baksan en az beş kilometre vardı. Kriko, pompa, yapıştırıcı ve yama alması gerekiyordu.

Sinirinden "Ulan Necati, anamı ağlattın ulan,"diyordu. Necati Sayıt'ın iki numarasıydı. Römorktan pompayı mutlaka o almıştı. Bisikletin lastiğini şişirmek için. Almıştır ama yerine koymasını bilmez ki. Pompa olsa, biraz şişirebilse arka tekeri… En azından tıkır mıkır kasabaya dönebilirdi. Bu lastikle gitmeye kalksa jant bükülür, lastik şerit şerit kıyılırdı. Öfke içinde küfrün bini bir para söve söve kasabaya yürüdü. Sıcaktan neredeyse toprak çatlayacaktı. Kuşlar bile ağaçların koyu gölgeli dalları arasına saklanmıştı. Koca ova sanki derin bir sessizliğin içinde uyuyordu. Sayıt'ın hiçbir şeye aldırdığı yoktu. O sadece öfkesinden ve çaresizlikten ağlayarak yürüyordu. Tahmin etmesi hiç zor değil, akşama bütün öfkesini Necati'den çıkaracaktı.

Bekçi Yaşar yetmişine yaklaşmıştı. Artık pamuk çapalayacak, üzüm kesecek zamanları tüketmişti. Her işe gücü yetmiyor, ayakları yorgun bedenini taşımıyordu. Bu yüzden iki senedir kavun bekliyordu. Geçen sene Asağıllarda Kör Metin'in tarlasını beklemişti. O tarla kasabaya çok uzaktı. Gelen giden, kavun isteyen, hışır çalan olmuyordu. Ama bu sene işi çok kötüydü. Hem kasabaya yakındı hem de asfalta. Gelen geçen hiç tükenmiyordu. Önce kulübesini otomobillerin gürültüsünden kaçmak için tarlanın öteki ucuna yapmıştı. Baktı olmuyor, asfaltın kıyısındaki tarafa taşıdı. Kulübenin gölgesinden çıkıp heyt, höyt diyene kadar çocuklar tarlaya dalıveriyorlardı. Hışırları ceplerine doldurup kaçıyorlardı. Hem kulübenin caydırıcı bir özelliği vardı. Tarlada kulübe varsa bekçi var demekti. Bu nedenle hep kolay görünen, göz önünde bir yerde olmalıydı. Yaşa Nene ona iki günde bir yemek, ekmek getiriyordu. Eğer ekmeği varsa kendi de çalı çırpı ateşiyle basit bir şeyler pişiriyordu. Ekmeğin, yemeğin tarlaya gelmesi güzeldi ama o asfalttan korkuyordu. Yaşa Nene'nin gözleri eskisi gibi iyi görmüyor, kulakları duymuyordu. Araba altında kalıverirse zavallıcık diyordu. Ona bir şey olursa bende kalıveririm bir başıma. O zaman köpeklere atsan halimi yemezler…

Koreli kötü adam değildi. Tamam, içkisi başı belaydı. Ama Bekçi Yaşar'ın yaşına hürmet ederdi. Aman deyim Yaşar Aga, aman gözünü açık tut. Bi traktör bile kavun alamayız yoksa bu tarladan. Burası çok ayakaltı... Tüfeğine barutu, çaputu doldur. Ateşle arada sırada. Onun gürültüsü yeter, derdi. Bekçi Yaşar'a bir buçuk kilo barut getirmişti. Hem de bir torba kapsül… Koreli cömert adamdı. Hem cömert, hem içkici… O yüzden de iki yakası bir araya hiç gelmedi. Bu sene ovada kavun yok denecek kadar azdı. Bu sene kavunun para edeceği seneydi. Aman gözünü seveyim Yaşar Aga… Çocuklar yanaşınca patlat kuru sıkıyı. Barut bol anasını satayım.

Mera mahallesinin çocukları ne zaman Ziraat Parkına gitseler dönüşte kavun tarlasının yanından geçiyorlardı. Bekçi Yaşar da kuru sıkıyı patlatıyordu. Zamanla kuru sıkı çocuklara alıştı, çocuklar da kuru sıkıya. Gele gide tarla sınırındaki bütün hışırları yoldular. Neredeyse upuzun bir sırayı… Koreli tarlayı dolaşmaya gelince durumu anladı. Ağzını açıp tek laf söylemedi. Keşke söyleseydi. Keşke "Uyuyor musun sen be Yaşar Aga? Bak bütün hışırları yolmuşlar," deseydi. Bekçi Yaşar;

- Beyim, dedi. Ağlıyordu… Sahip çıkamadım tarlaya. Koşup yetişemedim ki… Çocuklar hep sınır boyundaki hışırları yoldular. Bırakayım istersen ben bu işi. Başka bir bekçi bul sen kendine…
- Boş ver be Yaşar Aga, kalan bize yeter. Dertlenme, onların da göz hakkı var.
- Olmaz böyle, dedi. Babalarına söylesek bari… Sahip çıksınlar çocuklara…
- Kim bu keratalar?
- Avrupalınınki var, Murtaza'nınkide, Celattinin küçük oğlan da. Çete zaten bunlar. Onlar biliyor kendilerini.

Koreli sırf Bekçi yaşar ağladığı için, onun gücüne gittiği için kasabaya dönünce hışırları yolan çocukları babalarına şikâyet etti. Kır bekçilerine gidip söylese çocuklara ceza da yazarlardı. Ama bir kaç hışır için buna değmezdi. O akşam Mera mahallesindeki evlerin bazılarından can havliyle babalarına yalvaran çocukların sesleri duyuldu. Valla baba ben gitmedim! Valla baba ben yapmadım! Ne olursun vurma baba! Valla söz bir daha gitmeyeceğim!

Çocuklar bir daha kavun tarlasına gitmediler. O çocukların arasında bende vardım. Şehirli çocuklar hışırın tadını bilmezler. Salatalık yanında ot gibi yavan kalır. Ama can hışırdan da tatlıdır. Gidemezsiniz…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


ZEYTİN GÜNLERİ

Kariyon Şiirleri Bu günler, yöremizin zeytin günleri. Her zeytinlikte insanlarımız zeytin topluyor. Traktörler, yollarda ya zeytin taşıyor, ya zeytinyağı. Yağhanelerin küresel krizi düşünecek vakti yok.

Nice yıldır, zeytin günlerinde buralarda olamadığımdan, ne zeytinliklerde köylülerle yarenlik edebilmiş, ne bir yağ fabrikasına zeytinin yağa dönüşümünün gizemli sürecini izleyebilmiştim.

Muammer Beyi, geçen hafta tanıdım. Doğrusu ilk anda kendisini fabrikayı teftişe gelmiş bir bürokrat sandım. Zeytin sahipleri ve işçileriyle iletişimi de hiç de işverene benzemiyordu.

Önce dolum kazanın başına gelen bir üreticiyi uyardı:
- Yağınız kaplara dolarken göreceksiniz, lütfen meraklanmayın!

Fabrikanın içinde her an her yerdeydi sanki. Bir ara bir işçinin, kapların ağzını sildiği süngerle yerdeki birkaç yağ damlasını silmeye kalkıştığını gördü. Hemen koşup bir şeyler söyledi. İşçi, bir suçlu gibi ezildi. Süngeri sıcak su hortumunun ucunda dakikalarca ovalaya ovalaya yıkadı. Döndüğünde ona yine bir şeyler söyledi ve dolum pompasını eline tutuşturdu. Zeytin hamurunun sıcak suyla ilk buluştuğu karıştırma makinelerini kontrol etmeye geçti.

Ortağı Hüseyin Yufkacı'yı az çok tanıyordum. Babası bu yörenin en eski yağhane sahiplerinden biriydi. Üreticilerin kendisine sonsuz bir güveni olduğunu duyardım.

Muammer Bey,

- Dert çok, heves de… diye söze başladı. Biraz devlet desteği olsa yağların el değmeden şişelendiği modern tesisler kurmak istediklerinden söz etti.
- Ovada yeterli zeytin var mı, diye sordum.
- Tahminim on iki bin ton zeytin olur bu yıl. Bundan yaklaşık üç bin ton yağ olur.
Keşke binlerce yıldır insanımıza şifa sunan bu yağ, bütün sofralarda yerini alabilse. Çiftçi daha çok zeytin üretse, daha çok daha büyük fabrikalar kurulsa.

Onu dinlemek, sorunları ilk ağızdan öğrenmek istiyordum.

- Zeytinciyi bitirdiler. Bunca enflasyonun olduğu ülkede zeytinyağının fiyatı aynı kalır mı? Bu yağ 0,6- 0,7 asit. Bal, bu bal! İspanya'da 5-7 asit yağın fiyatı 3.8 Euro. Ne üretici ne biz karlıyız bu işten…

Yanıtını bile bile sordum:

- Neden yapıyorsunuz bu işi öyleyse?

- Buralarda iki çeşit yağcı vardır. Bu işte para olduğunu sanıp fabrika kuranlar ve bizim gibi elinden başka iş gelmeyenler. O an aklıma geldi.

İlkokul son sınıftaydım. Zeytinlerimizi Leyne'deki bir yağhaneye götürecektik. İki gün öncesinden babamın başının etini yemeye başlamıştım:

"Ben de gideceğim!"

Babam, ne dediyse isteğimden vazgeçiremedi. Zeytin tanelerinin yağa dönüşümünü öğrenmeyi kafama koymuştum bir kere. Annem, onca ısrarıma dayanamadı:

- Gitsin, görsün, öğrensin. Gece, uykusu gelirse Kevser Ablalara götürür yatırırsın, diyecek oldu.

Kevser Teyze, annemin öz kardeşlerinden de çok sevdiği gerçek bir gönül insanıydı. Bizim Leyne'ye geldiğimizi ve kendisine uğramadığımızı duysa mutlaka üzülürdü. Ama babam, yük olurum endişesiyle kimseyi rahatsız etmek istemezdi. Bu yüzden öyle bir gürledi ki, annem:
- Baban istemiyor işte! Yeter mızmızlandığın, diyerek bana yüklendi.

Böyle zamanlarda kapıyı çarpar çıkardım. Annem arkamdan gelir beni yatıştıracak bir şeyler söylerdi. Yine öyle oldu. Annem arkamdan geldi, saçlarımı okşadı.

- Uygun bir zamanda ben götürürüm seni.

Ertesi akşamüstü traktör avluya yanaşınca zeytin küfelerinin yüklenişini bir köşeden seyrettim. İşte zeytinler gidiyordu. Küpleri açtığımda kokusu genzime dolan bu sarı sıvının gizini yine öğrenemeyecektim.

O yaz, en iyi arkadaşım Fettik ölmüştü. Bu yüzden Afike Ana; beni nerde görse bağrına basıyor, dakikalarca "Fettik!" diye ağlıyordu.

2 O gün, o da oradaydı. Onun zeytinleri römorka daha önce yüklendiği için römorktan hiç inmemişti. Nedense bana da sarılmamıştı. Traktör avlu kapıdan çıkarken birden onun el ettiğini gördüm. O an babamın kızacağını, düşünmedim bile. Koştum, römorktan uzatılan eli tuttum. Bir sıçrayışta küfelerin arasına girivermiştim.

- Saklan, dedi, kaş göz işaretiyle.

Traktör, komşu köyün yanından geçerken:

- Çık hadi, çık, dedi bağırarak.

Bir kaplumbağa tedirginliğiyle başımı küfelerini arasından çıkardım.

- Küçük Ali, diye bağırdı traktör sürücüsünün yanında oturan babama. Bak, kim var burada?

Babam her konuda tavrını gerektiği kadar koymada çok usta biriydi. Ellerini iki yana açarak:

- Orada ona sen bakarsın artık, dedi.

Afike Ana bir şey demedi, gülüştüler.

Fabrika köyün içinde, evlerin arasında bir yerdeydi. Daha avluya girmeden yoğun bir asit kokusu genzi yakıyordu. Koca avlu, zeytin çuvalları ve küfeleriyle tıklım tıklımdı. Bizim zeytinler için önceden gün alındığı için çok beklemeyecektik. Ancak içerdeki zeytinlerin sıkılması gece yarısından sonra biterdi.

Babam:
- Geç olmadan seni Kevser Teyzenlere bırakayım, orada kal, dedi.

Ben oraya zeytinlerin yağa dönüşümünü izlemeye gelmiştim, konukluğa değil. Babamın sözlerini kabul etmediğimi anlatabilmek için oradan uzaklaştım. Babam da çaresiz seslendi:
- Gece yarısı uykum geldi demeyeceksin ha!

Demeyecektim elbette. Bütün gece fabrikanın içindeki küçük camlı odasından, yağlı giysili, koca çizmeli işçileri seyrettim.

Kimileri avludan yüklendikleri koca küfeleri, çuvalları değirmen oluğuna bırakıyordu. Taneler, koca değirmen taşının büyük gürültüyle döndüğü büyük yalakta eziliyor, kahverengi bir balçık kıvamında, kazanlara doluyordu.

Kazanların başında alınlarından akan terleri silmeye bile fırsat bulamayan kürekçi ve çuvalcılar vardı. Kendir çuvallara doldurulan zeytin hamuru hemen ötedeki baskı makinelerine özenle yerleştiriliyordu. Çuvallar orada hem sıkılıyor, hem de sıcak suyla buluşuyordu.

Gün ışırken gece boyunca çalışan işçiler bir anda kayboldular. Yeni işçilerden biri, küfelerimizden birini koca oluğa dökerken gözkapaklarımı tutsak almaya hazır uyku bir anda uçup gidiverdi. Zeytinin ezilme, çuvallara doldurulma preslenme sürecini bir bir denetleyen babamı dikkatle izledim. Az sonra oradaki pompadan akan yağ, babamın sıraladığı kaplara dolacaktı.

Afike Ana'nın geldiğini fark etmedim. Elimden tuttu:
- Gel, dedi.

Birlikte yağların bidonlara doldurulduğu yere doğru yürüdük. Elindeki küçük çinko tabağı dolum yapan işçiye uzattı. Tabak sarı mum gibi yağla doldu.
- Gel, dedi yeniden.

Bıraksa gözümü kırpmadan saatlerce yağın akışını izlerdim. Ama buraya onun sayesinde gelmiştim. Onu üzmek istemediğim için arkasına takıldım. Gecelediğim o kulübeye girdik. İçi bazlama dolu bir çıkın açtı masanın üstüne:
- Bu ekmek sıcak olsaydı, daha güzel olurdu, ama… dedi.
Kopardığı bir parça bazlamayı çanağa batırdı.
- Aç ağzını, dedi.

Tazecik zeytin yağıyla bazlama ekmek öyle lezzetliydi ki akan yağı izlemeye geldiğimi unuttum. Tadın ve kokunun uyumunu lokma lokma yuttum.

Ne zamandır o gecedeydim, ne zamandır bu gecede. Aradan geçen bunca yılda, bu ovada, bu dağlarda neler değişmemişti ki? Bunca hoyratlığımıza, değer bilmezliğimize karşın, bu kutsal ağaç, kimselere gönül koymadan aşımız için tat, sağlığımız için ilaç olmayı sürdürüyor. Birçok yöremiz kar boran altındayken biz zeytin günlerinin sevincini, umudunu ve mutluluğunu yaşayabiliyoruz.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Ayıkla Pirincin Taşını

Şu televizyonlar bir alem doğrusu. Bir "Yemek" furyası başladı ki; tutabilene aşkolsun. Millet; dizileri, filmleri, haberleri bir kenara bıraktı harıl harıl televizyon kanallarında yemek yarışmalarını pür dikkat izlemeye başladı. Neredeyse; "Biri Bizi Dikizliyor" furyasının izlenme rekorlarını bile sollayacaklar.
"Yemekteyiz",
"Yemeğe Bizdeyiz",
"Yemeğe Bekleriz",
"Yemekte Görüşürüz",
"Yemek Bizim İşimiz",...

Yakında işin içine biraz magarazzi katılır; sonra da gelsin yeni programlar.
"Yeme de Yanında Yat",
"Eti Senin Kemiği Benim",
"Yerim Seni"...

Bu durumda futbol programları ile rekabete bile başlarlar. Sonrasında da bir dizi futbol tartışmaları benzeri programlar devreye girer.
"Onu Öyle Demezler Peynir Ekmek Yemezler" misali.

İster misiniz rayting uğruna gurme yorumcularını da futbol yorumcularına benzetsinler ? Mahsuscuktan; Recep Kepçe ile Şaban Kazan arasında esaslı bir kavga çıkartsınlar..

- Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz...
Hoşbulduk...
- Buyrun efendim soframıza. Bugün sizler için neler hazırladım neler ?
Kesin maydanozludur köfteler...
- Aman efendim, siz de daha menüyü öğrenmeden herşeye muhalifsiniz...
Tamam söyle bakalım neymiş menü ?
- Osmanlı mutfağından esinlendim efendim..
İsabet buyurmuşsunuz, size de bu yakışırdı zaten..
- Öncelikle; hoşgeldiniz ve yemeğin açılış olarak düşündüğüm "Selamlık Çorbası" ile başlayacağım. Bir yandan de birkaç kelam ederiz.
Açmayayım dedim daha birinci yemekte bayramlık ağzımı ama siz buna çorba mı diyorsunuz ?
- Aman açmayın, ben de açarım. Siz bunca yıldır bir çorba yapabildiniz mi ?
Fırsat versinler yaparız efendim. Hem de alasını yaparız.
- Bırakın yahu, elinizi ayağınızı çarşafa dolaştırırsınız kesin !
Eee, şimdi ne getireceksiniz bakalım sofraya ?
- Etli yemek olarak düşündüğüm; "Hünkarın Dibi Düştü" oldu. Afiyetle yiyiniz efendim.
Burada biraz araklama kokusu seziyorum. "Beğendi" gibi yani. Zaten her şeyi sağdan soldan araklıyorsunuz, temcit pilavı gibi önümüze getiriyorsunuz, bu mudur ?
- O zaman zıkkımın kökünü yiyiniz efendim..
Sizi saygıya davet ediyorum Beyefendi, hoş bilmediğiniz davetlere pek gelmezsiniz..
- Sizinle muhatap olmak istemiyorum ama şimdi kepçeyi kafanıza atacağım ha !
Tehditle bir yere varamazsınız. Kılıçları çekerim bak !
- Biz ne kılıçlar gördük Beyefendi, sıyrılmasını da biliriz sıyırmasını da...
Yenilir yutulur lokma değil ki bunlar, hayret birşey yani.
- Geçiniz bunları efendim. Neyse ben sizlere zeytinyağlı olarak da; "Halife Sarması" yapmıştım..
Kalsın efendim, ben almayayım ondan..
- Bir tatsaydınız ya, sosunu teee nerelerden getirtmiştim..
Aman aman, içim bayıldı zaten...
- İsterseniz size dünden kalan "İmam Bile Bayıldı" getireyim, ne dersiniz ?
Bile bile yapıyorsunuz bunları değil mi ?
- Bilmeden yemek yapılır mı, kaçın kurrasıyız icabında ?
Bilmez miyim ?
- Tatlı ister misiniz ?
Sizin elinizden bugüne kadar tatlı birşey yemedik ama ne var tatlı olarak ?
- "Saray Hurması" yapmıştım ağzınıza layık...
Eskiden yaptığınız hurmalar...
- Asıl sizi tırmalar...
Hade ordan aşçı bozuntusu...
- Asıl sana hade be ! Kabahat seni yarışmaya kabul edende zaten...

Siz yemeye devam edin birbirinizi, milletin seyrettiği dizi : "Ayıkla Pirincin Taşını !"

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Müfit Uzman

 Telve : Müfit Uzman


  Şu Şubat'ın On Dördü

Garip!

Boğazımda bir gıcıklanma hissetmekteyim. Bu hayra alâmet değil. Kısa bir aradan sonra yeniden grip belirtilerini duyumsamam garip.

Bu "Sevgililer Günü" zaten hepten garip.

TDK'ya göre, "sevgili"nin iki anlamı var. Birincisi -ki, sıfat oluyorlar kendileri, "sevgi ve bağlılık duyulan". Sevgili hemşehrilerim, sevgili milletim, sevgili arkadaşım… gibilerinden.

İkincisi ise, "sevilen ve âşık olunan kimse, yavuklu, dost, yâr, canan.

Kimse bu günün sevilen her şeyi kapsadığını, temelinde her tür sevginin yattığını söylemesin.

Bugün âşıkların, yavukluların yolunacağı gün olarak geliştirilmekte.

***

Olayın başlangıcı eski Roma İmparatorluğu dönemlerine uzanıyor. Zamanın imparatoru zalim 2.Claudius'un bir derdi (!) varmış; ordusunda savaşacak yeterli sayıda asker toplayamamaktaymış. Roma'lı gençler şimdiki Amerikan askerleri gibi değillermiş yani. "Hamburgerimiz, çukulatamız, kolamız olsun, cebimiz dolarla dolsun, istersek Irak'ta olalım farketmez. Zaten bütün dünya bizim. Her yerde bizim borumuz ötmeli, ayı da alırız, Mars'a da üs kurarız, bize köle olmayanı, hakkımızda atıp tutanı uydulardan duyarız, icabında bir misket bombası, kabak gibi oyarız.." diye düşünmeyip, "yavuklumun kollarında olayım, gözlerinde kaybolayım, azıcık aşım pembe pancurlu evim" türküleri çığırdıklarından imparator "bunlar cozuttu" diyerek yaşantılarına katı kurallar koymuş, gençlerin birlikteliklerini Lupercalia Bayramı hariç, yasaklamış.

14 Şubat, bu bayramın arefe günü. Genç kızlar isimlerini yazdıkları minik kâğıtları kavanozlara dolduruyor, Roma'lı delikanlılar da bu kavanozdan çektikleri kâğıtta kimin ismi yazıyorsa, bayram süresince beraber oluyorlarmış. Artık kime niyet, kime kısmet. Bu arada birbirine âşık olanlar da evleniyorlarmış…

Öff, sıkıldım. Ne garip işler bunlar!

İşin içine aziz Valentine ve sevgili Maurius'un karıştığı başka rivayetler de var ama, baydı.

Fakat, kafamın kısa devre yaptığı nokta şu ki, 1700 küsur yıl öncesinden sözediyorum... İslam'ın duyuruluşu M.S. 600'lü yıllara denk düştüğüne göre, bizim kültürümüzdeki bazı geleneklerimizden de kıdemli bir kutlama günü olduğu sonucuna varıyorum.

***

Peki…

Bizde çok değil, bundan beş-on sene öncesinde 14 Şubat sadece 14 Şubat'tı. Sıradan, sıfatsız alalade bir gün. Sonradan bir haller oldu buna. "Beni beğenmiyor musun, beni sevmiyor musun?" diye mızmızlanmaya, kendini ortaya ortaya atıvermeye, dikkatleri üzerine çekme çabalarına başladı. Çiçekçiler, kuyumcular, çamaşırcılar, çarşafçılar, kokucular bunun üstüne aslanlar gibi atladılar. "Seni sevmez olur muyuz hiç? Sen bizim en sevdiğimiz günsün. Soğuk Şubat ayının sıcak kırmızı gülüsün. Gel elinden tutalım, seni meşhur edelim.." gibi vaadlerle şişirdiler de şişirdiler.

Bu "gün" şiştikçe, onların da cepleri şişti. Vatandaşın fikri şaştı. Birbirini sadece, saf, katıksız sevenler bile birbirine düştü.

İş o hale geldi ki, "o ha !" dememek güçleşti. Gazetelerin seri ilan sayfalarında şifreli ilanlar yer almaya başladı:

"Bebişim, seni çok seviyorum. Sevgililer günün kutlu olsun. Tosun'un."

Ula, hangi Tosun, hangi bebişi çok seviyormuş, ne bileyim. Zaten bana ne, kime ne? Lâkin para verip almışım gazeteyi, son hecesine kadar okuyacağım. Böyle ilan mı olur?

Bir bilene, örneğin yıllarını bu işe vere vere tüketmiş bana sorsana?

"Ben Karagümrük Bitirim Sokaktan Tosun.. Delikanlılığım gereği elaleme reklam etmemek gayesiyle adını vermeyip "Bebişim" rumuzu ile seslendiğim aynı mahalle, Manolya Apt. Daire 14'teki eli öpülesice berber Niyazi amcamın ortanca kızının 14 Şubat Sevgililer Günü'nü en isterik hislerimle kutladığımı, adı geçene yan bakılmaması gerektiğini, aksi tesbit olunduğunda vukuat çıkmayacağını garanti etmediğimi basın yoluyla ilgililere tebliğ ederim."
Bak şimdi ne güzel oldu! Malzeme, hedef kitle, üçüncü şahıslar, garanti şartları filan yerini buldu. Bunu ilan et, okuyan anlasın. Manitana ambargo koyduğunu millet öğrensin, yanlış yapmasın. Bebişin de "Amaney, bu deli çocuk beni haykkatten seviyo. Kıkır kikir.. Aklım da en yakın arkadaşı Osman'da kalacak ama bu kadar para dökmüş gazataya. Ayıp olur artıkın. Hem zaten hapse girmezse seneye askere gidecek. O zamana kadar biraz uslu durayım bali." diye düşünüp lavabodaki çatlak aynaya baksın:

"Ayna ayna söyle bana. Karagümrük'ün en popüler kızı benim, de mi ama?"

Evladım Tosun, senin iyiliğin için söylüyorum, yanlış anlama. Babanın cüzdanından aşırdığın parayı niye çar-çur ediyorsun? Senin gazeteye ilan verdiğini bebiş nereden öğrenecek? Ya birileriyle haber göndereceksin, ya kendin söyleyip göstereceksin. İkinizden başka kim bilecek? Sen kıstır bir tenhada bebişini, kulağına üfleyiver onu sevdiğini. Hem bunu yalnız 14 Şubat'ta yapmak zorunda da değilsin. Takvimin geri kalmış bahanesiyle yarın da "Bebişim, Sevgililer Dünün kutlu olsun, gel öpeyim!" deme şansın bile olur, a-salak!

***

Tabii başkasına akıl vermek kolay. İş kendime gelince akıl alacak kimsecikler bulamıyorum:

Uzattığı işaret parmağı üzerinden başparmağı ile ölçeklendirdiği zarif kısmı karşısındakinin gözüne sokarak "beni bu kadarcık da sevsen olur" sloganlı

pırlanta reklamından kaçmaya çalışırken "gelin bir entellik yapın, sevdiğinize elemterefiş sigortadan katkı payı hediye edin" teranesine yakalanıyorum. Bir haftadır uykularım kaçıyor da, şu reklamlardan kaçamıyorum.

***

Yok!

Özellikle bugün hediye-mediye yok. Bir tek güne preslenmiş aşk, hediyeyle ispatlanmış sevgi yok.

Göz-göze geldiğinde karşındakinin gözünde çapak değil derinleri görebiliyor musun, ruhunu hissedebiliyor musun?

İstediğin gün, istediğin kadar kutla.

Bunu başarabiliyorsan aldın/verdin işte hediyeyi.

Başka hediye alış-verişi yok!

***

Oh! Söyledim, rahatladım ama hâlâ bir gariplik var. Daha atlatalı bir ay ya oldu, ya olmadı. Yine boğazımda gıcıklanma, burnumda karıncalanma var.

"Eyvaah..hapşuu!"

İçeriden "sevgililer günü özel korosu", -ki vokalistlerden biri canımın içi kızım, diğeri de sevgilinin bir başka türlüsü, dört ayaklı, kuyruklusu:

"Hev hev hav ouuuu! Babaam çok yaşaaaa, iyi yaşaaaa!"

Benden solo:

"Hep beraber, başbaşaaaa!"

İşte bu!

Varlıkları, bana en büyük hediye.

Sevildiğimi hissediyorum. Ve ben de..

…yalnız 14 Şubat'ta değil, her gün, her an söylüyorum:

"Sizi çok, çok, çok… seviyorum!"

Müfit Uzman
m.mufituzman@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   Bolivya'nın yeni Anayasası

Bolivya'da, ulusallaşma ve sosyalizme doğru yeni açılımlar bütün hızıyla sürüyor. Bolivya halkı, 1967 Anayasası'nın yerini alacak yeni Anayasa'yı %63'lük bir oy oranıyla kabul ederek, devletin yeninden kurumsallaşmasının önünü açtı. Yeni "ulusal sözleşme" beraberinde yeni kabine değişikliklerini de getirecek. Bu gelişme Başkan Evo Morales ve partisi "Sosyalizme Doğru Hareket"in kesin bir zaferi. Öyle ki, yeni Anayasayla on yıllardır ülkenin sahip olamadığı ekonomik, sosyal ve kültürel haklar da getiriliyor.

Yeni Anayasa'yla azınlık ve yönetimde söz sahibi olan Oligarşi yanlılarına açıkça meydan okunurken, nüfusun çoğunluğunu oluşturan yerlilerin hakları yüceltiliyor, yerli sözcüğü Anayasa metninde tam 130 kez geçiyor.

Yeni Anayasa, öncelikle, yüzyıllardır sürekli ezilen yerli halkın haklarının geri verilmesi ve korunması üzerine hazırlandı. Ulusal referandum sırasında, toprak sahiplerinin bir kerede yaklaşık 5000 Hektar'dan büyük araziye sahip olamayacakları da ayrıca oylandı. Bu öneri de %70 çoğunlukla kabul edildi.

Bolivya'nın yoksul çiftçileri, işçileri ve yerli halkı, yıllardır emperyalizm, sömürgeleştirme, neoliberal politikalar ve ırkçılıkla tırpanlanan haklarının geri kazanımı için atılan adımı, Murillo Meydanı'nda kutladılar. Başkan Morales toplanan kalabalığa, yeni Bolivya'nın, halkın iktidarı'nın ve bütün Bolivya'lılara 'eşitlik' getirecek, yeni dönemin haberini verdi. Yüzlerce yıldır sürekli baskı altındaki yerlilerin haklarına kavuşmaktan kaynaklanan bu coşkusuna katılmamak olanaksız.

Yeni Anayasa, Bolivya'daki 36 farklı yerli etnik kökeni tanıdı. Eski Anayasa'daki ırk ve cinsiyet ayrımcılığına, yanı sıra da Katolik Kilisesi'nin yerlilerin inanç, gelenek ve mezheplerini yok sayan uygulamalarına son verilip inanç özgürlüğü getirildi.

Yeni Anayasa, ülkedeki derin eşitsizliğin başlıca nedeni olan zengin azınlığın zenginlik ve gücüne de belirli sınırlamalar getiriyor. Kullanılmayan bütün topraklar, doğal gaz alanları, maden ve petrol alanları devletin idaresine veriliyor. Su kaynakları insan yaşamının temel hakkı olduğundan, "özelleştirilmesi" kesinlikle yasaklanıyor; eğitim ve sağlık hizmetleri hakkı kutsal sayılıyor. Devletin herkese yeterli iş ve emeklilik olanakları sağlaması esas kabul ediliyor. Kamulaştırılan büyük toprakların bir kısmı, yerli halka veriliyor, bu arazilerden elde edilen enerji ve maden gelirlerinden daha fazla pay almaları sağlanıyor. Grev ve sendika hakkı sağlanıyor.

Yeni Anayasa, basın özgürlüğünü garantiliyor ancak basın da sorumlu olacak ve gerçek haber yapmanın yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlü tutuluyor.

Bolivya topraklarında, yabancı ülkelere ait askeri üslerin varlığı yasaklandı.

Bütün bu kazanımların yanında, Anayasa, seçilmiş hükümet görevlilerinin yeniden seçilebilmesine de olanak sağlıyor. Büyük olasılıkla, Morales Aralık ayında kongre seçimlerini yenileyerek, yeni bir 5 yıl isteyecek, böylece reformların sürdürülebilmesi için gereken altyapıyı güçlendirecek.

Bütün analizlerin ortak kanısı, yeni Anayasa'nın Bolivya'nın yerli halkına yıllardır alamadıkları haklarını geri vermek için hukuki altyapı sunduğu yönünde. Ancak, arazi dağıtımı ve paylaşımı konusundaki maddeler oldukça tartışmaya açık ve mevcut arazi sahipleriyle yerliler arasında yeni anlaşmazlıklar doğuracak cinsten.

Bekleyen Mücadele

Bolivya'nın ilk yerli Devlet Başkanı Morales, yaklaşık 450 yıldır ırkçılıkla ülkeyi yöneten bir iktidarın yerine geldi. Büyük çoğunluğu yerlilerden oluşan yoksullaşmış kitleler, şiddet kullanan yönetici azınlığın tepkisine karşın, onun barış içindeki liderliğini takip ettiler. İşçiler, yoksul köylüler ve yerliler ülkeyi bir uçtan diğerine, "eşitlik" diye bağırarak yürüdüler.

ABD, Latin Amerika'daki sol yükselişin liderliğini yapan Küba-Venezuella-Bolivya üçlüsünde, Morales hükümetini en zayıf halka olarak görüyor. ABD, geçtiğimiz üç yıl boyunca, Morales karşıtlarına önemli ölçüde operasyon desteği sağladı. Morales ve taraftarları, özellikle medyanın yanlış bilgilendirme kampanyalarıyla, faşist ataklarıyla ve ölüm tehditleriyle karşı karşıya kaldılar.

Özellikle geçtiğimiz Eylül ayında, demokratik olarak seçilmiş hükümeti zayıflatmak için düzenli saldırılar yapıldı; onlarca hükümet binası tahrip edildi. Vali Leopoldo Fernández Ferreira tarafından organize edilen saldırılarda, Pando bölgesinde, aralarında kadın ve çocukların da olduğu 70 sivil öldürüldü.

Latin Amerika liderlerinden ve birçok ülkeden gelen kınamalar, Morales'e ve Anayasa çalışmalarına gösterilen destek, sağ kanat destekçilerini ve onların ABD Hükümeti'ndeki müttefiklerini yanlızlığa itti.

Anayasa, kağıt üzerinde müthiş ilerlemeler gösterse de, değişim kolay olmayabilir. Daha şimdiden, Morales karşıtları, oylamanın kanunsuz olduğuna, oyların yeniden sayılması gerektiğine ve hile yapıldığına dair söylemlerle çalışmaya başladılar bile.

Cüneyt Göksu
Cuneyt.Goksu@Gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Tadımlık Şiirler


HÂLÂ KOYNUMDA RESMİN

Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hâlâ koynumda resmin

Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hâlâ koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın "merhaba" demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin

Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hâlâ koynumda resmin

Ve hâlâ sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Hâlâ duvarlarda resmin

Ahmet Telli

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.

http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.

...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Tango Serenatos
Gustavo Montesano









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090213.asp
ISSN: 1303-8923
13 Şubat 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com