|
|
|
20 Şubat 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ben seni haketmek için ne yanlış yaptım yahu?!.. |
Merhabalar
Bu sıralar sıkça duyuyorum, duymadığımda da aklımın bir köşesine tutunuyor zaten. "Toplumlar hakettikleri şekilde yönetilirler." İlk algılama doğru diyor ama sonrasında insanın isyan edesi geliyor. Eğer toplumdan kasıt çoğunluksa, o bile değil. Peki ben bu adam tarafından yönetilmeyi hakediyor muyum? Tabi ki hayır. Böylesine pervasız, saldırgan, küfürbaz bir başbakanı ne ben ne de Türkiye hakediyor bundan eminim. Yalan, korku, sadaka, tehdit üzerine kurulmuş bir yönetimi, din şemsiyesi altında cahil halka sunmanın adına ben demokrasi demiyorum, diyenlere de acıyorum.
Büyükler ne güzel demiş; "Ele verir talkını kendi yutar salkımı" diye. Hakkında yolsuzluk iddiası olanı bir kalemde çizermiş padişahım kıymetlım. Çiz o zaman önce kendini de görelim, kalemin de benden olsun. Var mı senin ailenden fazla yolunu kolayca bulan bu memlekette? Kaldıysa birazcık vicdanın, koy elini üzerine ve düşün. Sevigen defolup gitmeli bunda şüphe yok. Peki o olayda Sevigen'le işbirliği yapıp arsayı altınla kaplayan adam kim? Senin imam hatipten sıra arkadaşın. Ne malum bu arsayı altın eden sözün senden çıkmadığı. Al sana soru, "Sıra arkadaşına kıyak çekilmesi için belediye meclisine telkinde bulundun mu?" Küfretmeden cevap vermeye yüreğin yetiyorsa ver duyalım.
Senden olmayana, senin gibi düşünmeyene, seni övüp göklere çıkarmayana zulmetmekten öte bildiğin varsa söyle bilelim. Seksenaltı yıllık Cumhuriyetin, varını yoğunu borçlu olduğun Mustafa Kemal'in tartışılır olduğu bir memleket yarattın altı yılda. Hiç utanmıyor musun? Hürses diye bir derginin meczup çakma İslami entellektüel yazarı Hamza Türkmen adlı biri, televizyon ekranlarından Atatürk'e, seçimini batıdan yana kullanmasına, türlü yalanlarla küfredebiliyor, şeriatla yöneltilmeliyiz diye açık açık konuşabiliyor artık. Üstüne üstlük rejimi sorgulayamamaktan dem vurarak. Daha nasıl sorgulayacaktın a densiz? Ne yazıktır ki, memlekette, bunu sindirebilenler, bundan nemalanlar iktidarda. İşte karamsarlığımız bu yüzden, önceliğimiz bunlardan kurtulmak dememiz işte bunun için.
Önümüz haftasonu, hava da kötü olacağa benzer, sanırım imkan bulanlar sinemalara koşacaksınız. Belki birçoğunuz da Recep İvedik 2'ye gidecek. Hiç çekinmenize gerek yok. Gidin, seyredin, bol bol gülün dönün evinize. Gülmenize gülme katmak istiyorsanız, Recep'lerden Recep te beğenebilirsiniz. Alın İvedik'i vurun Erdoğan'a, bir fark olmadığını şıp diye anlayacaksınız. Bugün İvedik Recep'i yerden yere vuranlarla, dün Erdoğan Recep'i yere göğe sığdıramayanların aynı ademler olduğunu düşünüp kahkahalar da atabilirsiniz. Aslında artık onlar da uyandı meseleye. İroni yaparak, Recep sana söylüyorum, Recep'im sen anla diyorlar. Hakkettiklerimiz tarafından yönetiliyoruz da, hakettiğimiz filmleri neden seyretmeyelim, değil mi ama? Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇEVREMİZİ TANIYALIM - 20 (SON) |
|
Hacırahmanlı Kasabası yazmakla bitmez. Daha adını anmadığım, ilişmeyim garibe diye uzak durduğum onlarca kişi var. Kolay değil, geride onlarca yıl ve kocaman bir çocukluğum kaldı. Anılara neden gittiğimi, eskilerde ne aradığımı hala çözebilmiş değilim. Konuştuğum kişiler bunun ipuçlarını şimdiki yaşamımda arıyorlar. Eğer gelecekten bir şey beklemiyorsam geçmişle avunmayı seçermişim. Ya da günlük sıkıntılarımdan uzaklaşmak için böyle bir yol tutuyormuşum. Kimseye bir şey sormaya da gelmiyor. Eğilimlerime id, ego, süper ego üçlemesiyle gayet bilimsel yaklaşımlar sergiliyorlar. Herkes anında uzman bir psikolog olup çıkıveriyor. Bunları dinledikten sonra hayretler içinde kalıyorum. Herkes beni çok iyi tanıyor. Meğer bir ben kalmışım kendime yabancı. Ağlasam bir türlü, gülsem bir… İki ucu …lu değnek.
Hacırahmanlı Kasabasını yazmak, paylaşmak için çok nedenim var. Bir kere yaşamımın en sorumsuz, en haylaz, en eğlenceli zamanlarını anlatıyorum. Affan dedeye para saymadan çocukluğumu kendi kollarımda buluyorum. İnsanı baştan çıkaran, günaha çağıran bu davete uymamak mümkün değil. Bundan söz etmeye utanıyorum ama başka aptalca fantezilerim var. Belki bir gün, çok sonra hatta, birileri çıkar ve yazdıklarımı tesadüfen okuyuverir. Yazdığım onlarca cümlenin birkaç tanesinde kendinden bir şeyler bulur. Psikolojik tahliller bir yana beni yazmaya iten en güçlü neden bu işte. Neyse, bunu don lastiği gibi sündürmeye gerek yok. Canım çekti yazdım işte. Varsa benim gibi göbeğinden işeyen çıksın gelsin.
Rüyamda kocaman bir yılan gördüm. Korku ile uyandım. Ağustosun en sıcak zamanlarıydı. Evin hayatında uyuyordum. Yatağım incecik bir çuldu. Annem eski, püskü kumaşları elinde birbiri üzerine dikmiş, pide gibi minderimsi bir şey yaratmıştı. Genellikle avluya bakan hayatta betonun üzerinde uyuyordum. Bana kalsa çulu, çaputu bir yana bırakıp çırılçıplak betonun üzerinde yatacağım ama annem izin vermiyor. Beton soğuk çeker oğlum diyor, illetlenirsin…
Gözlerimi korkuyla açıp etrafıma bakındığımda rüyamdaki yılanın aynısını hayatın merdivenlerinin ilk basamağında çöreklenmiş olarak buldum. Gördüğüm gerçek mi, rüya mı anlayamadım. Resmen afallayıp kaldım. Betonun üzerinde hiç kıpırdamadan duruyordu. Sadece arada bir başını kaldırıp etrafına bakıyordu. Hayatın yan tarafından atlayıp can havliyle bahçenin arka tarafına dolandım. Sayadan uzun saplı bir çapa aldım. Çapayı yılanın kafasına indirmeye niyetlendiğim sırada içerden annem çıktı. Dur oğlum, dedi. Dur öldürme…
Annem yılanı öldürmeme izin vermiyordu. Yalvarıyordum ama inat ediyordu. Biraz razı olsa, bakışlarından ne halin varsa gör diyen bir ifade okuyabilsem çapayı yılanın kafasına indireceğim. Yok, izin vermiyor. Niye izin vermediğini de hiç anlamıyorum üstelik. Bitişik komşumuz Fatma Nine telaşı duyup gelmiş. Sokak kapısından girince bu sefer umudumu ona yönelttim. Ama o da vur oğlum demiyordu. Yılan birden nasıl bu kadar kıymete bindi, neden onu öldürmeme izin vermediklerini bir türlü anlayamıyordum. Daha önce pamuk tarlasında karşıma çıkan birkaç yılanı öldürmüştüm. Kimsenin gıkı bile çıkmamıştı.
Fatma Nine beni kolumdan tutup yılandan uzaklaştırdı. Dizlerinin üzerine çöktü. Bir şeyler mırıldanmaya başladı. Anneme baktım. "Yılan duası okuyor oğlum," dedi. Hayda… Yılana bak sen. Birden ekmek gibi, su gibi nimet olup çıkıverdi. Çatlak bu kadınlar dedim. İkisi de çatlak. Fatma Nine duasını bitirdi. Çok ağır hareketlerle yılanı eline aldı. Bahçe kapısından sokağa bıraktı. Yılan sokağın ilersindeki kargıların arasına girerek gözden kayboldu. Yılanı asla elime alamazdım. Bu nedenle Fatma Nine'nin yaptığı cesaret işiydi. Saygı ve hayranlık duydum. Ama neden bu yılanı bıraktık diye sormadan da edemedim. "Ev yılanı oğlum bu. Zararsızdır. Öldürüp ne yapacaksın?" Dedi. Annem olaya daha mistik bir hava kattı. "Kim bilir bu hayvan ne sebeple geldi bu eve? Gelişinin beklide bir hayrı, hikmeti var."
Sanki gelen yılan değil aksakallı ermiş dede. Yolunu şaşırmıştır salak. Belki de eceline susamıştır sersem. O gün akşama kadar rüyamdaki yılanla, uyanıp karşımda bulduğum yılan arasında gidip geldim. Bir türlü aklımdan çıkaramadım. Kahveye gidip arkadaşlara anlattım. Onlara da mis gibi malzeme çıktı. Herkes sözü birbirinin ağzından alarak hevesli hevesli yılan hikâyeleri anlatıp durdu. Celattin'in Mehmet palavrada herkesi geçti. Koca Merada babasıyla bir yılan görmüş, boyu tam beş metreymiş. Pitonlar, anakondalar Güney Amerika'yı bırakıp Gediz ovasına taşınmışlar da haberimiz yokmuş. Salla babam salla… Aylaklık can sıkıntısına eklenirse olacağı zaten budur.
Daha önce de bu çakır damalı yılanlardan görmüştüm. Zehirli değillerdir. Zaten bizim orda sadece iki tür zehirli yılan vardı. Biri bozyürük, öteki engerek. Kasabamızda herkesin evinde kocaman pamuk çırpısı yığınları vardı. Çırpılar arasında kalan pamuk kozalakları ve çiğit taneleri fareler için eşsiz güzellikte bir yaşam alanı sağlar. Farelerde yılanları çırpı yığınlarına çeker. Bu nedenle evlerin çoğunda yaz günlerinde birkaç kez yılanla karşılaşmak, yılan görmek olağan sayılırdı. Şimdi nasıldır bilmiyorum ama o yıllarda kimse bu yılarlarla cebelleşmezdi.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM
Davos Fatihi'miz, seçim günleri yaklaştıkça kendine özgü söylem sınırlarını hızla aşıyor:
" Bizim yaptıklarımızı monşer eskileri anlayamadı. Monşer geldiler, monşer gidiyorlar."
"Şimdi bana/beni küfür ettireceksiniz."
"Tokatı yediler"
"Bizi ırgalamaz"
"Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri"
"Onların köpekleri var onla yatıp onla kalkarlar.
"Bunlar komünist rejimin atık malları, atık malları."
"Ula nasıl oluyor bu iş.
….
Diyelim ki öğretmensiniz. Öğrencinize soru sordunuz. O da "Ulan…"diye başladı söze. Ne diyeceksiniz? Disipline mi vereceksiniz. Öğrenciniz disiplin kurulunda:
"Bunun kabalık olduğunu bilmiyordum. Çünkü başbakanımız da böyle konuşuyor." derse yine ceza verecek misiniz?
Diyelim ki annesiniz. Çocuğunuza: "Haydi evladım, fırından bir ekmek al da gel!" dediniz. Çocuğunuz "Beni ırgalamaz!" diye yanıt verdi. Siz "Vay terbiyesiz!" mi diyeceksiniz; yoksa "Bazı şeyler başbakanı bile ırgalamadığına göre…" deyip bu sözleri duymazlıktan mı geleceksiniz.
Diyelim ki çocuğunuz, başbakanı sevmiyor. Başbakan kürsüde konuşurken bir an öfklendi ve " Bunlar, teokratik rejimin atık ….., atık …." dedi. Bu ülkeyi temsil eden, koskoca DF' mize böyle bir söz söylemesini alkışlayacak mısınız?
Geçenlerde okumuştum. Recep İvedik 2 filmine giden bir bayan, filmin çok küfürlü olduğundan söz ederek çocukların bu filme gitmemesini öneriyordu. Bence gereksiz bir öneri. Çünkü çocukların kaba ve küfürlü konuşmayı öğrenmeleri için o filme gitmelerine gerek yok. Akşamları TV'yi açıp haberleri dinlesinler, yeter.
Ancaakk!
Bakın Türk Bilgesi Yusuf Has Hacib, 938 yıl önce, Kutadgu Bilig adlı eserinde bir Türk beyinde bulunması gereken nitelikleri nasıl anlatmış:
Asık yüz, kaba söz, kibirli tavır
Kişiyi incitir o yolda kalır.
Kabalık, aculluk, boş gevezelik
Uzak durulmalı bunlar basitlik.
Avam tabiatı, beye yakışmaz
Yakıştırsa eğer değerli kalmaz.
Halkın kusurunu beyler düzeltir
Bey kusurlu olsa, kimler düzeltir.
Bilgemiz, iyi bir elçide olması gereken nitelikleri de şöyle dile getirmiş:
Çok akıllı gerek elçi ölçülü,
Bilgili gerek ki bilsin sözünü.
Bilmeli sözünün dışı içini
Ki onunla dizer, yapar işini.
Her dili bilmeli, ağız açınca
Her yazı yazmalı, kalem alınca
Dili usta gerek, hem gönül ehli
Sözde usta gerek, hem düşünceli.
Sözleri yumuşak şekerden tatlı
Hoş sözle yumuşar, küçük ve yaşlı
Elçinin işi hep sözle olur
Sözü iyi olsa isteğin bulur.
Sizce DF' miz, malum fethini, Yusuf Has Hacib'in "Monşerler"den beklediği bu niteliklerden hangisiyle gerçekleştirdi acaba, söyleyebilir misiniz?
Atalar boşuna dememişler:
"Dilim, giydirir bana kilim."
Dileyelim ki bu kilimi Türkiye'ye giydirmesinler.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Ne kalır yarına ? |
|
Görünen o ki; kimsenin böyle bir derdi yok. Ya da en azından büyüklerimizin yok. Hatta tam tersine; "Benden sonra tufan" misali har vurup savrulmakta harmanlar. Yarınları yaşayanların da savrulacakları düşünülmeksizin bir "Bugünü kurtarma" modası kavrulup gidiyor ne yaptığını bilmez ellerde. Elbette; bugün de kurtarılmalı ama yarın için ufak da olsa birkaç adım atılmalı.
En büyük sıkıntı da biz adapte olamayanlar da. Tüm bildiğimiz değerler birer ikişer devşirilmekte. Gün geçmiyor; "Pes doğrusu, bir yaşıma daha girdim" demekten kendimizi alamıyoruz. Kavramlar allak bullak oldu beyinlerde. Mumla arar olduk güzel bir şeyleri, elde cımbız arıyoruz var mı söylenen sözcüklerde umut verici birkaç ipucu diye. Yok.! Bana göre yok ..! Her yılın, bir önceki yılı arattığı günleri düşünmekten sıkıldım. Bir gülümseme gelmez oldu dudaklarıma. Bir de Rıza'nın sorularına Uyumsuz'un yanıtları olmasa; hiç çekilmezdi bu günler diyorum, sağolsunlar, varolsunlar...
Değerler bir kenara, kavramlar da sözcükler de tepe taklak oldu günümüzde. İnsan; hangi olayda ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini bilemez, bu durum karşısında olması gereken sözcüğü bulamaz oldu.
"İstifa" diyorsun; önce "İftira" diyor.
Birkaç kişi daha söyleyince harflerin yeri değişip "İrtifa" kaybediyor.
Sonra düşünüp kaşınıp konunun uzatılabilmesi amacıyla nasıl "İstifade" ederim diyor.
Ve fakat "İfade" vermeye bile tenezzül etmiyor.
Daha sonra çıkıp "İstifa etmedim" diye demeç veriyor.
A yoksa dili sürçtü de "İstif etmedim" demek mi istedi diye düşünüyorsun, o da değil.
Velhasılı, o kelime ağzımızda nerdeyse "İstifra" haline geliyor...
Rahmetli Erdal İnönü'den başka bir Türk'ün beceremediği en önemli mesele bu istifa. "Ben başaramadım, beceremedim" demek çok mu zor ? Erkek milletiz ya, eminim çok zor. O zaman hiç olmazsa klasik cümle olarak; "Soruşturmanın selameti açısından kenara çekiliyorum" de. Sonra aslanlar gibi çık tekrar ortaya ( elbette aklanıp paklandıktan sonra ); "Nerede kalmıştık ?" diye sor. Zor...
Ne güzel bir şarkı olmuştu dillerde Yeni Türkü'nün Telli Turna'sı. Ve ne güzel anlatılmıştır telli turnanın yaşadıkları o güzelim sözlerde.
Yenik düşüyor herşey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya...
Önemli olan bizlerin büyürken dünyayı kirletip kirletmediğimiz sorusu. Kirlettiğimizi düşünüyorum ben de ama bu durumda büyümedik. Tam tersine; yarınlara karşı küçüldükçe küçüldük ve yenildik zaman denen pehlivana...
Anlatır eski beni şimdiki bana...
Anlatır da, nasıl anlatır acaba ? Sen eskiden; "Böyle böyle" idin, şimdi ise "Şöyle şöyle" oldun der mi ? En acısı; "Yazıklar olsun şimdiki sana !" der mi ?
Ne kalır yarına bizden sonraya ?
En acısı da bu olsa gerek. Sormaya çekindiğimiz en önemli sorulardan biri. Yazının başlığına da oradan geldim zaten. Cevabının umursanmadığı ama çok iyi bilindiği soru. Büyürken öğretmişlerdi bize ama küçükken görmüştük. Saf ve çocuksu bir neşe içinde.
Herşey binip gitmiş uçurtmalara...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam Öyküde Yeni Gerçeklik: Yanılsama ve Fantazya |
|
İzmir-Konak Belediyesi'nin düzenlediği 8'inci İzmir Öykü Günleri'nin (12-14 Şubat 2009) "Öyküden Tiyatroya" temalı son toplantısında, ünlü romancımız İnci ARAL, "Öyküde Yeni Gerçeklik: Yanılsama ve Fantazya" başlıklı konuşmasında ortaya koyduğu yeni açılımlarla salonu dolduran öykü dostlarını âdeta büyüledi:
"İnsanlığın varoluşu ile birlikte, temel insanlık hâllerini anlatan söylenceler ve masallar hayal gücü, yeni durum ve olaylarla zenginleşerek, günümüze kadar geldi. Gelirken de insanlığın ortak bilinçaltını oluşturdu.
Mitoloji hayatın nasıl olması gerektiğini, nasıl olduğunu anlatıyor bize. Ama bu yaşama serüvenini anlatırken, bütün bu insan hâllerini görkemli bir şiirsellik ve fantazya ile aktarıyor. Bu fantazya içinde de insana ilişkin birçok gerçeği yansıtıyor. Bu şiirsellik ile fantazyanın bu kadar ustalıklı biçimde harmanlanmış olması, mitlerin günümüze kadar gelmiş olmasının en büyük nedeni bence.
Bu mitolojik zenginlik hem edebiyata ilham vermiş, hem de adları konmuş, insana dair kimi sapmalara kaynaklık etmiştir.
Baştan beri dünya -bilinmezliği ile- insanları hem büyüledi hem de korkuttu. Günümüzde evren ve yerküreye ait sırlar büyük ölçüde keşfedilmiş olsa da, şöyle bir gerçekle karşılaşıyoruz:
Nesnel gerçek insana geçersiz ve fazla çıplak görünüyor. Dolayısıyla, varoluşun bütünüyle keşfedilMemiş olduğuna, bunun birtakım gizleri olduğuna inanan insanlar hiç azalmadı. Bunlar hep başka bir gücün, başka bir sırrın olduğunu düşündü.
Şimdi bu noktadan Türk Edebiyatı'na dönmek istiyorum. Türk Edebiyatı'nda fantastik öykü geç bir tarihte göründü. 1970'lerin ortasında Nazlı Eray'la ilk defa karşılaşıyoruz. 80'lerden sonra da bazı yazarlarla zenginleşti. Yer yer gerçeküstü ögelere rastladığımız genç öykücüler de ortaya çıktı; ama aslında tam da şimdi, şu sıradanlaşan kültür ortamında, fantazyaya ihtiyacımız var.
Yeni video görüntüler, büyülü gerçekçi romanlar, gizemli resimler, tuhaf bilgisayar oyunları çok ilgi gördü. İnsanlar bunları çok seviyorlar. Ama bizim öykümüz fantazyaya ve gerçekdışıya biraz yan bakıyor! Birkaç öykücümüz dışında, niteliksel bakımdan bu fantazyaya, bu ihtiyaca cevap veren öykücüler çok az.
Fantastik öykü, dünyaya geniş bir olasılıklar ve olabilirlikler penceresinden bakabilmeye, uyanıkken rüya görmeye ve gerçeği dolaylı; ama daha etkili bir biçimde sunmaya yarayan nitelikleriyle, yazarlar bekliyor bugün.
Öyküye yeni bir ses, yeni bir tahayyül bulmak; endüstrileşen ve ortalama insan için üretilen işlevsiz görüntüleri aşmak; ve okuru yeniden öykünün büyülü dünyasına çekmek durumundayız. Bunu yapabilmek için de, öncelikle görünenin arkasındakini yazmaya çalışmamız gerekiyor. Tabii görmek için de önce görünmeyene bakmak gerekir. Çünkü görünen gerçek çok somut ve ortadadır. Görünmeyense sonsuz...
Peki hangi gerçekten söz ediyoruz?.. Tabii ki öykücünün gerçeğinden veya öykücünün o içten, öznel dünyasından...
Neden şimdi fantazyaya ihtiyacımız olduğunu söylüyorum? Çünkü dışımızdaki dünya görkemini yitirdi. Ve daha da korkunç bir şey söyleyeceğim: her zamankinden daha dehşet bir yer oldu dünya.
Birkaç onyıldır ideallerimizden koptuk, inançlarımız kalmadı, açgözlü güçlülerin eline kaldık. Her geçen gün korkularımız çoğalıyor. Ve her geçen gün dünyanın geleceğinden daha fazla kuşku duyuyoruz.
Dante'nin "Cehennem"ini, Kafka'nın "Dava"sını çağrıştıran ve "hiçbir yer" olan bir karanlık tablo içinde, sanal bir ortamda güçlükle soluk alıyoruz!
Peki, şimdi soruyorum; yazmak için bu kadar uygun bir ortam ve malzeme bolluğu varken, neden öykümüz bu kadar içine kapandı acaba? Neden bu içinde yaşadığımız dünyaya ilgi duymuyor? Çünkü her türlü kolay tüketilir fantazya hazır olarak, her an önümüze sürülüyor. Görüntüler çok zevkli, şenlikli; ama aynı zamanda acıklı. Sürekli aç kalktığımız görsel bir şölende, konuklar gibi yaşıyoruz.
Hâlbuki bu panayır görüntüleri birazcık fantazyayla ne kadar da güzel anlatılabilir... Belki de uyuştuk, uyuşturulduk! Herkese, her şeye kayıtsız bir bitkinlikle gözümüzü televizyona dikip felaket haberleri izliyoruz! Savaş resimlerine bakıyoruz aşınan merhametimizle! Yalan, yoksulluk ve kriz rüzgârlarıyla savruluyoruz!
Büyük alışveriş merkezlerindeki cam ve metal kalıntıları içinde boğuluyoruz! Düzenlenmiş vitrinlere bakarak, büyüsünü kaybetmiş bir dünyada insan eliyle yaratılmaya çalışılmış banal bir büyünün içinde yaşıyoruz!
Bize sunulan, bize layık görülen bu... Ve işin daha da tuhaf tarafı; her şeyin gerçekdışı olduğunu görüyoruz; yine de inanmadan inanıyoruz, üstelik haz duyuyoruz bundan.
İşte şimdinin, bugünün gerçeği bu: İNANMADAN İNANMAK...
Hayatı kolaylaştırdığını inkâr edemeyeceğimiz bilgisayarlar üst düzeyde bir iletişim olanağı sunuyor bize... Ama bir yandan da, aklın, arzuların ve birey iktidarının simgesi hâline geliyor. Dünyanın sınırlarını yıkmak ve kendi sınırlarımızı kaldırmak alt-felsefesiyle dünyaya bakışımızı bulandırıyor. Hissetme, düşünme, dünyayı görme ve varoluş biçimimizi değiştiriyor.
Bilgisayarlar aklın saflığına ve bilgiye dayanan iletişim sistemlerinden oluşuyor; ama bu bize yetmiyor. Bize sadece akıl yetmiyor! Bu yüzden bilgisayar destekli siber-vizyon reklâm odaklı dünya bilgisayarlarımıza girip bizim düşlerimizle, arzularımızla oynuyor...
Böylece tüm sanat bölümlerinin ve özelde öykünün aleyhine bir zemin oluşturuyor. Öykü, kendi türü içinde taşıdığı imkânlardan ve ulaşmaya çalıştığından çok daha sınırlı bir içeriğe zorlanıyor!
Yaşadığımız bu gerçek, gerçeğin yeniden yaratılmasında sayısız güçlük doğuruyor. Acaba Dostoyevski'nin öyküsündeki o adam gibi, bizler de bir timsahın yumuşak karnında mı yaşıyoruz? Belki de öyle...
Öykünün bugün insan haysiyeti ve olguları ile ilişkisini, işlevini ve itibarını yitirmiş olduğunu söyleyip biraz ileri gidiyorum! Öte yandan bütün dünyada satış öncelikli yayın yapıldığını da gözden çıkarmıyorum.
Bence öykü sanatı bugün biçimsel ve duygusal göz boyamaların, aşırı zarafet ile hafifliğin ve edilgenlik tuzaklarının karşısında durarak, tahayyül gücü yüksek, diri, özü dolu bir fantazya dünyasını, gerçekliğin kötülüğünü taahhüt etmekte kullanmalıdır ve buna çok yatkındır.
Yaratıcı fantazyanın insanın kendi içsel sınırlarının ve dünyanın çatlaklarının farkına varmasına imkân sağlayabileceğini tekrar tekrar vurgulamak isterim.
Eğer fantazyayla aşkınlaşmış öykü, görünmeyenin zihinde canlandırılmasından oluşan bir inisiyatif barındırabilirse, dünyayı, eleştirinin bu incelmiş biçimiyle yeniden büyüleyebilir.
Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: "Bugün yeni bir öyküye ihtiyacımız var ve bu yeni öykü fantazyanın kanatlarında yeşerebilecektir."
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ANAYASO
Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem
Dil bilmezem
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov?
Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro,
Ben hakiro
Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro
Gurban olam bu ne işdir hooy babooov!
Çoçiğ ağliir, çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu
Parasizo,
Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo
Bu ne haldır, bu ne iştir hooy babooov!
Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo
Ben hetimo
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov?
Şavata'tan Angara'ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir
Malımız yoh
Yolumuz yoh
Angara'ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir hooy babooov?
Yerin, yurdun adresesin bilmirem
Angara'da: Anayasso!
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso
Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov?
ŞEMSİ BELLİ
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|